5 Temmuz 2017
Çarşamba
Ekonomide Devletin Yeri
Prof. Dr. F. Nuray Altuğ
T.C. Marmara
Üniversitesi
İktidadi ve İdari
Bilimler Fakültesi
İktisat Bölümü İktisat
Politikası Ana Bilim Dalı Öğr.üyesi
Ulus;
kültürel ve politik olarak ayrı olmak isteyen ve kendilerini politik olarak
ayrı kontrol etmek isteyen insanlar olarak tanımlanır ve politik olarak
kendilerini organize etmeleri ulus-devlet olarak ifade edilir[1].
Ulusçuluğun
gelişmesi, devlet ve devlet merkezli uluslararası sistem birbiriyle etkileşim
içindedir.
İdeolojiler; birey ve gurupların nasıl bir sosyal sistem içinde
yaşayacağı ve sosyal sistemin çalışma ve prensiplerini belirleyen inançlara
dayanan sistemlere tekabül eder. Geçmiş yüzyılda ve bu yüzyılın ilk yarısında,
ideolojiler; liberalizm, ulusalcılık (nationalism)
ve Marxism insanlığı bölmüştür. Bu üç ahlaki ve entelektüel pozisyonun
arasındaki çatışma; toplumun organizasyonu ve ekonomik ilişkilerinin yeniden
oluşturulmasında piyasanın rolünün önemine dayanır. Bu üç ideoloji; ekonomik
büyümede; piyasanın önemi, refahı toplumun bireyleri ve gurupları arasında dağıtma
şekline, toplum, devlet ve piyasa arasındaki ilişkilere göre farklılaşır.
İdeolojiler; dünyanın çalışma şekli ile ilgili bilimsel tanımlamalar üretir.
Toplumların
her biri; ekonomik faaliyetlerin piyasalar tarafından mı yoksa devlet planları
doğrultusunda mı organize edileceğiyle ve endüstrilerin özel mülkiyete mi
devlet mülkiyetine mi ait olmasıyla ilgili temel bir seçim, tercih yapmak
zorundadırlar. Seçim, ekonomik problemlerin serbest piyasalar veya devlet
planlamasıyla mı başarılı şekilde çözümleneceğiyle ilgilidir. İki farklı
ekonomik sistemden kapitalist sistem, üretim araçlarında (fiziki kapital) özel
mülkiyete ve büyük oranda serbest çalışan piyasalara dayanırken, sosyalist
ekonomiler devlet planlamasına, üretim araçlarının devlet mülkiyetinde olmasına
dayanırlar[2].
Temel olarak kapitalist bir ekonomi olan Fransa, ekonomik faaliyetlerin
organizasyonunda, direkt kontrolden ziyade devlet rehberliğinin yer aldığı “indicative”/ belirleyici planlama, karma
ekonomiyi geliştirmiştir.
Orijini
Mercantilism olan ekonomik ulusalcılık, modern dönem devlet adamlarının
uygulamalarından vücut bulmuş, piyasayı devlet çıkarlarına bağımlı kılan
düzenlemeleri içerir. Merkantilizm’e reaksiyon olarak, Adam Smith ve
diğerlerinin çalışmalarıyla geliştirilen Liberalizm; kaynak dağılımında
etkinliği, ekonomik büyüme ve tüketici tercihlerinde politik müdahalelerin
olmamasını savunur. Marxism ise, 19.yy‟ın
ortalarında ekonominin politikaları yönlendirdiği liberal öğreti-inançlara ve
klasik ekonomiye reaksiyon olarak geliştirilmiştir[3].
Ulusalcılık (nationalism) ve
liberalizm gibi, Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından 19.yy‟ın ortasında geliştirilen Marxism, fikirlerin oluşumunda önemli
özelliklere sahiptir. Sosyal ürünün dağıtımında; ekonomik faaliyetler ve
prodüktif güçler merkezileşir. Kapitalizmde ise; üretimde özel mülkiyet ve
emeğin ücret alması ve rekabetçi piyasa ekonomisinde kâr ve kapital birikimiyle
tanımlanır. Sovyetler Birliği ve Çin, Marxim’i resmi
ideoloji olarak uygulamışlardır[4].
Ekonomilerde
bireyler/ ajanlar, devletin ekonomik kararlarından etkilenirler. Piyasa
mekanizmasına dayalı kapitalist ekonomilerde, bu; vergiler ve sosyal güvenlik katkıları şeklinde
gelirimizin büyük bir kısmının aktarılması şeklinde gerçekleşir ve bunlardaki
değişiklikler harcanabilir gelirlerimizde değişmelere yol açarak ekonomi
üzerindeki toplam harcamaların etkilerinin farklılaşmasına neden olur.
Çalışanların büyük kısmının ücretleri, devlet için mal ürettikleri veya devlete
mal ve hizmet sattıkları için devlet tarafından ödenir, bireyler sosyal
güvenlik programları nedeniyle devletten gelir transfer ederler. Çocukların
çoğu devlet tarafından sübvanse edilen okullarda okurlar. Halk devletin yaptığı
hastanelerden, parklardan, yüzme havuzlarından, yollardan, kamunun sağladığı diğer
olanaklardan yararlanır, kamunun izlediği çevre ve doğal kaynaklar politikası
direkt olarak halkın yaşamını etkiler. Devletin gerçekleştirdiği genişleyici veya
daraltıcı ekonomik faaliyetler, dışa açık yada dışa kapalı ekonomik politikalar
ve onların sosyal amaçlar ile ilişkileri ulusal ekonomilerdeki bireylerin
yaşamlarını etkiler[5].
Devletin en temel rollerinden biri, ekonomik oyunun kurallarını tesis etmek,
etkilemek-zorlamaktır. Devlet bazı işleri yapar bazılarını ise yapmaz. Ve
devlet faaliyetlerinin kapsamı yüzyıllar boyunca değişikliğe uğramıştır. “Devletin bazı ekonomilerde daha fazla görev
üstlenirken bazılarında daha az görev almakta olmasının nedeni nedir ve yapmak
istediklerini iyi yapmakta mıdır? ” tartışması yüzyıllardır siyasi,
felsefi, iktisadi tartışmaların odağı olmaktadır[6].
Kapitalist
ekonomide; mülkiyet ilişkileri istikrarının sağlanması ve bunun için hizmet
verilmesi esas fonksiyonunu teşkil etmekte, bununla ilişkili olarak devletin
vergi alma ve harcama yapma fonksiyonu, kaynakların dağılım etkinliğinin
sağlanması, gelirin yeniden dağılımı gündeme gelmektedir[7].
Karma kapitalist ekonomide devlet; vergileme, kamu harcamaları, devletin
üretime katılması, devletin direkt kontrol yapabilmesi, ücret ve fiyatlar gibi
düzenlemeler (regulasyonlar), anti monopolist uygulamalar, kirlilik ve güvenlik
gibi alanlarda firmaların yasal olarak kontrolü, parasal kurumların düzenlenmesi
ve borçlanma politikaları ile ekonomiye müdahale araçlarına sahiptir. Sosyalist
ülkelerde devlet pek çok üretim faaliyetini yürütür. Azgelişmiş ülkelerde
devletin rolü, özel sermaye birikimi yetersizliğinden dolayı, özel sektör bir
çok mal ve hizmeti üretemediğinden, devlet üretmek zorunda kaldığından daha
geniştir. Devletin rolü farklı ekonomilerde farklılaşır. Bütün bunlar
potansiyel olarak ve aktif olarak devletin faaliyet alanlarının önemini
gösterir.
Kamu sektörü niçin gerekmekte, ekonomi niçin özel
sektörün çalışmasına bırakılmamaktadır? Diğer bir
deyişle ekonominin büyük bölümü niçin “invisible
hand ”e, piyasanın güçlerine bırakılmaksızın devlet yönlendirmesinin konusu
olmaktadır? Bu kısmen, politik ve sosyolojik ideolojilerin konusudur ve bu
konunun sadece bir bölümüdür ve çok önemli diğer bölüm, piyasa mekanizmasının
tek başına bütün ekonomik fonksiyonları icra edememesi, özel mallardan farklı
olarak kamusal malların -sosyal malların-
üretilmesinde piyasanın başarısız olmasıdır. Kamu politikası; yol gösterici,
düzeltici, belli noktalarda sübvanse edici olarak gerekmektedir. Devletin
ekonomideki büyüklüğü ise, teknikten ziyade ideolojik bir tercihtir[8].
Devletin ekonomideki rolünü anlamak için, piyasanın; kaynakları farklı mallara ve malları tüketiciler arasında
nasıl dağıttığını ve de bu dağıtımı yaparken içinde olduğu koşulları, dağıtımın
yol açtığı durumları anlamak gerekir. Tam rekabet koşullarının organize
edildiği piyasalarda, kaynakların dağıtımının etkin olduğu durumda, bu,
ekonomik refahın dağılımı ile ilgili olarak toplumun bakış açısından arzu
edilir bir durum olmayabilir. Bu nedenle, düşük gelirlilere kaynak transferleri
yapılmalı ve toplumun kaynaklarını kullanımı; kaynakların etkin dağılımı ve
gelirin adil dağılımı amaçları arasında bir trade-off (değişim oranı) gerektirmektedir[9].
Devletin ekonomide oynadığı rolün tam anlaşılması; “Pareto Optimalitesi”ne
tekabül eden ekonomik etkinlik ile çoğunlukla “optimum sosyal refah” olarak
adlandırılan “sosyal optimalite”/ gelir
dağılımında adalet arasındaki tefrike/ farklılığa dikkatleri çeker. Pareto
optimalitesi, kaynakların etkin dağılımına tekabül ederken, “sosyal optimalite”, gelirin toplumda
adil dağıtıldığı durumdaki kaynak dağılımına tekabül eder.
Pareto
Optimalitesi; hiçbir bireyin diğerinin kötü olmaksızın daha iyi olamayacağı ve
hiçbir üretimin diğer bir malın üretiminin azaltılmaksızın yapılamayacağı
durumu, etkinliği ifade eder ve “Laissez-
faire” - liberalizm ile bu Pareto optimalitesinin sağlanacağı umulmuştur[10].
“Sosyal refah optimumu ” ise,
toplumun ahlaki tevarüsü ile üyeleri arasında kaynaklar ve gelirin dağılımı
konusundaki görüşüyle ilgilidir.
Günümüze
doğru geldikçe “Laissez- faire - liberalizm
şeytanı daha açıklık kazanmış ve devletin rolü ekonomide artan eğilim
göstermiştir. Piyasanın belirlediği etkinlik, adil gelir dağılımını içermemiş,
rekabet içindeki dünyada nadir üretim faktörü olan kapitalin sahibi
kapitalistler zengin iken, emeğin sahibi işçiler fakir kalmışlardır. Genel
olarak demokrasilerde gelir dağılımı adaletsizliği tolere/ göz ardı edilemez
olarak kabul edildiğinden, devletlerin en önde gelen fonksiyonlarından biri
gelir dağılımının iyileştirilmesi olmuş, emek arzında standartlar, çocuk emek
arzına karşı geliştirilmiş kanunlar, vergileme ve devlet harcamaları ile gelirin
yeniden dağılımı yoluyla daha az adaletsiz bir gelir dağılımı
gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Devletler;
bazıları politik, bazıları soysal, bazıları da ekonomik olmak üzere pek çok rol
oynarlar. Bu rolü izlerken hükümetler pek çok politika enstrümanı kullanırlar
ve bunu yaparak; kaynakları tahsis ederler, geliri yeniden dağıtırlar ve
ekonomik faaliyet düzeyini etkilerler. Richard Musgrave (1959) “Theory of Public Finance” adlı çalışmasında, devletin normatif ve
pozitif rolleri arasındaki tefriki ortaya çıkarmış, devletin piyasanın
çarpıklıklarını düzeltmekte ne yapabileceği ve sosyal refahı maksimize
edebilmekte piyasayı tamamlayıcı olarak ne yapabileceğini tanımlamaya
çalışmıştır[11].
Normatif role, ülkenin politik bünyesinin etkisi söz konusudur ve politik
kararlar kamu politikasını şekillendirir, bu nedenle de toplumun kaynaklarının
kullanım şeklini belirler[12].
Devletin pozitif teorisi, “public choise”/
kamu tercihinin bir kısmını oluşturur ve organize çıkar gurupları,
politikacılar ve devlet çalışanları olarak vatandaşın çıkarları doğrultusunda
hangi sıralama, eğim, formda kamu aksiyonlarının şekillendiğini açıklamaya
çalışır[13].
Teorik olarak devletin, gerektirdiği önemli
faaliyetlerin çoğunu uygulamada yetersiz yaptığı izlenir. Batının piyasa
orijinli demokrasilerinde, modern ekonomik düşünce devletin normatif rolünü,
halk veya oy vericinin gereksinimlerine dayandırır. “Kamusal çıkar” bu nedenle,
vatandaşın veya oy vericinin çıkarlarının toplamı olarak alınır. Hükümetler
seçilerek iş başına gelmekte ve amaçlarından biri de seçmen desteğini muhafaza
etmek olmaktadır. Devletin mevcut kaynakları direkt dağıtması; bazı
vatandaşların bundan yarar sağlamasını olanaklı hale getirirken diğer
bazılarının yarar sağlayamamasına yol açmaktadır. Devletin direkt kaynak
kullanımından kimlerin yarar sağladığı konusu politik ekonominin çok önemli
konularından birini teşkil etmektedir. En azından teoride, halkın rasyonalitesini
yansıtacağı ve önceliklerini sıralayacağından, devletlerin önceliklerini
nüfusun çoğunluğunun ulaşamadığı yararlar nedeniyle, yeniden düzenleyeceği
varsayılır[14].
Normatif rolle, devletin refahın maksimizasyonuna
katkısını tanımlarken pozitif rol, devletin yaptıklarını analiz eder,
ilişkilerini tanımlar. Gerçek dünyada pozitif ve normatif rol arasındaki sapma
büyüdüğünde, sapmanın nedenleri; idare eden ve edilenlerin çıkarları arasındaki
farklılıklar; hata yapılması ve politika yapıcıların bir kısmının yanlış
anlaması, politika enstrümanları üzerindeki kontrolünün yetersizliği ve alınan
eski kararların yeni oluşturulan politikalar üzerindeki kötü etkileri gibi
farklılıklar gösterir ve reformları gerektirir. Yada politik liderler refahı
arttırıcı sosyal amaçları başarmayı isteseler de bu amaçlar için öğretim,
eğitimleri yetersiz olabilir, ekonomi dışındaki disiplinlerden geldiklerinden
ekonomik konularda yetersiz kalabilirler, yada bazıları kendi kişisel
çıkarlarını kamusal çıkarlar üzerinde görmektedirler. Politikalar; onlara,
dostlarına veya aile efradına, politik taraftarlarına hizmet etmekte, ülke için
ise optimal sonuçlar oluşturmamaktadır. Bilindiği gibi politika yapıcıların “rant arama” ve “rüşvet yeme” çürümüşlüğü bilinen yaygın bir olaydır[15].
Ekonomik
politika; politika yapıcılarının, ekonominin performansını iyileştirmek için
ekonomik büyüklüklerin davranışlarını etkilemelerine yöneliktir. Devlet
ekonomiye; halkının refahını arttırmak için; anahtar ekonomik değişkenlerin
davranışlarını değiştirme yoluyla müdahalede bulunur. Richard Musgrave devlet
aktivitelerini üç ana gurupta toplamaktadır[16].
Birincisi; kaynakların etkin dağılımının sağlanmasıdır. Kaynakların
etkin dağılımını sağlanması; tam kamusal mallar, eğitim, sağlık ve otobanlar
gibi dışsallıkların konusu yarı kamusal mallar şeklindeki, ve fiyatın marjinal
maliyetin üstünde belirlendiği doğal monopoller, oligopol olarak karakterize
edilen birkaç büyük satıcının piyasaya hakim olması gibi durumlarda ekonomide
yer alarak gerçekleştirdiği devlet faaliyetleridir.
Piyasaya
müdahaleler olmaksızın kamusal malların arzı; düşük veya hiç olmadığından,
ekonominin etkin olması istendiğinde, bu karakteristiklerdeki kamusal malların
devlet tarafından tedarikine haklılık sağlamaktadır. Ulusal savunma; polis
gücü, adalet sistemi gibi toplumun bütün bireyleri için mevcut olması gereken
kamusal malların tüketici kullanım maliyetinin belirlenmesi mümkün olmadığından
ve ödeme yapılması sağlanamadığından, tam kamusal malların üretilmesinde özel
sektöre uyarım sağlanamamakta, devlet faaliyetlerinin olması gerekmektedir.
Devletin
ekonomide yer alması, kaynak kullanımına kumanda etmesinin sonuçlarından biri,
devletin kaynak kullanımından bireylerin endirekt -dolaylı yarar sağlaması,
pozitif ve negatif dışsallıklardır. Örneğin devletin otobanların inşaatına
kaynak kullanması, otobanların yapımından önce yiyecek maddelerinin
taşınmasında yapılması gereken taşımacılık maliyetlerinin azalmasına yol
açmaktadır. Bireyler otobanları kullanmasalar da, daha ucuzlayan taşımacılık
maliyetleri nedeniyle yiyecek fiyatları düşeceğinden endirekt olarak
varlıklarından yarar sağlayacaklardır. Dışsallık olarak ifade ettiğimiz, özel
ve sosyal değerler arasındaki farklılaşmanın bazı devlet müdahalelerini
gerektirmesi devletin ekonomide yer almasının diğer bir nedenini teşkil eder[17].
Argüman, piyasanın iyi veya kötü olsun, dışsallığı nedeniyle devlet
müdahaleleri olmaksızın, bu gibi malları aşırı veya düşük miktarda üreteceği
yolundadır[18].
“Dışsallık” kavramıyla yakın ilişkili
kamusal mallar, yarı kamusal mallardır. Bazı malların tüketim veya üretiminin
yarattığı pozitif veya negatif dışsallığın, bu malların fiyatlarına yansıtılamadığının
idraki, bir piyasa başarısızlığı olarak devlet müdahaleleri gereksinimini
yaratmıştır. Piyasa, araştırma-geliştirme gibi pozitif ve hava, su kirlenmesine
yol açan negatif dışsallığa sahip bazı malları az veya çok üretmektedir.
Kişiler meydana getirdikleri negatif dışsallıkların bütün maliyetini
taşımadıklarında, bu faaliyetleri aşırı miktarda yapacak, pozitif
dışsallıklarda ise bireyler yarattıkları faydanın getirisini yeterince
almadıklarından yetersiz faaliyette bulunacaklardır. Dışsallık, politik olarak
kamu sektörünün; sağlık, öğretim (education),
araştırma, taşımacılık, eğitim (training)
ve daha pek çok alanda genişleyen rolünü haklı çıkarmaktadır[19].
Piyasa
mekanizmasının, etkin kaynak dağıtımını sağlamakta başarısız olduğu, rekabet koşullarının sağlanamadığı durumda, üreticinin piyasa fiyatını
etkileyebildiği durumun başlıca üç nedeni mevcuttur[20].
Telefon, elektrik, su, posta hizmetleri gibi doğal monopol alanlarında,
etkinlik için devlet düzenlemeleri/ regülasyonları veya devlet mülkiyeti
gerekmektedir. Sabit üretim ve dağıtım maliyetinde büyük ölçekli işlemlerin
gerekmesi, bazı faaliyetler rekabetçi koşullar altında yapılamadığından, etkin
ölçeği çok büyük olan faaliyetin sadece tek bir firma tarafından gerçekleştirilmesi
gerektiğinden, bu faaliyetler devlet tarafından üstlenilir, ve tüketicilerin bu
ölçek ekonomisinden yararlanmaları sağlanır[21].
Ekonomik olarak etkin üretim yapmak ve gelir adaletsizliğinin kontrol edilmesi;
devlet düzenlemeleri veya sübvansiyonlarını gerektirir. Doğal monopollerle
ilgili politikalar hem oligopol hem de monopolistik rekabetten farklı olmasına
rağmen, doğal monopoller ve oligopolde, devletin müdahalesini gerektiren tam
olmayan rekabetten kaynaklanan rekabetçi olmayan fiyatlama uygulamaları söz konusudur.
Devletler; özel kaynak kullanımının düzenlenmesi için piyasaları; antitröst
kanunları ve kamu hizmetleri kanalıyla düzenlemektedir. Bu yolla toplumun
sınırlı kaynaklarının monopolistik etkinsizliklerle ve açgözlülük-hırsla israfı
önlenmeye çalışılır[22].
Devletin
ekonomide yer almasının ikinci nedeni, gelirin yeniden dağılımını içeren refah programları, progresif vergi sistemi gibi faaliyetler devletin
gelir dağılımında adaleti sağlamasının yoludur. Devletin kullandığı, hem de
transfer ettiği kaynakların parasal maliyetinin direkt dağıtımı, toplumun
bireyleri arasında vergi yükünün dağıtımıdır. Vergi yükünün bireyler
üzerinde dağılımı, politik hareketler üzerinde devasa etkilere sahip olduğundan
politik ilginin konusudur. Vergilemenin düzeyi, kapsamı, devletlerin vergi politikası;
gelir dağılımı adaleti ile ilgilidir. Egalitarian politikaların etkinliğinin
sağlanmasının diğer bir nedeni de piyasa başarısızlıkları yükünün nüfusun
içinde eşit şekilde hissedilmesini sağlamasıdır.
Piyasa
başarısızlıkları; fakir nüfus üzerinde zenginlerden daha derin etkiye sahiptir.
Bugün bütün devletlerin etkinlik ve adaletin sağlanmasında sorumluluğu üstüne
aldığı alanlardan biri dışsallığın konusu olan öğretimdir. Toplumların en
değerli kaynakları arasında insan kaynakları yer alır. Öğretim yapmayı
arttıracak politikaların iyileştirilmesi adaletsizliği azaltmakta, ekonomik
büyüme ve etkinliği arttırmaktadır. Sermaye piyasalarında aksaklığın taşıdığı
anlam, fakirlerin kendileri ve çocuklarına etkin şekilde yatırım
yapamayacaklarıdır. Sağlık, son zamanlarda kamu sorumluluğunda eğitimden önce
yer almakta ve gelir dağılımı adaletinin temel motive edicisi olarak
işlemektedir. Piyasa başarısızlıklarında en azından devletin rolü; yaşam
standartlarında önemli bir faktör olan işsizlik güvencesi sağlamak, özellikle
yaşlılar için olmak üzere sağlık güvencesi tedarik etmektir. Bu yolla toplam
çıktı ve etkinliğin arttırılması söz konusu olur[23].
Devletin ekonomiye müdahalesine haklılık
kazandıran üçüncü faktör, işsizliği veya
enflasyonu azaltarak stabilizasyonun, ve gerekli uyarımlarla ekonomik büyümenin
sağlanmasına, toplum refahının arttırılmasına yönelik faaliyetlerdir. Piyasa
ekonomileri istikrarlı yapıda olmadıklarından, toplam talepte umulmayan
kaymaların neden olacağı enflasyonist, resesyonist gelişmelerin stabilize edilmesinde
mali ve parasal politikalar yoluyla devlet müdahaleleri gerekebilir. Ve kabul
edilebilir bir büyüme oranının başarılabilmesinde kapital birikiminin çok düşük
veya çok yüksek olduğu durumlarda devletin büyüme oranını etkileyecek;
tasarruf-yatırım oranı, prodüktivite, emek gücü büyüme oranı gibi parametreleri
değiştirmesi gerekebilir.
Devletin
rolü, kamusal çıkarın korunması ve arttırılması/ ilerletilmesi, iyileştirilmesi
olarak tanımlanmakta, belli koşullarda fakirlikle mücadele edebilmek için
sürdürülebilir ekonomik performansı iyileştirmeye yardım etmesi, kalkınma için
endüstri, tarım gibi sektörler üzerinde kontrol sağlaması gerekmektedir[24].
Özellikle gelişmekteolan ekonomiler, çözmek zorunda oldukları; fakirlik, gelir
dağılımı adaletsizliği, hızlı nüfus artışı, artan şehir işsizliği, durgun
tarımsal yapı, kırsal kesimden şehre doğru artan göç, yetersiz bir eğitim
sistemi ve eğitimde fırsat eşitsizliği problemleriyle karşı karşıyadır.
Fakirliği azaltmak, ekonomik büyüme ve kalkınmanın sağlanabilmesi için; toprak
reformu, varlıkların yeniden dağılımı, vergi sistemi yapısı, sübvansiyonlar,
kırsal sosyal hizmetlerin provizyonu/ sağlanması ve kırsal öğretim ve eğitim
sisteminin yeniden yapılanması, iş fırsatları yaratarak şehre göçü engelleyerek
şehir işsizlik problemini azaltmak, kırsal nüfus artış hızını azaltmak, düşük
gelir gurubu ailelerin çocuklarına gelir kazanma fırsatları sağlamak, devlet
mülkiyetli teşebbüsler ile temel gereksinimleri karşılayan ürünlerin sübvansiyonlu
üretimlerinin sağlanması, özel sektörü geliştirmek için özel sektöre
sübvansiyonlu girdi üretimlerinin sağlanması gibi görevleri devletin üstlenmesi
gerekir. Gelişmekteolan ekonomilerde devlet; gaz, su, elektrik gibi malların,
tren yolu, hava yolu ve otobüs işletmeciliği gibi taşımacılık hizmetlerinin
sağlanması, ve telefon, telgraf, posta hizmetleri gibi telekomünikasyon
hizmetlerinin tedariki ile büyük ölçekli imalat, inşaat, finans, hizmet, doğal
kaynak ve tarım gibi anahtar sektörlerde devlet mülkiyetli teşebbüslerle aktif
konumdadır.
Gelişmekte
olan ekonomilerde devlet mülkiyetli teşebbüslerin büyüyen önemi; mal ve
hizmetlere olan talep artışı ve devlet teşebbüslerinin ekonomik ve sosyal
amaçları karşılamakta onlara olan aratan gereksinimden kaynaklanmaktadır.
Genellikle sermaye piyasalarının zayıf, enformasyonun yetersiz/ dağınık olduğu
gelişmekteolan ekonomilerde; riskin yüksekliği, özel sermaye birikimi
yetersizliği, anahtar sektörlerde devlet teşebbüslerinin yer almasına neden
olmaktadır. Genellikle düşük gelir gurubu için sübvansiyonlu mal üreterek/ üretim
maliyetlerinin altındaki fiyatları, gelir arttırıcı etkileriyle gelir
dağılımına direkt müdahalede bulunan, ya da özel sektörün geliştirilmesi, özel
sermaye birikiminin sağlanmasında sübvansiyonlu aramal üreten bu kuruluşlar
aynı zamanda istihdam yaratan etkileriyle; yüksek sosyal yarar sağlayan ve
bulundukları sektörlerde monopol gücüne sahip kuruluşlardır, ve ekonomik
kalkınmada çok önemli rol üstlenmişlerdir. Sonuç olarak ekonomik olmayan/ kâr
dürtüsü taşımayan nedenlerle tesis edilmektedirler. Finansal kârlılıklarını
aşan sosyal kârlılığa sahip kamu teşebbüsleri; dışsallık yaratmakta,
maliyetlerinin altında fiyat oluşturan, yönetimlerinin aşırı merkezi yapıları,
bağımsız karar alabilecek kapasiteye sahip vasıflı yönetici ve vasıflı
işgücünde kronik ve ümitsiz yetersizlikleri ile devlet mülkiyetli teşebbüsler
genellikle gelişmekteolan ekonomiler için ekonomik olarak felakete de neden
olmakta, temel sivil hizmetlerin sınırlanmasına yol açmaktadır[25].
Bu nedenle de neoklasik argüman, özel mülkiyetin daha fazla etkinlik
getireceğini ve daha hızlı ekonomik büyüme sağlayacağını ileri sürmekte,
özelleştirme önermektedir.
1980‟lerin başlarında OECD ülkelerinde tarımsal olmayan
istihdamda, devlet istihdamının oranı % 24 ve azgelişmiş ülkelerde % 44 (% 54
Afrika, %36 Asya, % 27 Latin Amerika), Gana, Zambia gibi bazı ekonomilerde bu
oran %70‟ten
fazlaydı. Devlet istihdamı ücretlerin belirlenmesinde önemli etkiye sahiptir.
Azgelişmiş ekonomilerde devlet istihdamının % 85‟ini, OECD ülkelerinin % 42‟sini merkezi hükümet tesis etmekteydi[26].
Devletler; yaşam standartlarının
yükseltilmesini ve yoksulluğun azaltılmasını sağlayan ekonomik büyümeyi temel
amaç olarak almaktadır. İyi dizayn edilmiş finansal piyasalar; sermayenin
dağılımını sağlayarak akışkanlığını ve etkinliğini arttırmakta, eğitim üzerine
harcamaları arttırarak insan sermayesi oluşumunu ve de araştırmaya devlet
desteğini sağlayarak teknolojik gelişmeyi sağlamaktadır. Bu üç faktör; insan sermayesi,
fiziki sermaye ve teknolojik gelişme sağlanması, ekonomik büyümenin asli
kaynağını teşkil etmektedir[27].
Devlet ekonomide yer alarak vergi
ödeyicilerden; tarım veya sanayi gibi bazı kesimlere, sübvansiyon şeklinde
parasal gelir transferinde bulunur. Devlet kaynakları yönlendirmekte, devlet
tarafından dağıtılan kaynakları /sübvansiyonları alanlar bunları nasıl
kullanacağına karar vermektedir. Sübvansiyonların aktarıldığı sektörlerin
güçlenmesi, sektörde gelir düzeyinin artmasına, sektörün ekonomik büyümesine
katkıda bulunması, ihracat rekabet edebilirliği kazanması amaçlanır. Devletin
yine sosyal güvenlik mekanizmasıyla gelir transferi yapması, hem gelir
dağılımının daha adaletli olmasını sağlarken aynı zamanda toplam talebin
istikrar kazanmasını mümkün kılar.
Son zamanlarda dikkatler devlet
sorumluluğunun çok açık olarak görülmediği piyasa başarısızlıklarına
odaklanmaktadır.
Piyasa başarısızlığının yayılgan olması, devletin her türlü başarısızlığı düzeltemediğini
göstermektedir. Ve politik ekonomi dikkate alınmasa bile, ne yapılabileceğini
bilebilmek için nadiren ekonominin yapısıyla ilgili yeterli istatistiksel bilgi
mevcuttur. Piyasaların olmaması yada aksak piyasalar, devlet aksiyonlarına
gereklilik sağlar. Devletin rolü ile ilgili çalışmalar, niçin piyasanın
başarısız olduğu yada piyasa yokluğunun nedenine ve devletin piyasa
oluşturulmasında müteşebbis rol üstlenmesi gereğine götürür[28]. Tam
olmayan bilgilenme, güçlü performansa sahip emek, sermaye ve de ürün
piyasalarında ahlaki tehlike ve zıt seçim problemine yol açar. Bilgilenmenin
tam sağlanamadığı bir çok durum da, direkt devlet müdahalelerine gereklilik
yaratır.
Kalkınmanın temellerinde gelişmiş
teknolojiyi içeren ekonomiye transformasyon/ dönüşüm yatar. Gelişmiş modern
kapitalist ekonomilerin tanımlanmasında güçlü bir teknolojik değişme
vurgulanır. Önemli dışsallıklar yaratan araştırmanın (R&D), özellikle
kamusal mallar için piyasanın yatırım seviyesinin düşük olduğuna inanılır.
Devletin kazanç elde eden özel sektör gibi piyasada yer almaması gerektiği tartışmasına,
devletin teknolojiyi destekleyip desteklememe tartışmasına rağmen, bazı ekonomilerde
devletin R&D’leri büyük
oranlı desteklemesi, ekonomilerin gelişmesini hızlandırması, devletinin bu
alanlardaki desteğine açıklık sağlamaktadır.
Bütün dünyada finansal piyasalar büyük
kırılganlıktadır. Başarısızlıkları; sadece ekonomik büyümenin aksamasına,
ekonomide kamu teşebbüslerinin yer almasına değil, etkiledikleri bireylerin yaşamlarında
ıstıraba, sefalete neden olmaktadır. Finansal kurumlara güven eksikliği,
ekonomide bu sektörün fonksiyonu olan nadir sermaye kaynaklarının dağılımını
sağlamasını engelleyebilir. Finansal kurumların güvenirliğinin güçlendirilmesi
için yapılan düzenlemeler, bu yaşamsal sektörün etkinliğini arttıracak,
ekonomik büyümeye hizmet verecektir. Bugün devletlerin büyük çoğunluğu bu sorumluluğu
üstlenmektedir.
Politik liderler refahı arttırıcı
sosyal amaçları başarmayı isteseler de bu amaçlar için eğitim/ öğretimleri
yetersiz olabilir, bir bölümü de ekonomi dışındaki disiplinlerden geldiklerinden
ekonomik konularda yetersiz kalabilirler. Bazıları da ekonominin nasıl işlediği
ve nasıl işlemesi gerektiği konusunda ayırımcı/ yanlı görüşte olabilir, ya da
bazıları kendi kişisel çıkarlarını kamusal çıkarlar üzerinde görmektedirler[29]. Politikalar;
onlara, dostlarına veya aile efradına yada politik taraftarlarına hizmet
etmekte, ülke için ise optimal sonuçlar oluşturmamaktadır. Bilindiği gibi
politika yapıcıların “rant arama” ve “rüşvet yeme” çürümüşlüğü bilinen yaygın
bir olaydır. Politikanın sonuçlarının alınması zaman alabilir[30]. Ayrıca
devlet geçmiş politika uygulamalarının sonuçlarından etkilenir. Önceki hükümetlerin
aldığı politika kararları, devletin cari ekonomik rolünü belirlemeye devam eder
ve cari/ mevcut devletin davranışlarını sınırlar. Ve geçmiş politika kararları,
hükümetin, cari politika yapıcılarının tercihleri dışında farklı bir rol
üstlenmelerine neden olur. Kamu sektörü maaşları düzeyi, ücret hakları, kamu
mesleğinde kalabilme hakkı, vergi uyarımları, belli gurup ve sektörlere
sübvansiyonlar gibi kararlar uzun dönemli sonuçlarıyla etkilerini sürdürürler. Gerçek,
hükümetlerin belli amaçlarla planlama yapma hürriyetlerinin olmadığıdır. Cari
ekonomik politika bu nedenle çoğunlukla geçmiş hükümet kararlarının esiridir.
Bu politikalardan yarar sağlayanlar, reformlar kamu çıkarına da olsa karşısında
olacaktır. Mevcut hükümetler çoğunlukla önceki hükümetlerin yarattığı ekonomik
problemlerle uğraşırlar ve bunlarla suçlanırlar.
Devletin
Ekonomideki Büyüklüğü
Devletin insan yaşamı üzerindeki
etkileri karmaşık ve herhangi bir organizasyonel yapıdan çok daha devamlıdır.
Modern Avrupa devlet organizasyonları 1453’te Yüzyıl Savaşları sonu ile 1559‟da
Habsburg-Valois Savaşları arasında ortaya çıkmıştır[31].
Yönetimsel merkezileşme; 1453’ten
çok daha önce, feodal monarşiler olarak başlamakla birlikte “Renaissance” yeni
sanat ve mimarisiyle fiziki oluşumlar kadar yeni egemenlik kurallarını da
belirlemiş, sağlamıştır. Renaissance devleti olarak tanımlanan politik
düşüncenin yeni formu Niccolo Machiavelli ve Thomas More tarafından
yaratılmıştır[32].
Ulus ve uluslararası kavramı, kapitalizm ve moderniteyle birlikte büyüyen önem
kazanmıştır. 16.,17.yy’larda
bugünkü anlamıyla ulus devlet, gelişmesinin ilk safhalarındaydı. İspanya,
İngiltere, Fransa, Portekiz modern anlamda belli derece devlet olma başarısı
sağlamışlardır. Kıta Avrupa’sında bu periyottaki devletlerin çoğu modern
anlamda ulus devlet değil, çok etnik gurupların olduğu imparatorluklar ve
mini-devlet monarşilerdir. Bugün uluslararası devlet sisteminin temeline
tekabül eden “Treaty of Westphalia (1648)”
ulus-devlet öncesi monarşiler tarafından imzalanmıştır[33].
Westphalia fikri, egemenliğin halka ait değil yöneticilere ait olduğunu
düşünür. Amerika’nın
bağımsızlık deklarasyonu ve Fransa‟nın insan hakları deklarasyonu ise
insanların eşitliği ve vatandaşlık kavramı üstünde tesis edilmiş,
amaçlanmıştır.
Modern tarihin 500 yıl içinde ortaya
çıktığı ulus devletin, kimliğinin ve ulusal kültürün geliştiği görülmektedir.
Dünya cari politik sisteminin şekillenmesi 15.yy‟da başlamış,
politik otoritenin odağı olarak devletlerin ortaya çıkışı; baronluk, dukalık ve
prenslikler gibi küçük feodal birimlerin zayıflaması, Venedik gibi şehir
devletlerinin; otonomi ve politik yaşamsallığını sürdürememesi sonucunda
entegrasyon sürecinin başlaması, bir gurup teknolojik değişme ve ekonomilerin
güçlerinin azalması, kralların yeterli gücü kazanmalarıyla söz konusu olmuştur[34].
Endüstriyel kapitalizm Avrupa’da,
modernitenin endüstriyel öncesi safhasından tevarüs eden rekabetçi devlet
sistemleri içinde ortaya çıkmış, Kapitalizmin gelişmesi dünyaya yaygın bir ekonomik
sistem içinde olmuştur. 20.yy ideolojisi
olarak Batı kapitalizmi ve Sovyet komünizmi yayılmış, 1989’da Berlin
Duvarı’nın yıkılması
kadar bu dönemin temel kültürel mirası, “ulus devlet” olmuştur. Antony Giddens,
yasal düzeninin; kontrata dayalı haklar ve yükümlülüklerin merkezileştirilme ve
korunması ve parasal sistemin koordine edilme ve devlet gücüyle yaptırım
uygulanması ve merkezi olarak uygulanan vergileme sistemiyle ulus-devletin
oluştuğunu ifade eder[35].
Ortaçağ düzeninde aynı topraklarda
birkaç feodal yönetici, güç kullanabilir ve vergi toplayabilirdi. Yöneticiler
arasındaki çatışma, “gücün kullanılma monopolü”nün gelişimine yol açmış,
finansal kaynaklar devletin güçlenmesine katkıda bulunmuştur. Nihai olarak
hukuk sistemi, ona eşlik eden sosyal düzen, bireysel hürriyetler, refahın
büyümesini sağlayan devlet-refah devleti, olarak ifade edilmiştir[36].
Devletin savunma sistemi; dış müdahalelere, tehditlere ve kendi vatandaşlarının
yarattığı huzursuzluklara karşı koruma sağlar. Devlet gücü muammasında; değişik
boyutlarda olmak üzere; barış gibi temel sosyal değerler, bireysel hürriyet,
politik kendi kendine yeterlilik, sosyal refah, modern devletin belirleyicileri
olmaktadır[37].
Ulus devletlerden biri olarak
İngiltere, 19.yy‟da merkez
bankasını tesis ederek, kara ve tren yolları inşa ederek posta servisi, toprak
mülkiyeti- şirket hukuku- sendikaların düzenlenmesi, sağlık hizmetleri, eğitim-
okul sistemleri, hukuk ve düzen, hapishaneler, polis gücü, ordu, deniz gücü
tesis etti, İngiltere, 19.yy sona ermeden; sağlık, eğitim, refah hizmetleri,
posta hizmetleri, kamusal dışsallıkların iyileştirilmesi ve sağlanması gibi
ekonomik ve sosyal anahtar rolleri, kolera, dizanteri gibi sudan kaynaklanan
hastalıkların ortadan kaldırılması için su arzında kamu hizmeti üstlendi, deniz
aşırı yatırımlarını korudu ve devlet bir koloni ağına sahip oldu[38].
Bunların bir kısmı “nightwatcman”/ bekçilik
olmakla birlikte devlet tarifelerle endüstrilerini korudu, ulusal endüstriler,
sağlık ve eğitim sistemlerini, bugün refah devleti olarak isimlendirdiğimiz
emeklilik ve sosyal güvenlik sistemini oluşturdu[39]. Örneğin
Hollanda’da da İngiltere’de olduğu gibi ulus bilincinin erken modern dönemlerde
gelişmesine rağmen modern ulusalcılığın prototipi Fransız Devrimi ile ortaya
çıkmıştır. Bu nedenle Avrupa’nın modern
ulus-devletleri bir ondokuzuncu yüzyıl geç dönemlerinin olayıdır. Ve modern
devrimin bir ulusal hareket olduğunun vurgulanması önemlidir.
19.yy‟ın
sonlarından itibaren devletten, ”laissez-faire”
(liberal) ekonomide “nightwatcman”/ bekçiliğin
ötesinde farklı amaçlar beklendi. Devletin refah boyutu- müdahaleci devlet
kavramı gelişti. Devlet; endüstriyel sağlık ve güvenlik, şehir ve ülke
planlaması, bilgi gelişiminin sağlanması gibi düzenleyici görevler üstlendi.
19.yy’ın sonlarında refahın toplumun
bireyleri arasında adil dağıtımı, bunun devlet tarafından gerçekleştirilmesi
beklendi. Endüstriyel devrimle birlikte çalışan sınıflar “adaletsiz gelir
dağılımı”na katlanmakta gönülsüz oldular. Modern refah politikaları yürütüldü,
gelirin piyasa tarafından dağıtımı devletin sponsor olduğu ikincil
politikalarla düzeltildi. Bir çok durumda toplumda refahın birincil dağılımı;
toplu ücret pazarlıkları, minumum/ asgari ücret uygulaması ve vergi sistemi
gibi devlet düzenlemeleriyle yürütüldü[40]. 1945‟ten sonra refah devletinin Keynesyen versiyonu;
devlete; sürekli ekonomik büyümenin sağlanması, ekonomik istikrar, tam istihdam
gibi ilave sorumluluklar yükledi.
Devletin cari rolü, kısmen veya büyük
oranda tarihsel gelişmeler tarafından şekillendirilmektedir. Bir çok
endüstriyel ülkede; Büyük Depresyon, büyük savaşlar ve komünizm tehlikesi gibi
geçmiş hükümetleri zorlayan belli olaylar, politikalardan etkilenilmiş,
gelişmeler doğrultusunda devletin rolünde değişiklikler oluşturulmuştur. Bir
çok gelişmekteolan ekonomide devletin ekonomik rolü “yabancı iktidarların
kolonileri olma” deneyiminden etkilenmiş, ve bu ülkelerde pek çok büyük teşebbüs,
koloniyal iktidarlardan bireylerin ellerinde olduğu için bağımsızlık döneminde
millileştirilmişlerdir. Kamu sektörünün büyümesi ve iyileştirilmesi gerekmiş, koloniyal
yönetimden çıkmış olan ekonomilerin bütün sınıfları için görev yüklenmiştir.
Vatandaşlar daha fazla öğretim (education),
sağlık, su, kamusal ev edindirme hizmetleri isterken ortaya çıkan iş imkanları,
daha iyi elektrik arzı, komünikasyon, taşımacılık, eğitim (training), kredi kolaylıkları gerektirmektedir. Böylece mevcut
yapı genişletilmiş, sosyal hizmetlerin, kamusal dışsallıkların, deniz aşırı
ticari ve prodüktif aktivitelerin yürütülmesi için yenileri yaratılmıştır.
Koloniyal yönetimden çıkan ülkelerin politik bağımsızlığını ekonomik olarak
pekiştirmek istemeleri de problemin diğer kısmını oluşturmaktadır. Pek çok
Afrika ülkesi eski koloniyal ustalarından; maden şirketleri, tarımsal alanlar,
çeşitli finansal kurumlar şeklinde ekonomik altyapıyı tevarüs etmişlerdir. Yeni
hükümetler yabancı emperyalistleri dışarıda tutmak için bu şirketlerin
kontrolünü devlete geçirmişlerdir. Bu kurumlar milli gelirin ve yatırım
politikalarının kontrol edilmesinde temel gücü teşkil etmektedirler. Eski
koloniyal ülkelerin kamu sektörünü genişletme veya oluşturmasının diğer bir
önemli nedeni Kuzey’de uygulanan
politikaların benzerini uygulamak istemeleri, piyasa güçlerinin ve özel
sermayenin ekonomik ve sosyal sürecin dağıtılmasında başarısız olmasıdır. Latin
Amerika‟da 1930‟dan 1970‟e kadar devlet
mülkiyetli teşebbüslerin büyüklük ve sayıları arttırılmıştır. Devletçiliğin
yayılmasının başlıca nedeni, Büyük Depresyon’dur. En
azından ABD ve Avrupa‟da Latin
Amerika’daki gibi, problem büyük
ölçekli müdahalelerle kontrol edilmeye çalışılmıştır[41].
Kamusal finansmana adım atan pek çok ülke, bunu; özel firmaların materyal
ihtiyacını giderilmesi, iş yaratılması için yapmışlardır. Kamu teşebbüslerinin
tesisi çoğu zaman dağıtım amaçlarının izlenmesinde bir enstrümandır. Kamu
teşebbüsleri istihdamı yaratmakta veya korumakta kullanılır. Devletin
ekonomideki rolü ortalama olarak endüstriyel ülkelerde, gelişmekte olan
ülkelerden iki kere büyüktür[42].
20.yy’da
Devletin Rolünün Genişlemesi
Devlet kavramının ortaya çıktığı
zamanlardan beri konuyla ilgili hakim görüşte kaymalar yaşanmıştır. Fakat
II.Dünya Savaşı’ndan sonra iki
önemli kayma söz konusudur. I.Dünya Savaşı döneminde “laissez faire” doktrininin reddi yönünde yaygın davranış, savaş
arası dönemde doktrinin çöküşüyle sonuçlanmış ve devlet aktivizmi üzerinde
yaygın bir konsensus oluşmuştur[43].
Laissez faire kapitalizminin çöküşüyle birlikte 1960’lar, yaygın
bir konsensusun oluştuğu “karma ekonomi”, alternatif olarak modern kapitalizm
veya organize kapitalizmin yıllarıdır.. Fakat bu yeni konsensus 1970’lerin sonlarıyla
birlikte dramatik bir dönüşüm göstererek karma ekonomiyi sonlandırmış, ve yeniden
piyasa prensiplerini hayata geçirerek neo-liberal düzeni hayata geçirmiştir.
18.yy‟da klasik
Merkantilistlizm devletin ticaret ve sanayiyi geliştirmek için ABD gibi gelişen
ekonomilerde ekonomide aktif rol almasını içerir[44]. Modern
iktisadın kurucularından kabul edilen 19. yy klasik iktisatçıları; Adam Smith,
John Stuart Mill, David Ricardo, kamu sektörünün rolünün küçük olmasından
yanadırlar[45].
Genel olarak devletin rolünü; hukukun ve düzenin sürdürülmesi, ülkenin
savunulması, temel kamusal çalışmaların sağlanması ile sınırlandırırlar.
Liberalizm, 18.yy Avrupa’sını
karakterize eden “devlet müdahalesiyle piyasanın çalışmasının sağlanması”na,
yani merkantilizme reaksiyondur. 19. yy‟da devletin rolü çok daha sınırlı olma
eğilimindedir. Örneğin endüstriyel ülkelerin çoğunda kamu harcamaları GSYİH’nın % 10‟u civarında ve
ekonomik felsefe “laissez-faire” dir[46].
.Bununla birlikte bütün 19.yy iktisatçılarının aynı şekilde düşünmedikleri,
etraflarındaki büyük gelir adaletsizliğinden, işçi sınıfının yaşadığı yoksulluktan,
işsizlik sorunlarından etkilendikleri, Karl Marx, Sismondi, Robert Owen gibi
sosyal kuramcıların toplumun yeniden yapılanması için kuramlar geliştirdikleri
görülür. Bireyler arasında adil gelir dağılımını vurgulayan Marksist ve
Sosyalist düşünce, piyasa ekonomileri hükümetlerinin üzerinde güçlü bir baskı
yaratmıştır.
II.Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da,
önemli farklılığa sahip iki kalkınma modeli izlenmiştir. Biri Sovyetler
Birliği’nde ortaya çıkan, kumanda devletidir ve Merkezi ve Doğu Avrupa’ya
uygulanmıştır. Aynı zamanda Avrupa devletlerinin çoğunda ve İskandinav
ülkelerinde, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda’da konsensusun oluştuğu sosyal
demokratik hakların teessüsü için, demokratik programların yapılandırılması
amacıyla güçlü ve büyük kamu sektörü geliştirilmiştir. Avrupa’nın ekonomik
olarak devlet planlamasına önem verilerek yeniden canlanışı, ve 1950’ler 1960’larda
gösterdiği gelişme Latin Amerika’da da benzer davranışları teşvik etmiştir[47]. Latin
Amerika‟da ülkeler, devletin yönettiği;
devlet eliyle sanayileşme ve yüksek oranlı devlet korumacılığını içeren
içe-dönük orijinli (ISI- import
substitution) kalkınma politikası izlenmiştir[48].
1950-1980 yılları arasında Latin Amerika, endüstriyel ülkelerden daha hızlı
fakat Doğu Asya ekonomilerinden daha yavaş büyümüş, büyümeye çarpılmış
gelişmenin eşlik etmesi, uzun dönemli sürdürülebilir bölgesel stratejileri
çökertmiş, aşırı korumacılık, genelleştirilen devlet korumacılığı rant arama faaliyetlerini
(rent-seeking) teşvik etmiş ve
değişen dünya koşullarına reaksiyon gösteremeyen, uyum sağlayamayan katı
ekonomik yapı oluşumunu yaratmıştır. Diğer yandan bir çok ülkede borçların kamu
bütçesi üzerinde artan yükü ve etkinsiz vergi sisteminin devletin sosyal
hizmetleri etkin şekilde sağlama gücünü azaltması, gelir dağılımı
adaletsizliğinin artmasıyla sonuçlanmıştır. 1970’lerin
sonuyla birlikte dünyada da gelir dağılımında bozulma artmış, 1973 ve 1979
petrol şoklarından sonra Latin Amerika’nın kalkınmayı
sürdürememesi, daha fazla oranda borçlanmaya gidilmesine, gelirlerinin
harcamalarını karşılayamamasına, daha çok sayıda ülkenin enflasyonist
finansmana gitmesine, borç krizine neden olmuştur.
II.Dünya Savaşı‟ndan sonra Latin Amerika‟nın izlediği politikalara kontras olan, 1960’ların sonlarından itibaren Hong-Kong, Güney Kore,
Singapur gibi Doğu Asya’da gelir
dağılımının daha adaletli olduğu bir gurup ekonominin izlediği, Latin Amerika
yılda %1, OECD ülkeleri %3 büyürken %5.5’luk hızlı bir ihracata dayalı
büyümenin sağlandığı politikaların uygulanmasına geçilmiştir[49].
Bununla birlikte Doğu Asya Mucizesi, devlet müdahalelerini, Ortodoks Neo-klasik
ekonomik liberalizmin parçası olmayan diğer politikaları içerir ve Bretton
Woods’un iki kurumu Dünya Bankası ve IMF‟nin ilişkili
olduğu gelişmekteolan ekonomilere önerdiği postliberal modelden farklılık
gösterir.
Kore[50] ve
Tayvan alışılmamış bir liberal ticari rejim uygulamamışlardır. Kamu sektörleri
alışılmadık ölçüde geniş değildir ve hükümetler politikalarını, stratejik,
spesifik endüstrilerin başarılarını sağlayacak; sübvansiyonlar, kredi
hedeflemeleri, mali ayrıcalıklar, kâr fonksiyonunu değiştiren korumacılıklar,
hedeflenen sektörlere kaynak aktarımlarıyla gerçekleştirmişlerdir[51]. Kore
ve Tayvan’ın, bir ”laissez-faire” olayı olmadığı, devletin ekonomide aktif rol
aldığı, bunu; eğitim gibi kamusal malların tedarikine odakladığı ve devlet
politikalarının biraz fiyatları çarpıttığı, piyasaların değişimini bloke ettiği
ve bunların serbest piyasa ekonomisini yürürlüğe sokmak için olduğu
söylenebilir. Hong Kong hariç Uzak Doğu ekonomileri; G.Kore, Tayvan, Japonya‟nın büyümeyi yaratan piyasa kapasitesinin
iyileştirilmesine yönelik devlet müdahaleleriyle “export promotion”- ihracatın ilerletilmesi stratejilerini
uyguladığı gözlemlenir. Doğu Asya mucizesi, hızlı kalkınma olasılığını aşikar
hale getirmiş, piyasa ekonomisinin değil, yönetilen piyasa yaklaşımının sonucu
olduğu görülmüştür[52].
20.yy‟da
ekonomide, devletin rolünde tedrici fakat büyük bir genişleme görülmüştür. Bu,
kamu harcamalarının GSYİH’nın oranı
olarak büyümesi verilerinden aşikar olarak görülür. Endüstrileşmiş ülkeler için bu oran ortalama olarak 1913’te % 12‟den 1995‟te %45‘lere
büyümüştür. Hem politik hem de ideolojik faktörler bu büyümeye yardım etmiştir.
I.Dünya Savaşı sonrası, Keynes’in kitabı “The
end of Laissez- Faire” ı yansıtan şekilde, Büyük Depresyon nedeniyle
uygulanan genişleyici devlet harcama politika dalgaları ve pek çok Avrupa
devletinin sosyal güvenlik sistemini uygulamaya başlamaları nedeniyle devletin
rolü değişmeye başlamış ve kamusal teşebbüsler istihdamın maksimize
edilmesinde, gelir dağılımımın iyileştirilmesinde, özel sermaye birikiminin
oluşturulmasında kullanılmış, Büyük Depresyon laissez-faire’nin büyük bir başarısızlığı
olarak görülmüştür[53].
Harcamalar bütün ülkelerde arttırılmış, Kanada, Almanya, Japonya, Hollanda ve
İspanya‟da % 40’ları aşmıştır. 1937 ile
birlikte “minimal devleti” tanımlayan
“laissez-faire” politikaları büyük
oranda görülmez olmuş, ortam refah devletinin büyümesine uygun hale gelmiştir[54]. A.B.D‟ yi de içine alan pek çok ülkede eyalet veya lokal
düzeyde aktivitelerini icra eden geniş bir ulusal devlet vardır.
II.Dünya Savaşı’nın ardından tesis
edilen Bretton Woods Sistemi, adını 1944’te Bretton Woods-New Hampshire’da
yapılan, kırkdört ülkenin katıldığı toplantıdan almıştır[55]. İki
Dünya Savaşı’nda kaybedilen insan sermayesi, para ve fiziki sermaye ve
savaşların çıkışının ekonomik nedeninin serbest dış ticarette oluşan tıkanma
olması, bu toplantının temel amacının “global ekonomik sistemin serbest
ticarete dayandırılması” olmuş, yeni bir dünya düzeni oluşturulmuştur. Altına
sabitlenmiş dolar, dolara sabitlenmiş diğer ülke paraları şeklinde Bretton
Woods döviz kuru sistemi tesis edilmiş ve 1971 ’e kadar sürmüştür. “IMF - International Monetary Fund”/ Uluslararası
Para Fonu Aralık 1945’te kısa vadeli ödemeler dengesi sıkıntısına düşen
ülkelere fon sağlamak için tesis edilmiştir. Diğer bir kurum, “IBRD-
International Bank for Reconstraction and Development”, yani World Bank/
Dünya Bankası, adından da anlaşılacağı gibi savaşta tahrip olmuş Avrupa
devletlerinin yeniden imarı ve gerektiğinde dünyanın diğer kısımlarındaki
ülkelerin kalkınmalarında gerekli fonları sağlayacakları banka olarak
kurulmuştur. 1948’de “GATT- The General Agreement on Tariffs and Trade”/ Tarife ve Ticaretle ilgili Genel Anlaşma tesis
edilmiş, temel amacı; ticaretin serbestleştirilmesi, bu nedenle de tarifelerin
azaltılması ve diğer ticari bariyerlerin eliminasyonu olmuş, kademeli olarak
serbestleştirilmeye dayanan, yeni dünya düzeni. tesis edilmiştir. Son elli
yılda Singapur, Hong Kong, Tayvan gibi bazı fakir ülkeler Portekiz, İspanya
gibi eski koloniyal güçlerden daha zengin hale gelmişlerdir[56].
Gelişmiş Kuzey gelişmesine devam etmiş, gelişme periyodunun yalnızca Afrika‟da kesintilerle devam ettiği görülmektedir. 1980’lerde
Avrupa‟nın sermaye hareketlerini, EEC/ Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun yönlendirmesi doğrultusunda liberalize ettiği
görülmektedir[57].
Aralık 1991’de Maastrich’te Avrupa Birliği yeni anlaşmasında kabul
edilmiştir. GATT ticari görüşmelerinin sekizinci roundu veya Uruguay Round’da; Amerikan GSMH‟sının
% 70‟inin finans ve diğer hizmetlerden
oluşması, Amerikan tarımının ciddi güçlükler içinde olması ABD‟nin daha önce olmadığı gibi ticareti genişletme,
tarımda sübvansiyonları azaltma, finansal hizmetlerde olduğu kadar entelektüel
mülkiyet haklarının korunmasını da içermeye yönelik teşebbüsleri sonuca
bağlanmıştır[58].
Diğer ülkeler ABD taleplerinin arkasındaki tehlikenin farkındadırlar. 1980’lerde uluslararası ticarette yaşanan global
dönüşüm, serbestleşme, yeni korumacılığa yol açmış ve oligopolistik rekabet ve
stratejik ticaret politikalarının önemini arttırmıştır. Karşılaştırmalı
üstünlüklerde artan öneme sahip teknolojik üstünlüğün yayılarak kaybedilmesinin
önlenmesi kadar askeri güvenlik nedeniyle de ABD yüksek teknolojisinin
korunmasına öncelik vermekte, ABD şirketlerinin entelektüel rekabetçi monopol
pozisyonlarını korumalarını, entelektüel korsanlığa karşı korunmalarıyla
gelirlerini de korumaları için de gayret sarf etmekte, bunu entelektüel
mülkiyet haklarını (IPR) uluslararası koruma altına alarak garantileme yoluna
gitmiştir[59].
Uluslararası ticari görüşmeler ve
yasal düzenlemeleri içeren GATT organizasyonunun yerini çok taraflı ticari
rejimin tesisinde yeni bir süreç, “WTO-World
Trade Organisation”/ Dünya Ticaret Örgütü- almıştır. WTO‟nun yaratılmasıyla devletler ticari sistemin
liberal yönde geliştirilmesinde, kurumsal çerçevenin oluşturulmasını
sağlamışlardır[60].
WTO‟nun kurulması, Ticaret Bakanları
tarafından Marrakesh konferansında 15 Nisan 1995’te
125 üye tarafından imzalanarak kabul edilmiştir[61].
Devlet müdahalelerinin yol açtığı
çarpıtıcı etkinin sonucu Latin Amerika ülkelerinin ekonomik liberalizasyon
uygulamalarını, 1980’lerin ikinci
yarısı ve 1990’larda artan
sayıda gelişmekteolan ülke izlemiştir[62]. 1980’lerin ikinci yarısı ve 1990‟ların başlarında görüşün genişlemesi konsensusa
ulaşılmasına neden olmuş, “Washington
Consensus”u olarak adlandırılmıştır[63]. Latin
Amerika’da devletin yönettiği kalkınma
ve içe-dönük orijinli güçlü devlet müdahalelerini destekleyen hakim görüş,
yerini; rekabete, piyasa orijinine, açıklığa, piyasa güçlerine, makroekonomik
dengeye ve toplumun fakir kesimlerini hedefleyen sosyal programlara dayanan
yeni bir paradigmaya bırakmıştır[64].
1973 Arab-İsrail Savaşı‟nın ardından OPEC (Petrol İhraç eden Ülkeler
Organizasyonu) petrol fiyatlarını dört kat arttırmıştır[65]. Ve
sağlanan fonlar Üçüncü Dünya’nın petrol ithal eden ülkelerinin petrol
ithalatlarının finansmanına gitmiştir[66]. Borçlu
ülkeler kalkınmalarında ucuz kredilere dayandığından ve bunların nihayete dek
süreceğini zannettiklerinden Jamaica, Peru, Polonya, Türkiye, Zaire gibi ülkelerde
1970’li yılların ikinci yarısında borç problemi ortaya çıkmıştır[67]. 1982
ile birlikte Meksika’nın borçları
GSMH’sının %50‟sine ulaşmış[68], dış
borçları üzerinden ödediği faiz yükü dünya faiz oranlarında meydana gelen
yükselme nedeniyle artmıştır. 13 Ağustos
1982’de Meksika Maliye Bakanının Washington’da hükümetinin orijinal ödeme planı
doğrultusunda borç servisini devam ettiremeyeceğini beyan etmesiyle borç kriz
patlak vermiştir.
Washington Konsensusu, devletin
rolünün yeniden tanımlanması gereksiniminden kaynaklanmaktadır.
Liberalizasyon lehindeki konsensusun
orijini,1980’lerin
sonlarında ABD ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerin devleti küçültme, mali
disiplini sağlamak için özelleştirmelere ve arz yönetimine gitmeleri, daha önce
popülist politikalardan yana olan pek çok politik liderin mali disiplini,
uluslararası ticarete açılmayı, finansal liberalizasyonu ve özelleştirmeyi
içeren radikal reformları desteklemişlerine dayanmaktadır. Ekonomik düşüncedeki
bu dönüşüm; 1980’lerin
ortalarında Peru, Arjantin, Brezilya’da uygulanan
heterodoks programların başarısızlığı, Dünya Bankası ve IMF‟de bulunan neoliberal görüşlü ekonomistlerin
başarısızlıklara yol açan eski politikalara karşı önerileri ve politikalarının
tıkanması, mali çöküntüler, borç ertelemeleri nedeniyle IMF ile çalışmak
zorunda kalan ülkelere dayatılan programların liberalizasyona dayandırılmasına ve
bir gurup profesyonel ekonomistin önerilerine, Güneydoğu Asya ülkelerinin
başarıları gibi bir çok faktörü içermektedir. Ekonomik liberalizasyon
özelleştirmeden daha fazla bir şeydir. Devletin ekonomik faaliyet içinde aldığı
yerin/ devlet iktisadi teşekküllerinin azaltılmasını, ekonomik proses ve
faaliyette devlet kontrollerinin azaltılmasını, özel sektörün teşvikini ve dış
ticaretin liberalizasyonunu, sadece ithalata olan ticari bariyerlerin azaltılmasını
değil, ihracatın arttırılmasına yönelik politikaları içerir. Neo-liberal
görüş[69],
nihai kalkınma amacının; refahın arttırılması, fakirliğin azaltılması, ekonomik
büyüme yoluyla başarılacağı ve ekonomik büyümenin başarılması için devlet
müdahalelerinden çok serbest piyasaya dayanılmasına inanır.
Devlet tartışmaları sadece devletin
uygun büyüklüğü ile ilgili değil, devletin faaliyetlerini nasıl icra edeceği
ile de ilgilidir.
[1] John T. Rourke, International Politics on The World Stage, eighth edition, Mc Graw -Hill/ Dushkin, 2001,
p.134
[2] William J. Baumol & Alan S. Blinder,
Economics -principles and policy,
Harcourt Brace Javanovich, Publishers , 1988, p.888 ve bkz Andrew Zimbalist & Howard J. Sherman & Stuart Brown, Comparing Economic Systems -A Political-Economic Approach, second editition, Harcourt Brace Javanovich,
Publishers , p.5 3
[3] Robert
Gilpin, The Political
Economy of International Relations, Princeton University Press, 1987, p.26
[5] A.B.
Atkinson & J.E. Stiglitz, Lectures
on Public Economics, McGraw-Hill
Book Company, 1980, p.3
[6] Joseph
E. Stiglitz, Kamu Kesimi
Ekonomisi, çeviren Ömer Faruk
Batırel, Marmara Üniversitesi yayın no:549- İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yayın no: 396,
İst.1994, p.6
[8] Richard A. Musgrave & Peggy B.Musgrave, Public Finance in Theory
and Practice-fifth edition, McGraw-Hill Book Company, 1989, p.7
[9] John F.
Due & Ann F. Friedlaender, Government Finance- Economics of the public
finance, seventh edition, Richard D. Irwin Inc.,1981, p.9
[12] L.L. Wade & R.L. Curry,
Jr., A Logic of Public Policy: Aspects
of Political Economy , Wadsworth Publishing
Company, Inc. 1970, p.2
[13] Joseph J. Cordes, Reconciling, Normatif and Positive Theories of Government, AEA Papers and
Proceedings, Vol.87 No.2 , p.169
[14] Wade L.L. & R.L. Curry,
Jr., p.6. McKenzie Richard B. &
Gordon Tullock, Modern Political Economy- An Introduction to Economics,
McGraw-Hill,1978, p 411
[15] Richard B. McKenzie & Gordon Tullock, Modern Political Economy- An Introduction to Economics,
McGraw-Hill,1978, p 411
[17] John F. Due & Ann F. Friedlaender, p.5
[18] L.L Wade. & R.L. Curry,
Jr., p.7
[20] John
F. Due & Ann F. Friedlaender, p.85
[21] E. Wayne Nafziger, The Economics of Developing Countries,third
edition, Prentice-Hall International, Inc, 1997, p.304
[23] Joseph E. Stiglitz, “ The
Role of Government in the Contemporary World ”, p.32
[24] Martin Brendan, In The Public Interest?-Privatisation and
Public Sector Reform, Zed Books
Ltd. 1993, p.1
[25] Michael P. Todaro, Economic Development In The Third World, fourth edtion, Longman, 1989, p.565
[26] E. Wayne Nafziger, p.575
[27] Joseph E. Stiglitz, “The Role of Government in the Contemporary World”, p.30
[28] Joseph
E. Stiglitz, “The Role of Government in the Contemporary World”, p.28
[29] Richard
B. McKenzie & Gordon Tullock, Modern
Political Economy- An Introduction to Economics, McGraw-Hill,1978, p.411
[30] Michael R. Edgemand, Macroeconomics-theory and policy, third edition, Prentice Hall..,
1987, p.196
[31] Eugene
F. Rice Jr. And Anthony Grafton, The
Foundation of Early Modern Europe,1450-1559, second edition,W.W.Norton
& Company,1994, p.114 ve bkz Jenkins
Brian,. ”The Europe of Nations and
Regions” -Contemporary Europe,
edited.by Sakwa Richard & Anne Stevens, Palgrave, 2000,
pp. 49, 50
[32] John
T. Rourke, p.26
[33] Martin Shaw, Theory of Global State-Globality
as an Unfinishede Revolution, Cambridge University Press, 2000, p.30
ve bkz. Wallerstein Immanuel, “States?
Sovereignity?-the dilemmas of capitalists in age of transition”, States and Soverignty in the Global Economy,
ed.by David A. Smith, Dorothy J. Solingen and Steven C. Topik, Routledge 1999, p.23
[34] Eugene F. Rice,Jr. And Anthony Grafton,
p.140
[35] Antony Giddens, The Nation-State and Violence -Volume Two of A Contemporary Critique of
Historical Materialism, Polity Pres, 1996, p.148
[36] Michael Zürn and Stephan Leibfried,” A New Perspective on the
State-1.Reconfiguring the national constellation”, Transformations of the State, ed.by Stephan Leibfried and Michael
Zürn, Cambridge University Pres 2005, p.5 37
[38] Michael Barratt Brown, p.289
[41] Martin
Brendan, In the Public Intrest
?-privatisation and public sector reform, Zad Boks in association with
Public Sevices International, 1993, p.17
[42] Vito Tanzi, p.15
[43] Chang
Ha-Joon, “An institutionalist perspective
on the role of the state: towards an institutionalist political economy”-Institutions and the Role of the State,
edited by Leonardo Burlamaqui, Ana Célia Castro and Ha-Joon Chang, Edward
Elgar, 2000, p.3
[44] Alexander Hamilton, “Exerpts From Report on Manufacturee” -International Political Economy-State-Market Relations in the Changing
Global Order, edited by C.Roe Goddart, John T. Passé-Smith, John G.
Conklin, Lynne Rienner Publishers, 1996, p.75
[46] Tanzi Vito, p.16
[48] Edwards Sebastian, Crisis and Reform in Latin America- from despair to hope, Oxford
University Press, third printing 1996, p.41
[49] Robert
A. Isaak, Managing World Economic
Changa-International Political Economy, second edition, Prentica Hall International
Editions, 1995, p. 201
[50] Geniş
bilgi için bkz. Kim Kihvan, The Korean
Economy-Past Performance, Current Reforms,and Future Prospects, Korea
Development Institute, 1985
[51] Robert Wade, “ Resolving the State-Market Dilemma in East Asia”- The Role of The State in Economic Change,
edited by Ha-Joon Chang and Robert Rowthorn , Clarendon Press , 1995 , p.116
[52] Michael P. Todaro,Economic Development in the Third World-, fourth edition, Longman,
1989, pp.428-435
[53] Friedman
Milton, The Counter-Revoluation in
Monetary Theory, Published The Wincott Foundation by the Institute of
Economic Affairs 1970, fifth impression 1983, p.7-9
[54] Vito Tanzi and Ludger Schuknecht, “The Growth of Government and the Reform of
the State in Industrial Countries”- Social
Inequality, values,growth,and the state, edited by: Andres Solimano, The
University of Michigan Press, 1998, p.174
[55] Miltiades Chacholiades, p.492
[56] Lateef K. Sarwar, “The World Bank: Its First Half Century”- International Political Economy-state, market relations in the changing
global order, edited by C.Roe Goddard, John T.Passé-Smith ,John G.Conklin,
Lynne Rienner Publishers,Inc.,1996 , p.292
[57] F. Bakker Age, “The Liberalization of Capital Movements in Europe”-The Monetary Committee and Financial
Integration 1958-1994, Kluwer Academic Publishhers, 1996 , p.1
[58] Robert R. Isaak, p.124
[59] Joan Spero, “International Trade and Domestic Politics”- International Political Economy-state-market relations in the changing
global order, edited by C.Roe
Goddard, John T.Passé-Smith, John G.Conklin, Lynne Rienner Publishers,
1996, p.375
[60] John G. Conklin, “From GATT to the World Trade Organization : Prospects for a
Rule-Integrity Regime”- International
Political economy -state market relations in the chancing global order,
edited by C.Roe Goddard, John T. Passé-Smith, John G.Conklin, Lynne Reinner
Publishers, 1996 ,p.382
[61] Michael Blakeney,
Trade Related Aspects of Intellectual
Property Rights : A Concise Guide to The Trips Agreement, London Sweet
& Maxwell , 1996 , p.37
[62] Pierre -Richard Agénor, Peter J.Montiel, Development Macroeconomics, Princeton
University Press,1996, p.477
[63] Nonneman Gerd, “Economic Liberalization: The Debate”- Political and Economic Liberalization-Dynamics and Linkages in
Comparative Perspective , edited.by Gerd Nonneman, Lynne Rienner
Publishers, 1996
[64] Edwards Sebastian, p.41
[66] Stallings Barbara,
“International Influence on Economic
Policy: Debt, Stabilization, and Structural Reform”, Politics of Economic Adjustment-International Constraints, Distributive
Conflicts, and The State, edited by StephanHaggard and Robert R.Kaufman,
Princeton University Press, 1992, p.59
[67] Jeffrey D. Sachs and Felipe Larrin B., Macroeconomics In
The Global Economy, Harwester Wheatsheaf, 1993, p.690
[68] Rudiger Dornbusch and Stanley Fischer, Macroeconomics,
fifth edition, McGrav -Hill, 1990 , p.762