14 Eylül 2020 Pazartesi

1973 Dünya Petrol Krizi, Borç Krizi, Stagflasyon Yılları ve 24 OCAK 1980 KARARLARI

 

      1973  DÜNYA PETROL KRİZİ,  BORÇ KRİZİ,  1980'ler STAGFLASYON YILLARI ve 24 OCAK 1980 KARARLARI

TÜRKİYE EKONOMİSİ

Türkiye ekonomisi genelde fiyat mekanizmasına dayalı olmakla birlikte yoğun devlet müdahalelerine de maruz kalmıştır. 1923-1929 yılları arasında liberalizm uygulaması ( 1929’a kadar gümrük egemenliğini alamadığı için), 1930’lardan itibaren kalkınma amaçları ve Dünya Depresyonu’nun etkileri nedeniyle devlet müdahalelerinin yoğun olduğu görülmektedir.  II.Dünya Savaşı nedeniyle müdahalelerin kapsamı genişletilmiştir (Kazgan Gülten,  Türk Ekonomisinde 1929-35 Depresyonu, Kapital Birikimi ve Örgütleşmeler”- Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları Semineri, İİTİA Mezunları Derneği, İstanbul 1977, s.244)

1950’li yılların başında iktidar değişikliği ülke iktisat politikaları uygulamalarına da değişiklik getirmiş, liberal bir politika uygulanmış, dış ticarette uygulanan liberasyon rezervlerin erimesiyle sonuçlanmış, devlet alt yapı yatırımları ve tarımsal destekleme politikaları, ücret politikaları, iktisadi devlet teşekküllerinin düşük fiyat politikalarının bütçeye yansıtılması nedeniyle ortaya çıkan enflasyon ve ödemeler dengesi problemleri oluşmuş ve ilk defa IMF ile Türkiye 1958 İstikrar Tedbirlerini uygulamıştır.

1963 yılı Türkiye ekonomisinin PLANLI KALKINMAYA geçtiği ve kalkınma amaçlarına ulaşmada kaynak gereksinimini daha uygun koşullu kredilerle sağlama gayretleri içinde olduğu dönemin başlangıcıdır. Birinci ve ikinci planlar; 1963-1977, I.Plan 1963-1967, II.Plan 1968-1972 yıllarını kapsamaktadır. III. BYKP ise 1973-1977 yıllarını içermektedir. I.,II.,ve III.BYKP’ndan oluşan perspektif planda hedeflenen gerçekleşmeler hemen hemen tutturulmuştur. ( Nazif Kuyucuklu, Türkiye İktisadı, 2.baskı, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş, 1986, s.207)


      PETROL KRİZİ

OPEC ülkelerinin 1973’te petrol fiyatlarında yaptığı fahiş yükselme, petrol sektörler için girdi olduğundan bütün dünyada ve bizim ülkemizde de fiyatlar genel seviyesinin hızla yükselmesine, dış ticaret hadlerinin aleyhimize gelişmesine, dış açığın hızla büyümesine neden olmuştur.

Dış ticaret açığı bir süre için birikmiş döviz rezervleri, işçi döviz transferleri ve dış yardımlarla, 1975’ten itibaren izin verilen kısa vadeli krediler ve DÇM’lerle karşılanmıştır.  Bu nedenle 1976’ya kadar İTHALATA DAYALI YÜKSEK BÜYÜME hızının devam ettirilmesi mümkün olmuştur.

Dış açığın kapatılması yönünde tedbirler alınmaması, enflasyonun önlenememesi, denge kur izlenmemesi, ihracatın arttırılamamış olması, 1977’den itibaren ağırlıklı olarak döviz gelirleri yetersizliği yaşanması üretim ve yatırımların yavaşlamasına, GSMH’nın 1977’de % 5 ve 1978’de % 3.0 büyümesinin nedeni olmuştur. (https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/1a06014d-9d2e-4eea-9dd7-f43ab5fa438a/1978_Yillik_Rapor.pdf?MOD=AJPERES&CACHEID=ROOTWORKSPACE-1a06014d-9d2e-4eea-9dd7-f43ab5fa438a-mh5x5G7,  s.28), (https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/fd5e96d0-df48-4212-8994-59c66bf50ec2/1977_Yillik_Rapor.pdf?MOD=AJPERES&CACHEID=ROOTWORKSPACE-fd5e96d0-df48-4212-8994-59c66bf50ec2-mh5x3rT,  s.40).

Bu dönemde enflasyon da artmış, 1971-1976 döneminde yıllık fiyat artışları % 20.4 olmuştur. (Mükerrem Hiç, Türkiye Ekonomisi Analizi, İstanbul Üniversitesi Yayın No:2665,İktisat Fakültesi yayın no: 454, Güryay Matbaacılık 1980, s.21

Diğer yandan 1973 ve onu izleyen 1977 genel seçimlerinde hiçbir siyasal parti çoğunluğu sağlayamamış, İSTİKRARSIZ KOALİSYONLAR DÖNEMİne girilmiştir. Muhtıra sonrası dönemin ezmek istediği sol görüşleri savunan bir partinin ötekilerden daha çok desteklenmesi, ordunun artık siyaset dışı kalma kararını kesinleştirmişti.

1974’te ECEVİT-ERBAKAN HÜKÜMETİ kurulmuş, FİYAT ARTIŞLARI VE GELİRİN ADİL DAĞILIMI, SOLCU VE SAĞCILAR İÇİN GENEL AF  konuları gündemi oluşturmuştur. Bu dönemde ortaya çıkan KIBRIS SORUNU ve sorunun Hükümet tarafından ele alınış tarzı halk tarafından olumlu karşılanmış, 1973 yerel seçimleri Cumhuriyet Halk Partisi’nin oylarının artmış olduğunu göstermekteyken buna Kıbrıs başarısı da eklenmiştir. ECEVİT‘in KOALİSYONLA TERS DÜŞTÜĞÜ İÇİN İKTİDARI BIRAKMASI, diğer partilerle yeni hükümetlerin kurulamaması, CUMHURBAŞKANI’NIN  KONTENJAN SENATÖRÜ SADİ IRMAK’I HÜKÜMET KURMAYLA  GÖREVLENDİRMESİNE, kurulan hükümetin uzun dönem iş başında kalmasına yol açtı. (Emre Kongar, 21.Yüzyılda Türkiye-2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Remzi Kitabevi, Nisan 1998,  s.185)

1977 seçimleri hiçbir partinin tek başına iktidara gelememesine, en çok oyu alan Ecevit’in azınlık hükümeti kurmasıyla sonuçlanmıştır. Parlamento dışından, işçi-işveren kesiminden destek almasına rağmen  meclisten güven oyu alamadığı için  Demirel,  Milli Selamet ve Milliyetçi Hareket Partileriyle II. Milli Cephe Hükümeti’ni kurdu. Koalisyon hükümetinin tutarlı politikalar izleyerek siyasi ve ekonomik çözümler üretememesi, enflasyon artış hızının azaltılamaması, 1977 yılında II.Milliyetçi Cephe Hükümetinin düşürülmesine, CHP’nin tekrar bir koalisyon hükümeti kurmasıyla sonuçlanmış, BU DÖNEMDE SAĞ VE SOL TERÖRÜN ARTTIĞI (1979 Abdi İpekçi cinayeti, .. Temmuz 1980 Nihat Erim suikasti gibi, daha birçoğu).  

KOALİSYON ahenkli götürülemediğinden 14 EKİM 1979’DA Ara Seçim Sonuçları, TÜSİAD’IN TEPKİSİ, ECEVİT’İN SEÇİMLER sonrası istifa etmesine yol açmıştır.( Emre Kongar, s.187).

Çeşitli iç ve dış nedenlerle 1974 yılından beri devam eden sıkıntılar 1978 YILINDA KRİZ BOYUTUNA ulaşmış, Türkiye vadesi gelen dış borçlarını ödeyemez hale gelmiştir.

İKİNCİ PETROL ŞOKUnda ülkenin petrol dış alımına ödenmesi gereken döviz miktarı hızla artmıştır. Ülke döviz darboğazına daha önceden girdiğinden, III.BYKP’nın son dönemlerinde kalkınma hızı düşük olmuştur. Petrol fiyatlarında yeniden meydana gelen artışla, ülkenin sadece petrol ithaline ödediği döviz 1978’de 1.3 milyar $’dan 1979’a 1.7 milyar $’a yükselmiştir. İ

HRACAT 1978 VE 1979’DA 2.3 MİLYAR $ OLARAK PETROL İTHALATINI  ANCAK KARŞILAYABİLİR DÜZEYDEDİR. 1980’de ise dış satım/ İHRACAT PETROL İTHALATINI KARŞILAYAMAMIŞ, dövizin piyasa fiyatı hızla yükselmiş, DÖVİZ DARLIĞI;  SANAYİ HAMMADDESİ, ARAMALLAR, BELİRLİ TARIM GİRDİLERİNİN VE TÜKETİM MALLAR İTHALATININ YAPILAMAMASINA NEDEN OLDUĞUNDAN fiyatlarının aşırı şekilde yükselmesine yol açmış, BU GİDİLERİ KULLANAN FABRİKALARIN DÜŞÜK KAPASİTE ÇALIŞMALARINA VEYA ÇALIŞMALARINI DURDURMALARI TEHLİKESİNE YOL AÇMIŞTIR.

Maliyetlerin yükselmesi, sanayide üretim sıkıntılarına rağmen piyasanın emisyon ve  krediyle beslenmesi satın alma gücünü yükseltmiş, iç fiyatların yüksekliği ihracatı olanaksız hale getirmiş, dış ödeme kaynakları tükenmiş, “DEVLET 70 CENT’E MUHTAÇ KALMIŞ”tır. ÖDEMELER DENGESİ BOZULMUŞ, DIŞ BORÇ SERVİSLERİ YAPILAMAZKEN HAMMADDE VE ARAMAL YOKLUĞU KAPASİTE KULLANIMININ DÜŞMESİNE, İŞSİZLİK DÜZEYİNİN ARTMASINA NEDEN OLMUŞTUR .

Ekonomide krize dönüşen  gelişmeler 1978  ve 1979  önlemlerine, IMF ile stand-by’a gidilmesi doğrultusunda İstikrar Programları ilanına   neden olmuştur. (İlker Parasız, Para Politikası-Türkiye Uygulaması, Ezgi Kitabevi Yayınları,Bursa 1998, s.176)

İç terörün ülkeye hakim olduğu bir durumda Demirel yeni hükümeti kurmuş ve 24 OCAK 1980 KARARLARI olarak bir gurup radikal önlem hayata geçirilmiştir. 

“24 Ocak 1980 KARARLARI” NA  GİDİLMESİ

1980 Darbesi öncesi  Demirel’in  “ 70 CENTE MUHTACIZ” şeklinde  bir-iki kelimeyle tanımladığı Türkiye ekonomisinin durumu.... 24 Ocak Kararları bir istikrar tedbiri..  TÜRKİYE, 70 CENT’E  MUHTAÇ.. dövize ihtiyaç var, enflasyon almış başını gidiyor, ihracat yapılması gerek.. Kaynak gereksinimi ( döviz) ve  enflasyon nedeniyle Türkiye IMF’yle istikrar tedbirlerine  gitti..

TÜRKİYE’Yİ BU DURUMLARA  NE GETİRDİ ?

70 CENTE MUHTAÇ hale gelme, tabii ki ekonomideki siyasal-sosyal-ekonomik gelişmeler, politika hataları  yanında  asıl KONJONKTÜRDEN kaynaklanıyor.. Türkiye gibi daha birçok kalkınma çabasındaki ülke de aynı duruma düşmüştür.

Petrol ihracatçısı ülkeler organizasyonu OPEC üyeleri,  petrol fiyatlarını dolarla belirlemiş, Arap-İsrail Savaşı/ “Yom Kippur Savaşı” sonrası OPEC, 1973’te petrol fiyatlarını 4 kat arttırmış (John Williamson and Chris Milner, The World Economy-A Texbook in International Economics, Harvester Wheatsheaf, 1991 , p.11 9),  1979’da  tekrar yükseltmiştir. (Miltiades Chacholiades,  International Economics,  McGraw-Hill, 1990, p.204)

 Petrol fiyatlarının yükselmesi, dünya mal-hizmet  fiyatlarında yükselmeye, yüksek enflasyonlara yol açmıştır.  Gelişmiş ülkelerin enflasyonla mücadele politikaları  FAİZ ORANLARININ YÜKSELMESİNE neden olmuş, BORÇLU ÜLKELERİN BORÇ FAİZ ÖDEMELERİ/ BORÇ SERVİSLERİ ( Dünya faiz oranlarına dayandığından) AĞIRLAŞMIŞTIR.

Yüksek enflasyonların düşürülmeye çalışılması da resesyon, dolayısıyla işsizliğe de yol açmıştır.

Dünya’da gelişmiş ülkelerde de  1980’Lİ YILLAR YÜKSEK ENFLASYON VE AYNI ZAMANDA RESESYON YILLARI olarak yer almış,  STAGFLASYON / enflasyon ve resesyonun birlikte yaşandığı yıllar olmuştur.

Kalkınma çabası içinde borçlanan gelişen ülkeler, 1975’te yaptıkları gibi 1980-82 resesyonunda  borçlanmayı denemişler fakat  yüksek borç düzeyleri ve resesyonun uyardığı borç-servis kapasitelerindeki düşme ( üretim ve gelir düşmesi), 1982 Ağustos’unda başlayan  “BORÇ KRİZİ” ‘ni üretmiştir. (John Williamson and Chris Milner, p.12)

BORÇ KRİZİ

1970’li yıllarda petrol fiyatları hızla yükseldiğinde bir petrol ihraç eden ülke olan Meksika’nın da gelirleri hızla yükselmiştir. Meksika iç harcamalarını da hızla arttırmış, büyük dış açıklar yönetmeye başlamıştır. 1982 ile birlikte Meksika’nın borçları gayrısafi milli hasılasının % 50’sine, 82 milyar dolara ulaşmış (Rudiger Dornbusch and Stanley Fischer, Macroeconomics, fifth edition, McGrav -Hill, 1990,  p.762) , bir petrol ihraç eden ülke olan Meksika’ya bankalar borç vermekte istekli olmaya devam ettiklerinden Meksika’nın dış borçları hızla yükseliş göstermiş, dış borçları üzerinden ödediği faiz yükü dünya faiz oranlarında meydana gelen yükselme nedeniyle artmıştır.

13 Ağustos 1982’de Meksika Maliye Bakanının Washington’da hükümetinin orijinal ödeme planı (kontrat) doğrultusunda borç servisini devam ettiremeyeceğini beyan etmesiyle kriz patlak vermiştir.( Jeffrey D. Sachs and FelipeLarrin B., Macroeconomics In The Global Economy, Harwester Wheatsheaf, 1993, p.690)

BORÇ KRİZİNİN İKİ YÜZÜ

Dünya borçlarının; borç alan ve borç veren olarak iki yüzü mevcuttur. Bu nedenle borç krizi, geri ödemeleri yapılamayan yüzlerce milyar dolar söz konusu olduğundan; sadece borçlu ülkeleri değil, aynı zamanda borçlu ülkelere ödünç veren alacaklı finansal kuruluşları, başlıca büyük uluslararası ticari bankaları da tahrip edici olmuş, dünyanın en büyük bankaların güçsüzlüğüne yol açmıştır. Gelişen dünyanın ödeme güçlüğüne düştükleri bu büyük borçlar dünyanın lider finansal kuruluşlarını da iflasa sürükleyebilirdi.

BORÇLARIN YENİDEN YAPILANMASI (DEBT RESCHEDULİNG) 

Gelişmekteolan ülkelerin borçlarının yeniden yapılandırılması birkaç yolla olmaktadır. Resmi ve özel borçları içeren iki veya çok yanlı borçlar, borç yeniden şyapılandırmaya veya yeniden finansmanına tabi tutulmaktadır.

1982’ye kadar borçlu ülkelerin borçlarının yeniden yapılandırılması basit bir yol izlemektedir.  Borçlu ülkenin  IMF Stabilizasyon Programını kabul etmesinden  sonra  Kreditör Klüp/ Paris Club’te resmi borçların görüşülmesi yapılmaktadır.

1982-83’te bu proses ya da süreç, bazı merkez ülkelerin uluslararası parasal sistemdeki stratejik önemlerinden dolayı milyonlarca dolarlık kurtarma paketleri doğrultusunda genişletilmiştir. Bu gibi paketler; kısa vadeli resmi ve özel ödünçleri, IMF Anlaşmalarını, uzun vadeli banka yeniden yapılandırmalarını, yeni banka ödünçlerini,  Paris Club yeniden yapılandırmalarını, yeni ihracat kredilerini içermektedir. Bu, 1982 ortasından 1984 sonuna Mexico İçin 36 milyar $, Brezilya için 29 milyar$ ‘ı içermektedir. Bu proseste IMF; ayarlama (adjustment) programı görüşmelerini gerektiren ve yürütmenin izlenmesi için finansman açığının hesaplanmasını içeren  kritik rol üstlenmektedir. ( External Debt of Developing Countries,1983 survey, OECD Paris 1984,  s.47)

DIŞ KAYNAK GEREKSİNİMİ

Ülkelerin ekonomik gelişiminde uluslararası sermaye hareketlerinin önemli rol oynadığı görülüyor. Kalkınmaya/ verimli yatırımlara  yönelmek isteyen ekonomilerin “iç tasarrufları düzeyi üstünde” yatırımlarını arttırabilmesi  dünyanın kendi dışında kalan  bölümünden borçlanmasıyla mümkün olmaktadır. Örneğin ABD, 18. Yy başlarında yapılaşmasını inşa etmesi ve hızlı büyümesini desteklemek için diğer ülkelerden; yüzyılın ilk yarısında kanallar ve ikinci yarısında tren yollarının geliştirilmesi için  borçlandığı görülmektedir.  1920’lerin başlarından itibaren ABD’nin dünyanın en önemli net kreditörü olduğu görülür.

KALKINMA STRATEJİLERİ; İÇE DÖNÜK VE DIŞA DÖNÜK KALKINMA

“OOCs /  Outward Oriented Countries”/ Dışa Dönük Kalkınma Stratejisi, ülkelerin pazarlarını dünyanın kendi dışında kalan bölümlerine açması  ve ihracatını geliştirmesi şeklindedir.

“IOCs /  Inward  Oriented  Countries” / İçe Dönük Kalkınma Stratejisi, ülkelerin  uluslararası ticarete önemli engeller uygulaması ve iç  piyasaları  tatmin edecek yerel endüstrilerin gelişmesi üzerine  odaklaşılır, ithal ikamesi stratejisi olarak adlandırılır.  (Michael Todaro, Economic Development in the Third World, fourth edition, Longman, 1993, s.427)

 Dışa dönük kalkınma ihracat artışı, döviz sağlayıcı faaliyetlere dayalı olarak kalkınma, dünya piyasalarında yer alma, ihracat gelirleri ( döviz) sağlamaktır.

İçe dönük kalkınma ise ithal ikamesi/ ithal ettiğiniz malları ulusal sınırlar içinde üretmeye yönelik faaliyetler yoluyla kalkınmadır.

İSTKRAR TEDBİRLERİ/ POLİTİKALARI nedir?

Acı reçete denilen istikrar tedbirleri, enflasyonu aşağı çekmeye yönelik, enflasyonun nedenlerini ortadan kaldırmaya yönelik tedbirlerdir. Ülkenizde enflasyona neler neden oluyorsa onları ortadan kaldırırsınız..

1978’lerin başında TÜRKİYE’nin KARŞI KARŞIYA KALDIĞI PROBLEMLER;

·        Şiddetli döviz yetersizliği,

·        Büyük ödemeler dengesi açıkları,

·        Ağır bir KISA DÖNEMLİ BİR BORÇ YÜKÜ,

·        Yüksek enflasyon,

·        Büyük KAMU KESİMİ AÇIKLARI,

·        Yavaş büyüme,

·        Artan işsizlik

şeklindedir. 1980 Programında önlemler EKONOMİK POLİTİKANIN direkt devlet müdahalelerinden  piyasa güçlerinin yönlendirilmesine bırakılması şeklinde alınmıştır.

İÇE DÖNÜK KALKINMADAN DIŞA DÖNÜK KALKINMA STRATEJİSİNE GEÇİŞ

24 OCAK 1980 KARARLARI

·        Türk Lirasının ABD Doları’na karşı %33 devalüasyonunu,

·        Esnek döviz kuru politiksına geçilmesini,

·        Kamu finansmanının güçlendirilmesini, özellikle KİT fiyatlarında önemli artışları ve fiyat kontrollerinin eliminasyonunu,

·        Sınırlayıcı para politikaları yoluyla ihracatı arttırıcı tedbirleri,

·        Dış ticaretin liberalizasyonunu,

·        Ödemelerin düzenlenmesini,

·        İç tasarrufları arttırıcı faiz politikasının  hayata geçirilmesini,

·        Kaynak dağılımının iyileştirilmesini,

·        Türkiye’nin devlet garantisinde olmayan ticari borçlarının konsolidasyonunu

İçeren bir önlemler paketidir. ( T.C. Resmi Gazete, 25.01.1980 tarih Mükerrer 16880 sayılı )

24 Ocak 1980 İstikrar Tedbirleri, diğer istikrar programlarından daha kapsamlı tedbirleri içermektedir. Öncelikle ekonomide üç rakama çıkmış enflasyonun durdurulması amaçlanmış, gerçekçi bir kur uygulamasına geçilmiştir. Bu amaçla  1$=47.10 TL uygulaması, 1$ = 70.- TL olarak saptanmıştır. Ve 24 Ocak 1980 tarihinden 1 Mayıs 1981 tarihine kadar döviz kurlarının % 5’i aşmayacak şekilde mini devalüasyonlarla belirlenmesine devam edilmiş, bu tarihten sonra uluslararası piyasalardaki gelişmeler doğrultusunda Merkez Bankası’nca belirlenmesine yetki verilmiştir. Eylül 1979’da kurulan Fiyat saptama –koordinasyon komitesine son verilerek fiyatlar piyasada belirlenmeye bırakılmıştır.

Temel mallar ve hizmetler kapsamı daraltılmış, gübre, kömür, ferro-krom-alüminyum tesislerinde kullanılan elektrik, DDY ve Denizcilik Bankası Deniz Nakliyatı yük taşımacılığı kalmıştır.

Bu düzenlemenin sonucu olarak listelerden çıkarılan ürünleri fiyatlarının KİT’ler tarafından serbestçe belirlenmesi ilkesi belirlendiğinden  GÖREV ZARARLARINI KARŞILAMAK ÜZERE SAĞLANAN SÜBVANSİYONLARA GEREK KALMAYACAK kadar fiyatları yükseltilmiştir.

1980’de;  IMF, Dünya Bankası, OECD gibi uluslararası kuruluşların  ve de bazı OECD ülkeleri gibi kreditörlerin desteklediği bir grup değişme ve tedbir uygulamaya geçirildi. 1980-1985 döneminde OECD Yardım Konsorsiyumu toplam 4.2 milyar ABD doları borç ferahlatmasını garanti etti. IMF, üç yıllık Stand-by Anlaşmasıyla Haziran 1980’de 1.2 milyar SDR  ve Nisan 1984’te 225 milyon SDR  sağladı. Dünya Bankası, liberalizasyon  rasyonalizasyon programını desteklemek için 1.6 milyar dolarlık beş yapısal ayarlama/düzenleme ödüncü katkı sağladı.( Uygur Ercan,  Financaial Liberalization  and Economic Performance in Turkey, The Central Bank of  The Republic of Turkey,1993, s.13)

Uluslararası olaylar 1970’lerin sonlarında ve 1980’lerin başında Türkiye’ye yardım için lehte bir atmosfer yarattı.

Bu olayların arasında Şah’ın devrilmesiyle sonuçlanan İran karışıklıkları, ikinci petrol şokunu uyaran Orta Doğu’daki olaylar, bölgede istikrarsızlığa yol açan Afganistan’daki mücadele de  vardı.

Bu içerikte, program; stabilizasyon ve liberalizasyon politikalarına başlanarak simultane olarak yürütülmüş, ilk ürün piyasalarında, ondan sonra dış ticaret, daha sonra iç finansal piyasalar ve son olarak da sermaye piyasalarında yürütülmeye başlanmıştır.

Enflasyona karşı şok terapi Ocak 1980’de başlatılmış, ilk olarak fiyat istikrarının sağlanması amaçlanmış, belli piyasalarda dengesizliğin giderilmesine çalışılmıştır. Bunun için 1 dolar 35.-TL’den 47.-TL’ye doğru olan çoklu döviz kuru elimine edilmiş,  ve büyük bir DEVALÜASYON yapılarak  1$ = 70.-TL olarak belirlenmiştir.

1980 Eylül’ünden itibaren askeri darbe  sivil hükümeti işbaşından almış ve sendikal faaliyetleri yasaklamış, işten işçi çıkarılmasına da izin verilmemiştir. 1980 Bütçe Kanunu ile ücret ve maaşlarda brüt % 80’lik bir artış sağlanmış, daha sonra ücret ayarlamaları  HAKEM KURULUna bırakılmıştır.

24 Ocak Kararlarıyla ilgili diğer bir  karar “ Garantisiz Ticari Borçların Tasfiyesi” ile ilgilidir.( 1980 Yılının Ortalarında Türk Ekonomisi TÜSİAD, , İstanbul Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği, 1980, s.69 )

Fiyatların serbest olarak belirlenmesi esası getirilmiş, fiyatların serbest bırakılması bütün sektör, şirket ve KİT ürünlerini kapsamaktadır. KİT ürünlerine zam yapılmış, KİT zararlarının kapatılması amaçlanmıştır (TÜSİAD, s.73)

1980 programı; ekonomik programın tek merkezden yönetimine olanak tanıyan  düzenlemeleri içermektedir. Bakanlar Kurulu kararıyla oluşturulan Para Kredi Kurulu, para kredi konusunda koordinasyonu ve finansman güçlüklerinin giderilmesini sağlamak, ödemeler dengesindeki gelişmeleri gözlemlemek ve destekleme fiyatları konusunda tavsiyelerde bulunmak amacıyla oluşturulmuş, bakan-lığını başbakanlık müsteşarının yürüttüğü bir kurumdur.

Yeni düzenlemelerle Başbakanlığın ekonomik konulardaki yetkileri genişletilmiş, Yabancı Sermaye ve Teşvik Tedbirleri konusunda görev ve yetkiler  Başbakanlık bünyesinde kurulan Yabancı Sermaye Dairesi, ile Teşvik Uygulama Dairesine verilmiştir.  Ayrıca Başbakanlık Müsteşarının  başkanlığında  Koordinasyon Kurulu oluşturulmaktadır. Bu kararların tümü, ekonomideki karar alma sürecini bir merkezde toplamaktadır. Bu niteliğiyle geçmişteki istikrar programlarından ayrı bir nitelik taşımaktadır. (Nazif Ekzen,  Stabilizasyon Paketini 1958, 1970, ve 1978-1979 Paketleriyle Karşılaştırmalı Analizi”-Türkiye’de ve Dünyada Yaşanan Ekonomik Bunalım, Yurt Yayıncılık, Ank. 1984)

24 Ocak Kararları enflasyonla mücadeleyi amaçladığından sıkı para politikası izlenmektedir. Tasarruflara pozitif faiz uygulamasına geçilmiştir. (Metin Kıvılcım, The Analysis of Inflation: The Case of Turkey( 1948-1988), Capital Markets Board-Publication Number 20, 1995, p.42)

Büyük bankaların faiz oranlarını reel pozitif oranlarda tutma isteksizlikleri nedeniyle mevduat faiz oranlarının belirlenme yetkisi Merkez Bankası’na verilmiştir. Enflasyondaki değişmeler ve ekonomik gelişmeler dikkate alınarak mevduat faiz oranları en az üç ayda bir gözden geçirilmiş, kredi faiz oranlarının belirlenmesi bankalara bırakılmıştır. (Mehtap Kesriyeli, 1980’li Yıllardan  Günümüze Para Politikası Gelişmeleri, TCMB Araştırma Genel Müdürlüğü Yayın No:97/4, ANK 1977, p.5)

Rekabete hazır olmayan bankacılık sektörünün faizlerin serbest bırakılmasına tepkisi; büyük bankaların aralarında anlaşarak(1.centilmenlik anlaşması) faizlerin belli bir düzeyin üstüne yükselmelerini engellemeye yönelmeleri olmuştur.(TCMB 1985 Yıllık Rapor, p.23 )

Program; İTHALATI İKAME EDEN GELİŞME BİÇİMİNİ BIRAKARAK ULUSLARARASI REKABETE AÇIK, KAYNAK DAĞILIMINI FİYAT MEKANİZMASI İLE YAPAN  DÜNYA FİYATLARINI ESAS ALAN  BİR YApı hedeflemektedir.

12 EYLÜL 1980 HAREKATI

24 Ocak 1980 KARARLARI, Uluslararası Para Fonu-IMF reçetesinin Türkiye’ye uygulanmasıdır. Bu dönem fiyat istikrarsızlığının ve ödemeler dengesi dengesizliğinin sürdüğü ama ekonomik istikrarsızlığın  yanında  iç siyasal-toplumsal istikrarsızlığın had safhada olduğu bir dönemdir. Silahlı Kuvvetlerin hassas olduğu konulara ters gelişmelerin sürdürülmesi  12 Eylül 1980 Harekatı’na yol açmıştır.

27 Aralık 1979’da dönemin Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e bir “UYARI MEKTUBU” vermiş, 1 Ocak 1980’de  Cumhurbaşkanı genel Kurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı’nı Çankaya Köşkünde kabul etmiş, 2 Ocak 1980 tarihinde de ana muhalefet ve iktidar partisi genel başkanlarını Köşke kabul ederek “Silahlı Kuvvetlerin Görüşü” başlıklı Uyarı Mektubunun bir suretini vermiştir. Cumhur Bakanı uyarı mektubunun birer suretini de  TBMM Başkanı, Senato Başkanı, Senato Milli Birlik Komitesi Başkanı, Senato Kontenjan Gurubu Başkanı  ve partilerin genel başkanlarına da vermiş, kimse kendini mektubun muhatabı olarak kabul etmemiş, iç siyasi-toplumsal kargaşa devam etmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri 11 Eylül 1980 gecesi sabaha karşı “harekat” başlatmış, ülke yönetimine el koymuş, Parlamento ve Hükümet fes edilmiş, parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmış, yurtta sıkı yönetim ve yurt dışına çıkma yasağı ilan edilmiştir. (Emre Kongar, s.191)

12 Eylül Harekatı, Türkiye’yi bir iç savaşın eşiğinden döndürmüş, Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyduktan sonra ekonomik kesimi 24 Ocak Kararları’nın teknisyeni Turgut Özal’a emanet etmiş, Bülent Ulusu Kabinesi’nde Başbakan Yardımcılığı’na atanmıştır. IMF ve Batı Dünyası,  12 Eylül Harekatı’na ekonomik açıdan her türlü desteği göstermiş, NATO, Avrupa Konseyi de desteklemiştir.

Ordu müdahalesinin iç savaşı engellemek amacıyla yapılması, Ordunun demokrasiyi yeniden kurma ve kurduktan sonra sivillere devretme amacıyla bunu yaptıklarını beyan etmeleri bu desteği vermelerine neden teşkil etmiştir.

5 Eylül 2020 Cumartesi

Merkez Bankası KUR POLİTİKASI - Deja Vu


 

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın efsane Başkanı/ Guvernör’ü, aynı zamanda ilk para programını yapan ve eğer TCMB’nin açtığı krediler kısa vadeli olmazsa  Bilançosunu konrol edemeyeceğini, enflasyonu aşağı çekmenin mümkün olmadığını söyleyerek  Hazine Müsteşarı Mahfi Eğilmez ile konsensus sağlayarak bunu kademeli olarak hayata geçiren  RÜŞDÜ SARACOĞLU,       6 Şubat 1998  Cuma günü Liberal Bakış’ta  yazdığı    “Merkez Bankası ve Kur Politikasını”  başlıklı yazısında 
demişki:

“ Merkez Bankası, yaptığı döviz alım-satımlarıyla kurların belirlenmesinde etkin olur.

Kurları yükseltmek istediği taktide döviz alır, kurları düşürmek istediğinde döviz satar.

Merkez Bankası’nın döviz işlemleri yoluyla piyasadan piyasadan para çekmesi halindeyse, Merkez Bankası piyasaya ilave döviz arz ederek kurların göreli olarak daha yavaş gitmesine neden olmuş demektir.

Merkez Bankaları, döviz işlemleri yoluyla piyasadan net olarak para çektikleri takdirde ( yani döviz verip TL çekerek) kur artışları yavaşlayacaktır. Bu politikanın ne kadar sürdürülebilir olduğu tartışma konusudur ( müdahale edecek döviz rezervlerinin bulunması gerekir).

Azalan likidite sonucunda faizlerin yükselmesi kaçınılmazdır. Yükselen faizler, sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ortamda kısa vadeli sermaye girişini hızlandıracak, giren bu sermaye  de döviz piyasasına arz edildiğinde kurlar daha da yavaşlayacaktır.

Asıl tehlike; Merkez Bankası’nın üzerine toplumun çeşitli kesimlerinden ve özellikle HAZİNE’den gelecek olan FAİZ BASKISIdır.

Faizleri düşürmek için için başka kanallardan likidite yaratılması halinde KRİZ KAPIDA demektir. Merkez bankası kurları düşük tutmak için döviz satarak piyasadan çektiği likiditeyi, faizleri düşük tutmak için, mesela  Hazine’ye kredi açarak yeniden piyasaya verdiği takdirde FİNANSAL KRİZ KAÇINILMAZ olur.  Aynen 1994’te TÜRKİYE’de, 1997’de TAYLAND’da olduğu gibi..

22 Temmuz 2020 Çarşamba

Liberal/ Neoliberal Politikalar

Liberal/ Neoliberal Politikalar?
Devletin Pozitif ve Normatif Rolü
Normatif rolle, devletin refahın maksimizasyonuna katkısını tanımlarken pozitif rol, devletin yap-tıklarını analiz eder, ilişkilerini tanımlar.
Gerçek dünyada pozitif ve normatif rol arasındaki sapma büyüdüğünde, sapmanın nedenleri; idare eden ve edilenlerin çıkarları arasındaki farklılıklar; hata yapılması ve politika yapıcıların bir kısmının yanlış anlaması, politika enstrümanları üzerindeki kontrolünün yetersizliği ve alınan eski kararların yeni oluşturulan politikalar üzerindeki kötü etkileri gibi farklılıklar gösterir ve reformları gerektirir.
Ya da politik liderler refahı arttırıcı sosyal amaçları başarmayı isteseler de bu amaçlar için öğretim, eğitimleri yetersiz olabilir, ekonomi dışındaki disiplinlerden geldiklerinden ekonomik konularda yetersiz kalabilirler, yada bazıları kendi kişisel çıkarlarını kamusal çıkarlar üzerinde görmektedirler. Politikalar; onlara, dostlarına veya aile efradına, politik taraftarlarına hizmet etmekte, ülke için ise optimal sonuçlar oluşturmamaktadır. Bilindiği gibi politika yapıcıların “rant arama” ve “rüşvet yeme” çürümüşlüğü bilinen yaygın bir olaydır ( Richard B. McKenzie & Gordon Tullock, Modern Political Economy- An Introduction to Economics, McGraw-Hill, 1978, p 411 ) .
Ulus
     Ulus; kültürel ve politik olarak ayrı olmak isteyen ve kendilerini politik olarak ayrı kontrol etmek isteyen insanlar olarak tanımlanır ve politik olarak kendilerini organize etmeleri ulus devlet olarak ifade edilir  ( John T. Rourke, International Politics on The World Stage,  eighth edition,  Mc Graw -Hill/ Dushkin,  2001,  p.134).
İdeoloji
İdeolojiler; birey ve grupların nasıl bir sosyal sistem içinde yaşayacağı ve sosyal sistemin çalışma ve prensiplerini belirleyen inançlara dayanan sistemlere tekabül eder. Geçmiş yüzyılda ve bu yüzyılın ilk yarısında, ideolojiler; Liberalizm, Ulusalcılık (nationalism) ve Marxism insanlığı bölmüştür. Bu üç ahlaki ve entelektüel pozisyonun arasındaki çatışma; toplumun organizasyonu ve ekonomik ilişkilerinin yeniden oluşturulmasında piyasanın rolünün önemine dayanır. Bu üç ideoloji; ekonomik büyümede; piyasanın önemi, refahı toplumun bireyleri ve gurupları arasında dağıtma şekline, toplum, devlet ve piyasa arasındaki ilişkilere göre farklılaşır. İdeolojiler; dünyanın çalışma şekli ile ilgili bilimsel tanımlamalar üretir.
Toplumların her biri; ekonomik faaliyetlerin piyasalar tarafından mı yoksa devlet planları doğrultusunda mı organize edileceğiyle ve endüstrilerin özel mülkiyete mi devlet mülkiyetine mi ait olmasıyla ilgili temel bir seçim, tercih yapmak zorundadırlar. Seçim, ekonomik problemlerin serbest piyasalar veya devlet planlamasıyla mı başarılı şekilde çözümleneceğiyle ilgilidir. İki farklı ekonomik sistemden kapitalist sistem, üretim araçlarında (fiziki kapital) özel mülkiyete ve büyük oranda serbest çalışan piyasalara dayanırken, sosyalist ekonomiler devlet planlamasına, üretim araçlarının devlet mülkiyetinde olmasına dayanırlar (  William J. Baumol & Alan S. Blinder, Economics -principles and policy, Harcourt Brace Javanovich, Publishers , 1988, p.888  ve bkz    Andrew Zimbalist & Howard  J. Sherman &  Stuart Brown, Comparing Economic Systems -A Political-Economic Approach, second  editition, Harcourt Brace Javanovich, Publishers , p.5 3 ). Temel olarak kapitalist bir ekonomi olan Fransa ise, ekonomik faaliyetlerin organizasyonunda, direkt kontrolden ziyade devlet rehberliğinin yer aldığı “indicative”/ belirleyici planlama, karma ekonomiyi geliştirmiştir.
Ulusalcılık, Liberalizm, Marksizm
Orijini “Mercantilism” olan ekonomik ulusalcılık, modern dönem devlet adamlarının uygulamalarından vücut bulmuş, piyasayı devlet çıkarlarına bağımlı kılan düzenlemeleri içerir.
Merkantilizm’e reaksiyon olarak, Adam Smith ve diğerlerinin çalışmalarıyla geliştirilen “Liberalizm”; kaynak dağılımında etkinliği, ekonomik büyüme ve tüketici tercihlerinde politik müdahalelerin olmamasını savunur.
Marxism ise, 19.yy’ın ortalarında ekonominin politikaları yönlendirdiği liberal öğreti-inançlara ve klasik ekonomiye reaksiyon olarak geliştirilmiştir (Robert Gilpin, The Political Economy of International Relations, Princeton University Press, 1987,  p.26). Ulusalcılık (nationalism) ve liberalizm gibi, Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından 19.yyın ortasında geliştirilen “Marxism”, fikirlerin oluşumunda önemli özelliklere sahiptir. Sosyal ürünün dağıtımında; ekonomik faaliyetler ve prodüktif güçler merkezileşir. Sovyetler Birliği ve Çin, Marxim’i resmi ideoloji olarak uygulamışlardır ( Robert Gilpin, p.35 ).
Kapitalizm
Kapitalizm” ise; üretimde özel mülkiyet ve emeğin ücret alması ve rekabetçi piyasa ekonomisinde kâr ve kapital birikimiyle tanımlanır.
Kapitalist ekonomide; mülkiyet ilişkileri istikrarının sağlanması ve bunun için hizmet verilmesi devletin esas fonksiyonunu teşkil etmekte ve bununla ilişkili olarak vergi alma ve harcama yapma fonksiyonu, kaynakların dağılım etkinliğinin sağlanması, gelirin yeniden dağılımı gündeme gelmektedir (A.B. Atkinson and  J.E.Stiglitz,  Lectures on Public Economics,  McGraw-Hill Book Company, 1980,  p.5 ).   

Kapitalist (liberal) bir ekonomide Kamu Sektörü niçin gerekmekte, ekonomi niçin tam olarak özel sektörün çalışmasına bırakılmamaktadır?
Diğer bir deyişle ekonominin büyük bölümü niçin piyasanın güçlerine, “invisible hand” ’e bıra-kılmaksızın devlet yönlendirmesinin konusu olmaktadır? Bu kısmen, politik ve sosyolojik ideo-lojilerin konusu olmakla birlikte bu konunun sadece bir bölümüdür, çok önemli diğer bölüm,  piyasa  mekanizmasının tek başına bütün ekonomik fonksiyonları icra edememesi, özel mallardan farklı olarak kamusal malların, sosyal malların üretilmesinde piyasanın başarısız olmasıdır. Kamu politikası; yol gösterici, düzeltici, belli noktalarda sübvanse edici olarak gerekmektedir.
Devletin ekonomideki büyüklüğü ise,  teknikten ziyade ideolojik bir tercihtir.
Ekonomik Politika
Ekonomik politika; politika yapıcılarının, ekonominin performansını iyileştirmek için ekonomik büyüklüklerin davranışlarını etkilemelerine yönelik faaliyetlerdir. Devlet ekonomiye, halkının refahını arttırmak için; anahtar ekonomik değişkenlerin davranışlarını değiştirme yoluyla müdahalede bulunur.
Klasik Piyasa Başarısızlıkları
Richard Musgrave piyasa mekanizmasında fiyat sinyallerine dayalı olarak çalışan ekonomilerde devletin ekonomide yer almasını piyasanın başarısız olduğu alanlara dayandırmış ve devlet aktivite/ faaliyetlerini üç ana gurupta (geleneksel piyasa başarısızlıkları) toplamıştır ( John F. Due and  Ann F. Friedlaender, Government Finance- Economics of the public finance, seventh edition, Richard D. Irwin Inc., 1981,p.5) .
·          Birincisi; kaynakların etkin dağılımının sağlanmasıdır. Kaynakların etkin dağılımını sağlanması; 1.) tam kamusal mallar gibi özel sektörün üretmekte başarısız olduğu, fiyatlandırmaya konu olmayan malların üretimi,  2.) kullanana ödettirilse, fiyatlandırılabilse bile eğitim, sağlık ve otobanlar gibi dışsallıkların konusu devlet hizmetlerini içeren, yarı kamusal mal olarak tanımlanan faaliyetleri ve 3.) fiyatın marjinal maliyetin üstünde belirlendiği; doğal monopoller, oligopol olarak karakterize edilen, piyasaya satış yapan piyasa gücüne sahip firmaların ve yatay talep eğrisiyle karşı karşıya olan birkaç büyük satıcının piyasaya hakim olması durumlarında, ekonomide yer alarak gerçekleştirir.
·          İkincisi; gelir dağılımında adaletin sağlanmasına yönelik faaliyetlerdir. Vergi sisteminin yapısı, vergi-transfer (ayni ve nakdi transferler) mekanizmasıyla yürütülür. Gelirin adil dağılımının sağlaması ve yoksulluğun ortadan kaldırılması; ekonomik büyümenin sağlanması ve bu ilave üretimin adil dağıtımı yoluyla gelirin arttırılmasıyla fakirliğin ortadan kaldırılması, gelirin adil dağılımının ve ekonomik etkinliğin sağlanmasının en önemli aracı olarak eğitim ve sağlık harcamalarının yapılması ve eğitim sağlıkta devletin yer alması, bu sektörleri yönlendirmesi, sosyal güvenlik sisteminin oluşturulması ( Joseph E. Stiglitz,  The Role of Government in the Contemporary World, ”-Income Distribution and High Quality Growth,  edit.by Vito Tanzi and  Ke-young Chu, The MIT Press, 1998,   p.30)  gelirin yeniden dağılımını içeren progresif vergi sistemini oluşturması, aynî ve nakdî transfer programlarını yürüterek toplum refahını arttırmaya yönelik faaliyetleri üstlenmesi yoluyla sağlanır ( Bernard P. Herber,  Modern Public Finance, Richard D. Irwin, Inc., 1967,  p.77 ).
Devletin kullandığı hem de transfer ettiği kaynakların parasal maliyetinin direkt dağıtımı ise, toplumun bireyleri arasında vergi yükünün dağıtımıdır. Vergi yükünün bireyler arasında dağılımı, politik hareketler üzerinde devasa etkilere sahip olduğundan politik ilginin konusudur. Vergilemenin düzey ve kapsamı, devletlerin vergi politikası; gelir dağılımı adaleti ile ilgili problemlerin ortadan kaldırılmasına yönelik olmalıdır.
·          Üçüncüsü; ekonomik büyüme ve ekonomik stabilizasyonun sağlanmasıdır. Ekonomik büyümenin sağlanması; üretim faktörleri emek, sermaye, doğal kaynaklar ve diğer bir üretim faktörü olan teknolojinin ilerletilmesiyle mümkün olur.
Sermayenin arttırılması; insan sermayesinin oluşturulması, endüstriyel gelişmenin sağlanmasıyla mümkündür. Endüstriyel gelişmenin sağlanmasında devlet; vergi teşvik mekanizması, devletçilik uygulamaları, düzenlemeler/ regülasyonlar gibi ekonomik politika araçlarıyla endüstriyel politikaları yürütür. Teknolojik gelişmenin sağlanması ise gelişmiş insan gücüne ve devletin bu alanda yardımcı faaliyetlerine dayanır. Bu noktada dışsallığın konusu olan eğitim sisteminin önemi dikkatleri üzerine toplamaktadır.
İşsizliği veya enflasyonu azaltarak stabilizasyonun ve gerekli uyarımlarla ekonomik büyümenin sağlanması, toplum refahının arttırılmasına yönelik faaliyetlerdir. Piyasa ekonomileri istikrarlı yapıda olmadıklarından, toplam talepte umulmayan kaymaların neden olacağı enflasyonist ve resesyonist  gelişmelerin stabilize edilmesinde mali ve parasal politikalar yoluyla devlet müdahaleleri gerekir. Ve kabul edilebilir bir büyüme oranının başarılabilmesi için sermaye birikiminin çok düşük veya çok yüksek olduğu durumlarda devletin büyüme oranını etkileyecek; tasarruf-yatırım oranı, prodüktivite, emek gücü büyüme oranı gibi parametreleri değiştirmesi gerekebilir (Bernard P. Herber, p.79).
Sonuç olarak, gerek kaynakların etkin dağılımı, gelirin adil dağılımı ve de ekonomik büyüme ile ekonomik stabilizasyonun (enflasyonun ve işsizliğin olmadığı bir durumun) sağlanması toplumun refahının arttırılmasına yönelik faaliyetler devletin müdahalesini gerektirir, piyasalar bu konularda başarı sağlayamamışlar, devletin iktisadi/ ekonomik politikalar uygulaması gerekmiş, gerekmektedir.
20.yy’da Devletin Rolünün Genişlemesi
Devlet kavramının ortaya çıktığı zamanlardan beri konuyla ilgili hakim görüşte kaymalar yaşanmıştır.
Merkantilizm
17. yy’da merkantilizm, önce İngiltere ve sonra Fransa’daki büyük merkezi monarşiler sayesinde ortaya çıkmıştır ve devletin ekonomik hayata sistematik ve tutarlı müdahalesinin ilk örneği olmuştur. Merkantilizmin dışa yönelik tutumu 17.yy’dan itibaren Britanya Deniz Ticaret Akitlerinde görülür. İçeride, Corn Law ile İngiliz tarımı, imalat sanayiine uygulanan %40’lık ortalama gümrük tarifesi uygulamasıyla, İngiliz işçilerin yabancı ülkelerde çalışması ve şirketlerin yurt dışına makine ihracının yasaklanması uygulamalarıyla ulusal ekonomi koruma altına alınmıştı (Jacques Adda, Ekonominin Küreselleşmesi, İletişim Yayınları, 2002, p.46).
Colbert’in imalatçılar lehine vergi muafiyeti, geçici üretim tekeli, kredi kolaylığı, devlet denetimi gibi uygulamaları Fransız malları kalitesini arttırmıştır. İthalattan alınan vergiler devlet geliri sağlarken diğer yandan da iç üretime talebi arttırmış, temel ürünlere ihraç yasağı uygulanmıştır (Jacques Adda,  p.42).
18.yyda klasik Merkantilizm; devletin ticaret ve sanayiyi geliştirmek için ABD gibi gelişen ekonomilerde ekonomide aktif rol almasını, gelişme düzeyi farklılıkları olan bir dünyada devletin müdahalesi zorunluluğunu içerir. Friedrich List, 1840’da yayınlanan eseri Ekonomi Politik Ulusal Sistemi adlı eserinde Alman gümrük birliği taraftarı, yani iç pazarın korunma ve geliştirilmesi esasına dayalı bir sanayileşme yanlısı olarak eğitici bir himayeciliğin gerekliliği üzerinde durur. Bir ulusun rekabete girmeden önce rekabet edebilme gücünü sağlamak için devlet müdahaleleri gerekliliğini vurgular (Jacques Adda, s.48). 
Liberalizm     
 Modern iktisadın kurucularından kabul edilen 19. yy klasik iktisatçıları; Adam Smith, John Stuart Mill, David Ricardo, kamu sektörünün rolünün küçük olmasından yanadırlar. Genel olarak devletin rolünü; hukukun ve düzenin sürdürülmesi, ülkenin savunulması, temel kamusal çalışmaların sağlanması ile sınırlandırırlar.
Adam Smith, Ulusların Zenginliği adlı eserinde; gerçek ekonomik ilerlemenin ancak yetkinliğinin büyümesiyle, yani verimlilik artışıyla sağlanabileceğini, bunun da işbölümü yoluyla olabileceğini   ifade etmiştir. İngiltere’de ortaya çıkan Sanayii Devrimi sonrası İngiliz kapitalizminin çıkarları serbest ticaretle özdeşleşmiş, 1840’lı yıllarda İngiltere’deki mamul maddeler üzerindeki tarifeleri tek yanlı olarak indirmiş, 1842’de ithalata koyduğu yasakları kaldırmaya, 1845’te sömürge ürünlerine yönelik kraliyet tercihinden vazgeçmeye ve 1846’da Corn Law’ı, 1849’da Deniz Ticaret Akitlerini kaldırmaya  karar vermiştir.
Liberalizm, 18.yy Avrupa’sını karakterize eden “devlet müdahalesiyle piyasanın çalışmasının sağlanması”na, yani merkantilizme reaksiyondur. 19. yyda devletin rolü çok daha sınırlı olma eğilimindedir. Örneğin endüstriyel ülkelerin çoğunda kamu harcamaları GSYİHnın % 10u civarında ve ekonomik felsefe laissez-faire dir. .Bununla birlikte bütün 19.yy iktisatçılarının aynı şekilde düşünmedikleri, etraflarındaki büyük gelir adaletsizliğinden, işçi sınıfının yaşadığı yoksulluktan, işsizlik sorunlarından etkilendikleri, Karl Marx, Sismondi, Robert Owen gibi sosyal kuramcıların toplumun yeniden yapılanması için kuramlar geliştirdikleri görülür. Bireyler arasında adil gelir dağılımında çarpıklıkların ortadan kaldırılması/ gelir dağılımında adaleti vurgulayan Marksist ve Sosyalist düşünce, piyasa ekonomileri hükümetlerinin üzerinde güçlü bir baskı yaratmıştır.
Sosyal Devlet Anlayışı
Sanayileşmenin ardından hızla ortaya çıkan gelir dağılımı çarpıklığı; büyüyen aktif endüstriyel işçi sınıfının tepki içeren işçi hareketlerine yol açtığının ve işçilerin devrimsel fikirlere açık olmasının görülmesi, özellikle o zamanlarda ölmüş olan Karl Marx’dan yayılan fikirlerden kaynaklanmaktadır. Devrim korkusu sosyal devlet anlayışının ilk adımları olan reformları uyarmış, Bismark, kapitalizmin çıplak zalimliklerini iyileştirmek için bunları vurgulamıştır. 1884 ve 1887’de Reichstag’da; elementer düzeyde kaza, hastalık, yaşlılık ve yetersizlik sigortası uygulamasına başlanmıştır. Benzer aksiyonlar Avusturya, Macaristan ve Avrupa’nın başka alanlarında da izlenmeye başlanmıştır. Refah devleti, değerliliği ve yasallığı yüzyıldır tartışmaların konusu olmuş büyük bir tarihsel gelenektir. Bu konuda kapsamlı, etkili bir adım Bismark’ın büyük insiyatifinden yirmibeş yıl sonra İngiltere’de atılmıştır (John Kenneth Galbraith, A History of  Economics- the past and present, Penguin Books, 1987, p.211)
II. Dünya Savaşı’ndan sonra iki önemli kayma söz konusudur. I.Dünya Savaşı döneminde “laissez faire” doktrininin reddi yönünde yaygın davranış, savaş arası dönemde doktrinin çöküşüyle sonuçlanmış ve devlet aktivizmi üzerinde yaygın bir konsensus oluşmuştur.
Organize Kapitalizm
 Laissez faire kapitalizminin çöküşüyle birlikte 1960’lar, yaygın bir konsensusun oluştuğu “karma ekonomi”, alternatif olarak modern kapitalizm veya organize kapitalizmin yıllarıdır. Fakat bu yeni konsensus 1970’lerin sonlarıyla birlikte dramatik bir dönüşüm göstererek karma ekonomiyi sonlandırmış ve yeniden piyasa prensiplerini hayata geçirerek neo-liberal düzeni hayata geçirmiştir.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da, önemli farklılığa sahip iki kalkınma modeli izlenmiştir. Biri Sovyetler Birliği’nde ortaya çıkan, kumanda devletidir ve Merkezi ve Doğu Avrupa’ya uygulanmıştır. Aynı zamanda Avrupa devletlerinin çoğunda ve İskandinav ülkelerinde, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda’da konsensusun oluştuğu “sosyal demokratik haklar”ın teessüsü için, demokratik programların yapılandırılması amacıyla güçlü ve büyük kamu sektörü geliştirilmiştir.
 Avrupa’nın ekonomik olarak devlet planlamasına önem verilerek yeniden canlanışı ve 1950’ler 1960’larda gösterdiği gelişme Latin Amerika’da da benzer davranışları teşvik etmiştir. Latin Amerikada ülkeler, devletin yönettiği; devlet eliyle sanayileşme ve yüksek oranlı devlet korumacılığını içeren içe-dönük orijinli (ISI- import substitution) kalkınma politikası izlemişlerdir. 1950-1980 yılları arasında Latin Amerika, endüstriyel ülkelerden daha hızlı fakat Doğu Asya ekonomilerinden daha yavaş büyümüş, büyümeye çarpılmış gelişmenin eşlik etmesi, uzun dönemli sürdürülebilir bölgesel stratejileri çökertmiş, aşırı korumacılık, genelleştirilen devlet korumacılığı rant arama faaliyetlerini (rent-seeking) teşvik etmiş ve değişen dünya koşullarına reaksiyon gösteremeyen, uyum sağlayamayan katı ekonomik yapı oluşumunu yaratmıştır.
Diğer yandan birçok ülkede borçların kamu bütçesi üzerinde artan yükü ve etkinsiz vergi sisteminin devletin sosyal hizmetleri etkin şekilde sağlama gücünü azaltması, gelir dağılımı adaletsizliğinin artmasıyla sonuçlanmıştır.
1970’lerin sonuyla birlikte dünyada da gelir dağılımında bozulma artmış, 1973 ve 1979 petrol şoklarından sonra Latin Amerika’nın kalkınmayı sürdürememesi, daha fazla oranda borçlanmaya gidilmesine, gelirlerinin harcamalarını karşılayamamasına, daha çok sayıda ülkenin enflasyonist finansmana gitmesine, borç krizine neden olmuştur.
Washington Consensus’u/  Liberalizasyon lehindeki konsensüs
Liberalizasyon lehindeki konsensusun orijini, 1980’lerin sonlarında ABD ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerin devleti küçültme, mali disiplini sağlamak için özelleştirmelere ve arz yönetimine gitmeleri, ve Latin Amerika’da daha önce popülist politikalardan yana olan pek çok politik liderin mali disiplini, uluslararası ticarete açılmayı, finansal liberalizasyonu ve özelleştirmeyi içeren radikal reformları desteklemelerine dayanmaktadır.
Ekonomik düşüncedeki bu dönüşüm; 1980’lerin ortalarında Peru, Arjantin, Brezilya’da uygulanan heterodoks programların başarısızlığı, Dünya Bankası ve IMFde bulunan neoliberal görüşlü ekonomistlerin başarısızlıklara yol açan eski politikalara karşı önerileri ve politikalarının tıkanması, mali çöküntüler, borç ertelemeleri nedeniyle IMF ile çalışmak zorunda kalan ülkelere dayatılan programların liberalizasyona dayandırılmasına ve bir gurup profesyonel ekonomistin önerilerine, Güneydoğu Asya ülkelerinin başarıları  gibi birçok faktörü içermektedir.
Devlet müdahalelerinin yol açtığı çarpıtıcı etkinin sonucu Latin Amerika ülkelerinin ekonomik liberalizasyon uygulamalarını, 1980’lerin ikinci yarısı ve 1990’larda artan sayıda gelişmekteolan ülke de izlemiştir ( Pierre -Richard Agénor, Peter J.Montiel, Development Macroeconomics, Princeton University Press,1996, p.477 ).  
Latin Amerika’da devletin yönettiği kalkınma ve içe-dönük orijinli güçlü devlet müdahalelerini destekleyen hakim görüş, yerini; rekabete, piyasa orijinine, açıklığa, piyasa güçlerine, makroekonomik dengeye ve toplumun fakir kesimlerini hedefleyen sosyal programlara dayanan yeni bir paradigmaya bırakmıştır (Sebastian Edwards, Crisis and Reform in Latin America- from despair to hope, Oxford University Press, third printing 1996, p.41).
Ekonomik liberalizasyon, özelleştirmeden daha fazla bir şeydir. Devletin ekonomik faaliyet içinde aldığı yer olan devlet iktisadi teşekküllerinin azaltılmasını, ekonomik proses ve faaliyette devlet kontrollerinin azaltılmasını, özel sektörün teşvikini ve dış ticaretin liberalizasyonunu, sadece ithalata olan ticari bariyerlerin azaltılmasını değil, ihracatın arttırılmasına yönelik politikaları içerir.
1980’lerin ikinci yarısı ve 1990ların başlarında görüşün genişlemesi konsensusa ulaşılmasına neden olmuş, “Washington Consensus”u olarak adlandırılmıştır (Nonneman Gerd, “Economic Liberalization: The Debate”- Political and Economic Liberalization-Dynamics and Linkages in Comparative Perspective, edited.by Gerd Nonneman, Lynne Rienner Publishers, 1996).
Neo-liberal görüş, nihai kalkınma amacının; refahın arttırılması, fakirliğin azaltılması, ekonomik büyüme yoluyla başarılacağı  ve ekonomik büyümenin başarılması için devlet müdahalelerinden çok serbest piyasaya dayanılmasına inanır.
Washington Konsensusu, devletin rolünün yeniden tanımlanması gereksiniminden kaynaklanmaktadır.
Devlet tartışmaları; sadece devletin uygun büyüklüğü ile ilgili değil, devletin faaliyetlerini nasıl icra edeceği ile de ilgilidir.   
Borç Krizi
OPEC (Organization of Petroleum Exporting Countries)-petrol ihracatçısı ülkeler organizasyonu, bir mal üreticisi kartelidir. II.Dünya Savaşı sonrası global ekonomi; “Exxon, Texaco, Mobil, Standart of California, Gulf, Shell ve British Petroleum’dan oluşan Batı’nın başlıca uluslar arası petrol şirketleri yedi kızkardeş” tarafından talebi aşan petrol arzıyla karakterize edilir (Robert A. Isaak,  p.141) . Bu yedi şirket, 1950’ler ve 1960’lar boyunca üretim düzeyi ve fiyatları kontrol etmişlerdir. Talebi aşan arz, fiyatların düşük tutulmasına neden olmuş, 1960’lar süresince görülmemiş ekonomik büyüme oranları yakalayan Batı ekonomileri için ucuz enerji sağlanmıştır. 1959’da Seven Sisters‘ın ekstrem düşük petrol fiyatlarına gitmeleri gelişmekteolan ülkeler tarafından OPEC’in oluşturulması için tetiklemeye neden olmuştur.
1973 Arap-İsrail Savaşının ardından OPEC petrol fiyatlarını dört kat arttırmıştır ( John Williamson and Chris Milner, p.11) . Ve sağlanan fonlar Üçüncü Dünya’nın petrol ithal eden ülkelerinin petrol ithalatlarının finansmanına gitmiştir ( Stallings Barbara, “International Influence on Economic Policy: Debt, Stabilization, and Structural Reform”, Politics of Economic Adjustment-International Constraints, Distributive Conflicts, and The State, edited by StephanHaggard and Robert R.Kaufman, Princeton University Press, 1992, p.59 ).  Borçlu ülkeler kalkınmalarında ucuz kredilere dayandığından ve bunların nihayete dek süreceğini zannettiklerinden Jamaica, Peru, Polonya, Türkiye, Zaire gibi ülkelerde 1970’li yılların ikinci yarısında borç problemi ortaya çıkmıştır. 1982 ile birlikte Meksika’nın borçları GSMH ’sının %50sine ulaşmış (Rudiger Dornbusch and Stanley Fischer, Macroeconomics, fifth edition, McGrav -Hill, 1990 , p.762 ) dış borçları üzerinden ödediği faiz yükü dünya faiz oranlarında meydana gelen yükselme nedeniyle artmış ve 13 Ağustos 1982’de Meksika Maliye Bakanının Washington’da hükümetinin orijinal ödeme planı doğrultusunda borç servisini devam ettiremeyeceğini beyan etmesiyle borç krizi patlak vermiştir.
Heterodoks Politikalar
Hetorodoks istikrar politikaları yüksek kronik enflasyonların, orta enflasyonların durdurulmasında kullanılırlar. Özellikleri, yaşam standartlarına endekslenmekte olmalarıdır. Ücret kontratları, enflasyon hızlandıkça tekrar, sık sık görüşülürler. Bir kere ücret yeniden düzenlemeleri “cost of living index”/ yaşam maliyeti indeksine dayandırıldığında, enflasyonun yükselmesi ücret görüşmelerinin arasını kısaltacak, aylık, haftalık sürelere indirecektir. Senyoraj gereksinimi kronik enflasyonu hiperenflasyona çevirir. Kronik enflasyonların özellikleri; orta yoğunlukta olmaları ve uzun seneler sürmeleridir.
Heterodoks programların uygulanmasından yana olanlar, ücret ve fiyat kontrollerinin enflasyonu durdurmakta yeterli olacağını ve enflasyonu ortaya çıkartan nedenleri ortadan kaldırmaya yönelik ortodoks mali ve parasal sınırlamaların gereksiz olacağını ileri sürerler. Fakat hetorodoks programların bazı potansiyel yetersizlikleri vardır. Eğer enflasyon çok düşük orandaysa, enflasyonist inertia/ süredurum çok düşüktür, ücret-fiyat müdahaleleri fazla gelir. Diğer bir neden ücret-fiyat müdahalelerinin yaygın olarak sürdürülmesinin güçlüğüdür. Ve müdahalelerin yapılacağı umulursa önceden fiyatlar yükseltilebilir. Önemli bir neden de, politikacıların ücret-fiyat müdahalelerinin arkasına saklanarak ağrısızca enflasyonu durdurabileceklerine inanmaları ve mali-parasal tedbirlerden uzak durmalarıdır (Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain,  p.755 ).
Populist Politikalar
Politika yapıcıları, büyük oranda, genişleyici mali ve kredi politikalarını, gelirin yeniden dağılımını ve büyüme için aşırı değerlenmiş paraya dayanan politikaları benimsemişlerdir. Bu politikaların yürütülmesinde mali sınırlamalar ve döviz sınırlamaları yoktur ve kısa dönemli bir ekonomik büyüme ve iyileşmenin ardından darboğazların yarattığı bir makroekonomik baskı reel ücretlerde artış ve ciddi ödemeler dengesi sıkıntıları ortaya çıkmaktadır.
Populizmin kendi kendini tahrip edici özelliği; deneyimin sonunda kişi başına gelirde ve reel ücretlerde sert inişler olarak açığa çıkmaktadır (Rudiger Dornbusch and Sebastian Edwards, “The Macroeconomics of Populism”- Latin America’s Economic Development, Confronting Crisis, second edition, ed.by James L. Dietz, Lynne Rienner Publishers Inc., 1995, p.271).
Populist politikaların sempatizanı çoğunlukla üst düzey politikacılar ve dış faktörler olmaktadır. Politika yapıcılarının ekonomilerinin objektif koşullarına göre, sonunda döviz kısıtlamaları ve ekstrem enflasyonlar yaşadıkları güçlü genişleyici politikalar izledikleri görülür. Sonunda, reel ücretlerde sert düşüler, pek çok uygulamada politik istikrarsızlık, şiddet ve askeri darbeler yaşanmıştır ( Pierre-Richard Agēnor and Peter J. Montiel,  p.265 ).  
Fakirlik ve gelir dağılımında çarpıklıklarla mücadelede uygulanan programlar niçin yanlış sonuçlara ulaşmaktadır?
Ortodoks programlar enflasyona neden olan mali dengesizliğe neden olan faktörleri ortadan kaldıran, mali dengeyi sağlayan tedbirler uygularlar. Heterodoks ve Populist programlar, orta-yüksek enflasyonu stabilize etme amacından çok durgun üretim, gelir dağılımı eşitsizliği ve dış kriz gibi bir grup makroekonomik problemle ilgilidirler. Bu nedenle fakirlikle mücadele etme amaçlı, gelir dağılımı çarpıklıklarını gidermeye yönelik programlar daha fazla gelir dağılımı bozukluğuyla sonuçlanırlar, lehine hareket edilen kesimlerin enflasyondan daha fazla zarar görmesine neden olurlar.