Prof.Dr.F.Nuray Altuğ
24 Ağustos 2017 Perşembe
İSTİKRAR
(STABİLİZASYON) POLİTİKALARI·
İktisat/
Ekonomi Politikaları nedir ? İstikrar Politikaları
nedir ?
İktisat
politikaları ekonomik amaçlara ulaşmak amacıyla devletin uyguladığı
politikalardır. Piyasa mekanizmasına dayalı fiyat sinyalleriyle çalışan
kapitalist sistemde, piyasa ekonomisi bütün ekonomik amaçlara ulaşmakta
başarısız olduğundan, ekonomik amaçlara ulaşabilmek için devlet müdahalelerine
ihtiyaç duyulur.
İktisat/ Ekonomi Politikalarının Amaçları Nelerdir ?
İktisat/
ekonomi politikaları kısa vadede konjonktürel amaçlar olarak[1];
1 -Tam İstihdam
2 - Fiyat
İstikrarı
3 -Ödemeler
Dengesi Denkliği
ve belli başlı uzun vadeli/ yapısal amaçlar
olarak;
4 -Ekonomik Büyüme
5 -Gelir ve
Zenginliğin Adil Dağılımı
6 -Üretim
Faktörleri Kaynakları Dağılımının Etkinleştirilmesi
devletin politikası olarak karşımıza çıkmaktadır.
- Belli bölge ve endüstrilere öncelik verilmesi ve korunması amacı ( iç ve dış
rekabetin tehdit ettiği; hem belli
endüstrilerin korunmasını hem de ulusal plan doğrultusunda endüstriyel ve bölgesel önceliğe sahip endüstrileri kapsar.)
Ekonomide en
büyük tek birim olan devletin varoluş nedeni, baskı yapma hakkına sahip devletin
önemli bir görevi, kollektif ihtiyaçları sağlamaktır ve bu da ekonomik politika
için sorumluluğun devlet elinde bulunmasını gerektirir.
Devletin en
temel rollerinden biri, ekonomik oyunun kurallarını tesis etmek ve etkilemek,
zorlamaktır. Devlet bazı işleri yapar bazılarını ise yapmaz. Ve devlet
faaliyetlerinin kapsamı yüzyıllar boyunca değişikliğe uğramıştır.
“Devletin bazı ekonomilerde daha fazla görev
üstlenirken bazılarında daha az görev almakta olmasının nedeni nedir ve yapmak
istediklerini iyi yapmakta mıdır?” tartışması yüzyıllardır siyasi, felsefi,
iktisadi tartışmaların odağı olmaktadır[2].
Devletin genel
amacı olarak toplumun refahının arttırılması ifade edilirken, bu amaç seçimlerin
ve özgürlüklerin korunması, sosyal tansiyonun azaltılması için hukuk ve düzenin
tesisi, dış saldırılardan ülkenin korunması, ülke halkının yaşam
standartlarının yükseltilmesi, yeterli sağlık ve eğitim hizmetlerinin tedarik
edilmesi olarak tanımlayabileceğimiz amaçlarla desteklenir.
Devlet amaçlar
izlediğinde, hedeflemeyi amaçladığı büyüklük ne olacaktır? Ne olmalıdır?
Kapitalist
ekonomide; “mülkiyet ilişkileri istikrarının sağlanması” ve bunun için hizmet verilmesi
devletin esas fonksiyonunu teşkil etmekte, bununla ilişkili olarak devletin
vergi alma ve harcama yapma fonksiyonu, kaynakların dağılım etkinliğinin
sağlanması, gelirin yeniden dağılımı gündeme gelmektedir[3]. Karma
kapitalist ekonomide devlet; vergileme, kamu harcamaları, devletin üretime
katılması, merkezi planlama, lisanslama, bölgeleme gibi devletin direkt kontrol
yapabilmesi, ücret ve fiyatlar gibi düzenlemeler (regülasyonlar), anti
monopolist uygulamalar, kirlilik ve güvenlik gibi alanlarda firmaların yasal
olarak kontrolü, parasal kurumların düzenlenmesi ve borçlanma politikaları ile
ekonomiye müdahale araçlarına sahiptir. Sosyalist ülkelerde ise devlet pek çok
üretim faaliyetini yürütür. Azgelişmiş ülkelerde ise devletin rolü, özel
sermaye birikimi yetersizliğinden dolayı, özel sektör birçok mal ve hizmeti
üretemediğinden, devlet üretmek zorunda kaldığından daha geniştir. Devletin
rolü farklı ekonomilerde farklılaşır. Bütün bunlar potansiyel olarak ve aktif
olarak devletin faaliyetlerinin önemini gösterir.
Gerçekte
devletlerin amaçlarının önceliği ve büyüklüğü ile ilgili kararlar, güçlükler
taşır. Çünkü diğer taraftan amaçlar için alınan tedbirler, üretim faktörleri
dağılımının iyileştirilmesi amacının da konusunu oluşturur, yani ulusal ekonomik amaçlar
arasında bir çatışma söz konudur.
Yüksek
istihdam, ulusal ekonomik politikanın dizaynında en önemli amaçlardan birini
teşkil eder. Çünkü işsizliğin insan maliyeti, zayıf bir ekonominin en büyük
kötülüğüdür.
Tam istihdamın
sürdürülmesi ile düşük enflasyon amaçları arasında potansiyel çatışma mevcuttur[4]. Çünkü
genişleyici mali ve parasal politikalarla tam istihdam hedefi başarılmaya
çalışılırken üretimin yükselmesi yanında fiyatlar da yükselebilir, işsizliğin
azaltılması enflasyonu artırabilir.
Genel olarak,
amaçlanan fiyat istikrarının tam istihdam/ işsizliğin azaltılması amacıyla “trade-off”/ bir değişim oranına sahip
olduğu kabul görür. Tam istihdam seviyesinin iyi belirlenmesi gerekir, çünkü bu
noktadan (tam istihdam seviyesinden)
sonra talep düzeyinde artışlar enflasyona neden olacaktır.
Yine, sabit
döviz kurunda; tam istihdam ve büyüme amacıyla ödemeler dengesi denkliği
amaçları arasında çatışma söz konusudur. Çünkü gelirin daha yüksek
seviyelerinde, marjinal ithalat meyli doğrultusunda daha fazla ithalat talebi
olacağından bu, ödemeler dengesi açıklarına neden olacaktır. Ticaret açıklarını
etkileyen diğer bir element olarak; prodüktivitede iyileşmeler ve teknolojide
gelişmeler malların yabancı ürünlerle daha etkin rekabetini sağlayacağından arz
kapasitesinin rolü önem arz etmektedir.
Farklı
ülkelerde veya aynı ülkede zaman içinde farklılaşmasına rağmen, çoğu ülkede bu
hedeflerden/ amaçlardan; tam istihdam, fiyat istikrarı, ödemeler dengesi
denkliğinin sağlanması, kaynakların etkin dağılımı, ekonomik büyüme/ üretimin
arttırılması, adil gelir dağılımının sağlanması en azından belli ölçütlerde
mevcuttur ve de pek çok devlet için de gelirin yeniden dağılımı politikasının
bölümleri olarak asgari ücret düzeyinin belirlenmesi ve ayni- nakdi transferlerin
asgari düzeyinin saptanması gibi gelir dağılımının ve zenginliğin yeniden
dağılım yoluyla iyileştirilmesi çalışmaları söz konusudur[5]. Diğer
amaçların ise bazı ülkelerin öncelik sıralamaları dışında kaldığı görülür.
Devlet Ekonomide Nasıl Hareket Eder ?
Ekonomik amaçlara, hedeflere ulaşmak için
devlet nasıl hareket etmelidir?
Demokratik bir ekonomide, taban devletin kontrolü dışındadır. Örneğin
istihdam düzeyi sadece devletin kararlarına değil özel firmaların ne kadar işçi
istihdam edeceğine de bağlıdır. Bu nedenle de politika yapıcıları diğer
değişkenleri de dikkate almak, hedeflerini ona göre oluşturmak zorundadır.
Amaçlanan hedeflere ulaşmada bu değişkenler, ”enstrümanlar” olarak adlandırılır. Gerçekleşen hedefler ve nihai
enstrümanlar ile “intermediate”/ ara
enstrümanlar farklıdır. Otoriteler direkt olarak “primary instrument”/ birincil enstrümanı değiştirme yoluyla nihai
değişkeni etkileyebilirler. Örneğin vergi oranını değiştirebilir, vergi
oranının değiştirilmesi toplam vergi hasılatında değişiklikle sonuçlanır. Vergi
hasılatında değişiklik, ara değişken olan harcamaları, harcamalardaki değişme
de çıktı ve istihdamı etkiler.
Bütün bu
amaçlar, daha dar veya daha geniş hacimde de olsa ekonomik özelliğe sahiptir.
Diğer amaçlar gibi yaşam standardı da ekonomik bir konudur ve genellikle ekonomik
ilişkilere müdahaleyi gerektirir. Savunma ve sağlık harcamaları, kaynakların prodüktif
kullanımdan bu alanlara yönlendirilmesini gerektirir. Bu nedenle ekonomik/
iktisadi politika; hükümetlerin amaçlarına ulaşmak için ekonomik ilişkilere
iradi müdahaleleridir[6]. Bu amaçların izlenmesinde devlet,
ekonomik terimlerle ifade edilirse birincil, ara ve nihai hedefler oluşturma
eğilimindedir. Ekonomik politika analizi; ekonomik politikanın konuları,
amaçları, araçları, iradi politika oluşturulmasında karşılaşılan sorunların ve
tedbirlerinin incelenmesini gerektirmektedir.
Bütün bu
amaçlar içinde bulunulan ekonomik durumda; daha geniş veya daha dar ağırlığa, önceliğe
sahip olabilirler.
İstikrar Politikaları Nedir ?
İstikrar
politikaları yukarıda açıklandığı üzere iktisat politikalarının bir grubunu
oluşturur. Fiyat istikrarının sağlanması; enflasyonun düşürülmesi, fiyat
hareketlerinin istikrara kavuşturulması amacıyla yürürlüğe konulan
politikalardır. “Enflasyona yol açan nedenlerin ortadan
kaldırılması”, toplam talebin kontrolünü kapsar.
Tarihsel
kayıtlar/ bilgiler, stabilizasyon/ istikrar politikalarının uygulanması
gerekliliği konusunda bize bilgi sağlar[7].
Bununla
birlikte toplam talepteki dalgalanmaları stabilize eden/ istikrarını sağlayan
faaliyetlerin zamanlaması ve eğilimi uygun olsa bile bazı problemler devam edebilecektir.
“Farklı amaçlar arasında çatışma olasılığı”
birçok ülkede istikrar politikalarının başarısızlığına yol açan temel neden
olmuştur.
“Stabilizasyon”/ İstikrar politikalarının
başarısız olmasına yol açan nedenler; iç
ve dış denge arasındaki çatışma, ekonomik politika hedefleri ile hükümetlerin
yeniden seçilme isteklerinin ağır bastığı parti politikası vs.dir.
Toplam
talepteki dalgalanmalarını istikrara kavuşturan/ stabilize eden politikalar
istikrar politikaları olarak adlandırılır, toplam talebin kontrolünü dizayn
eden politikalardır.
Toplam talebin
kontrolünde;
1. mali politika,
devlet harcamaları veya vergilerde ya da zamanlamalarında değişiklik yapılması,
borçlanma politikaları,
2. parasal
politikalar; para arzının, faiz oranlarının veya harcamaları finanse eden kredi
arzının değiştirilmesi,
3. gelirler
politikası ve
4. beklentilerin
yönlendirilmesi söz konusu olur.
Talep yönetimi
politikaları yoluyla tam istihdama ulaşma, enflasyondan sakınma veya ödemeler
dengesi denkliğinin sağlanması mümkün hale gelebilir[8].
Hedeflerin
başarılmasında sürekliliğin sağlanamaması dikkatleri üç noktaya çekmektedir.
1. politika etkinliğinde
gecikmeler
2. özel sektörün politikaya
duyarlılığının belirlenmesinde beklentilerin rolü
3. politika etkilerinde
belirsizlik
Bir politika
yapıcısı; çarpıklıkları gözlemler, sürekli olup olmadıklarını araştırır,
politikayı geliştirmesi zaman alır ve de politikanın davranışları etkilemesi de
zaman alacaktır. Bu durum “Time lags”/
zaman gecikmeleri olarak adlandırılır. Ayrıca davranışların toplam talep
üzerindeki etkileri belirsiz olduğundan istikrara kavuşturma görevinde ekonomik
politikalar zayıf bir teçhizat oluşturacaktır[9].
Enflasyon
Enflasyon
fiyatlar genel seviyesinin sürekli yükselmesi olarak tanımlanır. Fiyatlar genel
seviyesinde sürekli yükselme farklı nedenlerden kaynaklanabilir.
Ekonomi tam
istihdam seviyesine gelmeden de enflasyon ithal edilebilir (petrol fiyatlarında
artış nedeniyle 80’li yıllarda yaşanan enflasyon gibi ) veya darboğaz enflasyonu olarak ortaya çıkabilirse
de genel olarak enflasyon, emek gücünün tamamen istihdam edildiği noktada, yani
tam istihdamda toplam talebin toplam arzdan daha büyük olduğu durumda ortaya
çıkar. Sadece madeni ve kağıt para değil mevduatları, ekonomideki tüm kredi
formlarını da içeren toplam parasal veya efektif talep; bireyler, iş sektörü
veya hükümetlerin, şimdi veya daha sonra ödesin mal ve hizmet alımlarını kapsar.
Bu önemli etki,
talep; bankaların ve finansal kurumların, devletin, finansal sistemi manipüle
etmesi yoluyla genişletilebilir veya hem talebi yönetmesi hem de finansal
sistemi manipüle etmesiyle genişletilebilir.
İş
genişlemelerinin çoğunluğunda fiyatlar yükselir, iş daralmalarının çoğunluğunda
da fiyatlar düşer.
Genişleme
dönemlerinde parasal terimlerle toplam talebin yükselmesi, bankaların kredi
vermesi nedeniyle para arzının genişlemesi nedeniyledir. İş sektörü kâr fırsatı
avantajlarından yararlanmak istediğinden borçlanmak ister ve bankalar iş
sektörünün ödünçleri kolayca ödeyebileceğini düşündüğünden ödünç vermek ister,
sirkülasyondaki para arzı hızla artar. Söz konusu koşullarda iş sektörü ve
tüketici daha hızlı harcadığından hem tüketim hem yatırım düzeyi birlikte
yükselir. Depresyon dönemlerinde ise para talebi akımı, ulusal ürünün el değiştirmesinden
daha hızlı düşer. Bireyler ve iş sektörü zor günleri için tasarruf eder,
bankalar yeni ödünçler vermek istemezler. Para sirkülâsyonu çok yavaşlar ve
depresyon oluşabilir[10].
Savaş
dönemlerinde ise tüketici malları üretimi az veya az özel üretici malları
vardır. Aynı zamanda tam istihdam mevcuttur. Yüksek ücret ve fiyatla arttırılan
mallar askeridir, tamamı devlet tarafından ve sadece sınırlı vergi artırımıyla
borçlanılarak veya para basılarak alınır. Bu nedenle halk yüksek parasal talebe
sahiptir, halk için mevcut mal ve hizmet miktarı ise sınırlıdır. Ayrıca,
fiyatlar hızla yükseldiğinden harcama akımı gelir yükselmesinden daha hızlıdır.
Çünkü marjinal tüketim meyli ve yatırım eğilimi yükselir[11].
Enflasyon ile ilgili teoriler
Klasik
ekonomistler, fiyat düzeyinin para arzı tarafından “miktar teorisi” doğrultusunda belirlendiğini kabul ederler. Paranın
miktar teorisi Irving Fisher tarafından geliştirilmiştir. Birçok ilgi alanı ve
bu alanlarda çalışmaları olan ekonomist Irvin Fisher; paranın miktar
teorisinde, binlerce yıl gerilere giden bir fikri, paranın miktarı ile fiyatlar
arasındaki ilişkiyi ifade etmiştir.
Para miktarı
paranın dolaşım hızıyla, fiyatlar ise işlem hacmiyle çarpılmaktadır. “MV = PT”.
Eşitliğin bir yanında paranın dolaşım hızının oldukça istikrarlı olduğu, öteki
yanında da üretilen mal ve hizmet hacminin kısa dönemde sabit olduğu ifade
edilir. Irving Fisher; “dance of dolar”
olarak yazdığı “business cycle”/ iş
çevrimlerini yorumlayan meşhur makalesinde enflasyon ve faiz oranları
arasındaki ilişkinin detaylarını analiz etmiş, bu konudaki ilk kitabı “Appreciation and Interest” 1896’da
yayınlanmıştır[12].
Irving Fisher, ekonomik faaliyetlerdeki dalgalanmaların başlıca nedeninin para
miktarındaki değişmeler olduğunu ileri sürer. Yine bu çalışmasında Irving Fisher;
nominal faiz oranı, reel faiz oranı, umulan reel faiz oranı kavramları
arasındaki tefriki yapmış, farklılığı ortaya koymuş, ayırıma dikkatleri
çekmiştir.
Keynesyen
doktrin ise eğer para miktarında artış olursa paranın dolaşım hızının
düşeceğini ileri sürer. Keynesyen teorinin ileri sürdüğü tez doğrultusunda
Amerika Birleşik Devletleri’nde 1929’dan 1933’e kadar ki dönemde paranın
miktarında üçte birlik düşme ile birlikte paranın dolaşım hızının da düştüğü
izlenir. Bir ülkede para arzı hızla yükseldiğinde paranın dolaşım hızı da hızla
yükselir. Dolaşım hızı, para miktarındaki hareketleri dengelemekten uzak olmaktadır[13].
Keynes büyük
daralmaların; yatırım talebinde çökmelerle ve de kapitalin verimli kullanım
fırsatlarında çökmelerin sonucu olduğunu ifade eder. Bu nedenle büyük
daralmaların motoru, yatırımlardaki çökmenin çoğaltan süreciyle (multiplier process) gelir çökmesine
dönüşmesidir[14].
Keynes ve onun
izleyicilerinin çalışmalarıyla miktar teorisi kredisini kaybettiğinde iki enflasyon
teorisi caridir. “Cost-Push”/ Maliyet
yanlı teori ve “Demand Pull”/ Talep yanlı teori.
Talep yanlı
enflasyon teorisi orijinal Phillips eğrisiyle ifade edilebilir. Buna göre aşırı
mal ve hizmet talebi ve de bundan dolayı aşırı emek talebi, ücretlerdeki
değişme oranını belirler. Endirekt olarak ücret maliyetleri yoluyla fiyatlar
belirlenir. Mali politikanın aşırı talebi yarattığı düşünülür. Bu nedenle talep
enflasyonunun, devlet makro politikalarındaki hatanın sonucu olarak ekonomide
oluşan aşırı ısınmadan kaynaklandığı varsayılır.
Phillips
eğrisi analizi, 1958’de Phillips’in çalışması yayınlandıktan sonra
oluşturulmuştur. 1960’ların birinci yarısında sendikaların gücünden ziyade
piyasa güçlerinin önemi üzerinde durulduğundan daha çok talep enflasyonu
üzerinde durulmuştur. Phillips’in 1958’de yayınladığı çalışması İngiltere için 1861-1957
dönemlerini kapsar ve işsizlik düzeyi ile parasal ücretler büyüme oranı
arasındaki ters ilişkiyi ortaya koyar. Bu ilişki Phillips eğrisi olarak bilinir
ve Keynesyen modelin enflasyonu açıklayan bölümü olarak Keynesyen teoriye
entegre edilmiştir.
Ücret
enflasyonu ve işsizlik arasında bir “trade-off”/
değişim oranı olduğu varsayılır. Başlangıçta teorik temelleri olmayan bir
amprik (deneysel) ilişki olarak tanıtılmıştır.
Phillips
eğrisi 1960’ta Lipsey’in emek piyasası düzenleme süreci olarak, parasal
ücretlerde büyüme oranının emek arzını belirlediği varsayımıyla rektifiye
edilmiştir.
Samuelson ve
Solow ise 1960’ta toplam talepte artışların, çıktıyı ve bu nedenle de istihdamı
artıracağı ve bu nedenle de ücret enflasyonu oluşacağını ileri sürmüşlerdir[15].
1960’ların
sonunda Friedman-Phelps kritiği ve orjinal Phillips eğrisi amprik ilişkisinin
çökmesiyle başarı sağladı ve ekonomistler arasında enflasyon görüşünde geniş
bir polarizasyona yol açtı.
Talep yanlı
enflasyon ve arz yanlı enflasyon farklı çeşit enflasyona tekabül etmesine
rağmen gerçekleşen enflasyonlar onların kombinasyonu veya ikisinden biridir. Bu
nedenle, talep yönetimi politikaları ve gelirler politikaları, Keynesyen
enflasyonla mücadele politikalarına tekabül eder[16].
Keynesyen doktrine
karşı geliştirilen akademik reaksiyon ve yeni bir doktrinin ortaya çıkış
nedeni; paranın miktarı ile gelir, fiyatlar ve faiz oranı arasındaki ilişkileri
analiz eden uygulamalı analizlerdir
Kapitalist
tarihte 1940’lara kadar, kredileri de içeren aşırı toplam talep, enflasyonun
Keynesyen açıklaması için yeterliydi. 1950’lerde ise yeni bir çeşit enflasyon
ortaya çıkmıştır. 1970’lerin ve 1980’lerin enflasyonu ise yetersiz (deficient) toplam talebin de olduğu
dönemdir[17].
Monetarism
terimi 1968’in sonlarında Karl Brunner tarafından vurgulanmıştır. Makroekonomik
politikada bu yaklaşım para arzının kontrolüne merkezi rol verir.
Nominal
ücretlerdeki değişmenin mevcut işsizlik tarafından yönetildiği şeklinde ortaya
konan Phillips eğrisine Phelps ve Friedman’ın getirdiği eleştiri, nominal
ücretlerle değil reel ücretlerdeki değişme ile işsizlik arasında ilişki olduğu
şeklindedir. Hem ekonomik teori hem de ekonometrik kanıtlar Phelps-Friedman
görüşünü desteklemiştir.
Monetarist
enflasyon teorisi, Phillips eğrisinin beklentilerle geliştirilmiş versiyonu ile
temsil edilir. Üç temel öğeye sahiptir.
·
Birincisi;
paradan toplam talebe güçlü bir aktarım mekanizmasının olduğu tezi
·
İkincisi,
para arzının kontrol edilebileceği
·
Üçüncüsü,
beklentilerle geliştirilmiş Phillips Eğrisi analizi ile doğal oran hipotezidir.
Egzojen
parasal büyüme, enflasyon beklentileriyle birlikte aşırı talebi, dolayısıyla da
enflasyonu belirler[18].
Burada işaret
edilmesi gereken önemli nokta, uzun dönemde işsizlik ve enflasyon oranı arasında
bir trade-off olmaması, yüksek enflasyon oranının uzun dönemde düşük işsizlik
oranını uyaramayacağıdır[19].
Monetarist
analiz para arzı büyümesinin bu nedenle de enflasyon oranının para otoritelerinin
sorumluluğunda olduğu görüşündedir. Para otoriteleri para arzını, uygun bir
büyüklüğe göre sınırlamalıdır[20]. Bu büyüklük reel ekonominin, üretilmiş mal ve
hizmetlerin alınıp satılacağı büyüklük olmalıdır. Üretilen mal ve hizmetlerden
büyük bir para arzı enflasyona, düşük para arzı ise deflasyona neden olur.
Monetaristler
ekonominin kısa dönemde manipüle edilebileceğini, yani kısa dönemde yanlı
olabileceğini, uzun dönemde ise yansız olacağını yani uzun dönemde otomatik
olarak doğal işsizlik oranında bir tam istihdam dengesine döneceğine inanırlar.
Para arzı büyüme oranında bir değişmenin kısa dönemde reel büyüme oranını
değiştireceğini, yanlı olacağını ve uzun dönemde ise bu reel etkinin kaybolacağını,
yani uzun önemde yansız olduğunu, sadece
enflasyonist etkinin kalacağını düşünürler[21].
Friedman’ın
modelinde işçiler firmalara göre bilgi sağlamakta dezavantaja sahiptirler. Firmalar
kendi ürünlerinin fiyatlarını ve faktör fiyatlarını biliyorken, işçiler tam
olmayan, gecikmeli bir bilgiye sahiptirler. İşçilerin kısa dönemde yaptıkları
tahmin hatası, kısa dönemde reel büyüme oranında artışa neden olur, işsizliği
doğal işsizlik oranının altına düşürür. Bu bağlamda devletin, istikrarı
sağlamakta sabit para arzı kuralını (para arzı artış oranının kurala bağlanması)
benimsemesinden yanadırlar[22].
Monetarist modelde ekonominin tam istihdamı oluşturma eğiliminde olması ücret
ve fiyat katılığının olmadığı, serbestçe hareket ettiği varsayımına dayanır[23].
Monetarist
teoride ekonomik ajanların enflasyon beklentilerini “adaptive” olarak belirlemelerinin yerini “yeni klasik iktisatçılar”da “rasyonel
beklentiler” almıştır.
Orjinal olarak
1961’de Muth tarafından ileri sürülen rasyonel beklentiler, ekonomik ajanların
“adaptive”/ uyumcul beklentilerde
olduğu gibi sistematik tahmin hatası yapmayacağını, bu nedenle de ekonominin
daha da kısa zamanda doğal işsizlik oranına döneceğini ileri sürer. “Adaptive” / uyumcul beklentilerde
geçmişte gerçekleşmiş enflasyon oranlarının geometrik ağırlıklı ortalaması
olarak tahmin edilen enflasyon beklentisinin yerini, rasyonel beklentilerde
ekonomik ajanların gelecek enflasyonu; geçmiş enflasyon kayıtları yanında devlet
parasal ve mali politikalarını da içeren ekonomik çevreyi dikkate alarak daha
doğru tahmin etmeleri almıştır[24].
Adaptive
beklentilerde işçiler, enflasyonun değişme oranında bir grup sistematik tahmin
hatası yapmaktadırlar. Rasyonel beklentiler hipotezinde ise beklentiler endojen· olarak
geliştirilmektedir. Parasal politikanın aşırı talepte anahtar faktör olduğu ve
beklentilerin rasyonel olduğu genel olarak kabul edilmektedir. Enflasyon
kaçınılmaz olarak parasal boyutlara sahiptir. Fakat aynı zamanda, fiyatlar,
maliyetler tarafından belirlenir. Bu; nominal ücretler, döviz kuru ve kontrat
endeksleme kurallarıyla fiyatlar genel seviyesinin yukarı doğru zorlanması
anlamındadır. Ücretlerin kısa dönemde sendikalar tarafından yükseltildiği kabul
edilmekle beraber bunun talep baskısı haline gelmesi, parasal bir genişlemenin
eşlik etmesiyle mümkün olmaktadır[25].
Ekonomistler, farklı okulların görüşleri olarak enflasyonun anlaşılabilmesinde
bu özelliklerinden birini veya diğerini vurgulamışlardır[26].
Makroekonomik
denge, fiyat düzeyi artışlarının neden olduğu aşınmayı, toplam talebin, para
talebi artışlarını karşılayan para arzı artışları (shocks) ile restore edilir. “Inertial
Inflation”/ süredurumsal enflasyon yaklaşımı, fiyat düzeyi yükselmelerinin
kendilerini böyle devam eden şoklarla tesis ettiğini ifade eder. Bir nedenle
fiyatlar genel seviyesinde meydana gelen yükselme, yeni ilave para arzlarına ve
aşırı taleplere yol açar.
Bir
enflasyonist şok, aşırı para arzını doğuran ve bu nedenle fiyat düzeyinde
artışı uyaran olay olarak tanımlanabilir[27]. Buna dayanarak tanımlandığında “inflation feedback process”/ enflasyonu
besleyen süreç, fiyat düzeyi yükselmelerinin tekrar ettirildiği yeni
enflasyonist şoklardır.
Fiyat düzeyi
yükselmeleri birkaç yolla yeni enflasyonist şoklara neden olur. Öncelikle,
fiyat düzeyindeki yükselmeler bireyleri kaçınılmaz şekilde yeni enflasyon
olasılığına uyarırlar. Fiyatlar genel düzeyinde meydana gelen artışlar
bireylerin satın alma güçlerinde azalmaya neden olduğundan yeni bir
enflasyonist şoka neden olacaktır.
Yüksek fiyat
düzeyi belirsizlikleri insanların para talebini azaltır ve “tasarruf
enstrümanları getirileri”ne hakim para birikiminin satın alma gücünün tahmin
edilememesine, gelecek gelirin satın alma gücünün tahmin edilememesine neden
olarak tasarruf düzeylerini etkileyecektir[28].
Varlıkların
satın alma gücündeki azalma, fiyat düzeyine hem istikrar kazandırıcı hem istikrarsızlık
yaratıcı olarak katkıda bulunur.
Reel varlık
tutulmasının azaltılması bireyleri, kısmen satın alma gücü düştüğünden, kısmen
tasarruf stoklarını devam ettirme arzuları nedeniyle daha az harcamaya
yönlendireceğinden talep baskısının azalmasına katkıda bulunarak istikrar
sağlayıcı olarak hareket eder.
Firmalar ise
ücret ödemelerinin eski kontratlar üzerinden finansmanını yaptıklarından ve
ücretler üretim maliyetlerinde düşme yarattığından, fiyat düzeyi yükselmeleri
birim başına karlılığı arttırarak üretimi ve de toplam arzı teşvik ederek,
talep baskısını azaltacağından istikrar kazandırıcı olarak hareket eder.
Fiyat
düzeyinde yükselmeler paranın hakim olduğu yükümlülüklerin değerini azaltıcı
hareket ettiğinden bireylerin sorumlulukları umduklarının altına iner ve eğer
servet sahibi iseler daha az harcama daha çok tasarruf etme eğiliminde olurlar.
Borç almak isteyenler artar, vermek isteyenler azalır. Finansal sistem
kaynakları azalacağından daha az reel kredi sağlanması toplam arzı
azaltacaktır.
Toplam enflasyon
oranı; “volatile”/ hareketli ve sürprizlerin hakim olduğu bir
orandır. Toplam talepteki varyasyonların fiyat düzeyini etkilediği uzun
zamandır bilinmektedir. Diğer faktörler bu ilişkiyi daha karmaşık hale
getirmektedir. Enerji fiyatları artışları gibi şoklar, yiyecek fiyatları patlaması
veya devlet mikro politika düzenlemeleri ve vergileme, alternatif enflasyon
nedenlerini teşkil etmektedir. Birkaç enflasyon yaratıcı mekanizmanın birlikte
enflasyon sürecini oluşturması; bir talep etkisinin kısa dönem fiyat
hareketlerine etkisi, ikincisi şokların maliyetlerde yarattığı yükselmenin
enflasyon oranına katkısı ve üçüncüsü kısa dönemli talebin sürekliliğinin ve
şok etkisinin “core”/ çekirdek enflasyon
oranını üretmesinin katkıları görülür[29].
“Core rate”/ çekirdek oran, diğer üretim
faktörleri maliyetinin artan trendidir. Hane halkı ve iş sektörünün uzun dönem
enflasyon beklentilerinin çıkış noktasıdır. Daraltıcı düzenlemeler ücret- fiyat
dinamiğinin verdiği ivmeye (momentuma) dayanır ve kısa dönemde belli koşullar
tarafından daha kötü veya daha iyi hale getirilebilir, fakat sadece tedrici
olarak düzeltilebilir.
Çekirdek oran,
ekonomini uzun dönemli büyüme yolunda ve piyasa uzun dönem denge talebinin “neutral”/ yansız olduğu ve şokların
olmadığı durumda, üretim girdi maliyetlerinde artışların gerekli kıldığı fiyat
artışlarını yansıtır.
Şok enflasyon
oranı, analizde egzojen tanımlanır. Böyle şoklar, OPEC’in fiyat arttırmaları ve
yiyecek fiyatlarında artışlar gibi kontrol edilemeyen öğelerin fiyatları
yükseltici etkisidir. Devletin yarattığı şoklar ise “payroll taxes”/ bordro vergisi gibi egzojen etkilerdir.
Enflasyon
dinamiğinin açıklanmasına katkıda bulunan çağdaş teoriler, “momentum-core inflation”/ çekirdek
enflasyon teorileri ve “rational
expectations equilibrium”/ rasyonel beklentiler denge teorileri olarak iki
gruba ayrılır.
Enflasyon
sürecinin kendisinde kalıtımsal bir momentumun veya sürekliliğin iki olası kaynağı
“adaptive beklentiler” ve “rasyonel beklentilerdir”. Enflasyonda
asli momentum, John Taylor ve Phelps modelinde ekonomik ajanların gelecek
enflasyon beklentilerini bütün ilişkili değişkenlerin fonksiyonu olarak
oluşturmalarından kaynaklanır. Rasyonalitenin oluşturulmasının sonucu olarak
parasal ve mali politikaların oluşturduğu ekonomik çevreye duyarlılık söz konusudur.
Ücret fiyat
dinamiğinde momentumun şekillendirilmesi, adaptive beklentiler ve Taylor ücret
kontratlarında, deflasyonist politikaların işsizlik maliyeti konusunda farklı
sonuçlar verir. “Adaptive beklentiler”
veya “Core enflasyon” teorileri,
enflasyonun uzun veya kısa dönemde yüksek işsizlikle azaltılabileceğini ifade
ederken “Taylor ücret kontrat” modeli ve diğer rasyonel beklentiler modelleri, farklı alternatif
politika stratejilerinin, ekonomi yüksek işsizlik maliyetine katlanmaksızın enflasyonun
düşürülebileceğini ifade eder[30].
Tedrici sıkı parasal ve mali politikalarla (gradual
tightening of monetary and fiscal policy) enflasyonun elimine edilmesinde
uygulanan politikanın ne kadar tedrici olacağı ücret kontratlarının dinamiğine,
özel ekonomik ajanların plana inancının temin edilmesine bağlıdır.
Adaptive
beklentiler ve rasyonel beklentilerin varsayımlarının farklılığından dolayı,
nispi olarak ağrısız bir “disinflation”ın
uygulanabilirliği farklılık gösterir.
Adaptive
beklentiler modelinde enflasyonist beklentiler “autoregressive”/ geriye dönük olduğundan, nominal ücret ve fiyatlar
umulan enflasyonun fonksiyonu olduğundan, enflasyon beklentileri uzun işsizlik
dönemleri sonucu kırılabilecektir.
Alternatif “rasyonel beklentiler” görüşünde; hükümet
eğer kredibiliteye sahip ise küçük bir maliyetle enflasyonu sona erdirmek
mümkündür. Uzun dönemli devlet politikaları eğer büyük ve sürekli bütçe
açıkları yönetiyor ve para basıyorsa, bu enflasyon kendi momentumuna sahiptir.
Böyle bir enflasyonist sürecin sona erdirilmesi; politika veya stratejinin ani
bir şekilde değiştirilmesini ve bunun yaygın bir şekilde bilinmesini gerektirir[31].
1960’lı
yıllarda “monetarist-structuralist”/ parasalcı-yapısalcı
tartışma ve enflasyon dinamiğinin mekanizması, teorik ve amprik literatürün hacmini
oluşturmuştur.
Sermaye
akışkanlığının derecesi, ücret ve fiyat süredurumunun varlığı, kredibilite
problemleri, gelecekteki politikalara göre beklentilerin durumu gibi yapısal
faktörlerin, döviz kuru politikalarının ve parasal politikalarla mali
politikalar arasındaki uyum eksikliği üzerinde durulan konular olmuştur.
Monetarist
model veya ortodoks model, mali açıklar, para yaratılması ve enflasyonun etkileşimi
üzerine odaklanırken, yeni yapısalcı model; yiyecek darboğazı, gelir dağılımı
dengesizliği[32]
ve reel ücretlerin belirlenmesinde sosyal çatışmaların enflasyonist etkileri
üzerine odaklanmaktadır. Ortodoks görüş, gelişmekte olan ekonomilerde
enflasyonun birinci nedeninin sınırlı borçlanma imkanlarına sahip ekonomilerin
(hem iç hem de uluslararası olarak) büyük mali açıklarını finanse etmek için
hükümetlerin yarattığı para olduğu üzerinde dururlar. Cordosa (1981), Taylor (1983,
1991) gibi yeni yapısalcılar; reel ücretler ile kâr arasındaki gelirin
dağılmasında, işçi- kapitalist çatışmasının enflasyonu oluşturduğunu ileri
sürerler[33].
Hedeflenen
reel ücretler; değişen pazarlık koşullarında ve istihdam durumlarında, devlet
politikalarında, uzun dönem büyüme ve gelir dağılımı politikaları gibi pek çok
diğer faktörlerdeki değişmelerin ışığında oluşturulur. Fakat emek
kontratlarının belirlenmesi oldukça kısa dönemdedir. Süredurum enflasyonu; en
yüksek reel ücret düzenlemelerinin, enflasyon hızlandığında hedef ücretin
belirlenmesi tamamen işçilere bırakıldığında oluşur. Problem, endeksleme (indexation) periyodunun kısalması, ücret
artışlarının enflasyon oranını yükseltmesinden kaynaklanacaktır. Fiyat oluşum
trendinde endeksleme periyodunun kısalmasının enflasyon oranı üzerindeki
etkisi, sık endekslemenin enflasyon hızını yükselttiğidir. İşçiler, reel
ücretlerini yüksek tutabilmek için endeksleme sürelerini kısaltacaklardır[34].
Heterodoks şok
antienflasyon paketlerinde; ücret ve fiyatların dondurulması ve endekslenmemiş
(deindexing contracts) kontratlar “inertial”/ süregelen enflasyonla
mücadelede uygulanan yöntemlerdir.
İşçilerin ücret artış istekleri tam olarak
karşılanmadığında, en yüksek ücret artışları istenilen artışların altında
kaldığında, işçilerin ücret istekleri tam karşılanmadığında çatışmaya yol açacak,
reel gelir kayıpları süreklilik kazandığında endeksleme süreleri de
kısalacaktır. Ücret endeksleme sürecindeki büyük yükselmeler enflasyonda yukarı
doğru sıçramanın bir diğer nedenidir. En yüksek ücretlerde yukarı sıçrama veya
endeksleme sıklığından dolayı ücret enflasyonu eğrisi,”indexing rule”/ endeksleme şedülü üzerine çıkabilir. 1920’lerin
başında yaşanan Alman hiperenflasyonuna getirilen yorumlardan biri de budur[35]
Yapısal
hipotez, Batı ekonomilerinin yükselen fiyat düzeyini, uzun dönem trendinde açıklamaya
çalışır. Enflasyonun uzun dönem eğiliminin yapısal faktörlere dayandığı fikri;
P. Streeten (1962) ve W. Baumol (1967)’nin çalışmalarına dayanır. Daha yakın
tarihte G. Maynard ve W.V. Ryckeghem (1976) bu hipotezi dikkatle formüle etmiş
ve bir gurup OECD ülkesi için test etmiştir[36].
Uzun dönem
enflasyonist eğilim; kısmen teknolojik gelişim, kısmen davranışsal olan belli
faktörlerin etkileşimine dayanır. Bu faktörleri; endüstriyel sektör ve hizmet
sektörü verimliliğinde farklılaşmadır, fakat her iki sektörde parasal ücretler
büyüme oranının aynı olması, ücret ve fiyatların aşağıya doğru katı, sınırlı
esnek olması endüstriyel sektör ve hizmet sektörü çıktılarının gelir ve fiyat
elastikiyetlerinin farklı olması şeklinde sıralayabiliriz.
Yapısal modelde
ekonomik faaliyet, iki sektörün; “progresive”/
endüstriyel sektör ve muhafazakar “concervative”/
hizmet sektörünün toplamı olarak karakterize edilir. Endüstriyel sektör ve
hizmet sektörü verimlilik artışları farklı iken, parasal ücret büyüme
oranlarının aynı olması, ekonominin düşük verimlilik büyümesine sahip hizmet
sektöründe sürekli maliyet baskısına yol açar. Sabit kar marjı, yükselen birim
emek maliyetleriyle, bu sektörde tüm ekonomi için maliyet enflasyonu oluşur.
Yapısal enflasyon bu nedenle iki sektörün nispi arz fiyatlarında değişikliği
ifade eder. Hizmet sektörü arz fiyatları nispi olarak endüstriyel sektöre göre
yükselir. Sonuç olarak, bu tür enflasyon hizmet sektörü çıktısı için büyük bir
gelir elastikiyeti ve küçük bir fiyat elastikiyeti için söz konusudur. Baumol
(1967)’ün dengesiz büyüme modeli, yapısal modelin prototipi olarak alınabilir[37].
Baumol, ekonominin faaliyetlerini, aktivitesini iki sektöre; artan emek
verimliliği ile karakterize edilenendüstriyel sektör (progressive)
ve sabit emek verimliliği ile karakterize edilen muhafazakar (concervative) hizmet sektörüne
ayırmıştır. Genelleştirilmiş İskandinav (Scandinavian) modelinde; iç enflasyon
oranı, ithal edilen enflasyon kadar ticareti yapılabilir ve ticareti yapılamaz
mallar verimlilik büyüme oranları farklılığından da kaynaklanır[38].
Toplam talep
fonksiyonunda otonom bir kayma; tüketim eğiliminde bir artış veya özel sektör
otonom harcamalarında bir değişmeden, para arzında bir değişme ya da devlet
harcamalarında bir artıştan, açık ekonomide ihracatta bir artıştan
kaynaklanabilir.
Toplam talepte
bir artış, kısa dönemde yüksek fiyat düzeyinde reel çıktıda bir artışa yol
açar. Uzun dönemde ise fiyat artışlarına uyumlu ücret beklentileri
oluşturduklarından, reel ücretleri restore eden nominal ücret artışları toplam
arz eğrisinin sol yukarı doğru kaymasına yol açacaktır. Aynı reel ücret
seviyesinde uzun dönem dengesinde hem fiyat düzeyi hem de nominal ücretler
yükselecektir. Bu nedenle;
1. genişleme
safhasında talepteki genişlemenin çıktı, istihdam ve fiyat düzeyinde geçici
artışa yol açtığı safha,
2. fiyat
düzeyinde daha fazla bir artışın arz fonksiyonunda yüksek maliyetler nedeniyle
bir düzenlemeye yol açtığı, istihdamın düştüğü, fiyat yükselmelerinin devam
ettiği safha olarak iki ayrı safhada oluşur.
Enflasyonun
başlangıçta arz eğrisinde otonom bir kaymadan kaynaklanması; doğal afetlerden,
doğal kaynaklar monopolünden (OPEC- Organization
of Petroleum Exporting Countries’in ham petrolü kontrol etmesi), dış
ticaret hadlerinde aleyhte gelişmeler, emek verimliliğinde azalma, saldırgan
ücret ve kar artışları nedenleriyle olabilir. Deprem, sel gibi doğal afetler,
kötü hava koşullarının yol açtığı tarımsal ürün nedreti (azlığı) veya diğer
malların azlığı toplam arz eğrisinde kaymalara neden olabilen faktörlerdir.[39]
1990’larda
yeni bir tip enflasyon ve bu enflasyonun nasıl durdurulacağı sorusu ortaya çıkmıştır.
Bu yeni tip enflasyon, merkezi planlı ekonomilerin piyasa ekonomisine geçiş
sürecinde meydana gelmiştir[40].
1989 ve 1990’da
Doğu Avrupa’nın iki ekonomisi Polonya ve Yugoslavya hiperenflasyon yaşarken
bölgedeki diğer ülkelerden Bulgaristan, Macaristan ve Sovyetler Birliği yüksek
enflasyon deneyimi yaşamışlardır.
Doğu Avrupa da
stabilizasyon özel tedbirleri gerektiren farklı bir olaydır.
Maliyetlerine
maruz kalmalarına rağmen Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovenya ve Baltık
Devleti gibi bir kaç reform ülkesi başarılı stabilizasyon programları ve geçiş
programları uygulayabilen, orta enflasyon ve hatta “low”/ düşük enflasyon oranlarına geçebilmiş ülkelerdir. Yeni tip
enflasyonun durdurulması hem sınırlayıcı parasal politikaları ve kapsamlı
parasal reformların yürütülmesini gerektirir.
Doğu
Avrupa’nın bütün bu ülkelerinde hükümetler, Komünist partinin tek parti kuralı
yerine Batı Avrupa stili çok partili demokrasi sistemine geçileceğini, devlet
mülkiyetli endüstri ve merkezi planlı ekonomiden özel mülkiyet ve piyasa
ekonomisine geçileceğiyle ilgili niyetlerini ilan ettiler[41].
Temel bir
ekonomik reform stratejisi üç önemli elementi;
·
makro
ekonomik stabilizasyon,
·
ekonomik
liberalizasyon ve
·
devlet
teşebbüslerinin özelleştirilmesini içerir.
Ekonomik
liberalizasyon genel terimlerle; ekonomiyi uluslararası ticarete açmayı, iç
piyasalarda rekabet yaratmayı ve özel mülkiyet haklarının korunması için yasal
sistemin tesis edilmesini ifade eder.
·
kamu
teşebbüslerinin yumuşak bütçe sınırlamalarından,
·
devlet
işletmelerinde ücret disiplini yetersizliğinden,
·
hane
halkına verilen büyük sübvansiyonlar
nedeniyle oluşmuş ve eski bütçe
açıkları finansmanının neden olduğu aşırı parasallaşma, merkezi planlı
ekonomilerden piyasa mekanizmasına geçen ekonomilerin temel özelliğini oluşturmuştur.
Sosyalist
ülkelerde devlet teşebbüsleri geleneksel olarak yumuşak bütçe sınırlamalarının
konusudur. Çünkü düşük kredi maliyetlerinde çalışma, direkt sübvansiyonlar,
vergi muafiyetleri gibi ayrıcalıklara sahiptirler. Devlet kuruluşları için bu
özel muameleler piyasa mekanizması realitesine tampon özelliği taşımaktadır.
Devlet yöneticileri yatırımları aşırı genişletme eğilimindedir ve bu ücret
artışlarına yol açar. Eğer yatırımlar bozulma eğiliminde ise veya geniş ücret
sıkıştırmaları nedeniyle karlılık azalmamasına yol açarsa, yöneticinin
üzerindeki baskı minimum ya da hiç yoktur. Bununla birlikte, masif kayıplara
rağmen iflaslar hiç yok ya da nadirdir. Devlet teşebbüslerinde ücret disiplini,
geleneksel olarak devlet yöneticileri kar amacı gütmediğinden zayıftır. Devlet
yöneticileri çoğunlukla işçiler tarafından atandığından işçi taleplerine cevap
vermeye hazırdırlar ve genel olarak ucuz merkez bankası kredileriyle finanse
edilen işçi ücret artışlarını sınırlama eğiliminde değildirler. Bu durum prodüktivite
artışlarını aşan ücret artışlarına yol açar. Bu durum 1988- 1991’de Sovyetler
Birliği’nde ve 1987-1989 döneminde Polonya’da görülmüştür[42].
Komünist
rejimlerde genellikle bütçe açıklarını arttıran hane halkına sağlanan geniş
sübvansiyonlar söz konusudur. Tüketici fiyatlarını düşük tutmak için bütçe
sübvansiyonlarını kullanırlar. Sonuç olarak büyük bütçe açıkları, yüksek
enflasyon için makroekonomik koşulları yaratır. Örneğin 1989’da Polonya’da
yiyecek, tarımsal girdi ve kömüre verilen sübvansiyon GSYIH’nin %8’ini
aşmaktadır.
Doğu Avrupa
ekonomileri çoğunlukla aşırı parasallaşmadan muzdariptir. Kontrol edilen fiyat
sistemiyle birleşen geçmişte bütçe açıklarının finansmanının para basılarak
yapılmasının yarattığı parasallaşmanın neden olduğu geniş alım gücü birikmesi söz
konusudur. Bir kere fiyatlar liberalize edildiğinde, kontrol edilen fiyatlar
dünya fiyat düzeyine yükseleceğinden enflasyonist baskı kaybolur ve fiyatlar
genel düzeyi hızla yükselme eğilimindedir. Bu nedenle geçiş ekonomilerinde
stabilizasyon programları fiyat yükselmeleriyle başlar.
İstikrar Politikası Problemleri
“Time
lags”/ Zaman Gecikmeleri
İradi iktisat politikası
uygulamalarında karşılaşılan en önemli sorunlardan biri “zaman gecikmeleri”dir. Politika sonuçlarının etkinlik kazanması
zaman alır. İktisat politikalarının bir grubunu oluşturan istikrar politikaları
da zaman gecikmelerinin konusudur.
İktisat
politikasının amaçlarından birini teşkil eden ekonominin dalgalanmalardan
kurtarılması; enflasyonun aşağı çekilmesi, fiyatlara istikrar kazandırılmasıdır.
İstikrar politikaları olarak adlandırılırlar. İstikrar politikaları; fiyat
istikrarıyla mümkün olduğunca düşük bir enflasyon oranını, yüksek ve oldukça
istikrarlı bir çıktı seviyesini ve istihdamı başarmak ile ilgilidirler.
İstikrar
amacının başarılması kolay değildir. Farklı zaman gecikmelerinin varlığı,
ekonominin istikrar politikalarına cevap vermekte gecikmesi, ekonomiyi kontrol
etmeyi zorlaştırmaktadır.
Ekonomistler, zaman
gecikmelerini (time lag);
·
tanıma
gecikmesi ( recognation lag),
·
yürütme
gecikmesi (implementation lag) ve
·
etkinlik
gecikmesi (response lag)
olarak ayırmaktadırlar[43] .
Tanıma
gecikmesi (recognation lag), bir
müdahalede bulunulması gereksiniminin olduğunun fark edilmesine kadar geçen
zamandır. Para ve maliye politikalarında aynı zaman süresini kapsayan bir
gecikmedir.
Yürütme
gecikmesi (implementation lag), bir
müdahale gereksiniminin idrak edilmesinden politika değişikliğine veya uygulamasına
kadar geçen zamanı ifade eder.
Yürütme
gecikmesi, maliye ve para politikalarında farklı zaman uzunluğunu kapsar. Para
politikalarında maliye politikalarından çok daha kısadır.
Tanıma ve
yürütme gecikmesi iç gecikme olarak tanımlanır[44].
Politika yapıcılarının ekonomide bir çarpıklığın olduğunu (boom, slump) tanımlaması, veri toplama güçlüğü nedeniyle zaman
alır. Bazı veriler kısa, bazıları daha uzun sürelerde sağlanır. Bu verilere
dayanılarak tahminlerin yapılması gerekir. Tahminler yapıldığında ekonomik çarpıklık
büyümüş olur. Ekonomiyle ilgili kesin bilginin elde edilebilmesi zaman alan bir
olaydır.
İşsizlik
oranında gelişmeler, fiyatlar genel düzeyinde, sermaye oluşum oranında gelişmelerin,
tüm ekonomiyle ilgili bilgilerin sağlanması bazen uzun zaman alır. Verilerin
değerlendirilmesinden sonra istikrar gereğinin ortaya çıkmasıyla tanıma
gecikmesi son bulmaz. Problemin ekonomiyi; geçici mi, az veya çok mu, sürekli
mi etkilediğine karar verilmesi gerekir. Bunun ötesinde yetkililer bir
değişikliği başlatmakta gönülsüz olduklarında sadece bu, başlı başına bir sorun
oluşturur.
Vergi
kanunları ve harcama programları bir kere karara bağlandıktan sonra
değiştirilmeleri söz konusu değildir. Eğer ekonominin bir resesyona girdiği yıl
ortasında açıklık kazanır ve mali uyarım gereği ortaya çıkarsa, bunun
yapılabilme olasılığı nispi olarak zayıftır. Parlamento vergi ve harcamalarla
ilgili mali politikayı değiştirinceye kadar bu olası değildir. Yürütme
gecikmesi bu nedenle mali politikalarda faklı uzunluğa sahiptir.
Para
politikalarında bu tür sınırlamalar daha az söz konusudur. Politika
değişikliğinin realize edilmesinden sonra gereken politika davranışının
uygulanmaya başlatılmasına kadar geçen süre mali politikaya oranla çok daha
kısadır[45]. Merkez
Bankası para arzını arttırmayı istediğinde açık piyasa işlemlerini başlatır ve
devlet kağıtları alımına başlar, para stokunu arttırır, para arzının
genişlemesi başlar[46]. Bu
aksiyona, mali politikada olduğu gibi direnç gösterilmez, çoğunlukla geniş
kesimler politikanın farkında bile değildirler.
Bir
kere yönetim kararı alındığında ve karar yürürlüğe sokulduğunda dış gecikmeye
geçilmiş olur.
Dış gecikme, bir etkinlik gecikmesidir.
Kendi içinde iki alt bölüme ayrılır.
Önce ara politika değişkenleri etkilenir.
Örneğin vergi oranının değiştirilmesi zamanı ile toplam talebin etkilenmesi
arasında geçen süre ile ara hedefe ulaşılması ile nihai hedefe ulaşılması
arasında geçen süre “dış gecikme”yi
oluşturur. Toplam talepte oluşan değişmenin istihdam düzeyini değiştirmesi
nihai amaca ulaşmaktır.
Dış gecikme,
iç gecikmeye benzemeyen zamana yayılmış bir politika gecikmesidir. Vergi
oranlarının azaltılmasının yarattığı gelir artışı düzenlenmesi ve tüketim
malları yelpazesini etkilemesi ile firma yatırım kararlarının para
politikalarında değişiklikleri izleyen faiz oranı değişmelerinden etkilenmesi
veya etkilenmemesi daha dağınık bir ilişkiyi ifade eder.
Dış gecikme (inside lag) de iç gecikme gibi sabit
olmayacaktır. Politika değişikliği sürecinde ekonomi ve beklentiler
şekillenecektir. Dış gecikme, bir dağılım gecikmesidir[47]. Tanıma
ve yürütme gecikmeleri olmasa bile çok etkin bir politikanın ekonomiyi
etkilemesi de zaman alacaktır.
Devlet
harcamalarında bir artışın etkileri ya da para arzında bir artışın etkilerinin
ortaya çıkmasının zaman alması etkinlik gecikmesi (effect
time lag ) olarak isimlendirilir. Ekonomistler etkinlik gecikmesinin
ölçülmesinde büyük gayretler sarf etmişlerdir. Mali politikalarda etkinliğin
sağlanması birkaç yıl, parasal politikalarda birkaç aydan bir yıla kadar
uzanmaktadır[48].
Mali
politikaya ekonominin tepki verme gecikmesini, devlet harcamaları çoğaltanı
doğrultusunda düşünmek gerekir. Devlet harcamalarında oluşan artış veya azalış
yönünde bir değişiklik harcama çoğaltanı, vergilerde sağlanan artış veya azalış
yönünde bir değişiklik vergi çoğaltanı misli kadar milli gelirde bir
değişikliğe yol açar. Çoğaltanın tam değerine ulaşması zaman alır. Mali
politika hareketinin başlangıç değeriyle milli gelirde yaratacağı tam değişme
arasındaki zaman gecikmesi, tepki gecikmesinin nedeni çoğaltan sürecindeki
gecikmelerdir. Devlet harcamalarının veya vergide azalmaların sağlandığı ilk
birkaç ay boyunca firma ve bireyler için devlet harcamaları artışları ve vergi
azaltılmalarından kendi harcamalarını artıracak yarar sağlamaları zaman alır. Bu
gerçekleşinceye kadar devlet harcamaları çoğaltan etkisi hissedilmez.
Devlet
harcamaları, toplam harcamaların önemli bir öğesidir (C+I+G+X-M). Devlet harcamalarında
bir değişme; yükselme yönünde olduğu zaman toplam harcamalar direkt yükselir.
Değişme kişisel
vergilerde olduğu zaman bu ilave bir gecikmeye yol açar. Vergi azalması
sağlandığında bireylerin bu gelir artışının ne kadarını harcayacakları, ne
kadarını tasarruf edeceklerine karar vermeleri gerekecek, vergi azalmalarının
tüketim eğilimi oranındaki bir bölümü harcamalara aksedecektir[49].
İş sektöründe
vergi azalmalarının etkisi ise firmaların vergi sonrası gelirlerini ne
yapacağına karar vermesinden sonra, eğer ortaklarına kâr payı dağıtıyorsa, bu
da kişisel vergi konusu olup harcamaları daha sonra tüketim eğilimleri
doğrultusunda olacak ya da firma vergi sonrası herhangi bir dağılım yapmayacak,
vergi indirimlerinden sağlanacak geliri yatırımlara yönlendirecektir.
Yatırımlar toplam harcamaların bir öğesidir, planlama ve zaman gerektirir[50].
Para politikasına
ekonominin tepki verme gecikmesinde, örneğin yatırımlarda planlanan bir değişme
faiz oranı değişiklikleriyle sağlanmaya çalışıldığından, faiz oranlarında
yapılan bir azaltmanın tüketimi uyaracak oranda olup olmadığının bilinmesini
gerektirir. Tüketimin ve yatırımların faiz oranı değişmelerine tepki vermesi
zaman alacaktır. Firmalar genellikle yatırım planlarını uzun zaman önce
yaparlar. Bu nedenle faiz oranlarındaki değişme, yeni yatırımlara gidilmeyi
hemen hızla arttıramaz. Uygulamada bu birkaç ay veya bir yıl sürebilir[51]. Para
politikası uygulamasında ekonominin tepki vermesine kadar olan gecikme, mali
politikaya tepki vermesine olan gecikmeden uzun olabilir. Çünkü faiz oranları
değiştiğinde firma, hane halkı tüketimini değiştirinceye kadar satışları
değişmediğinden yatırım değişiklikleri yapmaya gitmeyecektir. Bu nedenle faiz
oranı değişiklikleri vergi oranlarında yapılan değişiklikler gibi hareket
edecektir.
İstikrarsızlık
durumunda eğer bir istikrar politikası uygulanıyorsa zaman gecikmeleri de söz
konusu olacaktır. Ekonomi geçici veya sürekli çevrimsel hareketlerden
etkilendiğinde, devlet ters çevrimsel iradi politikaları hemen başlatarak iç
gecikmeyi ortadan kaldırabilir veya kısaltabilir.
Aktivist
olmayan iktisatçılar iradi politikanın uygun zamanlanamamasının istikrar bozucu
etkisinden korkarlar[52].
İç gecikme (inside lag) bir politika uygulamama
gecikmesidir. Politikanın ekonomi üzerinde bir etkisi yoktur, çünkü henüz bir
iradi politika uygulaması başlatılmamıştır. Dış gecikme (outside lag) ise politikanın işlemesinin toplam talep ve gelir
üzerinde etkisinin dağılım gecikmesinin işlemesiyle kaybedilen süre, politika
etkinsizliğine yol açan zaman kaybıdır[53].
Beklentilerin Rolü
Ekonomide
kararlar, normal olarak değişkenlerin gerçekleşmiş değerlerinden çok umulan
değerlerine göre alındığından, ekonomik politika kararlarının alınmasında
beklentilerin rolü çok önemlidir.
·
Politika
değişmelerinin kendilerinin beklentileri etkilemeleridir. Umulan enflasyon
oranının artacağına işaret eden bir politika değişikliği, umulan enflasyon
oranının artmasına yol açar. Beklentilerde böyle bir değişme de ekonomik
birimlerin davranışlarını etkileyecek, böylece parasal genişlemelerin etkileri
miktar değişmelerinden çok fiyatlarda görülecektir. Örneğin mali ve parasal
politikaların uygulamaya konması halkın derhal piyasalarda alış veriş yapmasına
yol açacağından politika etkinsizliği oluşacak, kısa dönemde istikrar
politikaları reel geliri etkilemekte etkinsiz kalacaklardır[54]. Rasyonel beklentiler hipotezinin altında
yatan temel fikir, ekonomik birimlerin beklentilerini ekonomik teorilerin
yapısına göre şekillendirdikleridir[55].
Keynesyen
teoride beklentilerin rolü yatırım kararlarının alınmasında, yatırım maliyetleri
üzerinde getiri sağlanması beklentisinin olması- olmaması durumu nedeniyle
görülür. Son dönemlerde ise beklentilerin ücret kontratlarında ücret
oluşumlarında ve fiyatların oluşumunda oynadığı önemli rol görülmektedir[56].
Ekonomik birimler kararlarını dinamik oluşumda, karşı karşıya kaldıkları iyi
tanımlanmış sınırlamaların ışığında gerçekleştirmektedirler. Rasyonel
beklentiler modelinde ekonomik birimlerin davranışlarını; vergi yönetimi,
devlet harcamalarını, para politikasının özelliklerini iyi anladıklarında nasıl
değiştirdikleri incelenir. Ekonomik birimler enflasyona daima parasal genişlemelerin
neden olduğunu realize ederler ve ekonomik birimlerin cari parasal genişleme
oranının ışığında enflasyon oranı tahmini yaparlar. Bu nedenle ekonomistler umulan
ve umulmayan parasal genişlemelerin etkileri arasındaki farka dikkat çekerler.
Sadece umulmayan parasal genişlemeler reel üretim üzerinde ve kısa dönemde
etkili olurlar. Uzun dönemde umulmayan parasal genişlemeler umulan durumuna
geçtiğinden reel üretimi etkileyemezler.
Rasyonel
beklentiler hipotezi beklentilerin daima doğru olacağını söylemez. Bu nedenle
ekonomik istikrarı dizayn eden politikalar için küçük bir faaliyet alanı
mevcuttur. Rasyonel beklentiler hipotezine birkaç noktada eleştiri getirilir.
·
Birincisi,
beklentilerin şekillendirilmelerinde “doğru
bilgi” ye olan gereksinimdir.
·
İkincisi,
ekonomik birimler mevcut kontratlarıyla sınırlı olduklarından beklentilerine
göre davranışlarını değiştiremeyeceklerdir[57].
Kurallı Politikaya Karşı İradi Politika
Tartışması
Stabilizasyon/
istikrar politikalarının oluşturulmasında gecikmelerin yol açtıkları sorunlar
üzerinde duruldu. Bu nedenle bazı ekonomistler, ekonomik faaliyetleri stabilize
etme/ istikrar kazandırma gayretlerinin onu iyileştirmekten çok zarar verici
olduğu sonucunu çıkarırlar.
Ekonomik
dalgalanmalar ne kadar iyi minimize edilirler? Hükümetler başarılı
stabilizasyon politikaları uygulayabilirler mi? Sonuç olarak, politikalar kurallara bağlanırsa
daha mı iyi olur?
Muhafazakar
ekonomistler hükümetlerin ekonomiye müdahale etmemesinden yanadır. Bu nedenle
kuralların sabitlenmesi taraftarıdırlar[58].
Kurallardan yana olan ekonomistler; vergi kanunlarında, hükümet harcama
programlarında veya parasal koşullarda sık sık meydana getirilen değişikliklerin
firma ve tüketicilerin rasyonel planlar oluşturmakta ve onları gerçekleştirmekte
zorlandıklarını ileri sürerler. Kurallı bir uygulamada iş sektörü ve
tüketiciler, hükümetlerin özel sektör için çok daha istikrarlı bir çevre
yarattığını bileceklerdir. Monetaristler politik olarak muhafazakar eğilimli,
iradi politika uygulamalarına karşı ekonomistleri temsil ederken Keynesyenler
iradi politikalardan yana liberal eğilimli politikacıları temsil etmektedirler[59].
İradi politikalar
olan stabilizasyon/ istikrar politikalarına getirilen eleştiriler, mali ve
parasal politikaların çalışmasında;
·
gecikmeler,
·
kötü
zamanlama ve
·
belirsizlikler
nedeniyledir.
Merkez
bankalarının politika aksiyonları para arzı üzerinde arzu edilen etkinlikte
midir? Bu aksiyonlar faiz oranlarına ve harcamalara ne etkide bulunacaktır?
Mali politika aksiyonları harcamaları uyarıcı güce sahip mi? Harcamaları ne
kadar pompalayabilecek? Harcama çoğaltanının büyüklüğü nedir? gibi bir grup
belirsizlik söz konusudur.
Genellikle
Keynesyen geleneği yansıtan ekonomistler, piyasa ekonomisinin zayıf ürün, petrol
fiyatlarında fahiş değişmeler veya büyük endüstrilerde grev gibi ekonomik
şokları kendi kendilerine düzeltmekte çaresiz kaldığına inanırlar. Bazı
ekonomistlere göre; piyasa ekonomilerinde hem ekonomik genişlemeler hem de
daralmalar kendi kendilerini beslediklerinden piyasa ekonomisinin yapısında
istikrarsızlık mevcuttur. İş genişlemeleri ilave yatırım ve tüketimleri uyardığından
çoğaltan etkisi gösterir ve enflasyonist genişlemelere yol açar. Kaynaklar ekonomiyi
sınırladığından reel üretimde genişleme sonsuz olarak sürmeyecektir. Sonuç
olarak üretim büyümesi devam etmeyeceğinden kötümserlik başlar ve aşağı dönüşün
tetiği çekilir[60].
Çoğaltan etkisi aşağı dönüşü büyültür, endüstriyel kapasitenin kullanılmamasına,
yaygın işsizliğe neden olur.
Aktivistlerin
bir bölümü piyasa ekonomisinin kendi kendini düzenleyen mekanizmasının yavaş
çalıştığını, düşük reel ücretler ve düşük faiz oranlarıyla tam istihdamın
restore edilmesinin uzun bir süreçte gerçekleştiğini, bu nedenle de iradi
politika uygulamalarının düzenleme sürecini hızlandırdığını ve ekonomik
istikrarsızlığın maliyetini minimize ettiğine inanırlar. Ekonominin ince
ayarının yapılmasında parasal ve mali politikaların kullanılmasından yanadırlar[61].
Monetaristler (non activists ) ise zamansız politika
müdahalelerinin istikrar bozucu etkileri üzerinde dururlar. Onlar için tercih
edilen politika görüşü; kurallarla sınırlandırılmış; reel milli gelir büyüme
çizgisine uyumlu bir parasal büyüme ve denk bütçe anlayışına dayanan bir mali
politikadır.
Aktivist
olmayanlar bir piyasa ekonomisinin kendi kendini restore etme eğiliminin iyi
çalıştığına inanırlar. Ayrıca, politika yapıcılarının eğer istikrarlı bir mali
ve parasal politika izlenirse, cari ekonomik koşullara göre politikanın
belirlenmesinde daha az hata yapacaklarını ileri sürerler[62].
Ekonominin
kendi kendini restore etme eğilimi iki kaynaktan gelebilir.
·
Birincisi,
endojen değişkenler olarak ifade edilen davranışsal ilişkilerdir.
·
İkincisi,
mevcut otomatik istikrar sağlayıcılardır[63].
Birinci
faktöre örnek, tüketimin cari gelirden çok sürekli gelire dayanmasıdır. Bu
nedenle tüketim, toplam talepte bir sapmayı izlemekte yavaş olur.Benzer
yaklaşımları yatırım ve net ihracat gibi toplam talebin diğer öğeleri için de
söz konusudur.
Ekonominin kendi kendini restore etme
eğilimine katkıda bulunan diğer bir faktör olan otomatik stabilizatörler, milli
gelirdeki cari hareket değişmelerine otomatik olarak denge üreten
mekanizmalardır. Bu devlet bütçesinin pozisyonundan kaynaklanır[64].
Eğer GSMH’da
düşme olursa, devlet tarafından alınan “progresive
income tax”/ artan oranlı gelir vergileri hasılatında düşme meydana gelir.
Nispi olarak toplumun harcama gücü artmış olur. Aynı zamanda işsizlik
arttığında diğer bir otomatik istikrar sağlayıcı olan işsizlik ödemeleri
transferi artacak, tüketimin kısılmasını nispi olarak azaltacaktır.
Otomatik
istikrar sağlayıcılar, iradi olarak belirlenen, otomatik olarak
devreye giren bir mekanizmadır. Tanıma ve yönetme gecikmesi olmaksızın devreye
girerler[65].
Bununla
birlikte otomatik istikrar sağlayıcılar iki yanlı silahtır. Ekonomide
hareketleri yavaşlattığından GSMH’yı büyüme hedefinden uzaklaştırır. Çoğaltanın
değerinin küçülterek toplam talepte dalgalanmaların kuvvetini azaltır. Çünkü
ekonomik faaliyet düzeyinin canlı olduğu dönemlerde de işsizlik ödemeleri,
işsizlik azaldığından azalır ve yüksek gelir düzeylerine ulaşıldığından ”progressive“/ artan oranlı gelir vergi
ve anonim şirket kar vergileri vergi hasılatını artırarak harcamaların
kısılmasına katkı sağlar.
Aktivist
politika taraftarları, zıt çevrimsel iradi politikaların oluşturulmasının zor
olduğunu kabul ederler. Fakat politika yapıcıları iradi politikalarla ekonomik
yükselme ve alçalmaların yavaşlatılabileceğine, kontrol edilebileceğine
inanırlar.
Ayrıca iradi politikaların
oluşturulmasında politika yapıcıları: öncü göstergeleri, kapasite
kullanım oranlarını izler, bu göstergelerin politika yapıcılarına erken
uyarı sistemi oluşturduğuna ve muhtelif gelişmelere karşı onlara alarm
verdiğine inanırlar. Bu, politika yapıcılarına makroekonomide ılımlı
değişiklikler tesis etmek için ve daha önemli değişikliklerin oluşturulmasında,
ilave bilgi sağlanmasında zaman sağlar.
Politikanın
büyüklüğünün ve zamanlamasının belirlenmesinde tahmin modellerine dayanırlar.
Model değişkeni
olarak beklentilerin rolünün önemi ve etkinliği yadsınamaz. Aktivist görüşe
göre politika yapıcıları cari bilgi ve ekonomik koşullara göre sınırlayıcı,
uyarıcı uygulamalarda serbest olurlarsa ekonomi sürekli gözlem altında tutulmalıdır[66] .
Aktivist
politika uygulamalarına da üç noktada eleştiride bulunulur.
·
Birincisi,
gelecekle ilgili tahminlerde yetersizlik olduğunda, makroekonomik politikada
bir değişiklik durumunda, istikrar politikalarının etkilerinin azalmasının
getirdiği belirsizliktir. Eğer iradi politikalarla ekonomi stabilize edilecekse
zamanlamanın uygunluğu çok önem kazanmaktadır. Zaman gecikmeleri nedeniyle
makroekonomik politikaların etkileri istikrar sağlayıcı olmaktan çok istikrar
bozucu etki yaratabilir.
·
İkincisi,
makroekonomik politikanın istikrar amacından çok politik amaçlı olarak izlenmesidir.
Demokrasilerde makroekonomik politikaların seçilmiş politikacılar tarafından
şekillendirilmeleri, politik sürecin yapısı, özellikle ileriyi görememe,
politikaların kısa dönemli. ileriye yönelik olmayan, seçime yönelik politikalar
uygulamalarına, istikrarı hedefleyen makro ekonomik politikaları
uygulamamalarına neden olur.
Ekonomik
koşulları lehlerinde konuşlandırmaya çalışırlar. Politik teşebbüs seçim öncesi
ekonomiyi uyandırmak için güçlü bir uyarıcıya sahiptir, oy maksimizasyonuna
gider.
·
Üçüncüsü,
Rasyonel Beklentiler Teorisi’nin makroekonomik politikalarda tahmin edilebilir
değişikliklerin iradi politikaları etkinsizleştirdiğini ileri sürmesidir.
Ekonomiler de insanlar gibi yaşar, nefes alır, koşullar değiştiğinde
seçimlerini değiştirme kabiliyetine sahiptir. Politika değişikliği yaygın
olarak umulduğunda, bireyler karar almalarını umulan etkilerin ışığında
düzenleyeceğinden, değişen politika artık reel çıktı ve istihdam üzerinde
etkinsiz kalacaktır. Ekonomistler olayı “Politika
Etkinsizliği Teorisi” olarak ifade ederler[67].
Devletin
resesyona karşı genişleyici makro politikalar istihdam edeceği büyük oranda
umulduğunda, ekonomik aşağı dönüş sinyallerini fark eden halk politika
yapıcılarının para arzını arttıracağını, vergileri düşüreceğini umar. Bir kere
iş yatırımcılarının canlandırılması için böyle bir politika uygulanacağı
umulduğunda, yatırımcılar yatırım projelerini geciktirmeye, umulan düşük faiz
oranlarını ve yatırım teşviklerini beklemeye başlayacaklardır. Bu gecikme
sadece mevcut aşağı dönüşün şiddetini arttırır. Umulan genişleyici politika
uygulandığında, yatırım harcamaları çok hızlı büyüme eğiliminde olacaktır.
İstikrar arzu edilenden çok daha hızlı genişleme gösterecektir. Rasyonel
beklentiler teorisi, politik müteşebbisin istikrar politikası yapımında, insan
karar alıcıların iyi amaçların önünde yer alacağı mesajını verir.
Aktivist ve
aktivist olmayanların başlıca farklılıkları “politika yapma esnekliğinin uygun
miktarı”ndadır. Aktivistler politika yapıcıların büyük ekonomik çarpıklıklara
duyarlı olarak politika geliştirilmesinde önemli esnekliğe sahip olmalarından
yana iken, aktivist olmayanlar ise politika yapıcıların hata yapacağı korkusu
içinde olduklarından politika geliştirmekte az esnekliğe sahip olmalarından
yanadırlar.
Aktivist
görüş, kurumlaştırılmış politikaların ekonomik şoklara tepki göstermekte
başarısız olabileceğinden, ekonominin daha büyük felaketlere sürükleneceğinden
korkar. Aktivist olmayan görüşün korkusu ise iradi politikaların kötüye
kullanılabileceğidir. Hem aktivistler (politik liberaller) hem de aktivist
olmayanlar (politik muhafazakârlar) geçmişte yapılan politika hatalarının
istikrarsızlığa yol açtığını kabul ederler. Büyük Bunalım sırasında denk bütçe
uygulanmaya çalışılması bu konuda iyi bir örnektir.
İradi Politika Oluşturulmasında;
- Ekonometrik
Modeller
Ekonomik tahminler,
ekonometrik modeller kullanılarak üretilirler. Bir ekonometrik model, ekonomik
faaliyetin matematiksel ifadesidir. Ekonomilerin tanımlaması sözel yollarla,
diyagramlara dayanılarak veya matematiksel eşitlikler yoluyla yapılabilir.
Makroekonomik modeller cari ekonomik teoriye dayanılarak tamamen matematiksel
eşitlikler yoluyla ifade edilir[68]. Matematiksel
eşitliklerde reel dünyanın verileri kullanılır. Eşitliklerin bir grubu
teknolojik ilişkileri yansıtır. Diğer bir grubu ise ekonomik tanımlamalar yapan
özdeşliklerdir[69].
Tahmin modelleri kesin cari verilere dayanmaktadır. İcatların, iş sektöründe
değişmelerin etkilerinin hesaplanabilmesi zordur. Veriler üç aylık ve altı
aylık revizyonlarla yenilenir. Bu bilgi alma gecikmesi, zaman gecikmeleri adı
verilen büyük problemin bir bölümünü oluşturur.
Ekonomiyle
ilgili kesin bilginin sağlanması zaman alır. İşsizlik oranında, fiyatlar genel
düzeyinde ve sermaye oluşum oranında gelişmeler ve de tüm ekonomiyle ilgili
bilgilerin sağlanması bazen aylar alır. Diğer bir ifadeyle ekonomide bir
istikrarsızlığın başladığının tanımlanması bazen uzun zaman alacaktır. Yaşanan
bu gecikme tanıma gecikmesi olarak tanımlanır[70].
Ekonometrik
modellerle geliştirilen tahminler, ekonominin birkaç üç aylık ve yıllık davranışlarının
izlenmesinde kullanılır. Bu modeller; gelecekteki ekonomik politika
varsayımlarına dayanılarak cari ekonomik verilerle geliştirilirler. Özel sektör
gelecek politikasını bu projeksiyonlara dayanarak geliştirir, hükümetler de
tahmin modellerini kullanırlar[71].
Model, toplam
talebi modelleyen kapsamlı bir IS-LM çerçevesinin ifadesidir. Toplam talebin
öğeleri; tüketim, farklı yatırım kategorileri, ihracat, hükümet ve yerel
hükümetlerin harcamalarını tahmin eden eşitliklerden oluşur. Ekonominin gelecek
davranışlarıyla ilgili bilgi sağlar. Daha küçük ekonometrik modellerle mali ve
parasal politikaların nominal GSYİH davranışlarıyla olan ilişkisi izlenir.
Nominal GSYİH kadar faiz oranı düzeyi davranışlarını gözlemlemek mümkün olur.
Hane halkı ve
iş sektörünün harcayabilme kabiliyeti, gelir düzeyi yanında borçlanabilme
imkânına ve kredi hacmine dayanmaktadır. Bu veriler gelecekteki talep hakkında
bilgi nakleder. Böyle bir bilgi politika aksiyonlarının gecikmelerle de olsa
ekonomik davranışları etkileme sürecinde fayda sağlar. Gelecekte umulan
gelişmeler için anahtar endojen değişkenlerin son değerlerinin izlenmesi
potansiyel olarak bilgi aktarır. Pek çok ekonomide gelir ve fiyatlar düzeyine
göre daha çabuk ve kolay bulunan finansal değişkenlerin politika
enstrümanlarının optimal değerlerinin oluşturulmasında rolü önemlidir[72].
Kontrol
dışında olan milyonlarca insan ve firmanın davranışları ekonomiyi etkilediği
kadar bir grup farkına varılmayan değişken ve dış dünya ile olan ilişkilerin
getirdiği faktörler de ekonomiyi etkiler. Bu nedenle tahminlerin kesinliği ve doğruluğu
birçok faktörün modellere katılabilmesine bağlı olur.
- Öncü
Göstergeler
Öncü göstergeler
endeksi
(the index of leading indicators); durgunluğa
dönüşten önce düşen veya iş genişlemelerinin başlangıcından evvel yükselen
anahtar değişkenler kompozisyonudur. Göstergeler ekonominin gelecekte
çizeceği yön hakkında bilgi verirler.
İşsizlik
oranı, reel GSMH’nın büyüme oranı, mal fiyatlarında % değişmeler, para arzı
(M2) rakamlarındaki gelişmeler, hisse senedi piyasası fiyatları, tüketici
malları ve materyalleri, yeni siparişlerin kontratları ve yatırım malları
siparişlerinde değişmeler, özel sektöre verilen inşaat izinleri, imalat
işçileri haftalık üretim ortalaması, işsizlik ödemelerinde değişmeler gibi
göstergeler ekonominin cari durumuyla ilgili bilgi sağlarlar[73].
Makroekonomik
politikanın çalıştırılması için gerekli zamanı politika yapıcıları öncü göstergeleri,
kapasite kullanım oranlarını izleyerek, tahmin modelleri, araştırma verileri ve
yargısal tahminlere dayanarak sağlamaya çalışırlar. Makroekonomik politika
yapıcıları altı veya on iki ay sonra ne olacağını bilme ihtiyacındadırlar. Eğer
bilmezler ise bir enflasyonu sınırlamakta veya resesyonu önlemekte, yeterince
çabuk etkilemekte ve etkileme zamanında başarısız olacaklardır.
Bazı
durumlarda ekonomik göstergelerdeki değişmelerin ekonomik faaliyetlerde nelere
işaret ettiğinin görülmesi kolaydır. Örneğin imalat sektöründe yeni siparişler
bu sektörde imalat artışının gerçekleşeceğinin göstergesi olurken yeni
siparişlerdeki düşme bu ürünlerin gelecekte taleplerinin zayıflayacağının
göstergesidir.
Öncü
göstergeler indeksinin oluşturucuları bazen çatışmalı bilgi sağlar. Bir öğesi
genişleyici bilgi sağlarken diğeri ekonomide bir daralmayla ilgili bilgi verir.
Bu indekslerde aşağı ve yukarı dönüşler ihtiyatla yorumlanmalıdır[74]. Öncü
göstergelerle edinilmiş geçmiş deneyimler, göstergelerin her zaman aynı
öncelikle ekonomide dönüşleri göstermediğini göstermektedir.
Borsa (stok market) bir öncü göstergedir[75]. Çünkü,
endüstriyel üretimde bir aşağı dönüşten birkaç ay önce borsada aşağı dönüş
başlar. Böyle bir gelişme neden oluşur? Borsadaki aşağı dönüş tüketici
harcamalarını azaltarak ekonomik aşağı dönüşü mü başlatmıştır? Veya hem borsa
hem endüstriyel üretim bazı diğer faaliyetlere duyarlılık mı göstermektedir?
Geçmişte borsa, ekonomideki gelişmeler için iyi bir gösterge oluşturmuştur. Bu
nedenle bu karmaşık soru bir yana bırakılarak borsanın öncü gösterge olarak
izlenmesi sürdürülmelidir.
Gelecekle
ilgili fikir sahibi olabilmek için tek göstergeye bakmak bir hatadır. Açık bir
izlenim edinmek için pek çok göstergeye bakmak gerekir. Bununla birlikte bu
göstergelerin de her zaman yeterli olmadığı da görülmüştür.
- Araştırma Verileri
Diğer bir
tahmin metodu, tüketici ve iş sektörünün niyetlerinin periyodik araştırmalarına
dayanmaktır. Düzenli şekilde firmaların gelecek üç ve on iki ay boyunca ne
kadar yatırım harcaması yapacağı araştırılarak finansal basında yayınlanır,
ekonomistler ve endüstri, hükümet ve akademisyenler tarafından kullanılır. Aynı
şekilde tüketicilerin davranışlarıyla yapılan araştırmalar tüketici harcama
tahminlerinin iyileştirmesine katkıda bulunur.
- Yargısal Tahminler
Tahmincilerin
herhangi bir metoda dayanmaksızın olayları kendi tecrübelerine dayanarak
değerlendirmeleridir. Ekonomik modellerin çıktılarını, öncü göstergelerin
gösterdiği gelişmeyi, araştırmaların bulgularını değerlendirirler.
-
Kapasite Kullanım Oranı
Kapasite
kullanım oranı, çıktı kapasitesine gerçekleşen çıktının oranlandığı bir
rasyodur. Yüzde olarak, endüstriyel kolaylıkların potansiyel çıktının elde
edilmesinde ne oranda kullanıldığını gösterir. Endüstriyel firmaların kapasite
kullanımlarını, uygulama kapasitenin oranı olarak rapor etmeleriyle elde edilen
bir bilgidir. Uygulama kapasitesi, firmaların mevcut teçhizat ve tesisleriyle
emek ve diğer değişken girdi faktörlerinin varlığında sağlayabildikleri en
yüksek üretim düzeyini ifade eder. Kapasite tam kullanımı firma yöneticilerinin
subjektif yargılarına ve daha çok ta deneyimlerine dayanmaktadır[76].
Enflasyon Nasıl Durdurulur?
Enflasyon
fiyatlarda sürekli bir yükselmeye paranın değerinde sürekli bir düşmenin eşlik
ettiği bir süreçtir.
Enflasyon
nedenlerine göre durdurulur. Enflasyona neden olan faktörlerin ortadan kaldırılması
gereklidir.
Enflasyon Tipleri
Tarih, farklı
tip enflasyonların tekrarlarıyla doludur. Enflasyonların tanımlanmasında bir
grup özelliği kullanılmaktadır.
-
“Mild”/
ılımlı,
-
“moderate”/ orta,
-
“creeping”/ sürünen,
-
“rapid”/ hızlı,
-
“
acute”/ ani,
-
“severe”/ haşin, sert,
-
“extreme”/ ekstrem,
-
“high”/ yüksek,
-
“persistent”/ direşken,
-
“chronic”/ kronik,
-
“hyper”/ hiper,
-
“supressed”/ sindirilmiş, bastırılmış,
-
“anticaped”/ umulan,
-
“unanticipated”/ umulmayan v.s.
Bu
sınıflandırma; ölçeklerine, sürelerine, nedenlerine, dinamiğine,
beklentilerine, geri tepmelerine, stabilizasyon aciliyetine göre değişmektedir.
Bununla birlikte kesin bir sınıflandırmaya gitmek mümkün değildir.
Yüksek
enflasyon farklı kimseler için farklı anlam ifade eder. Almanya’da anlamı
yıllık % 3 veya biraz daha fazlasını ifade ederken Meksika’da yıllık % 20’ler,
Brezilya’da aylık % 15 ve Arjantin’de haftalık % 6’lar veya daha fazlası
anlamına gelmektedir[77].
Farklı tip
enflasyonları karakterize etmekte;
·
ortaya çıkış nedenleri
·
nasıl beslendikleri (sürekli, dinamik)
·
geri tepmeleri
·
durdurulma yolları
·
sonlandırılmanın içerdiği maliyet
gibi kriterler kullanılabilir.
Enflasyonist
deneyim her bir olay için birbirinden farklı olmakla birlikte genellikle dış şoklardan
kaynaklanmaktadır. Savaşlar, iç karışıklıklar, politik devrimler, sosyal
huzursuzluklar, dış borçlanmanın bütçe üzerindeki baskısı, alışılmamış bütçe
açıklarının finansmanında geleneksel enstrümanlarla devlet gelirlerinin
arttırılması yerine enflasyon vergisine dayanılması yani alışılmadık bütçe
açıklarını para basarak finanse etme, parasal genişlemenin klasik nedenini
oluşturmaktadır[78].
Enflasyonun ortaya çıkışında temel nokta; sivil karışıklıklar, zayıf hükümetler,
bağımsız olmayan merkez bankaları, bütçe üzerinde baskı yapan dış şoklar olmaktadır.
Albert
Hirschman, enflasyonu sosyolojik olarak, sosyal ürünlerden daha fazla pay almak
isteyen gruplar arasındaki çatışma olarak vurgulanmıştır[79].
Politik baskı yaratılarak dağılım çatışmasını yüksek fiyatlara döndürmek için
birkaç mekanizma kullanılır. Biri, sendikalar veya güçlü sektör gruplarının
devlet desteğinden veya yüksek dereceli organizasyonlarından kaynaklanan
aktivite/ faaliyetlerinin maliyet artışları yaratmasıdır. Tarımsal veya
endüstriyel grupların monopolistik veya oligopolistik yapılarının sonucu
maliyet baskısına yol açmaları ya da güçlü sendikaların pazarlık gücünden
kaynaklanan maliyet baskısı, emek veya sermayeden kaynaklansın, ücret ve
fiyatların geçmiş enflasyona endekslendiği ülkelerde özel öneme sahiptir. Böyle
bir sistemde fiyat şokları, bir sektörden ekonominin diğer kısımlarına
aktarılır. Yeni yapısalcı model, enflasyonist sürecin yiyecek dar boğazları,
gelir dağılımı ve reel ücretlerin belirlenmesinde sosyal çatışmalardan
kaynaklandığını ileri sürer[80].
Enflasyonist
baskının diğer bir kaynağı olarak, hem arttırılan devlet harcamaları hem de
vergilemeye gösterilen direnç şeklinde mali politikada yatar. Ortodoks veya
monetarist model, mali açıklar ve para yaratılması ve enflasyonist etkileşim
üzerine odaklanmaktadır[81]. Belli
bir mali yapının enflasyonist etkisi bütçe açıklarının büyüklüğüne, para
basılarak finanse edilmesine, parasal bazın büyüklüğü ve para talebine
dayanmaktadır.
Enflasyonist
baskının hangi koşullar altında ortaya çıktığı ise devlet organizasyonunun özelliği
ile ilgilidir.
Enflasyonların Kontrol Altına Alınması
Enflasyonun
kontrol altında alınmasında üç önemli faktörle karşı karşıya kalınır.
·
Birincisi, stabilizasyon çabalarının zamanlaması
ve ertelenip ertelenmeyeceğidir.
·
İkincisi, stabilizasyon paketini oluşturan
tedbirler, ortodoks – heteredoks öğelerinin bileşimidir.
·
Üçüncüsü, stabilizasyon gayretlerinin süreklilik
derecesidir.
Başarılı bir
stabilizasyon uygulamasında; mevcut enflasyon oranı, içinde bulunulan politik
dinamik ve kurumsallaşmanın yapısı (devlet organizasyonunun yapısı) önem
taşımaktadır. Yüksek enflasyonlarla mücadele ciddi parasal ve mali tedbirleri
gerektirir, hükümetin itibarı yıpranmıştır, enflasyonist beklentiler yüksektir.
Demokratik hükümetler, özellikle parçalanmış parti sistemlerinde, politik
çatışmaların fiyat istikrarsızlığına olan katkıları, “dur – git” devam eden
çevrimler nedeniyle yüksek enflasyonları stabilize etmekte daha fazla
güçlüklerle karşılaşırlar. Enflasyonla mücadele de hükümet enflasyon oranının
zirve düzeyini izleyen üç yıl içinde; orta enflasyonu % 15’lerin altında ve
yüksek enflasyonu % 30’ların altına ve hiper yüksek enflasyonu % 90’ların
altına çekebilmişse başarılı olduğu ifade edilir[82]. Böyle
bir tanımlamanın genel büyüme ve işsizlik oranlarıyla ilişkilendirilerek
yapılması daha anlamlıdır.
Hükümetler Niçin İstikrar Programlarını Erteleme Yoluna
Giderler
Ciddi yüksek enflasyon
olaylarının birkaçında enflasyonu durduracak kapsamlı politikaların hayata
geçirilmesi öncesinde programların ertelendiği görülmüştür. Bu problemin çözülmesinin
sonraya bırakılmasının ekonomiye çok zarar verdiği ve problemin çözülmesi için
nihai olarak ekonomiyi stabilize etmek için çok maliyetli reformların hayata
geçirilmesi gerektiği görülmüştür.
Hiper Enflasyon
Columbia
Üniversitesi iktisatçılarından Philip Cagan, 1956’da para stoku büyümesinin çok
ciddi olduğu Avusturya, Almanya, Yunanistan, Macaristan, Polonya, Rusya’yı
kapsayan çalışması sonucunda hiperenflasyonları aylık % 50’yi, yıllık % 13 000’i aşan enflasyonlar olarak
tanımlamıştır[83].
Çok yüksek ve yüksek bir enflasyonun
durdurulması, döviz kurunu, kamu bütçesini, para arzını ve yeni bir paranın
tanıtımını içeren ekonomik politikaların özel kombinasyonu ortodoks bir
programı ve bunlara ilaveten direkt ücret ve fiyat müdahalelerini de kapsayan
heterodoks bir programı gerektirir. Herhangi bir istikrar programının
başarısında anahtar element;
·
halkın
programa gösterdiği pozitif duyarlılığının derecesi,
·
politikaların
etkinliğinde beklentilerin kritik rolü olmaktadır.
İstikrar programlarının başarılı
olması üç önemli faktöre dayanmaktadır. Stabilizasyon çabalarının zamanlaması
ve ertelenip ertelenmeyeceği, stabilizasyon paketini oluşturan tedbirler;
heterodoks-ortodoks öğelerin bileşimi ve stabilizasyon gayretlerinin ne derece
sürekli olduğudur. Stabilizasyon uygulamalarının ilk seferinde başarılı
olmadıkları gözlenmektedir. Bu, hükümetlerin çıkar gruplarının baskılarına
karşı koyamamaları, programların sürekliliğinin sağlanamamasından kaynaklanmaktadır.
Özellikle hiperenflasyonların istikrara kavuşturulmasında, bir gecede hiperenflasyonun
son bulduğu görülmektedir.
Hiperenflasyonların Tetiğini Çeken Anahtar Koşullar
Hiperenflasyonlar çıktığı
ülkeye, zamana ve dışsal koşullara, para sistemine dayanan bazı eşsiz
karakterler göstermektedirler.
Fakat bütün hiperenflasyonlarda
izlenen temel element;
·
büyük bütçe açıklarını yarattığı mali baskı ve bunların
büyük fiyat artışlarına dönüşmesidir.
·
Hiperenflasyonların ortaya çıkışında gözlemlenen diğer
önemli bir özellik “fiyat para” uygulamalarında ortaya çıkmalarıdır.
Metal para ve altın
standardında kıymetli maden stoklarına dayanılması, hiperenflasyonlarda görülen
fiyat artışlarındaki yükselmeye yeterli destek vermemiştir.
Bu iki neden; büyük bütçe açıkları ve büyük
miktarda paranın dolaşıma – sirkülasyona çıkmasına izin veren “fiyat para” hiperenflasyonların ortaya
çıkışında temel özellikleri meydana getirmekle birlikte tetiklemeye neden olan
bir takım faktörler de söz konusudur[84].
Birinci Dünya Savaşı sonrası;
Macaristan, Avusturya, Polonya ve Almanya altın standardında değildi. Paraları
uygulamada büyük oranda “fiyat” yani kıymetli madene dönüşümsüzdü. Bu ülkelerin
hükümetleri, devlet bütçe açıklarını finanse etmek için bu yeni, dönüşümsüz paranın
basımına başvuruyorlardı. Bunun büyük ölçekte yapılması bu paraların
yıpranmasına, değer kaybına yol açtı[85].
Savaşlar, İç
Savaşlar, Devrimler
Hiperenflasyonlar ile savaşlar,
iç savaşlar ve devrimler arasında geleneksel bir ilişki vardır. Bu olayların
kamu bütçesine getirdiği mali yük büyük kamu açıklarına neden olmakta, nihai
olarak açıklar parasallaştırılmak (*)
zorunda kalınmaktadır. Bu koşullar tek başına hiperenflasyonların tetiğini
çeken kritik koşullar değildir. Fakat halktan borçlanmanın ve vergi toplamanın
yapılamadığı koşullarda, bütçe açıklarının finansmanında diğer alternatif para
basmak olmaktadır. 1920’lerde ortaya çıkan bütün hiperenflasyonlar I. Dünya
Savaşı’nın arkasından oluşmuştur.
İç savaşlar ve derin sosyal
hoşnutsuzluklar, devrimler özellikle 1980 öncesinde pek çok hiperenflasyonun
nedenidir.
Zayıf Hükümetler
Zayıf hükümetlerin varlığı
hiperenflasyonların tetiğini çeken nedenlerden bir diğeridir. Çoğunlukla sosyal
hoşnutsuzluklar ve iç savaşların varlığından zayıf hükümetleri ayırabilmek
güçtür. Zayıf hükümetler iç hoşnutsuzluklara yol açabilir. Ve de zayıflığı
ölçmek güçtür. Ayrıca hiperenflasyonlarda hükümetler zayıf olarak
nitelendirilirler.
Problemin bu niteliklerine rağmen
bu koşullar farklı hiperenflasyon olaylarında görülür[86].
Dış Şokların
Bütçe Üzerindeki Etkileri
1920’ler ve 1980’ler hiperenflasyonlarında
dış şokların bütçe üzerindeki etkileri dikkat çekicidir. 1920’lerde problem,
savaş tamirat ödemeleri şeklinde ortaya çıkmaktadır. Özellikle Almanya’nın
savaş tazminat ödemeleri 1919 – 1923 kamu finansmanında merkezi rol oynamış,
ödenemeyecek büyüklükteki tazminatlar Almanya’ya yük oluşturmuştur.
Aynı sorun bu dönemde
Macaristan ve Avusturya tazminat ödemelerinde görülmektedir. Fiyat para
rejimlerinde paranın değeri hükümetin bütçeyi şimdi ve gelecekte kontrol etme
kabiliyetine dayandığından eğer ekonomik birimler kamu finansmanının
çökebileceğine inanırlarsa bu, mali krize yol açmaktadır.
II. Dünya Savaşı sonrası
Macaristan’ın savaş tazminatı ödemeleri böyle bir mali krizin nedeni olmuştur[87].
1980’lerde dış borç krizi büyük borçlu ülkelerin bütçeleri üzerinde böyle bir
etkiye yol açmıştır. Arjantin, Bolivya, Brezilya, Polonya gibi ülkeler makroekonomik
sonuçları katlanılmayacak hale gelinceye kadar borç servislerini gerçekleştiren
ülkeler olmuşlardır[88].
Hiperenflasyonların Sona Erdirilmesi İçin İstikrar Politikaları
Devalüasyon
İstikrar programları,
genellikle ulusal paranın yabancı paralar karşısında değerinin düşürülmesi
demek olan bir devalüasyon ile başlatılır. Değerlenmiş olan ulusal paranın dış
değeri, gerçekçi kura göre ayarlanır. Muhtemelen toplam iç talepte azalmaları,
liberilizasyon veya dış ticaret rejiminde yeniden yapılandırmaları içeren diğer
politikalarla birlikte uygulandığından devalüasyonların etkilerinin
anlaşılmaları güçtür.
Enflasyon yükseldiği ve kura
müdahale edip enflasyonun paranın alım gücünde yarattığı yıpranmaları aktarmadığınızda,
ulusal para aşırı değerlenmiş olarak yabancıların mal ve hizmet taleplerini olumsuz
etkiler. Aynı şekilde ulusal ülke vatandaşları da aşırı değerlenmiş ulusal para
ile daha fazla ithalat yapma eğiliminde olduğundan, bu durum ödemeler dengesi
dengesizliğine yol açar.
Ülkeler süreklilik gösteren
cari hesap açıklarına sahip olduklarında ilk alacakları karar düzenlemelere mi
gidecekleri yoksa borçlanacakları mı olacaktır. Eğer ülkeler cari hesap açıklarını kapatmak
için borçlanmaya gitmeyecekler ise devalüasyon yapacaklar ( ve ithalat
sınırlamalarına giderek ) ödemeler dengelerini dengelemeye çalışacaklardır.
1974 – 82
döneminde birçok ülkenin aşırı değerlenmiş paraları başlıca problemlerini oluşturuyordu.
Diğer bir deyişle devalüasyon yapmalıydılar. Bu, ülkenin ithalat talebini
devalüasyonla kısması demektir. Devalüasyon için söylenebilecek ikinci şey,
çalışmasının zaman alacağıdır[89]. Ve devalüasyonun
başlıca amacı ihracat hacmini arttırmaktır.
Döviz Kurunun
Fiyatları Stabilize Etmekte Kullanılması
Döviz kurları
çok direkt yolla enflasyon – işsizlik “trade
off”/değişim oranını etkiler. Öncelikle ithalat malları fiyatları döviz
kurundaki değişmelerden, değişmelerin yönünde etkilenir.
·
İthal
edilen “nihai/ final mallar”ın çoğu tüketici fiyat indeksinin bir
parçasıdır. Tüketici fiyat indeksinin bir parçası olarak ithal edilen nihai/ final
mallar direkt olarak döviz kurundan etkilenmekte, tüketici fiyat endeksini
etkilemektedir.
·
Bir
ekonomide “ham materyal” gibi yüksek oranlı ticareti yapılabilir mallar
için döviz kuru değişiklikleri,
direkt olarak ulusal fiyatları etkileyecektir[90].
·
Döviz
kurunun direkt olarak fiyatları etkilemesinin üçüncü yolu; petrol, başlıca metaller,
hayvanlar için taneli besinler gibi ulusal üretimde kullanılan “ara
mallar”dır. Döviz kurunun depresiye edilmesi, ithal edilen ara mal
fiyatlarını yükseltir. Bu da final mal fiyatlarının yükselmesine yol açar.
Bu
nedenle döviz kurunun devalüe edilerek sabitlenmesi birkaç yolla istikrara
fayda sağlar.
·
İthal
edilen nihai mal fiyatları sabitlenmiş olur.
·
İthal
edilen ham madde ve ara mal fiyatları sabitlenmiş olur.
·
Döviz
kurunun sabitlenmesi yabancı parayla ifade edilen ulusal parayla işlem yapılan
mal fiyatlarının sabitlenmesine, dolayısıyla fiyatların sabit kalıyormuş
izlenimi vermesiyle enflasyonist beklentilerin duraklamasına yol açar.
Döviz kurunun
fiyatlar üzerindeki güçlü etkisi nedeniyle, döviz kuru politikalarının anti
enflasyonist politikalar üzerinde direkt etkili olması yanında toplam talep ve
işsizlik seviyesi üzerinde endirekt etkisi vardır. Bazı ülkelerde merkez
bankası müdahalelerinde döviz kurunu peg etmek, kancalamak esas alınır. Anti
enflasyonist programın özelliği olarak kullanılabilir.
Sabitlenen
döviz kuru, aynı zamanda izlenen ilave politikalar olmaksızın çok tehlikeli olabilir.
Sabit döviz
kuru uygulaması ile; ticaret edilebilir mallar, ithal edilmiş girdiler ve ithal
edilmiş final malların fiyatları aşağıda tutulurken diğer mal-hizmet
fiyatlarının yükselmesi işin kötü yanıdır. Örneğin döviz kuru
sabitleştirildikten sonra nominal ücretler, kiralar yükselmeye devam etsin.
Genel olarak iç fiyatlar yükselmeye devam edecek, ulusal mallar uluslararası rekabet
edebilirliğini kaybedecek, ihracatçılar ve ithal mallarla rekabet eden
üreticiler kendilerini iflasla karşı karşıya bulacaklardır[91]. Yükselen
ücretler kâr marjlarını sıkıştırarak belki de firmaların işi bırakmasına neden
olacaktır. Bu duruma 1970’lerin sonunda Arjantin, Şili, Uruguay gibi Latin
Amerika ülkeleri örnek teşkil eder[92].
Sabit döviz
kurunun nominal aktör olarak hareket etmesine örnek olarak bazı düşük enflasyon
ülkelerindeki gelişmeleri gösterebiliriz. 1970’lerde Tayland’da
gerçekleştirilmiş se de beraberinde muhafazakar parasal rejimler çok önemli
roller üstlenmişlerdir[93].
Eğer döviz
kuru güçlü bir ülke parasına peg edilmişse bir takım avantajları da sağlamaktadır.
Örneğin franc – zone/ frank alanı ülkelerinden Cameroon ve Cote d’Ivoire
paralarını Fransız frankı’na sabitleyerek;
·
sistemde
kısa dönemli finansman gereklerini karşılayabilmiş,
·
kredibl
kuru ile Fransa’yla ticareti ve Fransa’dan yatırımları kolaylaştırmış,
·
ticaret
yapanlar Fransız forward piyasalarından diğer ülkelerle ticaret yapabilmişler,
·
sistemin
uzun dönemde Fransa’dan daha yüksek bir enflasyon olmayacağını garanti
etmesinden yararlanabilmişlerdir.
Döviz
kuru bir fiyattır ve enflasyonist çevrelerde iç fiyat düzeyinin belirlenmesinde
çok önemli bir rol olan ankor/ çıpa görevini görür, sabit nominal döviz kurunun
özel sektör beklentilerini düzenleyebilme potansiyelinden türetilir.
İstikrarlı bir
döviz kuru, sıkı mali politika gerektirir. Eğer devlet para basmaya devam eder
ve sabit kuru sürdürür ise, döviz rezervlerini kaybetmeyi ve ödemeler dengesi
krizi yaşamayı göze almalıdır. Tek başına bir devalüasyon döviz kurunun
stabilizasyonunda yeterli değildir. Mali politika sıkı olsa bile, bütçeyi
dengelemekte yeterince sıkı olmayabilir. Stabilizasyon/ istikrar politikasının başında,
eğer merkez bankası ulusal paranın değerini koruyabileceği döviz rezervlerine
sahip ise ve rezerv sağlayabilmek için diğer ülkelerle borç görüşebiliyorsa, bu
devletin döviz kurunu stabilize etme gücünü arttıracaktır.
Hiperenflasyonların
çoğunda, en azından resmi oran ve resmi kurun çok üstünde olan serbest piyasa
oranı bulunur. Gerçekte, bu ikisi arasındaki fark, % yüzler, binler olabilir.
Başarılı bir stabilizasyon öncelikle resmi kurun, serbest piyasa oranıyla aynı
düzeye getirilmesini sağlayan bir devalüasyonu gerektirir. Tipik bir
stabilizasyon programı, sürdürülebilir bir döviz kuru amaçlar.
Hiperenflasyonların
yaşandığı ülkelerde iç fiyatlar dövize endeksli olduğundan ve fiyatlar çok
hızlı değiştiğinden, işçiler ile firmaların uzun dönem kontrat oluşturmalarının
(ücret sözleşmeleri) geriye dönük endekslemeleri bırakıldığından, döviz kurunun
stabilize edilmesi hiperenflasyonları durdurabilir.
Parası hızla
aşınan ekonomilerde halk bir koruma mekanizması oluşturur. Varlıklarını, değerini
koruyan yabancı bir para olarak tutarlar, fiyatları yabancı para birimiyle
ifade ederler veya varlıklarını diğer bir ülkeye kaydırırlar. Ulusal sınırlar
içinde itibarlı bir yabancı para kullanılması, fiyatların bu para birimiyle
ifadesi “dolarizasyon” olarak
tanımlanır. Halkın varlıklarının diğer bir ülkeye kayması da “sermaye kaçışı”nı ifade eder. Sermaye
kaçışı, döviz kurunun aşırı değerlenmesiyle ilişkilidir. 1979 – 80 dönemi için
Arjantin’de, herhangi bir tetikleme olmaksızın, varlıkların üzerindeki negatif
getiri sermaye kaçışına neden olmuş, Arjantin lehte bir uzun dönem finansal getiri
sağlayamadığından sermaye kaçışı kaçınılmaz sonucu oluşturmuştur[94].
Kapsamlı Mali
Politikalar
Yüzyılın
ortalarından beri halkın devletten beklentileri; sosyalist ve Keynesyen devrim
tarafından da beslenerek, ekonomik büyümeyi sağlayacağı, işsizliği elimine
edeceği, sosyal adaleti sağlayacağı bir noktaya ulaşmıştır.
Devlet pek çok
fonksiyon icra eder. En azından halk için, ekonomik ve sosyal tabanda kuralları
ve çarpıklıkları çözümlemek için sistem oluşturur, ulusal düzeni ve dış
düşmanlarına karşı savunma sağlar. Devletin eğitimde öncü, toplumun daha az
talihli ve fakir bireyleri için sosyal güvenlik sisteminin kurucusu olması,
daha fazla büyümenin sağlanması için müteşebbis ve yatırımcı olması beklenir.
Görevlerinin genişletildiği bu devlet anlayışında, kaynak talebi de çok artar.
Mevcut sınırlı finansman imkanlarında devlet, harcamalarını nasıl finanse
edebilecektir? Vergi ve vergi olmayan gelirleriyle ve yardımlarla bütçe
açıklarını finanse edemediğinde, bankacılık sistemi veya diğer kaynaklardan borçlanmaya
başvurur. Böyle bir finansmanda önemli miktarlara ulaşan borçlar oluşur. Bütçe
açıklarının ulusal ve uluslararası kaynaklardan finanse edilememesi, gelişmekte
olan ülkelerde ortalama olarak ya merkez bankasından borçlanılarak ya da
mevduat bankalarından borçlanılarak finanse edilmesi, para arzının genişlemesine
yol açar[95].
Merkez Bankalarının
Bağımsız Hale Getirilmesi
Bu genişleyici
ve enflasyonist süreç, gelişmekte olan ülkelerde hızla büyüyen para talebiyle
ekonomiyi monetize eder/ parasallaştırır, hane halkı ve firmalar ellerinde
artan oranda finansal formda varlık tutar. Para talebinde büyüme, reel milli
gelirden büyüktür, yüksek enflasyonla caydırılmadıkça hükümetlerin para basmasına ve
senyoraj geliri sağlamasına neden olur. Ekonomide büyüyen talepten daha geniş
parasal genişleme, harcamaların artmasına, fiyatların yükselmesine yol
açacaktır. Fiyatlardaki yükselme, önemli miktardaki para balansını reel olarak
küçültücü yönde hareket edecektir, halk aşınan reel balansını kısmen tamamlamak
istediğinden daha fazla senyoraja başvurulacaktır. Bu ilave kısım “inflation tax” / enflasyon vergisi
olarak ifade edilir(*), ellerinde
faiz geliri sağlamayan para bulunduranların ödedikleri vergidir.
Bütçe açıkları
kontrol altına alınmadıkça, senyoraj gereksinimi azalmayacak ve bu nedenle de
döviz kuru da istikrarlı sürdürülmeyecektir. Bundan dolayı bütçe açıklarına yol
açan nedenlerin ortadan kaldırılması, yüksek enflasyonların, hiperenflasyonların
ortadan kaldırılması için önemli adımdır. Thomas Sargent, bütçe politikalarında
hem açıkların büyüklüğünde hem de nasıl finanse edildikleriyle ilgili
düzenlemeler yapılarak yüksek ve hiperenflasyonların sona erdirilebileceğine
işaret eder[96].
Bir
stabilizasyon programında bu nedenle, devlet bütçe açıklarının para basılarak
finanse edilmesine direnç gösterebilsin diye merkez bankalarının politik
bağımsızlığı arttırılır. Merkez Bankaları üzerindeki mali baskınlığa
son verilir. Bu yola devletin parasal olmayan finansman yollarını
bulması, harcamalarını kesmesi, gelirlerini arttırması sağlanmaya çalışılır[97].
Merkez
bankalarının bütçe açıklarını finanse etmesinin durdurulması yeterli değildir.
İçinde bulunulan bütçe koşullarının da iyileştirilmesi gerekir.
Birincisi,
kamu iktisadi kuruluşlarınca sağlanan mal ve hizmet fiyatları, yüksek
hiperenflasyonlar süresince çok düşük seviyelere indiğinden, bunlar önemli
oranda yükseltilmelidir. Amaç, devlet kuruluşları açıklarının, nihai olarak
bunlar merkezi devlet açıklarını oluşturduğundan ve de para yatırılması için
birincil kaynağı teşkil ettiğinden ortadan kaldırılmasıdır. Kamu kesimi
prodüktif teşebbüslerinin ürün fiyatları düşük olduğunda, devlet bütçe
açıklarını arttıracak, para basılmasına neden olacaktır.
Kamu ekonomik
kuruluşlarının ürettiği; elektrik gücü, taşımacılık, petrol ve ürünleri, diğer
önemli mal ve hizmetlerin fiyatlarının arttırılması bütçe açıklarını azaltıcı
etkiye sahipken, maliyetleri, dolayısıyla fiyatları arttırdığından, hem bütçe
kısıtı nedeniyle ürün arttırma imkânları sınırlanacak, kârlılığı düşürecek,
bütçe açıklarına katkıda bulunacak hem de artan fiyatların katkısıyla talep
baskısının artmasına neden olacaktır. Devlet kuruluşları fiyatlarının
arttırılması bütçe açıklarını azaltıcı etki yaratırken enflasyon besleyici
kalıtımsal bir mekanizma olarak çalışacaktır. (policy dilemmas inherent in inflation - feedback process)[98].
Vergi Sisteminin Restore
Edilmesi
Diğer bir
bütçe açıklarını iyileştirici önlem; vergi gelirlerinin yükseltilmesidir. Bu
kısmen fiyatların yükselmesi durdurulduğunda gerçekleşecektir. Diğer bir
deyişle “Olivera – Tanzi” etkisi
tersine çalışacak, yüksek enflasyonun son bulması reel vergi gelirlerini
yükseltecektir. Çünkü enflasyon artmaya devam ettiği sürece reel vergi
hasılatında erime yaratır. Bu durum “Olivera
– Tanzi” etkisi olarak adlandırılır.
Kamu bütçesi
stabilizasyon/ istikrar sağlayıcı özelliği taşır. Bu “progressive income tax”/
artan oranlı gelir vergileri uygulamasından gelir. Yüksek parasal gelirlerde,
yüksek gelir dilimine girildiğinden yüksek vergi oranları uygulanır. Yüksek
enflasyonlarda fiyat düzeyi yükselmeleri bireyleri yüksek vergi dilimlerine
sokar. Fiyat düzeyi yükselmeleri reel vergi geliri artışları yaratır. Yüksek
vergiler hane halkı “disposable income”/
harcanabilir gelirini, dolayısıyla toplam tüketimi azaltır. Artan oranlı gelir
vergilerinin bu özelliği otomatik stabilizatör/ istikrar sağlayıcı olarak
nitelendirilmesine yol açar. Diğer otomatik stabilizatörler; işsizlik
ödemeleri, anonim şirket kar vergileri gibi uygulamalardır. İradi olarak
konurlar, otomatik olarak devreye girerler. Fiyatlar halâ yükseliyorken
harcamaların sınırlı olması ekonominin resesyonda kalmasına yol açar. Bu durum
“fiscal drag”/ mali sürüklenme olarak
nitelendirilir[99].
Ortalama gelir
vergi oranları, fiyat düzeyi ile birlikte yükselme eğiliminde olduklarından
herhangi bir düzenleme yapılmaksızın sürdürüldüklerinde adaletsizliğe ve
etkinsizliğe neden olan bir “bracket
drift”/ dilim sürüklenmesi söz konusu olur. Fiyat artışlarının sürdüğü durumlarda
ücret geliri sağlayanlar yüksek gelir dilimlerine girer ve yüksek vergi
oranlarına tabi olduklarından düşük reel gelirler sağlar, firmaları yüksek
ücretler ödemeye zorlarlar, firmaların üstlerindeki maliyet baskısı artar.
Yüksek
enflasyon ülkelerinde gelir vergileri, sınırlı miktardaki devlet vergi
gelirlerine katkı sağlar. Enflasyon hızla yükselirken vergi gelirleri gecikmeli
toplanabildiğinden reel vergi hasılatı enflasyonla eriyecek, hızla düşecektir.
Vergiden sakınma, toplama gecikmeleri ve resesyon, vergi hasılatında düşüşün
nedenlerini oluşturur. Stabilizasyonla birlikte olay tersine dönecektir.
Yüksek
enflasyonun son bulması devlet gelirlerinin artışına neden olur. Fakat genellikle
enflasyonist süreçte vergi sistemi zarar görmüştür. Bu nedenle stabilizasyonun
başlamasından hemen sonra kapsamlı bir vergi reformu gerekli olur. Bir
vergi reformunun yürürlüğe sokulması zaman alır. Böyle bir tasarı yasal
onaylama gerektirir. Beklenirken hükümetler ön ödemeler için uyarıcılar
sağlayabilir ve uyumsuzluklara katı cezalar uygulayabilirler.
Kısa dönemde
mali koşulların iyileştirilmesi; direkt yardımlar ve muafiyetlerle
ilgili yeni düzenlemeleri gerektirir. Devlet direkt yardımlarının en popüler
şekillerinden biri özel sektöre yüksek negatif faizlerle verilen kredilerdir.
Borçların içerdiği bağış payı bir çeşit mali harcama olarak nitelendirilir.
Bütçe
açıklarının sona erdirilmesi için uygulanan tedbirler;
·
vergi
muafiyetlerinin, direkt yardımların sona erdirilmesini,
·
yeni
bir vergi sisteminin yürürlüğe sokulmasını,
·
kamu
sektörünün ürettiği mal ve hizmet fiyatlarının arttırılmasını gerektirir.
Bu uygulamalar stabilizasyonun ilk
zamanlarında enflasyonu hızlandırıcı etki yapsalar da düzeltici etkileri daha
sonra görülmeye başlanacaktır[100].
·
Mali
iyileşmenin sağlanmasında diğer önemli bir düzenleme de kamu teşebbüslerinin
özelleştirilmesidir. Bu yolla kamu açıklarının nedenlerinden biri ortadan
kaldırılmış ve bütçeye ek gelir sağlanmış olur.
Özelleştirme gelirleri bütçe için
sürekli gelir niteliğinde değildir. Devlete ait satılacak mallar sınırlıdır.
Para ve Kredi
Politikaları
Para Arzının
Genişletilmesi
Döviz kurunun
stabilizasyonu ile bunun fiyatları istikrara kavuşturucu etkisi halkın elinde
para tutmasına/ reel para balansının arttırılmasına neden olur. Halkın bu para
talebi nasıl karşılanacaktır?
Enflasyonun
sürdüğü dönemlerde halk enflasyon vergisinden kaçınmak için elinde para
tutmadığından reel para dengesi düşmüştür. İstikrarın sağlanmasıyla birlikte
artan para talebini karşılamakta devlet:
·
kamu
sektörüne verilen kredileri attırabilir (merkez bankası hazineden bono alabilir),
·
özel
sektöre sağlanan kredileri arttırabilir (merkez bankası özel bankalara daha
fazla kredi verebilir),
·
merkez
bankası sabit fiyattan döviz alabilir[101].
Örneğin
Bolivya’da devlet üçüncü uygulamayı seçmiş, Bolivya halkı enflasyon kontrol
altına alındığında para balansını arttırmak istemiş, ellerindeki dövizleri
merkez bankası nakde dönüştürmüştür. İç para arzı arttırılırken merkez
bankasının elinde tuttuğu döviz rezervleri de artmıştır. İç para arzındaki
artışı destekleyen döviz rezervlerinin oluşu, ulusal paraya olan güvenin de
artmasına neden olmuştur. Devlet, döviz rezervlerinde bir artış sağlamadan
kredi sağlayarak yeniden ekonomiyi parasallaştırsaydı halk nihai olarak
istikrar programına olan güvenini kaybedebilirdi.
Para Reformu ve Yeni Bir Paranın Tanıtılması
Başarılı bir
istikrar programına yeni bir paranın tanıtılması da eşlik eder[102]. Yeni
bir parasal reformun en basit yolu, depresiye olmuş/ değer kaybetmiş bir
paradan sıfır atmaktır. 1924 yılı sonunda schilling, yeni bir para birimi
olarak tanıtıldı. 1 schiling 10 000 kağıt crowns’a
eşitti[103].
Aynı şekilde Polonya’da yeni bir para birimi, 1.8 milyon kağıt mark’a eşit
altın “zloty” tanıtıldı[104].
1924’te Almanya’da bir trilyon (1012) eski kağıt marka eşit yeni “rentenmark” kullanıma sokuldu.
Yeni bir
paranın kullanıma sokulması, çok popüler bir uygulama olmasına rağmen stabilizasyon
paketinin temel öğelerinden biri değildir. Yeni bir paranın kullanıma
sokulmasının zarar verici bir etkisi yoktur. İstikrarsızlığa neden olan
faktörleri ortadan kaldırmaz. Artan sıfırlardan dolayı zorlaşan işlemleri
kolaylaştırır. Psikolojik olarak olumlu bir etki yaratır.
Yeni bir para
kullanımının çok daha kompleks şekli, paradan sadece sıfırların atılması değil,
eski parada yapılmış uzun vadeli kontratların geri ödeme şemalarının da
oluşturulmasıdır. Yüksek enflasyon dönemlerinde nominal faiz oranları; reel
faiz oranlarına enflasyon primi ilave edilerek oluşturulduğundan, enflasyonun
yüksekliği oranında yüksek olur. Yüksek enflasyon dönemlerinde yapılan
sözleşmelerin taşıdığı nominal faiz oranları ekonomide istikrar sağlandığında
çok yüksek kalacağından yeni parada yapılacak ödemelerde düzenlemelerin
yapılması gerekir. Ücret ve fiyatlarda herhangi bir değişiklik olmaksızın onda
bir oranında eski paranın yeni paraya dönüştürülmesi reel para balansında bir
sıkışmaya ve önemli bir ekonomik daralmaya yol açacaktır. Böyle bir uygulama
1948 yılında Almanya’da gerçekleştirilmiş, 10
reichsmark = 1 deutsche mark
esası kabul edilmiştir. Para reformu gerçekleştirilirken mal ve hizmetlerin
resmi fiyatları bloke edilerek karaborsa önlenmiş, reichsmark’la ifade edilen fiyatlar aynen deutcshe mark’a çevrilmiştir. Banka ve benzeri kuruluşlardaki
hakiki ve hükmi şahıs hesapları 10 reichsmark=1 DM olarak, buna karşılık ücret
aylık, emekli aylığı ve kiralar 1 reichsmark=1 DM olarak yeni paraya
çevrilmiştir. Almanya 1948 para reformunu üç işgal bölgesine ayrılmış şekilde
gerçekleştirerek parasal birliği sağlamış, Mayıs 1949’da Federal Cumhuriyet’i
kurmuştur.
Dış Zorlamaların
Azaltılması
Genel olarak ülkeler
hiperenflasyona uluslararası ağır yükümlülükleri dolayısıyla düşerler. Çok
yüksek enflasyon koşullarında bütün bu ekonomilerin fiyat düzeyini ve döviz
kurunu stabilize etmek için rezervleri çok düşük seviyededir. Bütçeleri
üzerindeki ağır finansal yükü hafifletmek için uluslararası finansman
görüşmeleri; uzun dönemli finansman sağlamayı ve borç geri ödemelerinin yeniden
düzenlenmesini, borç ertelemelerini içerir[105].
1920’lerde “League of Nations”/ Milletler Ligi ;
Avusturya, Macaristan ve Polonya’ya önemli dış destek sağlamıştır. Avusturya’nın
2 Ekim 1922’de Council of the Leaque of
Nations’la imzaladığı üç protokol, Avusturya’nın finansal sisteminin
yeniden yapılandırılmasına yol gösterilmesi, 650 milyon altın crowns ödüncün koşullarını ve yeni
bağımsız bir merkez bankasının tesisini içermekteydi[106]. Aynı
şekilde Temmuz 1924’te Macaristan, güvence olarak gümrük vergi gelirlerini,
şeker vergisini, tuz ve tütün monopolleri gelirlerini göstererek 250 milyon
altın krones dış kaynak sağlayarak iç
borçlanma gereğinden kurtulmuştur[107].
İkinci Dünya
Savaşı sonrası, uluslararası para planı ve uluslararası mali kuruluşların temeli
atılmıştır. 1944 Bretton Woods konferansında uluslararası ilişkileri
düzenleyecek konvertibl ödemeler sistemi esaslarını kurmak, ticaretin
gelişmesini sağlamak, güçlük içinde bulunan ülkelere mali yardımda bulunma
koşulları belirlenmiş, IMF ve Dünya Bankası’nın (IBRD) kurulmasına karar
verilmiştir. IMF, ödemeler dengesi güçlüklerini belirli koşullar altında
gidermek üzere kısa vadeli borç sağlayan uluslararası finansman fonudur. Dünya
Bankası ise savaş sonrası Avrupa’nın yeniden imar edilmesinin sağlanmasına
yardım için kurulmuştur[108].
Ağır borç yükü
altında kalarak borç ertelemesi isteyen ülke “Creditor Club negatiations”-Paris Kulübü görüşmelerine katılır. IMF
ile bağlantı kuran borçlu ülkelerin borçlarının yeniden düzenlenmesi; ya vade
yapısının yeniden düzenlenmesi veya borcunun tekrar finanse edilmesi-yeni
borçla değiştirilmesi şeklindedir[109]. Borç
geri ödemelerinin zorlaması ortadan kaldırılmış olur.
1970’lerde pek
çok gelişmekte olan ülke, borç servis yükünün birikimi sonucu ağır borçlu ülke
haline geldi. 1980’lerde borç şoku ödünç akımını duraksattı. Eski borçların
üzerindeki faiz ödemelerinin yeni borçlanmalara gidilerek ödenmesi ve otomatik
olarak bunun tekrarlanması, borç birikiminin artmasına yol açtı. Bütçelerde
yabancı ödünçlerle otomatik borç servis finansmanlarının gerçekleştirilmesi, en
azından borç servislerinin bir kısmının ulusal olarak yapılması gereksinimini
yarattı. Vergilerde ve cari harcamalarda yapılacak değişiklikler tepkilere
neden olacağından uygulama; kamu sektörü yatırımlarının azaltılması veya açık
finansmanının para yaratılarak yapılması şeklinde olmuştur. Böylece “crowding out”/ (özel sektörü) dışlama
etkisinden ve yüksek faiz oranlarının yaratacağı iflaslardan kaçınılmış olundu[110].
Kamu kesimi
dış borçlanması enflasyonun beslenmesini sağlayan faktörlerden bir diğeridir.
Yükselen iç fiyatların ihracat mallarının uluslararası rekabet edebilirliğini
azaltması, ithalatı teşvik eder, cari hesap açıklarına neden olur. Bu
devalüasyon baskısı yaratır.
1978 v 1982
arasında Arjantin ve Şili gibi bir grup ülke çok büyük oranda borçlandılar ve paralarını
nispi olarak değerli tuttular. Ürettikleri mal ve hizmetler döviz bazında
pahalı hale geldi. Kreditörlerin yeni ödünçler vermekten kaçınmaları,
devalüasyonu kaçınılmaz hale getirdi. Devalüasyon dış borçların ulusal para
değerini yükseltir, fakat döviz kazanmak için daha fazla ihracat yapılması
gerektiğinden ihracat rekabet edebilirliğinin sağlanması için devalüasyona
gidilmesi gerekir. Devalüasyon tekrar dış borç servislerinin güçleşmesine, bu
tekrar enflasyonun uyarılmasına; enflasyon kamu mali açıklarının derinleşmesine
yol açar[111].
Kamu sektörü dış borçları yükseldiğinde kamu bütçesi baskı altına girer. Vergi
gelirleri arttırılarak bu baskı azaltılabilir. Fakat dış borç servisi döviz
rezervlerini gerektirir. İhracat gelirlerinin arttırılabilmesi için
devalüasyona gidilir veya yeni borç arayışlarına ya da ödenemeyen borçların
ertelenmesi arayışlarına gidilir.
Dış borç
birikimi enflasyonist olmayabilir. Dış ödünçler paraya çevrilip harcanırsa,
para arzını arttırarak iç fiyatların yükselmesine yol açar. Fiyat yükselmeleri
ithalatı uyarmadığı ihracatı geriletmediği sürece geçicidir. Eğer borç alan
ülke bunu ithalata harcarsa enflasyonist baskı söz konusu olmaz[112].
Enflasyonun
hızlanmasına neden olan bir diğer faktör, geniş mali açıklarla sonuçlanan, döviz
kuru garantilerinin verildiği muamelelerden veya genellikle merkez bankasının
yaptığı döviz kuru operasyonlarından kaynaklanan kur kayıplarıdır[113].
Güven Problemi
İstikrar
politikalarında güven problemi çok önem arz etmektedir. Eğer programın başarılacağına
güven duyulmazsa programın başarılma olasılığı da düşük olmaktadır. İstikrar
programlarında
yaşanan ikilem, programın maliyetinin tüm topluma yayılması ve belli çıkar gruplarının
sağladığı rantın azaltılması olmaktadır. Devlet kurumları ve eliti,
programların ekseni olmakta, uluslararası ilişkiler ile ulusal arena arasında
önemli bir araç rolünü üstlenmektedir. Dünya ekonomisinden, kreditör
hükümetlerden, yabancı firmalardan ve bankalardan ve de uluslar arası finansal
kuruluşlardan gelen baskılarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Politika sürecindeki
yerleri nedeniyle politikacılar-devlet bürokratları politika gündemi üzerinde
önemli bir güce sahiptirler. Devletin kendini de içeren politik kurumlar, hem
devletin-hükümetin faaliyet kapasitesini hem de toplumun sosyal çıkarlarının
önceliklerini etkilemektedir. Bu nedenle politika uygulamalarına gösterilen
direncin merkezi noktasını devlet organizasyonu almaktadır. Kollektif hareket
problemi, sosyal çıkar gruplarının gücü nedeniyle istikrar programlarının
maliyetinin nasıl dağıldığından kaynaklanır. Kamusal mal fiyatlarında izlenen
istikrar, birey ve firmaların politikalardan kazanç sağlayabileceklerine
inanmamaları nedeniyle stabilizasyonun maliyetini taşımak istememelerine neden
olduğundan istikrarın sağlanmasını engeller.
Programların
sınırlarının ve olasılığının anlaşılabilmesinde sosyal güçler ve ekonomik çıkarlar
temel olmaktadır. Programların etkinliğinde, devletin teknokrat takımı,
bürokratik kapasitenin ve onların özel sektörle olan ilişkilerinin düzenlenmesi
yoluyla rant arama ve tamahkarlığı yumuşatabilir. Devlet özerkliği ve
çıkarların temsili arasındaki denge ile istikrar politikalarının safhalarında
politik birleşme ve politik insiyatifin tefriki, belirlenmesi yararlı olur.
Kollektif hareket problemi en azından kısa dönemde, politik kurumların,
politikacılar ve onların teknokrat müttefiklerinden yalıtılmasıyla sağlanabilir[114]. Böyle
bir ortam bireysel karar alıcıların stabilizasyon beklentilerini oluşturabilir,
programa olan güveni sağlayabilir. Düzenlemelere olan güven tesis edilemediği
sürece stabilizasyon programı başarıldıktan sonra bile reel faiz oranlarının
çok yüksek, dünya seviyesinin üstünde olduğu görülür. Beklentiler, nominal faiz
oranının gerçekte enflasyon oranının çok üstünde seyretmesine yol açar.
Stabilizasyon programının kredibilitesi halk arasında oluştuğunda faiz oranları
düşecektir. Halkın başarılı bir program uygulandığına olan şüpheleri faiz
oranının düşmesini engellemektedir[115].
Faiz
oranlarının yüksek olması iç kredilerin genişletilmesinde olumsuzluk yaratır. Faiz
oranlarının aşağı doğru zorlanması ise çok tehlikelidir. Program
sürerken kolay paraya dönüş, uluslararası rezerv kaybını kolaylaştırır. Bu
nedenlerle güvenin mümkün olduğunca hızla sağlanması önemlidir. Yüksek faiz
oranlarıyla ilgili ekstrem bir örnek Almanya’nın 1923 sonlarında uyguladığı
stabilizasyon programı sonucu görülür. Stabilizasyon başarıldıktan sonra da nominal
faiz oranları günlük %0.5 –6.5 arasında seyrediyordu[116].
Yüksek Enflasyon
Enflasyonlar;
kronik ve sert olduğunda, hızla sınırlayan parasal ve mali politikaların uygulanması;
iflaslara, resesyona ve işsizliğe neden olabilir. Firmaların emek girdi ve
diğer girdi kontratları enflasyonist beklentiler ışığında
gerçekleştirildiğinden, gerçekleşmiş enflasyonu izleyen bir şok program,
firmaların reel maliyetlerinin, izleyebilecekleri reel fiyatların çok üstünde
olmasına neden olacaktır. Kontrat ödemelerinin yapılmasında yetersiz
kalacaklarından firmalar böyle şokların arkasından üretim düşüşlerine gider.
İlave olarak yüksek vergiler ve azaltılan devlet harcamaları direkt olarak ve
çoğaltan etkisiyle ekonomik faaliyetler üzerinde daraltıcı etki yaratır.
Bir ekonomi
uzun bir enflasyonist deneyime sahip ise muhtemelen güçlü bir enflasyonist
besleme mekanizmasına veya “inertial”/
süredurumsal mekanizmaya sahiptir. Enflasyonist momentum muhtemelen direşken
olacaktır. Firmalar eğer monopol gücüne sahip ise, kredilerin azaltıldığı
daraltıcı mali-parasal politikaların uygulanması durumunda, eski kontratların
yönettiği yüksek maliyetleri karşılamak için fiyatları yükselteceklerdir.
Daraltıcı politikalardan sonra parasal otoriteler kendilerini iflasların önüne
geçmek için likidite yaratma baskısı altında bulacaklardır[117].
Eğer
stabilizasyon gayretleri bir devalüasyonu içeriyorsa ilave bir enflasyonist
baskı oluşacaktır. Devalüasyon ticareti yapılabilir mal fiyatlarını direkt
olarak arttıracak, genel fiyatlar üzerinde endirekt baskı oluşturacaktır. İlave
olarak döviz satışlarını teşvik ettiğinden para arzı üzerinde ilave genişleyici
baskı yaratır. Eğer parasal genişlemeyi sterilize etmeye teşebbüs ederlerse
kamu sektörü borç stoku artacak, artan faiz oranları resesyon eğilimini derinleştirecektir.
Devalüasyon deneyimi daha ileri devalüasyon beklentilerini uyaracak ve faiz
oranları üzerinde ilave bir baskı yaratacaktır.
Birçok
enflasyonist ekonomide; iç ve dış sektör bağımlılığı stabilizasyon probleminin
temelini oluşturur. Devalüasyon ve yüksek faiz oranları, reel kamu borç
servislerini ve kamu kesimi borçlanma gereksinimini arttırır.
Ortodoks mali
ve parasal politikalarla birleştirilmiş ücret fiyat kontrolleri, enflasyonist
beslenmeyi rahatlatacak, ortodoks politikaları daha etkin ve daha az zararlı
hale getirecektir. Dondurulmuş ücret, fiyatlarla halkın fiyatların
değişmeyeceğine inancı, fiyat düzeyi belirsizliğini azaltacak, firmalar
fiyatlarını yükseltme gereğini duymayacaklar, belirsizlik ve enflasyonist
beklentiler minimize edilmiş olacaktır[118].
Ücret-Fiyat
Dinamiği nedir ?
İstikrarın
sağlanmasında ücret-fiyat dinamiği problem yaratır. Ücretler; sendikalar ve
işçiler arasında bir yıl veya daha uzun bir süre için
kontratlarla-sözleşmelerle, cari periyotta, gelecek yıl enflasyonu
bilinmeksizin belirlenir.
Ücret
oluşumlarında önem arz eden faktörlerden;
·
biri,
ücret pazarlıkları yapılırken mevcut olan işsizlik oranı,
·
diğeri
sözleşmenin geçerli olduğu gelecek yıllardaki enflasyon oranıdır(*).
Ücretlerin
emek piyasası koşullarından önemli oranda etkilendiği varsayımı altında; eğer işsizlik
düşükse, işverenler yeni işçileri cezbetmekte güçlük çekecekler ve kendi
işçilerinin rakipleri tarafından çalınmasını önlemeye çalışacaklardır. Bu
koşullarda işçilerin, sendikaların pazarlık etme gücü yüksektir. Bunun gibi “tight” emek piyasalarında reel ücretler
yükselme eğilimindedir. Diğer taraftan işsizliğin hakim olduğu koşullarda,
firmalar kolaylıkla yeni işçi çekebileceklerinden, işçiler ve sendikalar pazarlıkta
zayıf pozisyonda olacaklar, hatta reel ücretlerin düşürülmesini kabul etmek
zorunda kalabileceklerdir[119].
Ücret
kontratları reel ücretlerden çok nominal ücretler üzerinden yapılır. Enflasyon
oranlarında vuku bulan değişmeler reel ücretleri belirleyeceğinden enflasyonun
gelecek dönemle ilgili tahminlerinde gözlemlerini iyi yapmak zorundadırlar.
Yüksek Enflasyonların Kontrol Altına Alınmasında Heterodoks
İstikrar Politikaları
Heterodoks
istikrar programları; çok standart para ve mali politikalara ilave olarak ücret
ve fiyat oluşumlarına direkt müdahaleleri kullanırlar. Heterodoks
programlar, kendi kendini sürdüren atalet öğesi üzerine geliştirilmişlerdir.
Enflasyonist atalet, uzun dönemli ücret politikalarının geriye dönük ücret
endekslemelerine dayandırılmasından kaynaklanmaktadır.
Heterodoks
yaklaşım; bütçe politikaları ve sıkı parasal politikaların süredurumsal
enflasyonları durdurmakta yalnız başına yetersiz kaldıklarını ve sadece ortodoks
tedbirlerin kullanılmasının gereksiz derin resesyonlara yol açacağını ileri
sürerler[120].
Döviz kurları sabitlendikten sonra da iç fiyatlar yükselmeye devam ederek
ekonominin ticareti yapılabilir mal sektöründe karlılık sıkıntısı yaratacaktır.
Bu nedenle heterodoks programlar gelirler politikasının (ücret-fiyat
müdahaleleri) kullanımını önerirler. Ücret ve fiyat müdahaleleri ortodoks
programın can damarını teşkil eder[121].
“İntertial”/ süredurumsal enflasyon
yaklaşımı, makroekonomik dengenin tesisinde fiyat artışlarının, toplam talebin
para talebindeki artışları karşılayan para arzı artışlarıyla şokları restore
ettiğini ifade eder. Fiyat düzeyindeki artışlar devam eden böyle şoklarla
beslenirler. Böyle fiyat artışları yeni aşırı para arzlarına ve yeni aşırı
taleplere yol açacaktır.
Bir
enflasyonist şok aşırı para arzı doğuran ve bu yolla fiyat düzeyinde artışı
uyaran olay olarak tanımlanabilir[122]. Buna
dayanarak “inflation feedback process”/
enflasyonu besleyen süreci, fiyat düzeyi yükselmelerinin tekrar ettirdiği yeni
enflasyonist şoklar olarak tanımlayabiliriz.
Fiyat
düzeyindeki yükselmeler birkaç şekilde yeni enflasyonist şoklara neden olur.
·
Birincisi,
fiyat düzeyinde bir yükselmenin, fiyat düzeyi yükselmeleri bireylerin satın alma
güçlerinde azalmaya neden olduğundan ve gelir düzeylerinin ona göre ayarlanmasını
gerektirdiğinden ( ücret artışları gibi ) yeni enflasyonist şoklara yol
açmasıdır.
·
Fiyat
düzeyindeki yükselmeler kaçınılmaz olarak bireyleri gelecek enflasyon olasılığı
için uyarırlar. Bu da yeni bir enflasyonist şoka neden olacaktır.
Sonuç olarak
satın alma gücü, enflasyonist şokları tesis eden faktörlerden biridir.
Bireyler
beklentilerini; deneyimlerine de dayanarak “adaptive”/
uyumcul veya mevcut olaylara dayanarak gerçekçi şekilde “rasyonel” olarak
oluştururlar. Bununla birlikte fiyat düzeyi yükselmeleri bireylerin, diğer
bireylerin beklentilerini yükselteceğine ve gelecekte enflasyonist baskının
olacağına inanmalarına neden olur. Eğer beklentiler
rasyonel ise, fiyat düzeyi yükselmeleri, rasyonel bireylerin enflasyonun
nedenlerini dikkate almalarına, hesaplarını enflasyonun nedenlerine göre
yapmalarına yol açar.
Bireyler
beklentilerini, geçmiş tecrübeleri ve rasyonalitelerine göre karmaşık bir
şekilde oluştururlar. Enflasyonist beklenti içine giren bireyler para
taleplerini azaltırlar, bu ise, para arzında artış olarak ortaya çıkar. Faiz
oranları beklentilerle aynı oranda hızlanmadıkça, düşük oranlarda seyrettikçe,
harcama yapılmaya devam edilir, talep baskısına katkıda bulunulur. Eğer faiz
oranları yükselirse faiz oranlarının yükselmesi para talebini caydırıcı yönde
hareket eder, talep baskısını azaltır[123].
Enflasyonist
beklentilerin artması firmaları daha fazla yatırım yapmaya teşvik eder. Bu; beklentilerin
yönetimine, borçlanma maliyetlerine ve borçlanma imkanlarına, firmaların
çıktılarına ve fiyat taleplerine dayanır. Muhtemelen yüksek fiyatlar ve fiyat
düzeyi belirsizliği, sermaye oluşum harcamalarını olumsuz etkileyecektir. Diğer
taraftan, umulan yüksek enflasyonun borçlanılan fonların reel maliyetini
azaltacağı umulduğundan tüketim talebinin artmasına yol açar. Ayrıca, sermaye
oluşum harcamaları toplam talep baskısına katkıda bulunacaktır.
Fiyat
düzeyinde yükselmeler üretim (emek) faktörü arz edenleri yüksek reel ücretler
istemeye uyaracak, yükselen faktör fiyatları maliyet artışlarına yol açtığından
üreticilerin üretimi azaltmalarına neden olarak toplam arzın düşmesine sebep
olacak ve enflasyonist baskıyı arttıracaktır.
Hetorodoks
istikrar politikaları yüksek kronik enflasyonların, orta enflasyonların durdurulmasında
kullanılırlar. Hiperenflasyonlar ile kronik yüksek enflasyonları ayıran özellik; hiperenflasyonlarda
fiyatlar nominal döviz kurlarına endekslenmişken, yüksek kronik enflasyonların
yaşam standrtlarına endekslenmekte olmalarıdır. Bu nedenle de
hiperenflasyonlar döviz kuru sabitlendiğinde aniden durabilmektedirler.
Hiperenflasyonlarda fiyat hareketleri “backward
looking”/ geriye bakan davranışlar taşımazlar. Hiperenflasyonlarda uzun
dönemli nominal kontratlar görülmez[124]. Ücret
kontratları, enflasyon hızlandıkça tekrar, sık sık görüşülür. Bir kere ücret
yeniden düzenlemeleri “cost of living
index”/ yaşam maliyeti indeksine dayandırıldığında, enflasyonun yükselmesi
ücret görüşmelerinin arasını kısaltacak, aylık, haftalık sürelere indirecektir.
Kronik enflasyonların
senyoraja değil endekslemeye dayanması ayırıcı özellik olmaktadır. Senyoraj
gereksinimi ortaya çıktığında ve gerçekleştirildiğinde kronik yüksek enflasyon da
hiperenflasyona dönüşür. Hiperenflasyonlarda sürecin mali yapısı çok açıktır.
Bütçe açıklarının kapatılması, fiyat istikrarının sağlanması için yeterlidir.
Buna mukabil kronik enflasyon ülkelerinde, mali reformlar başarılı şekilde
yürütülse de enflasyonu düşürmeye yetmez. Hiperenflasyonlar da ise enflasyonist
sürecin kaynağından dolayı, yüksek kredibiliteye sahip mali reformları içeren
bir program istikrarı sağlayabilir. Stabilizasyon programlarının
hiperenflasyonları sonlandırabilmesinin diğer bir nedeni, yarattığı kaotik
sosyal ve ekonomik çevrenin sürdürülemeyeceğinde halkın birleşmesi, konsensusun
oluşmasıdır. Yani stabilizasyon programı üzerinde bütün çıkar gruplarının bir
konsensusa ulaşmalarıdır. Bu nedenle halkın hiçbir kesimi, istikrar paketinin
kendilerine yüklediği maliyeti bir başka gruba yansıtmaya çalışmaz. Kronik
enflasyon ülkelerinde ise, endeksleme mekanizmaları uygulayarak reel satın alma
gücünü devam ettiren halk, enflasyonla nasıl yaşayacağını öğrenmiştir. Bu
nedenle istikrar programının kendine yükleyeceği maliyete katlanmak istemez.
Enflasyonist
süredurumun kırılması için, stabilizasyon sürecinin başlangıcında, ücret ve fiyatlara
tavan uygulamasıyla koordineli bir hetodoroks şok program (cold turkey) önerilir[125]. Bu
politikanın yararı, başarının görülmesinin kolay olmasıdır. Hem enflasyonist
süredurum hem de beklentiler kırılır, programa olan güven artar. Enflasyon çok
çabuk düşük düzeye iner.
Kronik
enflasyonları hiperenflasyonlardan ayıran özellikleri; orta yoğunlukta olmaları
ve uzun seneler sürmeleridir. Yoğunlukları orta enflasyondan yüksek fakat
hiperenflasyonlardan düşüktür. Ayrıca kendini hızlandıracak kalıtımsal bir
eğilime sahip değildir. Yeni bir platoya oturmazlar. Son otuz yılda altı Latin
Amerikan ülkesi; Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Meksika, Uruguay ve İsrail
yüksek ve direşken enflasyon yaşamışlardır. Kronik enflasyonun genel olarak
kabul edilmiş bir tanımlaması yoktur. Arjantin, Brezilya, Uruguay kronik
enflasyon ülkeleri olarak tanımlanırlar. Bu üç ülkede enflasyon oranı otuz yıl
içinde %20’nin üstünde seyretmiş, 1975’ten itibaren Arjantin (1986’da Austral
planın arkasından enflasyon %90.1’e düşmüştür) üç rakamlı enflasyona
yükselmiştir. Uruguay enflasyonu 1972’den itibaren (1982’de, stabilizasyon
programının arkasından enflasyon %19’a düşmüştür). %30’ların üstünde ve
1984’den itibaren %50’nin üstünde seyretmiştir[126].
Ekstrem bir
görüş olarak, heterodoks programların uygulanmasından yana olanlar, ücret ve
fiyat kontrollerinin enflasyonu durdurmakta yeterli olacağını ve ortodoks mali
ve parasal sınırlamaların gereksiz olacağını ileri sürerler. Fakat hetorodoks
programların bazı potansiyel yetersizlikleri vardır. Eğer enflasyon çok düşük
orandaysa, enflasyonist “inertia”/ süredurum
çok düşüktür, ücret-fiyat müdahaleleri fazla gelir. Diğer bir neden ücret-fiyat
müdahalelerinin yaygın olarak sürdürülmesinin güçlüğüdür. Ayrıca müdahalelerin
yapılacağı umulursa önceden fiyatlar yükseltilebilir. Önemli bir neden de,
politikacıların ücret-fiyat müdahalelerinin arkasına saklanarak ağrısızca
enflasyonu durdurabileceklerine inanmaları ve mali-parasal tedbirlerden uzak
durmalarıdır. Ayrıca kontroller ülkenin nispi fiyat yapısını katılaştırır. Son
olarak sorun; kontrollerin şok (cold
turkey) mu, tedrici (gradual) mi uygulanacağıdır ve eğer
tedrici ise “doğru zamanlama”dır[127].
İstikrar Programlarının Uygulanma Yolları:
Şok (cold
turkey) Politika Uygulamaları ve
Tedrici (gradualist)
Politika Uygulamaları
Çok
genel olarak ifade edilirse, enflasyonun stabilizasyonu şok (cold turkey)
programlarla ya da tedrici (gradual) programlarla yürütülür.
Şok
tedavi, yüksek resesyon riski içerir. Fakat enflasyon oranında hızlı ve set bir
düşüş sağlar.
Ortodoks
şok programlar; harcamaların hızlı azaltılmasını, vergilerin arttırılmasını,
sıkı parasal politikaları ve enflasyonist beklentilerin azaltılma niyetini
anons eden bazı politikaların kombinasyonunu içerir.
Heterodoks
şok programlar ise; fiyat, ücret ve döviz kurlarının dondurulmasını içerirler.
Mevcut kontratların revizyonunu sağlayarak enflasyonist beklentileri yeniden
şekillendirirler.
Enflasyon
oranını hızla düşürmeyi deneyen “cold turkey”/ şok strateji, parasal
büyümede sert düşüşler sağlayarak toplam talebin aşağı çekilmesine, ekonomik
büyümenin düşmesine, yeni denge noktasının oluşmasına yol açarken ekonomide
büyük bir resesyon oluşur ve şok terapi yürütülerek enflasyon oranında “gradual”-tedrici uygulamadan daha büyük
enflasyon oranı düşmelerinin sağlanması, toplam arz eğrisinde de hızla düşme
yaratır. Şok terapi, enflasyon oranı düşük oluncaya kadar baskıyı muhafaza
eder. Nihai olarak amaç sağlandığında, çıktı ve istihdam düzeyi iyileşecek,
düşük enflasyon oranında tam istihdam sağlanacaktır.
Tedrici
(gradual) programlar ise harcamaları azaltır, vergileri yükseltir, para
politikasının sıkılaştırılmasını zamana yayar ve fiyatlar, ücretler, faiz
oranları ve döviz kurları üzerinde daha az dramatik kontroller uygularlar.
Enflasyon oranında daha az travmatik ve yavaş bir azalma yaratmayı amaçlarlar.
Şok
programın içerdiği önemli risk, eğer başarılı olmazsa ve tekrarlanma
gereksinimi duyulursa, ekonominin, enflasyon-şok stabilizasyon çevrimine
kayabilmesidir. Tekrarlanan şoklar; kamu ve özel yatırım projelerinin ertelenmesine,
faaliyetlerin azalmasına, iflaslar ve işsizliğin kötüleşmesine yol açarak reel
ekonomik aktiviteyi/ faaliyeti yavaşlatma eğilimindedir.
Pek
çok gözlemci, otoritelerin; sınırlayıcı politikaları yeterince uzun ve sert bir
şekilde yürütmekte isteksiz olmaları nedeniyle şok programların başarısız
olduğuna inanmaktadırlar. Enflasyon oranı düşürülünceye kadar sınırlayıcı
politikaların sürdürülmesi birçok firmanın üretimden çekilmesine ve daha az
verimliliğe neden olacaktır. İstikrar politikaların tedrici uygulaması (gradualism)
ise stabilizasyonun ağrısını zamana yaymakta, fakat politika yapıcıların
politik desteği sürdürmekte yardıma gereksinimleri artmaktadır. Çıktı kaybını
minimize ederken tüketici ve üretici güvenini sürdürmek mümkün olacak, üretim
ve talep şoku yumuşatılacak ve sermaye oluşum eğilimini sürdürmek mümkün
olacaktır. Tedrici politika uygulamasında problem, enflasyonist momentumu, uzun
zamana yayıldığından kırmakta başarısız olması, enflasyonu besleyen sürecin
tekrar çalışmasıdır.
Popülist İstikrar Politikaları
Yüksek
enflasyon olayları endüstriyel dünyadan çok, gelişen ülkeler arasında yaygın
olarak görülmektedir. Periyodik olarak %25’leri aşan sürdürülen enflasyon
oranları Afrika, Asya, Ortadoğu ve Batı yarımkürenin gelişen ülkelerinde,
politik istikrarsızlıklar ve bozulan dış ticaret hadlerine eşlik eden yüksek
enflasyon olayları olarak görülmektedirler. Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili,
Ekvator, Meksika, Parguay, Peru, Uruguay, Gana, Guvana, Zaire, İsrail, Türkiye
gibi bir grup ülke kronik yüksek enflasyon yaşamışlardır[128].
Özellikle Latin Amerika ülkelerinde yüksek enflasyon sendromları izlenmektedir.
Latin
Amerika ekonomik tarihinin; özellikle gelir dağılımı amaçlı olarak, düzensiz ve
dramatik çevrimlerle sonsuz olarak kendini tekrar ettiği görülmektedir. Ülke
ülke ve tekrar tekrar politika yapıcıları, büyük oranda, genişleyici mali ve
kredi politikalarını, gelirin yeniden dağılımını ve büyüme için aşırı
değerlenmiş paraya dayanan politikaları benimsediler. Bu politikaların yürütülmesinde
mali sınırlamalar ve döviz sınırlamaları yoktu ve kısa dönemli bir ekonomik
büyüme ve iyileşmenin ardından darboğazların yarattığı bir makroekonomik baskı,
reel ücretlerde artış ve ciddi ödemeler dengesi sıkıntıları ortaya çıkmaktaydı.
Popülizmin kendi kendini tahrip edici özelliği, kişi başına gelirde ve reel
ücretlerde sert inişlerle, deneyimin sonunda açığa çıkmaktadır[129].
Populist
politikaların sempatizanı, çoğunlukla üst düzey politikacılar ve dış faktörler
olmaktadır. Dış istikrarsızlık, büyük ve sürdürülemez politikaların zorunlu
sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu, hataları sürekli tekrar eden, hastalığa
gebe kalkınma stratejisi; politika yapıcıların hafıza kaybıyla veya belki
popülist mekanizmanın derin köklerinin önemsenmemesi veya ekonomide yeni
politik bir yaklaşım olarak tanımlanabilir. Popülist politikaların öncüsü Latin
Amerika ülkeleridir. Arjantin, Brezilya, Şili, Meksika, Peru, Nikaragua’nın
politika yapıcılarının ekonomilerinin objektif koşullarına göre, sonunda döviz
kısıtlamaları ve ekstrem enflasyonlar yaşadıkları güçlü genişleyici politikalar
izledikleri görülür. Sonunda, reel ücretlerde sert düşüşler, pek çok uygulamada
politik istikrarsızlık, şiddet ve askeri darbeler yaşanmıştır.
Fakirlik
ve gelir dağılımında çarpıklıklarla mücadelede uygulanan programlar niçin
yanlış sonuçlara ulaşmaktadır?
Gelişen
dünyada yüksek enflasyonu stabilize etmek için farklı yaklaşımlar
kullanılmıştır. Bu yaklaşımları çok genel olarak; popülist, ortodoks ve heterodoks olarak ayırabiliriz.
Ortodoks
programlar mali düzenlemelere giden, dış parasal dengeyi sürdürmek için döviz
kurunu kullanırken parasal genişleme oranında sınırlamalara giderek ekonomiye
nominal ankor oluşturan “para-baz” programlar ile, nominal ankor
oluşturmak için döviz kurunu peg eden/ kancalayan “döviz kuru-baz”
programlar olarak ayrılırlar. Ortodoks programlar mali dengeyi sağlayan
tedbirler uygularlar. Ortodoks programlar uygulanma hızlarına göre “cold turkey”/
şok terapi, mali düzenlemeleri çok hızlı, tek adımda yapan yaklaşımlar ve “gradualist”-/
tedrici, mali açıkların azaltılmasını, azalan bir süre içinde tedrici olarak
düzeltmeyi amaçlayan yaklaşımlar olarak ayrılırlar.
Heterodoks
yaklaşımlar, diğer yaklaşımların bir takım özelliklerini taşıyan programlardır.
Mali düzenlemeler, döviz kuru dondurmaları veya “döviz kuru path”inin
anonsunu ve kesin ücret fiyat kontrollerini veya sosyal kontratı ifade eden
gelirler politikalarından oluşurlar.
Popülist
programlar, mali açığın düzeltilmesine gerek duymadan “ücret-fiyat kontrolleri”ni
yürüterek ücret ve fiyatlara direkt müdahalelere odaklanırlar[130].
Populist stabilizasyon/ istikrar programları, gelişen ülke makroekonomik
deneyimlerinin tekrarlanması özelliğini taşırlar. Yüksek enflasyonu stabilize
etme amacından çok; durgun üretim, gelir dağılımı eşitsizliği ve dış kriz gibi
bir grup makroekonomik problemle ilgilidirler. Bu programlar, enflasyonu stabilize
etmekte farklı yaklaşımları nedeniyle popülist programlar olarak tanımlanırlar.
Düşük enflasyonla hızlı büyümeyi ve toplam talebi uyarıcı politikaları izlemeyi
ve ücret-fiyat artışlarını sınırlamayı birlikte kullanan politikalardır.
Ekonomik
popülizm; büyüme ve gelir dağılımını vurgulayan, enflasyon riskini, açık finansmanını,
dış sınırlamalar ve ekonomik ajanların piyasa mekanizmasına dayanmayan saldırgan
ekonomik politikalara reaksiyonunu göz ardı eden bir yaklaşımdır. Yoğun sosyal
reformlarla motive edilen popülist politikalar nihai olarak başarısızdırlar. Başarısız
olduklarında, yola çıkarken lehlerinde oldukları gruplara korkulacak maliyetler
yüklerler[131].
Çok
tartışmalı bir kavram olan popülizme, politik bilimciler anlamlı ve kesin bir
tanım getirmeye çalıştılar ve üç elementi üzerinde durdular.
·
Birincisi,
popülizm politik mobilizasyonu kullanır, tekrar eden konuşma sanatından ve
insanlara ilham veren sembollerden yararlanır.
·
İkincisi,
çalışan sınıfı hedeflemekle birlikte orta ve üst sınıftan sektörlere yol açan
çok yapılı koalisyonlar ve patlayıcı sınıf çatışmaları olmaksızın kalkınmayı
arttırıcı reformist politikaları ifade eder.
·
Üçüncüsü,
azgelişmiş ülkelerin genişleyen devlet aktivizmi ile birlikte, işçilerin endüstriyi
hızlandırmasını sağlayan birleştiren-onarıcı yeniden dağılım tedbirlerini
vurgular.
Popülist
politika yapıcıları ve halk, ekonomik performanstan çok tatminsizdir. Ekonomi,
orta ekonomik büyüme ile deneyimli, muhtemelen bir önceki stabilizasyon
gayretlerinin sonucu olarak durgunluk veya depresyondan ani çıkış göstermiş ve
bu önceki stabilizasyon çabası muhtemelen IMF’nin ekonomik büyümeyi azaltıcı,
yaşam standartlarını düşürücü, dış dengeyi iyileştirici programlarıdır, hayli
pürüzlü gelir dağılımı problemlerine ve genel olarak dış denge önceki programla
iyileştirildiğinden uluslar arası rezerv birikimi olduğundan popülist genişleyici
programlara imkan yaratan özelliğe sahiptir[132].
Popülist
tanı; ekonominin önemli miktarda kullanılmamış prodüktif kapasitesinin olduğu,
özellikle imalat sektöründe monopol gücü yüzünden ve azalan toplam talep
nedeniyle gerçekleşmesi görüşüne dayanan politika reçetelerine yol açmaktadır.
“Deficient”/ yetersiz talebin görülmesi, sınırlayıcı toplam talep
nedeniyle olduğu kadar ücret kazançlarını deprese eden azaltan, kapitalistlere
daha büyük marjinal tüketim eğilimleri empoze eden gelir dağılımı eşitsizliğinden
de kaynaklanmaktadır. Bu nedenle önce, fakirlerin gereksinimlerini ön plana
alan genişleyici mali politikalar ve ücret artışlarının uygulanması
gelmektedir. Emek maliyetlerinin artması birim başına karı deprese etmesine
rağmen, fiyat artışları söz konusu olmasa bile, talep arttığından, toplam kar
çıktıdaki genişlemeyle arttırılabilir. Fiyat kontrolleri yoluyla monopol
gücünün fiyatları yükseltmesi önlenebilmektedir.
Geçiş Ekonomileri Enflasyonu
1989
ve 1990’da Doğu Avrupa’da Bulgaristan, Macaristan Sovyetler Birliği gibi birçok
ekonomi enflasyon oranlarında yüksek artışlar yaşarken, Polonya ve Yugoslavya
hiperenflasyon ile deneyimlendiler.
Doğu
Avrupa’da enflasyon özel tedbirleri gerektiren farklı bir olay niteliğindedir.
Standart stabilizasyon programları uygulanabildiği kadar, çok özel niteliklere
de sahiptir.
1989’da
Doğu Avrupa’da komünizm çöktüğü zaman birçok ülke piyasa ekonomisine geçmekte
tereddütlü ve nasıl geçeceğini bilemez durumdaydı. Bu konuda ileri sürülen
tezler, stabilizasyonun zamanlamasından fiyat liberalizasyonunun hızına ve
özelleştirmenin dizaynına kadar sıralanmaktaydı[133]. Bu
konudaki tartışma, o dönemde çok ekstrem bir görünüm taşımaktadır. İş başına
gelen hükümetler gerekli hazırlıkları yapamamışlar ve hızla kötüleşen ekonomik
koşullarla karşı karşıya kalmışlardır. Politika tartışmaları kısa vadeli ve
pragmatik konulardan ziyade uzun dönemli ve filozofiye dayanmaktadır.
Özelleştirme ve tekelleştirmenin ortadan kaldırılması gibi mikro ekonomik
konulardan ziyade makroekonomik konular tartışmaya hakimdir.
Doğu Avrupa’da makroekonomik istikrarsızlık,
devlet mülkiyetinin ekonomiye hakim olduğu sosyalist ekonomi döneminde
başlamıştır ve stabilizasyon, geçiş sürecinin bir parçası olarak görülür. Bütün
Doğu Avrupa ülkelerinde, bölgedeki hükümetlerin niyetleri; komünist partinin
tek parti kuralının, devlet mülkiyetli endüstrinin ve merkezi planlamanın
yerini Batı Avrupa stili çoklu demokrasi sisteminin, özel mülkiyetin ve piyasa
sisteminin almasıdır[134]. Komünist
dönemin sonunda reformcular arasında hakim görüş; fiyat liberalizasyonu ve
paranın konvertibilitesi gibi makroekonomik konuların sırayla ele alınması
şeklindedir. 1989’un sonunda Polonya’da hızla bozulan makroekonomik koşullar
karşısında tartışmalar hızla makroekonomik stabilizasyona ve döviz kuru
yönetimine kaymıştır. Ve temel değişime yaygın kamu desteği, politika
tartışmasını radikal reformların yanına kaydırmıştır.
Doğu
Avrupa ülkeleri alışılmış bir sınıflandırma ile orta gelir grubu ülkeleri
arasına girmektedir. Nispi gelir düzeyleri, geçmiş büyüme oranları, sağlık ve
eğitim düzeyleri, hepsi bu sınıfa sokulabilir.
Politik
ve ekonomik krizler, bu ülkelerin
değişen dünya ekonomik büyümesine ve ticaret koşullarına uyum sağlamayı gitgide
artan oranlarda başaramamasından kaynaklanmıştır. 1970’lerin ortalarından
başlayarak bu ülkelerin tümünün büyüme oranlarında ortaya çıkan hızlı
yavaşlama, bu uyum yeteneksizliğinin bir göstergesidir. Büyüme oranları
1980’lerde eskiye dönmüş ya da çok düşük kalmıştır. Diğer orta gelir
düzeyindeki ülkelerdeki düşüşü andırmaktadır. Doğu Avrupa’nın yapısal reform ve
düzenleme (adjustment) problemi, orta gelir ülkeleri; Brezilya, Meksika,
İsrail’in uzun dönem büyüme ve nispi fiyat yapısına benzerliği nedeniyle orta
gelir ülkeleri reform kategorisine girebilir. Bu ülkeler geçmişte uzun süre
büyüme ve fiyat istikrarı sağlamışlar, 1970’ler ve 1980’lerde ciddi yapısal
krizlere hedef olmuşlardır. Enerji, hammadde fiyatları gibi şoklara gösterilen
yetersiz tepkiler, krizlerin ya nedeni olmuş ya da hızlanmalarına neden
olmuştur. Bu dış şoklar Doğu ve Orta Avrupa’da gecikmeli bir etkiye sahiptir.
Farklılık sadece zamanlaması ve derecesinde değil, burada bütün ekonomik ve
politik düzen çökmesidir. Politik reformları izleyen ekonomik reformların orta
gelir ülkeleri gibi sonuç vermesi beklenmiştir. Bu ekonomik reformların
hedeflerinin bazı orta gelir gurubu ülkelerin hedeflerine benzediği
görülmektedir.
Bu
ülkeler, 1980’lere kadar kontrol edilen fiyat sistemine sahip oldukları için,
fiyat enflasyonlarına ilişkin ölçümlemeler, iç dengesizlikler konusunda
sağlıklı bir bilgi vermemektedir. Fiyatların liberalize edilmesiyle enflasyonun
hızlandığı görülmektedir. İlk hızlanma 1989’da Polonya’da, 1990-91’de öteki Doğu Avrupa ülkelerinde
olmuştur. SSCB’nde fiyatların serbestleşmesinin enflasyonist etkileri ciddi
şekilde 1992’de görülmektedir.
Macaristan,
Polonya, Çekoslovakya, Bulgaristan ve Romanya’dan oluşan beş Doğu Avrupa
ülkesine 1990-1991’de “Fund”- IMF
destekli stabilizasyon ve fiyat reformunun uygulanmasında; başlangıçta tek
banka sistemi uygulamasından, merkez bankasından ayrı bir ticari bankacılık
sistemi, özelleştirme gibi yapısal reformlar görülür.
Reformun
hedefleri, yakın zamanlarda öteki ülkelerde görülenlere ne kadar benzemektedir?
Benzer
noktalardan biri, ekonomik yapının dünya ekonomisine entegrasyonunun sağlanmasıdır.
Bu kontrol edilen fiyatlardan dünya fiyatlarına geçmeyi içermektedir.
Diğer
benzerlik noktası, fiyat düzeyi ve iç-dış dengelerle ilgili makroekonomik
istikrar hedefidir. Başlangıçta var olan, ya da fiyatlar üzerindeki kontrol
kaldırılınca, çıkması kaçınılmaz olan yüksek enflasyon, ya da hiperenflasyonu
gidermeyi gerektiriyordu. Bu noktaya kadar gerek hedefler gerek araçlar, öteki
reformdakilere son derece benzemektedir.
Ekonomik
düzenlemelerin başlangıcında, zaten kontrol edilen fiyatlar, yumuşak bütçe sınırlamaları,
parasal hakimiyetin olduğu bastırılmış bir enflasyon söz konusudur. Reform
değişiklikleri; tek banka sisteminden çıkmak gibi, finansal sistemde, mali yapıda,
sosyal güvenlik sisteminde, özel mülkiyet haklarının tesisi, yoğun özelleştirme
gayretleri gibi ekonomik davranış normlarında değişiklikleri içermektedir.
Sovyet bloku gibi merkezi planlı olmayan ekonomilerde de yumuşak bütçe
sınırlamaları, baskı altında tutulan iş sektörü, yüksek oranda sübvanse edilen
devlet teşebbüsleri görülmektedir. Geçiş ekonomilerinden farklılıkları, içinde
bulundukları yapının büyük oranda piyasa çıkışlı olması ve özel mülkiyet
haklarının mevcut bulunmasıdır. Geçiş
ekonomilerinde bütün ekonominin merkezi olarak kontrol edildiği, piyasanın olmadığı,
kamu mülkiyeti ve finansmanının olduğu bir sistemde reformun ve makroekonomik
stabilizasyonun sağlanması söz konusudur.
Bu
ülkelerin çoğunda, önemli fiyat liberalizasyonları ve makro ekonomik
stabilizasyon veya en azından hiperenflasyon düzeyine ulaşmamak için atılacak
yeterli stabilizasyon adımları anahtar niteliktedir.
Ekonomik
reform stratejisi;
·
makroekonomik
stabilizasyon;
·
ekonomik
liberalizasyon,
·
devlet
kuruluşlarını özelleştirme
olmak
üzere üç temel elementi içermektedir.
Ekonomik
liberalizasyon, ekonominin uluslararası ticarete açılmasını sağlayan, iç
piyasaları dış rekabete açan ve özel mülkiyet haklarını koruyan yasal sistemin
tesisini gerektiren büyük bir adımdır. Diğer temel adımlarla, makroekonomik
stabilizasyonun kesin sınırlarının çizilmesi, geçiş süresinde çok zordur. Çünkü
uygulamada, liberalizasyon ile kurumsal düzenlemelerle ve yapısal reformlarla
yakın ilişkilidir[135].
Doğu
Avrupa ve eski Sovyetler Birliği’nde, devlet teşebbüslerinin reformu,
hükümetleri; daha evvel teşebbüs sektörüne ait olan, hane halkına sağlanan
sağlık ve çocuk bakımı gibi konularda zorlamıştır. Ve geçiş ekonomilerinde
devletin eğiliminin yeniden tanımlanmasına gidilmiştir. Artık bütçe, kaynak dağılımının
temel aracı değil, kamu hizmetlerini sağlayan bir araçtır. Kaynak dağılımı
aracı olmak bütçeden alınarak piyasaya verilmiştir.
Bütçenin
harcamalar yanında yer alan reformlar, etkinliğin arttırılmasında daha iyi bir
sistem olan fiyat sisteminin yaratılmasını sağlayabilmek için sübvansiyonların
kesilmesi olmuştur. Reform döneminde dikkatler düşük gelir gruplarını koruyacak
tedbirlere, bir sosyal güvenlik ağının (safety nets) gereksinimine
dönmüştür. Sosyal güvenlik ağı, harcama yükü olarak bütçede yer almakta ve emek
piyasasında uyarımları çarpıtmaktadır. Bununla birlikte, sosyal güvenlik
harcamaları, düzenleme programlarına kamu desteğinin sürdürülmesinde hayati
role sahiptir[136].
Makroekonomik
politikalar ve stabilizasyon aracı olarak bir hükümet, bütçesini kontrol altında
tutar. Kamu harcama ve vergi reformu temel noktayı oluşturur. Bir hükümetin ne
kadar harcaması gerektiği, devletin eğiliminin yani ekonomideki büyüklüğünün ne
kadar olması gerektiğinin yeniden tanımlanmasıyla ilgilidir. Devletin görevleri
nedir? Birçok ülkede reformlar, birçok hizmetin üretilmesi ve finansmanının,
eğer mümkünse devletin dışında yapılmasını amaçlar. Yine de Amerika Birleşik
Devletleri’nde kamu sağlığı hizmetleri gibi örnekler konuyla ilgili
muafiyetleri teşkil etmektedir[137].
Devlet
harcamaları, devlet gelirlerinin arttırılabilmesine dayandığından, vergi
reformları yapısal reformların başlıca konusunu teşkil etmektedir. Doğu Avrupa
ülkelerinin çoğu, geçiş sürecine büyük devlet açıkları ve hızlı enflasyonla
girdiler. Bu açıkları, devlet gelirlerini arttırarak ve harcamalarını azaltarak
elimine etmek için de reform çalışmalarına öncelik verdiler. Reformun başlangıç
süreci; kaynak dağılımında direkt devlet kontrolünün kaldırılmasını, direktiflerden
daha çok fiyatlara duyarlı olarak firmalara, bireylere ve yerel hükümetlere
bırakılmasını içerir. Ayrıca ticaret üzerinde direkt kontroller
sürdürüldüğünden ilk yapılan uygulamalardan biri de sınırların özel ticarete
açılması olmuştur.
Özelleştirme
kaçınılmaz olarak reform sürecinden daha yavaş çalışmıştır. Fakat başarılı bir
geçişin sağlanması için temeldir. Eğer devlet mülkiyetli firmalar satılırsa,
bu, devlet için derhal gelir yaratır, yatırımlar için devletin olmayan fonlarda
bir düşmeye neden olacaktır. Özelleştirme aynı zamanda özelleştirilmiş
firmalardan devletin gelecekte sağlayacağı karlardan kayıp anlamına da
gelmektedir. Bu nedenle de devlet gelirlerinin yeniden düzenlemesi sürdürülmelidir.
Reform
sürecinde, devlet sübvansiyon ve harcamaları için pek çok yeni talep olacaktır.
Yeni işsizler, destekleyici ödemeler umacak, mücadele içindeki firma ve
çiftlikler sübvansiyon, ucuz kredi ve ticaret korumaları talep edecekler, alt
yapı yatırım ihtiyacı çok yüksek olacak, gelir dağılımında adaletsizliğin
artışı, yeniden dağılım talebi yaratacaktır. Ve bu finansman ihtiyacını
karşılamak için gerekli vergiler ekonomik büyümeyi boğacak, yavaşlatacak kadar
yüksek olacaktır[138].Kaynak
dağılımında kesin bir devlet kontrolü olmaksızın bu yüksek vergi oranları dağılım
kararlarında önlenemez bir çarpılma yaratacaktır. Bununla birlikte kaynak
dağılım kararları devlet bakanlığı tarafından verilir. Fiyatlar da hükümet
tarafından oluşturulur. Firmaların üretim plânları, finansal kârla da kayıpla
sonuçlansa da hükümet tarafından verilir. Vergiler, kaynak dağılımı
kararlarında endirekt etkiye sahiptir ve firmalardan sağlanan bilgiye dayandırılır.
Firmalar karşı karşıya kaldıkları uyarımlar doğrultusunda bu kararları manipüle
etmeye çalışırlar. Vergiler sadece kaynak dağılım kararları üzerinde endirekt etkiye
sahip değil, biraz gelir dağılımı üzerinde de etkilidir. Normalde bireysel
gelir vergileri mevcut değilken hükümet ücretleri indirme, tüketim malları
fiyatlarını arttırma, tüketim malları üretimini azaltma yoluyla çalışanları
dolaylı olarak vergilendirmektedir. Hükümetler, firma karlarını sadece vergi
kanunlarıyla değil, ucuz kredi dağıtımının girdi ve çıktı fiyatlarını
etkilemesi yoluyla da kontrol ederler. Genellikle bu fiyatlar piyasa fiyatından
farklıdır ve hükümetin amaçlarına göre ticari kâr ya da zarara neden olurlar.
İfade edilen bu vergi ve sübvansiyonlar devlet gelir ve harcamaları arasında
gösterilmeyebilir. Firmalar devlet mülkiyetli olduğundan devlet ve firma
bütçesi arasındaki fark herhangi bir durumda küçük bir öneme sahiptir[139].
Fiyatları
çarpıtmayan yapısı ve toplama kolaylığıyla katma değer vergisi, piyasa
sinyallerini oldukça açık hale getiren vergi tipi olarak reformların içinde yer
almaktadır. Diğer bir kaynak olarak gelir vergileri bütün gelir kaynaklarını
kapsamaktadır. Ülkeler tarife reformlarında nispi olarak düşük tek tip gümrük
vergileri uygulamasına, yüksek tarifeleri lüks mallar üzerinden almaya teşvik
edilmektedirler.
Geçiş
ekonomileri de vergi yönetimiyle ilgili sorunlara sahiptir. Merkezi planlı
ekonomilerde çok az gelir vergi ödeyicisi mevcuttur, bu nedenle yeni bir vergi
toplama teşkilatının kurulması gerekmektedir. Devlet bütçesinden kamu ekonomik
kuruluşlarının finanse edilmesi, bütçe açıklarının en önemi nedenlerinden
olduğundan kamu teşebbüslerinin eğiliminin yeniden düşünülmesi gerekmektedir.
Endüstrileşmiş ülkeler kamu sektörü büyüklüğünü küçültmüşlerdir. (Bu ekonomiler
gelişmişlik düzeyinde olduklarından düşük gelir düzeyli kesim azalmıştır.) Geçiş
ekonomilerinde yoğun özelleştirilmeler görülmektedir. Telekomünikasyon
sistemleri, tren yolları, posta hizmetleri özelleştirilmektedir. Geçişte olan
ekonomilerde yoğun özelleştirmeler bir grup spesifik makroekonomik probleme yol
açmaktadır.
Doğu
Avrupa ve Sovyetler Birliği’nde enflasyonun nedeni, hızlı parasal büyümeye yol
açan bütçe açıklarıdır. Diğer yüksek enflasyonlar ve hiperenflasyonlardan
farklı değildir. Bununla birlikte merkezi planlı ekonomilerde, stabilizasyon
programlarının dizaynı ve yürütülmesinde göz önünde bulundurulması gereken
önemli özel karakteristikler mevcuttur.
·
Birincisi,
kamu teşebbüslerinin yumuşak bütçe sınırlamaları,
·
ikincisi
devlet kuruluşlarında ücret disiplini eksikliği,
·
üçüncüsü
hane halkı sektörüne verilen geniş sübvansiyonlar,
·
dördüncüsü,
parasal hakimiyetin varlığıdır[140].
Sosyalist
ekonomilerde devlet teşebbüsleri geleneksel olarak yumuşak bütçe
sınırlamalarının konusudur. Düşük kredi maliyetleri, düşük sübvansiyonlar ve
vergi muafiyetleri imtiyazlarına sahiptirler. Bunlar, devlet teşebbüslerini
piyasa rekabeti gerçeklerinden korurlar. Devlet yöneticileri aşırı büyük
yatırımlar yapmaya ve ücret artırımları yapmaya eğilimlidirler. Eğer yatırımlar
bozulma eğiliminde veya karlar büyük ücret yükseltilmeleriyle sıkışmışsa, bu
durumun yöneticiler üzerindeki etkisi minimum veya hiç yoktur. Bununla birlikte
komünist yönetimde devlet yöneticileri, zararına çalışan teşebbüsleri devletin
kapattığını bilirler. Bunun kanıtı iflasların nadiren veya hiç olmamasıdır.
Ücret
disiplini de geleneksel olarak devlet teşebbüslerinde, yöneticiler kar amaçlı çalışmadığından
çok zayıftır. Devlet teşebbüsleri yöneticileri bazen işçilerin kendi tarafından
seçildiğinden, işçilerden gelen talepleri vermeye hazırdırlar. Bu nedenlerle
yöneticiler ücret artışlarını sınırlama eğiliminde değildirler ve çoğunlukla
merkez bankasından sağlanan ucuz kredilerle finanse ederler. Bu koşullar
çoğunlukla ücret artışlarının prodüktivite artışları üzerinde olmasına neden
olur.
Komünist
rejimler, bütçe açıklarının en önemli nedenlerinden biri olan hane halkına
verilen geniş sübvansiyonların büyüklüğüyle tanımlanırlar. Komünist hükümetler,
bütçeden sübvansiyonları kullanarak tüketici fiyatlarını düşük tutmaya
çalışırlar. Bu sübvansiyonlar, yüksek enflasyon koşullarını yaratan büyük bütçe
açıklarının en önemli faktörlerinden birini teşkil eder. Örneğin 1989’da
Polonya’da yiyecek, tarımsal girdi ve kömüre verilen sübvansiyon GSYİH’nın
%8’ini aşmıştır[141].
Doğu
Avrupa ülkeleri parasal hakimiyetten muzdariptirler. Geçmiş bütçe açıklarının
para yaratılarak finanse edilmesi nedeniyle ve kontrol edilen fiyatlarla
yönetilen bir ekonomide, büyük satın alma gücü birikimi mevcuttur. Kıtlıklarla
sonuçlanan bastırılmış bir enflasyon söz konusudur.
Çıktı daralmaları diğer ülkelere oranla niçin
daha geniştir?
·
Birincisi,
ulusal istatistiklerin özel sektör çıktı hızlı büyümesini ve gayri resmi sektör
üretimindeki artışı doğru ölçememesidir.
·
İkincisi,
yumuşak bütçe sınırlamalarının eliminasyonu ve katı para politikalarının yüksek
reel faizlere ve katı kredi sınırlamalarına yol açmasıdır.
·
Üçüncüsü,
komünist yapıda özel sektör için uygun insan sermayesinin oluşmaması,
nedretidir.
·
Dördüncüsü,
Sovyetler Birliği ve CMEA (Council for Mutual Economic Asistance)’nın dağılmasını
izleyen dış ticaret akımında çökme ve
·
Beşinci
olarak bir grup ülkenin dış ticaret hadlerinde bozulmadır.
·
Altıncı
olarak yeterli dış desteğin olmaması, farklı derecelerde çıktı azalmasına
katkıda bulunmuştur.
Fakat
en temel neden dış ticarette çok büyük düşüş ve bunun arz-talep üstünde
yarattığı etkidir[142].
Ülkeler
arasında çıktı daralmalarının farklı derecelerde olmasını ise;
·
endüstrileşme
derecesi,
·
insan
sermayesi stokunun düşük düzeyi,
·
ekonominin
açılık derecesi,
·
ekonominin
şehirleşme derecesi belirlemektedir.
Spesifik
ülke koşulları, başlangıçtaki yapısal koşullar belirleyici nedenler olmaktadır.
Fiyatlar
liberalize edilince; kontrol edilen fiyatlar, piyasa mekanizmasınca belirlenen
dünya fiyatları seviyesine gelince[143],
biriken satın alma gücünün oluşturduğu baskı, fiyatlar hızla ani bir şekilde
yükseldiğinden kaybolacaktır. Bu, stabilizasyon programının başlangıç koşulunu
oluşturur.
Pek
çok ekonomist makroekonomik stabilizasyonda;
·
fiyatların
liberalleştirilmesini,
·
devlet
teşebbüslerine katı bütçe sınırlamaları getirilmesini,
·
ekonomide
serbest ticaret ve konvertibl paraya dayalı realistik/ gerçekçi fiyat yapısının
tesisini,
·
bütçe
açıklarının kontrol altına alınabilmesi için sübvansiyonların azaltılmasının,
·
devlet
teşebbüslerinde ücret kontrollerinin izlenmesi,
·
ücretlere
piyasa disiplinin uygulanmasının,
·
ekonomide
parasal hakimiyetin sona erdirilmesinin izleyeceğine inanır.
Bu
reform adımlarının atılmasında politika seçimi temel soruyu oluşturmaktadır.
Çıkış noktası, diğer bir deyişle şok terapi (cold turkey – big bang) mi
yoksa tedrici politikalar (gradualism) mi seçilecektir. Hiper enflasyon
ve yüksek enflasyon oranlarını içeren kümülatif deneyimlerden çıkarılan sonuç,
enflasyonun stabilizasyonunda şok terapinin açık avantaja sahip olduğudur. Son
zamanlarda Bolivya, Meksika ve İsrail’in yaşadığı başarılı deneyimler bunu
göstermektedir. Kredibilite ve fiyat sinyalleri eksikliği çoklu ankor/ çıpa uygulanmasına, heteredoks yaklaşıma
neden olmuştur. Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Romanya, Bulgaristan,
Romanya “bing bang” / şok terapi
yaklaşımını, Macaristan ise “gradualism”/ tedrici politikaları tercih etmiştir.
Reform alanlarında farklı tercihler izlenir. İngiltere, şok terapiyi tercih
ederken diğer Avrupa ülkeleri stabilizasyonun sağlanmasında tedrici yaklaşımı
tercih etmişlerdir. İsrail, enflasyona şok terapi uygulamış fakat, finansal,
sermaye, döviz piyasalarının açılışında tedrici stratejiyi kullanmıştır[144].
Piyasaların
düzenlenme hızı, değişen sinyallere, kredibiliteye, “future market”
çevresinin verdiği sinyallere dayanmaktadır. Döviz piyasaları ve ulusal
finansal piyasalarda, düzenlenme maliyetleri düşük olduğundan, düzenlenme hızı
yüksektir. Mal ve emek piyasaları düzenlenme hızları ise uzun sürer. Herhangi
bir reform, karmaşık yasama, kanunları gerektirir. Büyük ölçekli devlet
teşebbüslerinin özelleştirilmesi veya katma değer vergisinin ya da gelir
vergisinin hayata geçirilmesi gibi yeni bir reformun tanıtılması, işlem
prosedürü, yönetme mekanizması daha önceden mevcut olmadığı için uzun zaman
alacaktır. Yapısal düzenlemeler, piyasaya dayalı gelişmiş ekonomilerin çoğunda
reform kredibiliteye sahip olsa bile yavaş işleyen bir süreçtir. II. Dünya
Savaşı sonrası Avrupa ekonomilerinin yeniden imar gayretleri veya yapısal düzenleme
gayretlerini büyük stabilizasyonlar izlemiştir.
Geçiş
Ekonomilerinde Enflasyonu Sona Erdirmek İçin İstikrar Tedbirleri
Merkezi
planlı ekonomilerden piyasa mekanizmasına geçen pek çok ekonomi fiyat istikrarını
sürdürme güçlükleriyle karşı karşıya kaldı. Yüksek enflasyon Doğu Avrupa’da,
eski Sovyetler Birliği’nde olduğu kadar Doğu Asya’da Çin ve Vietnam’ı da
etkiledi.
Yüksek
enflasyon iki faktörden kaynaklanmaktaydı. Mali dengesizlik ve makroekonomik
yönetime olan güven eksikliği. Bu faktörler para arzındaki hızlı büyüme ile
ulusal paradan kaçış/ dolarizasyon ile sonuçlanmakta ve yüksek enflasyon
üretmektedir.
Hükümetlerin
faaliyetleri için merkez bankasından borçlanması, para arzındaki hızlı artış
ile sonuçlanmaktadır. Bu faaliyetler resmi olarak bütçede izlenebilmektedir.
Mali açık benzeri iki açık;
·
sosyal
veya bölgesel harcamalar için bütçesel fonlar,
·
merkez
bankası ve
·
diğer
bankalardan devlet mülkiyetli teşebbüsler için alınan fonlar görülmektedir.
Bu
üç temel faktörün sonucunda para arzı hızla büyümektedir. Bütçe açıkları, ekstra bütçe benzeri
harcamalar ve devlet banka sisteminden borçlar.
Paraya
güven kaybı, paranın el değiştirme hızını yükseltmiştir. Bu durum birkaç
faktörden kaynaklanmaktadır. Banka sisteminde mevduatlara uygulanan düşük
faizlerin nakit ikâmesi ve sermaye kaçışını hızlandırması, paranın el
değiştirme hızını arttırması. Yüksek enflasyonlar paradan kaçışı, özellikle
elde para tutmaktan kaçışı uyarır. Gelecekte oluşacak bütçe açıkları, gelecek
enflasyon beklentisini ve gelecekte vergilerin aratacağı beklentisini
uyarmaktadır. Para müsaderesi korkusu 1991 – 1993 döneminde Rusya’da görülmüş
ve paradan kaçışı uyarmıştır[145].
Stabilizasyon Programlarının
Başında Başlangıç Fiyat Şokları
Stabilizasyon
programları uygulandığında, birçok olayda başlangıçta fiyat şokları umulandan
büyük olmaktadır. Umulandan daha yüksek fiyat şoklarının kaynağı; absorbe
edilmemiş geniş parasallaşmanın varlığı, başlangıçtaki büyük devalüasyonun
etkisinin tahmin edilenin altında olması ve bir kısım devlet mülkiyetli
monopollerin davranış şekillerinden kaynaklanmaktadır.
Geniş
parasallaşmanın mevcudiyetinden dolayı geçiş ekonomileri, başlangıçtaki fiyat
düzeyi sıçramalarını ilave anti enflasyonist düzenlemelerle tasarruf etmelidir.
Eğer sistemde; para – kredi – ücretler gibi nominal büyüklüklere eğilim varsa,
başlangıç fiyat düzeyi “inertia”/ süredurum doğrultusunda umulandan daha
yüksek fiyat düzeyine yol açacaktır. Bu durum Polonya, Bulgaristan ve az çok
Çekoslovakya’da ortaya çıkmıştır. Polonya’da gerçekleşen ücretlerin ücret
tavanını aşması durumunda yönetici önemli ilave vergiler ödemek zorunda kalmaktadır[146].
Başlangıç
fiyatlarının umulanın üstünde olması, hafifletici bir devalüasyon, daha sonra
tedrici olarak kaldırılacak geçici ücret – fiyat kontrollerinin uygulanmasıyla
kontrol edilebilir. Bazı monopol yapılı sektör fiyatlarının, anahtar mallarda
ticaret marjlarının belirlenmesi, koşullanması kadar bunlar “moral suasion”/
ahlaki telkinler yoluyla da sağlanmıştır.
Mali
Konsolidasyon
Makroekonomik
stabilizasyonda çok önemli bir adım enflasyona neden olan mali ve mali benzeri
açıkların eliminasyonu, konsolidasyonun sağlanmasıdır. Açıkların azaltılması,
çoğunlukla harcamaları ve vergileri içeren operasyonların yapılmasını
gerektirir. Bu durum, geçiş ekonomilerinin mali yapısının piyasa ekonomileriyle
karşılaştırılmasını gerektirir. Merkezi ve Doğu Avrupa’daki geçiş
ekonomilerinin bütçe karakterlerini incelediğimizde dikkati çeken birkaç nokta
vardır[147].
Reformlar bu, birkaç alışılmadık bütçe karakteristiğinden başlamalıdır.
Gelir yanına
bakıldığında, gelirlerin büyük oranda devlet teşebbüslerinin kârlarının vergilenmesinden
sağlandığı görülür. Devlet teşebbüslerinden, daha etkin ve modern katma değer
vergi sisteminden ziyade endirekt vergilemeden gelir sağlanmaktadır. Bireysel
gelir vergileri hemen hemen yoktur. Gelirin geleneksel kaynağı devlet
teşekkülleri üzerindeki vergilerin, piyasa reformu başladığında hızla düşme
eğiliminde olduğu görülmektedir. Çünkü piyasa reformu, devlet teşebbüslerine
vergiden sakınmak için yeni bir yol sunmaktadır. Vergiden sakınmanın en basit
yolu, devlet teşebbüslerinin işçilerine ücret ve kârları yüksek oranlarda ödeyerek
kârlılığı düşürmeleridir.
Vergi
reformunda anahtar adım, mali birleşme; vergi sisteminde devlet teşebbüslerini
baz alan kâr vergileri ve “turnover”/ devreden vergilerden katma değer
vergisi ve bireysel gelir vergilerine geçmektir. Polonya’da 1987’de çoğunlukla
devlet teşebbüslerinin vergilenmesinden gelen gelir GSYİH’nın % 12’sinden 1993’te
% 4,2’sine düşmüş, bireysel gelir vergileri hiç yokken % 9’lara yükselmiştir.
Toplam olarak devlet gelirlerinde 1987’de % 52.4’ten 1993’te % 47,6’ya ılımlı
bir düşüş görülmektedir[148].
Mali
konsolidasyon, çok tipik olarak sübvansiyonlarda ve kamu yatırım harcamalarında
ani azaltılmaları içerir. Yatırım harcamalarının çoğu, bütçeden teşebbüslere
transferlerdir. Polonya’da; sağlık harcamaları, eğitim ve kamu yönetimi gibi
devlet mal ve hizmetlerine, sosyal transferlere ayrılan pay, sübvansiyonlar ve
kamu yatırımlarının azaltılmasından sağlanan kazanç oranında arttırılmıştır.
Toplam devlet harcamaları GSYİH’nın yüzde oranında 1987’de GSYİH’nın %
50.4’ünden 1993’te % 49,9’una bir düşmeyle ortalama olarak sabit devam etmiştir[149].
Genel
olarak; VAT/ katma değer vergisine geçiş, devlet teşebbüsleri kârlarının
vergilendirilmesinin azaltılması, “turnover tax”/ devreden vergilerin
azaltılması, devlet teşebbüslerinde sübvansiyonların azaltılması diğer yandan
yüksek sosyal transferler, eğitim – sağlık harcamalarının sübvansiyon ve
sermaye harcamalarında azalmaya denk oranda artması, devlet harcamalarının
GSYİH oranı düzeyinde değişmemiş olması, bütçe baskısının azalmasına katkıda
bulunamamaktadır.
Vergi
reformu ve devlet harcamalarının azaltılmasına ilave olarak, devletin bütçe
açıklarının kısa dönemde finansmanı sağlayacak yeni metotlar geliştirmesi önem
kazanmaktadır. Örneğin devlet hazine kağıtları piyasası mali politikaya ve
geçiş ekonomileri anti enflasyonist politikasına, devletin merkez bankası
yerine vatandaşından borçlanılmasına olanak tanıyarak esneklik kazandırır.
Bütçe
açıklarının parasal finansmanının azaltılmasında dış borçlanma önemli bir rol
üstlenir. Eğer hükümet uluslararası finansal piyasalardan borçlanabilirse
(uluslararası bono piyasası veya IMF), Merkez Bankasından borçlanmasına gerek
kalmaz. Aynı büyüklükte bütçe açıklarının para arzı arttırılmaksızın finanse
edilmesi mümkün olur.
Özelleştirme,
mali konsolidasyonda birkaç nedenle önemli rol oynayabilir. Devlet, devlet
mülkiyetli varlıklarını satarak gelirlerini yükseltebilir. Devlet
teşebbüslerinin özel mülkiyete transferinde devlet, genellikle zararına çalışan
firmalara (loss – making firms) sübvansiyon sağlama (politik)
yükümlülüğünden kaçmaktadır. Bu endirekt yolla, özelleştirmeyle “soft budget
constraint”/ yumuşak bütçe sınırlamaları nedeniyle kamu sektörü
teşebbüslerine bütçe açıklarına katkıda bulunan fon aktarımını azaltır. Aynı zamanda özelleştirme, sosyal güvenlik
yükümlülüklerinin maliyetine de katkıda bulunur.
Enflasyon
çok yüksek olduğunda, parasal faktörler hakim durumdadır. Bu nedenle bütçe
açıklarının ve hızlı kredi genişlemelerinin sona erdirilmesi, yüksek enflasyon
oranını sonlandırmakta yeterlidir.
Enflasyon nispi olarak düşük orana indikten sonra (yıllık % 30’un altı
gibi), daha ileri bir enflasyon oranı düşürülmesinin (disinflation)
maliyeti ortaya çıkmaktadır. Süren enflasyonun elimine edilmesi için daha doğru
mali ve parasal disiplinin sağlanması gereklidir. Enflasyon oranının
düşürülmesinin maliyeti (çıktı azalması ve geçici yüksek işsizlik) ekonominin
farklı yapısal faktörlerinden etkilenir[150].
Mali
benzeri harcamalar; döviz kuru garanti şemasıyla ilişkili sübvansiyonları,
firmalar ve bankalara yüksek oranda negatif reel faizlerle sağlanan kredilerden
sonuçlanan sübvansiyonları ifade eden borç zararlarının ekstra bütçesel
finansmanını içerir. Bu son grup, üretimin sürdürülmesini, endüstri ve tarımda
istihdamın sürdürülmesini yansıtır. Bu sübvansiyonlar devlet olmayan sektöre
verilen merkez bankası kredileri toplamında, merkez bankası (discountrate)
iskonto oranı ile enflasyon oranı arasındaki fark olarak hesaplanır[151].
Reform
gecikmeleri ve yapısal değişikliklerin dirençle karşılandığı ülkelerde
konsolide açıkların açık mali zararlardan çok daha büyük olduğu görülür.
Yapısal Engeller
Stabilizasyon
programının karşılaştığı yapısal engeller;
·
yaygın
ücret ve fiyat endekslemeleri,
·
teşebbüsler
arasında rekabet eksikliği,
·
devlet
mülkiyetli teşebbüslerde yoğun emek gücüdür.
Ücret
ve fiyat endekslemeleri, sınırlayıcı mali ve parasal politikalar uygulanmaya
konulsa bile, ücret – fiyat spiralinin devam etmesine neden olur. Teşebbüsler
arası rekabet eksikliğinde makroekonomik tedbirler sınırlayıcı bile olsa
direşken enflasyonla sonuçlanmaktadır. Devlet teşebbüslerinde ücret görüşmeleri
ekonomik olmaktan çok politik hakimiyet altındadır. Devlet teşebbüslerinin
yöneticileri, sınırlayıcı kredi kontrolleriyle karşı karşıya kalsalar bile
şirket kârlarını yüksek ücretler olarak ödemekte gönüllüdürler. Diğer çeşit
sınırlayıcı emek piyasası uygulamaları ücret enflasyonunda kısa vadeli
direşkenliğe yol açar ve nihai olarak yüksek işsizliğe neden olur. İşçi
kovulmasına getirilen sınırlamalar, işsizlik yükselse de ücret artışları için
baskı yapabilmeleri için işçilerin pazarlık gücünün kuvvetlenmesine neden olur.
Doğu
Avrupa geçiş ekonomilerinde başarılı özelleştirmeler daha çok hizmet ve ticaret
sektörlerinde yer alan nispi olarak küçük teşebbüslerde olmuş, büyük ölçekli
daha çok imalat sektöründe bulunan devlet teşebbüsleri devletin olarak
kalmıştır. Bu durum, kısmen yasal ve politik uygulamadan kaynaklanan (yabancı
veya ulusal yatırımcı yetersizliği gibi) nedenlerledir. Temel sorun,
özelleştirme aşamasında ve sonrası, işçi ve yöneticilere piyasa çıkışlı
davranışların nasıl öğretileceğidir.
Devlet
teşebbüslerinin özelleştirilmesiyle, verilen sübvansiyonlar ve ucuz kredilerin
baskısı kaldırılırken bölgesel istihdam problemiyle karşılaşılmaktadır. Ham
madde ve kredi dağılımıyla uğraşan yöneticilerin dikkati şimdi teşebbüslerin
performansını kârlılıklarıyla ölçmeye, pazarlamaya ve finansal yönetime
yönelmiştir.
Enflasyon
oranının düşürülmesi (disinflation) için geliştirilen programlar;
çoğunlukla ücret endekslemelerinin kaldırılmasını, uluslararası ve ulusal
ticaretin liberalizasyonunu, piyasaya dayalı disiplinin arttırılması için
özelleştirme ve emek piyasalarında düzenlemelerin kaldırılmasını gerektirir.
Ücret – fiyat kontrolleri ve diğer tip gelirler politikaları deneyimleri
yaşayan birçok ülke, bu müdahaleleri istenmeyen hale sokan, politik çatışmalara
yol açan kıtlık ve çarpıklıklar yaşamıştır. Bu politik çatışmalar devletin
istikrar çabalarını zayıflatmaktadır.
İstikrarı
Destekleyen Parasal Politikalar
Pek çok
durumda yüksek enflasyon ülkelerinde, para politikasının biraz bağımsızlığı söz
konusudur. Merkez bankaları bütçe açıklarının kapatılmasını sağlayacak parayı
ödünç vermeye zorlanırlar. Bu nedenle, parasal stabilizasyona gidebilmek, birçok
olayda parasal politika yoluyla değil mali politika yoluyla sağlanabilir.
Bununla birlikte başarılı bir stabilizasyon programına eşlik edecek pek çok
parasal seçim mevcuttur ve gerekir.
Döviz kuru
rejimi ile ilgili çeşitli uygulamalar vardır. Döviz kuru serbest dalgalanmaya
mı bırakılmalı, yoksa merkez bankası resmi kur mu anons etmeli, ya da söz
verilen düzeyde kuru stabilize etmek için döviz piyasalarına mı müdahale mi
edilmeli, çoklu kur mu uygulanmalı? [152] Tarihsel
deneyimler bize bu konuda seçenekler sunmaktadır.
Birçok orta ve
büyük ölçekte ekonomi düşük enflasyonu, gerçekçi kurda dalgalanan döviz kurunda
gerçekleştirmişlerdir[153]. Dış
ticarette açık birçok ülke de büyük ticari partnerine peg ederek/ kancalayarak,
realistik sabit kur uygulamışlardır. Yüksek enflasyonu sonlandırmak için birçok
ülke mali konsolidasyona eşlik eden geçici bir dönem için peg edilmiş döviz
kurunu denemişlerdir[154]
İstikrara
destek veren parasal yönetim için uzun dönemli kurumsal değişikliklere gereksinim
vardır. Bütçe açıklarının parasal finansmanının tersine dönen etkisini önlemek
için, merkez bankalarına hazineden gelecek kredi taleplerini geri
çevirebilmekte yeterli bağımsızlığın verilmesi önemlidir. Merkez Bankası guvernörlerinin
hükümet veya parlamento tarafından kovulamaması, parasal genişleme için politik baskıya direnç
gösterebilmelerine neden olmaktadır. Bu koşullar için ileri sürülen bir
alternatif ; “currency board”/ para kurulu olmaktadır.
Eski merkezi
planlı ekonomilerde bankacılık sisteminin geçişinin sağlanmasında ilk adım
makroekonomik konulara odaklanabilecek bağımsız merkez bankasının kurulması ve
mikro ekonomik kredi dağıtımının sağlaması için ticari banka ağının tesisini
gerektirmektedir. Parasal yönetim geçiş ekonomilerinde yeni bir aktivite/
faaliyettir. Yeni bir parasal programın oluşturulması gereksinimi, kredi
genişlemesinin hesaplanması, ülke para talebinin hesaplanması ve ödemeler
dengesi denkliği ve ekonomik büyümenin ölçüsü ve enflasyonla ilgili
hesaplamaların yapılması, ekonominin davranışlarıyla ilgili temel bilginin
sağlanmasını gerektirir ve yetersiz veri yapısı söz konusudur. Toplam kredi ve
para, birçok bireysel karara dayanmaktadır[155]. Daha
iyi veri, merkez bankasını kredi ve para talebinin tahminlerinde daha analitik
araçlara kavuşturacaktır. Yeniden şekillendirilen merkez bankasının, toplam
kredi genişlemesini kontrol etmek için yeni enstrümanlara gereksinimi vardır[156]. Kredi
tavanı, rezerv gereksinimi, açık piyasa işlemleri gibi.
Geçiş
ekonomilerinde yeni firmaların ortaya çıkması, kredilerin sağlanmasındaki
zorluk nedeniyle sınırlı olmaktadır. Bir dereceye kadar banka sistemi büyük
devlet teşebbüslerine odaklanmaktadır. Yeni firmaların kredibilitesi yok ve
potansiyel borç talep edenlerin bir kısmı sahtekâr olduğundan, mali piyasalar
derinlik kazanmadığı için, geçmiş deneyimleriyle eski teşebbüsler borç
verilebilir fonların kullanıcılardır[157].
Yeni Bir Paranın
Yaratılması
Pek çok
koşulda yüksek enflasyonun tedavisinde teşebbüslerden biri de ya paralel bir
para yaratılması ya da paranın adında değişiklik yaparak yeni bir para
yaratılmasıdır. Geçiş ekonomileri için yeni bir paranın yaratılması yeni bir
devletin yaratılmasının veya başarılı bir stabilizasyonun sembolüdür. İsminin
değişmesi sembolik özelliğinden ayrı olarak, farklı kategoride yükümlülük ve
varlıklara uygulanan tek tip olmayan değişim oranı, mevcut parasallaşmanın
elimine edilmesine, ortadan kaldırmasına neden olabildiği gibi servetin yeniden
dağılımını da sağlar[158].
Paralel para ya özel bir paradır ya da “currency
boards”/ para kurulunun, devletin yarattığı bir paradır. Rusya gibi büyük
bir ülkede kullanılan dolar özel para niteliğindedir.
Kaynaklar
Agenor Pierre, Richard and Peter J. Montiel, Development
Economics, Princeton University Press, 1996
Allen
Mark,” The Link Between Structural Reform
and Stabilization Policies-An Overview”-Coordinating Stabilization and Structural Reform, edited Richard C.Barth, Alan
R.Roe and Chorng-Huey Wong,IMF,1994
Altuğ F. Nuray, Gelişmekte
Olan Ülkeler Yönünden Dış Borçlanmanın Ekonomik Önemi ve Türkiye’nin Dış
Borçlanması, M.Ü. İ.İ.B.F. Yayın No: 544/395, 1986
Altuğ
F.Nuray, İstikrar Politikaları ve Ülke
Örnekleri, Türkmen Kitabevi, 20001
Atkinson A.B.
and J.E.Stiglitz, Lectures on Public Economics, McGraw-Hill Book Company,1980
Balino Tomas
J.T., “Financial Sector Reform: Scope and
Sequencing”- Macroeconomic Management,
edited by Soumitra Sharma, Mac Millian Press Ltd., 1995
Baumol William
J. and Alan S. Blinder,
Economics-Principles and Policy, fourth edition, Harcourt Brace
Javanovich Publishers, 1988
Beckerman Paul, The
Economics of High Inflation, Macmillan, 1992
Blanchard Olivier Jean, Kenneth A. Froot and Jeffrey D.
Sachs, “Introduction”-The transition in Eastern Europe-Country
Studies -volume 1, edited by Olivier Jean Blanchard,Kenneth A. Froot and
Jeffrey D. Sachs, The University of Chicago Press,1994
Blejer Mario
I.and, Marko Skreb,”Stabilization After
Five Years of Reform: Issue and Experiences”-Macroeconomic Stabilization in Transition Economies, edited by
Mario I.Blejer and Marko Skreb, Cambridge University Press, 1997
Burdekin Richard C.K. and Thomas D. Willett, “The Importance of Central Bank Independence”
– Budget Deficits and Economic
Performance, Routledge, 1992
Case Karl E. and Ray C. Fair, Principles of Macroeconomics, fourth edition, prentice Hall inc.,1996
Chrystal Alec
K. and Simon Price, Controversies in Macroeconomics-third edition , Harvester
Wheatsheaf, 1994
Cobham David, Macroeconomic
Analysis an Intermediate text, second edition, Longman Group UK Ltd, 1998
De
Melo Martha, Cevdet Denizer and Alan Gelb : “From Plan to Market : Patterns of Transition” –Macroeconomic Stabilization in Transition Economies, edited by
Mario I. Blejer and Marko Skreb, Cambridge University Press, 1997
Dariusz
Rosati, “Foreign Trade Liberalization
During the to A Market Economiy” – Economic
Transformationin East - Central Europa and the Newly Independent States, edited by Gabor Hunya, Westview Press, 1994
Dornbusch Rudiger and Alejandro Reynoso, “Financial Factors in Economic Development”
– Policy Making in the Open Economy,
Oxford University Press, 1993
Dornbusch Rudiger and Luis Tellez Kuenzler, “Exchange Rate Policy : Options and Issues”
-Policy Making in The Open Economy -
Concept and Case Studies in Economic Performance, edited by Rudiger
Dornbusch, Oxford Unıversity Press, 1993
Dornbusch Rudiger and Stanley Fisher, Macroeconomics, fifth edition, Mc Graw
Hill, 1990
Eckstein Otto, Core
Inflation, Prentice Hall Inc., 1981
Edgmand Micheal R., Macroeconomics Theory and Policy-, third edition, Prentice Hall.Inc, 1987
Friedman Benjamin and Frank H. Hahn, Handbook of Monetary Economics, Vol.
II., Elsevier Science Publishers B.V., 1993
Friedman Milton, The
Counter – Revolution in Monetary Theory,
Published The Wincott Foundation by The Insttitute of Economic Affairs,
1970, fiftth impression 1983
Frisch Helmut, Theories
of Inflation, Cambridge University Press, 1990
Froyen Richard
J. ,Macroeconomics-.Theories and
Policies. third edition, Mac Millan, 1990
Gordon
Roger H.,”Fiscal Policy during the
Trantision in Eastern Europe”-The
Trantision in Eastern Europe-
restructuring, volume 2, edited
by Olivier Jean Blanchard,Kenneth A.Froot,and Jeffrey D.Sachs, The University
of Chicago Press, 1994
Gwartney James D. and Richard L. Stroup, Macroeconomics- private and public choice,
fourth edition, Harcourt Brace Javanovich, 1983
Haggard Stephen and
Robert R. Kaufman, “The Political
Economy of Inflation and Stabilization
in Middle Income Countries” – The
Politics of Economic Adjustment, International Constraints, Distribute
Conflicts and State, edited by
Stephen Haggard and Robert R. Kaufman, Princeton University Press, 1992
Heinz Kohler, Economics,
D.C. Heath and Company, 1992, p.213
Holden K., D.A. Peel and J.L. Thompson, Economic Forecasting : An Introduction, Cambridge University Press,
1990,
Kirschen E.S., J.Benard, J.Faland,
F.Hertog, L.Morissens, E.Tesco, Economic
Policy in Our Time. Vol.1- General Theory, North –Holland Publishing Company,
1964
Kolodko
Grzegorz, Danuta Gotz-Kozierkiewicz, Elzbieta Skrzeszewska-Paczek, Hyperinflation and Stabilization in Post
Socialist Economies, Kluwer Academic Publishers, 1992
Little I.M.D., Richard N. Cooper, W. Max Corden and
Sarath Rajapatırana, Boom-Crisis and
Adjustment-The Macroeconomic Experience of Developing Countries, Oxford
University Press, 1993
McCallum Bennett T., Monetary Economics – Theory and Policy, Maxwell-MacMillan International
Editions, 1989
Miller Roger LeRoy and David D. VanHoose, Modern Money and Banking, , third edition,
McGraw Hill International Editions, 1993
Miller Roger.LeRoy and R. Pulsinelli, Modern Money and Banking , second
edition, Mc Graw Hill, 1989
Paya
M. Merih, Makro İktisat, Filiz
Kitabevi, 1997
Sargent,.” Thomas J Stopping Moderate Inflation: The Methods of Poincare and Thatcher”-
Inflation, Debt and Indexation
edited.by Rudiger Dornbusch and Mario Henrique Simonsen, Massachusetts
Institute of Technology, 1983
Sherman Howard J., Stagflation – An Introduction to
Traditional and Radical Macroeconomics – second edition, Harper and Row Publishers,
1983
Siklos Pierre L., “The
Link Between Money and Prices Under Different
Policy Regimes : The Postwar Hungarian Experience” – Great Inflations of the 20 th Century –
Theories, Policies and Evidence, edited
by Pierre L. Siklos and Edward Elgar, 1995
Siklos Pierre L., Great
Inflations of the 20 th. Century Theories, Policies and Evidence, edited by Pierre L. Siklos, Edward Elgar,
1995
Socher Karl and Theresia Theurl, “How to stop
Inflation ? – Macro Economic
Management, edited by Soumitra Sharma, Mac Millian Press Ltd., 1995
Stevenson Andrew, Vitantonio Muscatelli and Marry
Gregory, Macroeconomic Theory and
Stabilization Policy, Philip Allan, 1988
Stiglitz
Joseph E., Kamu Kesimi Ekonomisi, çeviren Ömer Faruk Batırel, Marmara
Üniversitesi yayın no:549- İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yayın no: 396,
İstanbul 1994
Subrata Ghatak and Nigel M. Healey and Peter Jackson, The Macroeconomic Environment, George
Weidenfeld and Nicolson Ltd., 1992
Taylor Lance, Income
Distributions, Inflation and Growth -
Lectures on Structuralist Macroeconomic Theory, Massachusetts Institute of
Technology, 1991
Vane Howard R. and John L. Thompson, An Introduction to Macroeconomic Policy,
fourth edition, Harvaster Wheatsheaf, 1993
Vēgh Carlos A., “Stopping
High Inflation: An Analytical Overview”- Great Inflations of the 20 th Century
Theories, Polices and Evidence, edited by Pierre L. Siklos, Edward
Elgar, 1995
· “F.Nuray Altuğ, İstikrar Politikaları ve Ülke Örnekleri, Türkmen Kitabevi, 2001” künyeli kitaptan ve Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi,
İktisat Bölümü, İktisat Politikası ders notları’ndan derlenmiştir.
[1] E.S. Kirschen, J.Benard, J.Faland,
F.Hertog, L.Morissens, E.Tesco, Economic
Policy in Our Time. Vol.1- General Theory, North –Holland Publishing Company,
1964, p.3
[2] Joseph E. Stiglitz, Kamu Kesimi Ekonomisi,
çeviren Ömer Faruk Batırel, Marmara Üniversitesi yayın no:549- İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Yayın no: 396, İstanbul 1994, s.6
[3] A.B Atkinson. and J.E.Stiglitz, Lectures
on Public Economics, McGraw-Hill Book Company,1980 , p.5
[4] Vane
Howard R. and John L. Thompson, An
Introduction to Macroeconomic Policy, fourth edition, Harvaster Wheatsheaf,
1993, p.191.
[5] E.S. Kirschen, ve diğerleri, p.8
[6] E.S. Kirschen, J.Benard, J.Faland,
F.Hertog, L.Morissens, E.Tesco, p.3
[7] F.Nuray Altuğ, İstikrar Politikaları ve Ülke Örnekleri, Türkmen Kitabevi, 2001, s. 4 ve bkz
ss. 9-32
[8] Howard R. Vane and John L. Thompson, p.193
[9] Rudiger Dornbusch and Stanley Fisher, Macroeconomics, fifth edition, Mc Graw Hill, 1990, p.430.
[10] Howard
J.Sherman, Stagflation – An Introduction
to Traditional and Radical Macroeconomics, second edition, Harper and Row
Publishers, 1983, p.183
[11] Howard J.Sherman, p.184
[12] Milton
Friedman, The Counter – Revolution in
Monetary Theory, Published The
Wincott Foundation by The Insttitute of Economic Affairs, 1970, fiftth impression 1983, p p. 7,8,9
[13] Milton Friedman,
p.1
[14] Milton Friedman, p.13.
[15] Andrew
Stevenson, Vitantonio Muscatelli and Marry Gregory, Macroeconomic Theory and Stabilization Policy, Philip Allan, 1988,
pp. 57,58
[16] David
Cobham, Macroeconomic Analysis an
Intermediate text, second edition, Longman Group UK Ltd, 1998. p.140
[17] Howard J.
Sherman, Stagflation – An Introduction
to Traditional and Radical Macroeconomics, second edition, Harper and Row Publishers, 1983, p. 182.
[18] David
Cobhem, p.141 ve bkz. Andrews Stevenson,
p.69
[19] Bennett T.
McCallum, Monetary Economics-Theory and
Policy, Maxwell-MacMillan International Editions1,989, p.196
[20] Paul
Beckerman, The Economics of High
Inflation, Macmillan, 1992, P.33
[21] Helmut Frisch, Theories of Inflation, Cambridge University Press, 1990, p.91 ve bkz. Friedman Milton, pp.22,23
[22] Andrew
Stevenson, pp.71, 73
[23] Andrew
Stevenson, p.70
[24] Thomas J.
Sargent, ” Stopping Moderate Inflation:
The Methods of Poincare and Thatcher”- Inflation,
Debt and Indexation edited.by Rudiger Dornbusch and Mario Henrique
Simonsen, Massachusetts Institute of Technology, 1983, pp.54,55 ve bkz. Andrew Stevenson, pp.71,73
· Egzojen; değeri modelin dışında belirlenen
Endojen ; değeri modelin içinde belirlenen
[25] David
Cobhem, p.143
[26] Lance
Taylor, Income Distributions, Inflation
and Growth - Lectures on Structuralist Macroeconomic Theory,
Massachusetts Institute of Technology, 1991, p.86
[27] Paul
Beckerman, p.37
[28] Paul Beckerman, p.39
[29] Otto
Eckstein, Core Inflation, Prentice
Hall Inc., 1981, p.7
[30] Thomas
Sargent, “Stopping Moderate Inflations”,
p.54
[31] Thomas J. Sargent, pp.43,44,45
[32] Paul
Beckerman, p.33.
[33] Pierre-Richard
Agenor, and Peter J. Montiel, Development
Economics, Princeton University Press, 1996, pp.298,299
[34] Lance Taylor, pp.88, 89, 91
[35] Lance Taylor, p.92
[36] Helmut
Frisch, p.153
[37] Helmut Frisch, p.154
[38] Helmut Frisch, p.154
[39] Helmut
Frisch, p.197
[40] Karl Socher and Theresia Theurl, “How to stop Inflation ? – Macro Economic Management, edited by
Soumitra Sharma, Mac Millian Press Ltd., 1995,
p.180
[41] Jeffrey D.
Sachs and Felipe Larrain B., p.756
[42] Jeffrey D. Sachs and Felipe Larrain B., p.757
[43] Micheal R. Edgmand,
Macroeconomics Theory and Policy-, third
edition, Prentice Hall.Inc, 1987, p.387
[44] Howard R. Vane
and John L. Thompson, p.196
[45] Roger LeRoy
Miller and David
D. VanHoose, Modern Money and Banking, McGraw Hill
International Editions, 1993, third edition,
p.689
[46] Karl E Case.
and Ray C. Fair, Principles of
Macroeconomics, fourth edition, prentice Hall inc.,1996, p.689
[47] Howard R.
Vane and John L. Thompson, p.197
[48] Roger.LeRoy Miller and R. Pulsinelli, Modern Money and Banking , second
edition, Mc Graw Hill, 1989, p.527
[51] Ghatak
Subrata and Nigel M. Healey and Peter Jackson, The Macroeconomic Environment, George Weidenfeld and Nicolson Ltd.,
1992, p.147
[52] James D.
Gwartney and Richard L. Stroup, Macroeconomics-
private and public choice, fourth edition, Harcourt Brace Javanovich, 1983,
p.356
[53] Rudiger
Dornbusch and Stanley Fisher, p456
[54] Howard R.
Vane and John L. Thompson, p.200
[55] Thomas J
Sargent., p 2
[56] Alec K. Chrystal
and Simon Price, Controversies in Macroeconomics-third edition , Harvester Wheatsheaf, 1994, p.60
[57] Geniş bilgi için bkz. M. Merih Paya, Makro İktisat, Filiz Kitabevi, 1997,
p.347.
[58] William J. Baumol and Alan S. Blinder, Economics-Principles and
Policy, fourth edition, Harcourt
Brace Javanovich Publishers, 1988, p.314
[59] William J. Baumol and Alan S. Blinder,
p.307
[60] James D.
Gwartney and Richard L Stroup, p.347
[61] K.Alec
Chrystal and Simon Price, p.160
[62] Kohler
Heinz, Economics, D.C. Heath and
Company, 1992, p.213
[63] William J.
Baumol and Alan S. Blinder, p.309
[64] Richard J
Froyen. Macroeconomics-.Theories and
Policies. third edition, Mac Millan, 1990, p.529
[65] Howard R.
Vane and John L. Thompson, p.202
[66] James D. Gwartney and Richard L. Stroup, p.355
[67] Alec K. Chrystal.,
Simon Price, pp.66,67
[68] William J.
Baumol, Alan S. Blinder (1988), p.310.
[69] K. Holden, D.A. Peel and J.L. Thompson, Economic Forecasting : An Introduction, Cambridge University Press,
1990, pp.140,141
[70] Miller R.
LeRoy and R. Pulsinelli, p 527
[71] Rudiger
Dornbusch and Stanley Fisher, p.449
[72] Benjamin Friedman and Frank H. Hahn, Handbook of Monetary Economics, Vol.
II., Elsevier Science Publishers B.V., 1993, p.1203
[73] William J.
Baumol and Alan S. Blinder (1988), p.313
[74] James D.
Gwartney and Richard L. Stroup, p.353.
[75] William J.
Baumol and Alan S. Blinder (1988), p.316.
[76] James D.
Gwartney and Richard L. Stroup, p.351.
[77] Karl Socher,
Theresia Theurl, p.178
[78] Pierre L.
Siklos, Great Inflations of the 20 th.
Century Theories, Policies and Evidence,
edited by Pierre L. Siklos, Edward Elgar, 1995, p.4.
[79] Stephen Haggard and
Robert R. Kaufman, “The Political
Economy of Inflation and Stabilization
in Middle Income Countries” – The
Politics of Economic Adjustment, International Constraints, Distribute
Conflicts and State, edited by
Stephen Haggard and Robert R. Kaufman, Princeton University Press, 1992, p.273.
[80] Pierre
Richard Agenor and Peter J. Montiel, p.298.
[81] Pierre
Richard Agenor and Peter J. Montiel, p.298
[82] Stephen
Haggard and Robert Kaufman, p.298. ve bkz Karl
Socher and Theresia Theurl, p.183.
[83] Bennett T. McCallum, Monetary Economic- Theory and Policys, Maxwell Macmillan
International Editions, 1989, pp.133, 135
ve bkz Jeffrey D. Jachs and Felipe B. Larrain, p.726
[84] Jeffrey D.
Jachs and Felipe B. Larrain, p.732
[85] Thomas J
Sargent , p. 50.
(*) Bütçe
açıklarının finansmanı. Vergi ve vergi olmayan devlet gelirlerini aşan
devlet harcamaları bütçe açıklarına neden olur. Bütçe açık verdiğinde ortaya
çıkan soru, bu açıkların nasıl finanse edileceğidir. Hazine devletin ajanı
olarak devletin gelirlerini toplar ve devlet adına ödemeleri yapar, merkez
bankalarında devlet hesaplarının işlemlerini gerçekleştirir. Bütçe açıkları
oluştuğunda devletin ajanı olan hazine, merkez bankasına çek keserek ödeme yapabilir.
Bireyler gibi devlet de hesabında fonlara sahiptir ve bunlara çek yazar. Vergi
gelirleri harcamalarını karşılamakta yetersiz kaldığında, hazine borçlanır.
Hazinenin borçlanmasının anlamı, devlet borcu ihraç etmesidir. Bu borçlar
merkez bankasına veya halka satılır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde açık
finansmanı direkt olarak merkez bankasından borçlanma şeklindedir. Halktan
borçlanma, hem halk tasarruflarının olmasını gerektirir hem de derinliği olan
mali piyasaların varlığını gerektirir. Hazine, devlet bütçe açıklarını halktan
borçlanarak kapatırsa bu, borç finansmanına tekabül eder. Bireyler ve firmalar
satın aldıkları devlet borçlarını çek ile öderler. Bu çekler hazinenin bankalardaki
hesaplarına veya merkez bankasındaki hesabına yatırılır. Bu fonlar hazine
tarafından vergi gelirleri gibi harcanır. Hazine merkez bankasından
borçlandığında bu parasal finansmana tekabül eder. Merkez bankası, hazinenin
borçlarının bir kısmın alır. Hazine devlet kağıtlarını (borçlarını) merkez
bankasına sattığında bu borçların parasallaşmasına (monetizing the debt) tekabül eder, merkez bankasının borç
alımlarını finanse etmek için para yaratması (high – powered money)
anlamındadır. “High powered money “/
dolaşımdaki para stoku ,çok önemli bir makro ekonomik değişkendir. Bu nedenle
hazinenin halka ve merkez bankasına borçlanması arasındaki fark çok büyüktür.
[86] Stephen
Haggard and Robert R. Kaufman, p.298 ve
bkz. Jeffrey Sachs and Felipe Larrain, p.735.
[87] Pierre L Siklos.,
“The Link Between Money and Prices Under
Different Policy Regimes : The Postwar
Hungarian Experience” – Great
Inflations of the 20 th Century – Theories, Policies and Evidence, edited by Pierre L. Siklos and Edward Elgar, 1995,
p.211.
[88] Jeffrey D.
Sachs and Felipe B. Larrain, p.736.
[89] I.M.D
Little., Richard N. Cooper, W. Max Corden and Sarath Rajapatırana, Boom-Crisis and Adjustment-The Macroeconomic
Experience of Developing Countries, Oxford University Press, 1993, pp.229,230.
[90] Sachs
Jeffrey D. and Felipe B. Larrain, p.468.
[91] Rudiger
Dornbusch and Luis Tellez Kuenzler, “Exchange
Rate Policy : Options and Issues” -Policy
Making in The Open Economy - Concept and Case Studies in Economic Performance, edited
by Rudiger Dornbusch, Oxford Unıversity Press, 1993, p.92.
[92] Jeffrey D.
Sachs and Felipe B. Larrain, p.470.
[93] I.M.D. Little, Richard N. Cooper, W. Max
Corden and Sarath Rajapatırana, p.256.
[94] Rudiger
Dornbusch and Alejandro Reynoso, “Financial
Factors in Economic Development” – Policy
Making in the Open Economy, Oxford University Press, 1993, p.80.
[95] I.M.D.
Little, Richard N. Cooper, W. Max Corden and Sarath Pajapatırana, p.321.
(*) “Inflation tax”/ enflasyon
vergisi ve “seigniorage “/ senyoraj
yakın ilişkili iki kavramdır. Para tutanların enflasyon sonucu maruz kaldıkları
sermaye kayıplarını ifade eder.
Enflasyon vergisi IT = ((P – P1)
/ P ) x(M / P) olarak ifade edilir. Senyoraj ise devletin para basma monopolüne
sahip olması nedeniyle sağladığı gelirdir. Para basımıyla hemen hemen
maliyetsiz olarak mal ve hizmet satın alabilir.
Senyoraj; ((M – M1) / M ) X (M /
P) olarak ifade edilir. Hane halkı sabit reel para balansı değerini sürdürmek
istediğinde, enflasyon vergisi ve senyoraj eşittir. SE = IT, M / P zaman içinde
değişmedikçe aynı kalacaktır. SE ve IT aynı şeyler değildir. Reel dünyada gelir
kaynağı olarak senyoraj gelirleri farklı büyüklüklerdedir. 1975 – 1985 dönemi
için Almanya’da devlet gelirlerinin % 3,8’ini oluştururken Kanada ve Amerika
için % 6’dır. Peru’da ise devlet gelirlerinin üçte birini teşkil eder.
[96] Jefrey D.
Sachs and Felipe B. Larrain, p.747.
[97] Richard C.K.
Burdekin and Thomas D. Willett, “The
Importance of Central Bank Independence” – Budget Deficits and Economic Performance, Routledge, 1992, pp.69,70.
[98] Paul
Beckerman, pp.40,41.
[99] Paul
Beckerman, p.41.
[100] Jeffrey D.
Sachs and Felipe B. Larrain, p.748.
[101] Jeffrey D.
Sachs and Felipe B. Larrain, p.750.
[102] Socher Karl
and Theresia Theurl, p.197
[103] Thomas J.
Sargent, p.59
[104] Thomas J.
Sargent , p.67
[105] Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain, p.751.
[106] Thomas J.
Sargent, p.58.
[107] Thomas J.
Sargent, p.64
[108] F.Nuray Altuğ,
Gelişmekte Olan Ülkeler Yönünden Dış
Borçlanmanın Ekonomik Önemi ve Türkiye’nin Dış Borçlanması, M.Ü. İ.İ.B.F.
Yayın No: 544/395, 1986, s.73
[109] F. Nuray
Altuğ, ss.87,88,89
[110] Rudiger
Dornbusch and Alejandro Reynoso, p.78.
[111] Paul
Beckerman, p.43.
[112] Paul
Beckerman, p.117.
[113] Rudiger Dornbusch and Alejandro Reynoso, “Financial Factors in Economic Development”.., p.79.
[114] Stephen
Haggard and Robert R. Kaufman, pp.18,19
[115] Jeffery D.
Sachs and Felipe B. Larrain, p.752
[116] Jeffery D.
Sachs and Felipe B. Larrain, p.752
[117] Paul
Beckerman, p.152.
[118] Paul
Beckerman, p.154.
(*) Ücret
endekslemeleri (indexation)-Ücretler
genellikle nominal olarak belli dönemlerde oluşturulurlar. Bazı durumlarda da
sendikalar kanalıyla oluşturulduklarından bir-iki sene evvelinden
belirlenirler. Ücret düzenlemelerinin görüşülmesinde umulan enflasyon oranı
önemlidir. Eğer ücret kontratları-sözleşmeleri oluşturulduktan sonra enflasyon
artar, umulan düzeyin üstüne yükselirse, reel olarak ücretlerin yıpranması,
satın alma gücünün düşmesi söz konusudur. Bu nedenle bir çok ülkede emek
piyasalarında, yaşam standartlarının sürdürülebilmesi için endeksleme genel bir
davranış biçimi olmuştur.
Endeksleme
(automatic cost of living adjusment-COLA),
parasal ücret artışlarıyla fiyat düzeyi arasında bir ilişki sağlar. Endeksleme,
fiyat artışları doğrultusunda ücret geliri sağlayanların satın alma gücünün devamını sağlar.
Enflasyonist ortamlarda endekslemenin reel satın alma gücünü sürekli olarak
restore ederek ileri dönemlere, geleceğe taşıması enflasyonist talep baskısının
da taşınması demektir.
[119] Jeffrey D.
Sachs and Felipe B. Larrain, p.448 ve bkz. I.M.D. Little, Richard N. Cooper, W. Max
Corden and Sarath Rajapatırana,
pp.212,215.
[120] Pierre Agenor,
Richard and Peter J. Montiel, p.282.
[121] Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain, p.755.
[122] Paul
Beckerman, p.37.
[123] Paul
Beckerman, p.38.
[124] Carlos A. Vēgh,
“Stopping High Inflation: An Analytical
Overview”- Great Inflations of the
20 th Century Theories, Polices and
Evidence, edited by Pierre L. Siklos
and Edward Elgar, 1995, p.62.
[125] Jeffrey D.
Sachs and Felipe B. Larrain, p.755.
[126] Carlos A.
Vēgh, “Stopping High Inflation: An
Analytical Over View”, p.40.
[127] Jeffrey D.
Sachs and Felipe B. Larrain, p.755.
[128] Pierre-Richard Agēnor and Peter J. Montiel,
p.265
[129] Dornbusch Rudiger and Sebastian Edwards, “The Macroeconomics of Populism”- Latin America’s Economic Development,
Confronting Crisis, second edition, ed.by James L. Dietz, Lynne Rienner
Publishers Inc., 1995, p.271
[130] Pierre-Richard Agēnor and Peter J. Montiel, p.265
[131] Rudiger
Dornbusch and Sebastian Edwards, p.272
[133] Olivier
Jean Blanchard , Kenneth A. Froot and Jeffrey D. Sachs, “Introduction”-The transition
in Eastern Europe-Country Studies -volume 1, edited by Olivier Jean
Blanchard,Kenneth A. Froot and Jeffrey D. Sachs, The University of Chicago
Press,1994, p.1
[134] Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain,
p.756
[135] Mario
I.and Blejer, Marko Skreb,”Stabilization
After Five Years of Reform: Issue and Experiences”-Macroeconomic Stabilization in Transition Economies, edited by
Mario I.Blejer and Marko Skreb, Cambridge University Press, 1997, p.5
[136] Mark
Allen,” The Link Between Structural
Reform and Stabilization Policies-An Overview”-Coordinating Stabilization and Structural Reform, edited Richard C.Barth, Alan
R.Roe and Chorng-Huey Wong ,IMF, 1994, p.13
[137] Mark Allen, p.12
[138] Roger H. Gordon, ”Fiscal Policy during the Trantision in Eastern Europe”-The Trantision in Eastern Europe- restructuring, volume 2, edited by Olivier Jean
Blanchard,Kenneth A.Froot,and Jeffrey D.Sachs, The University of Chicago
Press,1994, p.38
[139] Roger H. Gordon, p.40
[140] Jeffrey
D. Sachs and Felipe B. Larrain, p.757
[141] Grzegorz Kolodko, Danuta Gotz-Kozierkiewicz, Elzbieta
Skrzeszewska-Paczek, Hyperinflation and
Stabilization in Post Socialist Economies, Kluwer Academic Publishers,
1992, p.22
[142] Mario
I Blejer and Marko Skreb, p.5
[143] Michael
Bruno, p.16.
[144] Bruno Michael, p.16
[145] Sachs Jeffrey
D., “An Overview of Stabilization Issues
Facing Economies in Transition” – Economies
in Transition : Comparing Asia and Eastern Europa, edited by Wing Thye Woo,
Stephen Parker and Jeffrey D. Sachs, The MIT Press, 1997, p. 244.
[146] Michael Bruno, p.19
[147] Jeffrey D. Sachs, “An Overview of Stabilization Issues Facing Economies in Transition, p.244
[148] Jeffrey D. Sachs, “An Overview of Stabilization Issues Facing Economies in Transition, p.245
[149] Jeffrey D. Sachs, “An Overview of Stabilization Issues Facing
Economies in Transition, p.246,
Michael Bruno, p.25
[150] Karl Socher and Theresia Theurl,
p.189
[151] Martha De Melo, Cevdet Denizer and Alan Gelb , “From Plan to Market : Patterns of Transition”
–Macroeconomic Stabilization in
Transition Economies, eidted.by
Mario I. Blejer and Marko Skreb, Cambridge University Press, 1997, p. 53
[152] Rosati Dariusz , “Foreign Trade Liberalization During the to A Market Economiy” – Economic Transformationin East - Central
Europa and the Newly Independent States, edited by Gabor Hunya, Westview Press, 1994,
p.101.
[153] Mark Allen, p.16.
[154] Jeffrey D. Sachs, p.249.
[155] Tomas J.T. Balino, “Financial Sector Reform: Scope and Sequencing”- Macroeconomic Management, edited by Soumitra Sharma, Mac Millian Press Ltd.,
1995, p.244.
[156] Socher Karl and Theresia Theurl, p.194.
[157] Roger H. Gordon, “Fiscal Policy During the Transition in Eastern Europa”, p.59.
[158] Karl Socher and Theresia Theurl, p.197.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder