Türkiye Ekonomisinde Gelişmeler (1923-2002) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye Ekonomisinde Gelişmeler (1923-2002) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Nisan 2019 Perşembe

Türkiye Ekonomisinde Gelişmeler (1923-2002)


                                                                                                                                               13 Nisan 2019
                                            Türkiye Ekonomisinde Gelişmeler (1923-2002)                                                  
Bretton Woods Sistemi, adını; Bretton Woods-New Hampshire’da 1944’te yapılan, kırk dört ülkenin katıldığı toplantıdan almıştır (Miltiades Chacholiades, International Economics, McGraw-Hill, 1990, p.492 ).
Büyük Depresyon ve Savaş yıllarından sonra 1944 Bretton Woods Konferansı’nda gelecek elli yıl için hızlı büyüme, yaşam standartlarının arttırılması hedeflenmiş, global ekonomik sistem bu amaçlar doğrultusunda şekillendirilme yoluna gidilmiş ve yeni bir istikrarlı büyüme ortamı yaratılmasının devletler arası işbirliği doğrultusunda gerçekleştirilmesine gidilmiştir. Bu yeni ekonomik düzenin tesisinde IMF, Havana görüşmelerinde GATT/ General Agreement on Tarif and Trade ve Döviz Kuru Sistemi yanında IBRD/ International Bank for Reconstraction and Development yani Dünya Bankası (World Bank) da Bretton Woods kurumları olarak tesis edilmiştir. Toplantının temel amacı uluslararası parasal sisteme reform getirmektir.
Uluslararası ticaret rejimi GATT;  liberalizasyona, ayırımcılık olmamasına, karşılıklılığa dayandırılmış ve bu nedenlerden dolayı da dünya ticartinde 1950’lerden itibaren üretimdeki büyümeden daha hızlı büyüme görülmüştür. Tarife liberalizasyonu  endüstriyel ürünlerde  arttırılarak sürdürülmeye devam etmiş, 1967’de Kennedy Round başarıyla tamamlanmıştır. Aşikar olan  başarısına rağmen 1967 ‘de ticaret rejimi baskı sinyalleri vermeye başlamış, illegal-yasal olmayan  ticaret engelleri uygulamaları görülmeye başlamıştır. Karşılıklılık ilkeleri ve ayırımcılık olmaması ilkelerinin çiğnendiği izlenmiş, tarife olmayan engeller önemli hale gelmiştir (Robert O.  Keohane, The Theory of Hegemonic Stability and Changes in International Economic Regimes, 1967-1977”- International Political Economy, state-market relations in the chancing global order, edited by C.Roe Goddard, John T.Passé-Smith, John G.Conklin, Lynne Rienner Publisherrs, 1996,  p. 94 )
 GATT’ın yetersizliği nedeniyle yerini daha sonra, WTO/ Dünya Ticaret Örgütü almıştır.
WTO /Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulması, Ticaret Bakanları tarafından Marrakesh konferansında 15 Nisan 1994’te 125 üye tarafından imzalanarak kabul edilmiş                                      ( (http://www.wto.org/english/thewto_e/whatis_e/tif_e/fact5_e.htm,), Komite WTO Anlaşması’nın 1Ocak 1995 itibariyle yürürlüğe girdiğini deklare etmiştir (Michael Blakeney, Trade Related Aspects of Intellectual Property Rights: A Concise Guide to The Trips Agreement,  London Sweet & Maxwell, 1996 , p.36). Temmuz 2007 tarihi itibariyle üyeleri 151 olmuştur. 23 Temmuz 2008 tarihi itibariyle de üye sayısı 153’e yükselmiştir              ( http://www.wto.org/english/thewto_e/whatis_e/whatis_e.htm, erişim 07.04.2009 ). Dünya Ticaret Örgütü/ WTO, uluslar arasındaki ticarete kurallar koyan global uluslararası bir organizasyondur. Amacı; mal ve hizmet üreticileri, ihracatçıları ve ithalatçılarına işleriyle ilgili yardım sağlamaktır. WTO, üye ülkelerin birbirleriyle karşı karşıya kaldıkları ticaret problemlerine çözüm üretmeyi denedikleri bir yerdir.
WTO sadece ticaretin liberalize edilmesiyle ilgili değil, örneğin tüketiciyi korumak, hastalıkların yayılmasını önlemek veya çevrenin korunmasını sağlamak gibi bazı durumlarda ticarete bariyerlerin sürdürülmesine destek veren kurallarla da ilgilidir (http://www.wto.org/english/thewto_e/whatis_e/tif_e/org6_e.htm,   erişim 24.04.2008 ).
Türkiye IMF’ye girişin getirdiği zorunlulukla, “7 Eylül 1946 Kararları”nı almış, TL’yi devalüe etmiştir. Çünkü IMF’ye üye olduktan sonra bunu yapma şansı yoktur, ancak IMF’nin onayıyla yapabilir. Niçin yapılmıştır; çünkü TL değerli kalırsa ihracat yapabilme şansı olmayacaktır. 11 Mart 1947 tarihinde de  Dünya Bankası, IMF’ye üye olmuştur. Ve de GATT’a katılmıştır.
Sovyet Bloğu ve Batı ülkeleri arasındaki soğuk savaşın yoğunlaşmasının sonucu olarak, 1949’da Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü NATO ve Kuzey Avrupa Ülkelerini içine alan Avrupa Konseyi Kuruldu, Türkiye her iki örgüte katılmak istedi  ve   8 Ağustos 1949’da Konsey’e kabul edildiyse de NATO’ya girmesi Kuzey Ülkelerinin itirazları nedeniyle ancak Kore Savaşı’na katılındıktan sonra 17 Ekim 1951’de gerçekleşmiştir (Türkiye Tarihi 4, Çağdaş Türkiye 1908-1980, hazırlayanlar: Mete Tuncay, Cemil Koçak, Hikmet Özdemir, Korkut Boratav, Selahattin Hilav, Murat Katoğlu, Ayla Ödekan, yayın yönetmeni: Sina Akşin, Cem Yayınevi, 1992, s.173)
Niçin Türkiye bu sisteme girmiştir. Siyasi nedenleri kadar ekonomik nedenleri de vardır. Dış ticaret ekonominin büyüme motoru olarak hareket eder. Yalnız bu sistemde bir rekabet gücünüz olmalıdır. Sistemin güçlü ülkeleri; ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkelerin rekabet üstünlüğü sağlayıncaya kadar korumacı tedbirler uyguladığı, daha sonra serbest dış ticareti savunduğu görülür.
Bu noktada Türkiye Ekonomisine baktığımızda;
1923-1929 dönemi, “açık ekonomi koşullarında” Anadolu toprakları üzerinde yeni bir devlet, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden inşa edildiği yıllar olmuştur. Lozan Anlaşması ile gümrük politikasına konan engeller, korumacı politikaların uygulanmasını engellemiş, 1923 sonrası iktisat politikalarını şekillendirmiştir. Devlet desteğiyle bir yerli ve milli burjuvazinin yetiştirilmesi, kalkınma ve modernleşmenin temel mekanizması olarak 1923 sonrası iktisat politikalarında temel unsur olarak görülmektedir. 1
926-1929 yılları arasında liberal uygulama ( dışa açık ekonomi olması ) nedeniyle dış kaynak kullanımının fazla olduğu gözlemlenmektedir. Mal ticaretinden doğan dış açık bulunmaktadır. Yabancı tüccar, sanayici ve bankacılar tarafından Türkiye’deki ticari kesime sağlanan kısa ve orta vadedeki kredilerden oluşmaktadır.  
Türkiye Cumhuriyeti 1930 yılına kadar dış borç almamış, ilk dış borcunu da TCMB’yi kurmak için almış, sonraki dış borçlanmaları bazı yatırımları yapmak için olmuştur. Osmanlı Dış borçlarının da ödenmesi de dış açığı büyültmüştür (Yahya S. “ Tezel,  “1923-1938  Döneminde  Türkiye’nin Dış İktisadi İlişkileri”-Atatürk Döneminin Ekonomik ve Sosyal Sorunları Sempozyumu, 14-16 Ocak İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Mezunlar Derneği, 1977, s.213) . Paris Anlaşması’yla kesinleşen ve belli bir ödeme planına bağlanan Osmanlı borçları 1944-1954 yılları arasında tamamen ödenmiştir. 1854 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun Kırım Savaşı giderlerini karşılayamaması nedeniyle başlayan Osmanlı Dış Borçlanması 100 yıl sürmüştür (F.Nuray Altuğ, TC Marmara Üniversitesi Yayın No: 544 İİBF-Yayın No: 395, 1986, s.91).
Türkiye Cumhuriyeti’nin geçirdiği tarihsel deneyim, yaşadığı bağımsızlık savaşı, bağımsızlık ilkesine sıkı sıkıya bağlanmasına neden olmuştur. Dış ekonomik etken olarak 1929-1933 Dünya Bunalımı ve Lozan Anlaşması, sanayileşme ve iç pazarı yabancı rekabetinden korumak, yaşanan liberalizme karşı olan tepkiler  ve dünyada Sovyet deneyimi, 1930-38 dönemini etkileyen faktörler olmuştur ( Ahmet Öztürk, “Atatürk Döneminde Devletçilik ve Planlama Anlayışı”, Atatürk’ün Ekonomik ve Sosyal Politikası Semineri 13-15 Mayıs 1981,Bursa İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi-İktisat Fakültesi Dergisi,  Ağust.1981, sayı 2 cilt 2, s.59)
1929 yılında Türkiye’nin gümrük bağımsızlığını elde etmiş ve kamu işleri niteliğindeki ekonomik faaliyetlerinde ve birincil ihracat malları niteliğindeki maden alanlarında yabancı sermayenin imtiyazlı tekeller şeklinde çalışması kötü tecrübesini yaşadığından Türk ulusunun gösterdiği tepki; yabancı şirketler millileştirilmesi (ayrıntılı bilgi için bkz: F.Nuray Altuğ, Gelişmekteolan Ülkeler Yönünden Dış Borçlanmanın Ekonomik Önemi ve Türkiye’nin Dış Borçlanması,s.119)  ve 1931 Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın  yapılmaya başlanması olmuştur, bir kamu sanayi yatırım projeleri listesidir (Yahya S. Tezel,” 1934 Sanayi Programı ve Türkiye’de İktisadi Devletçilik’in Tarihindeki Yeri”, Görüş, Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği Yayın Organı, Kasım 1993, sayı 12, s.82). 1936 yılında hazırlanmaya başlanan, İkinci Sanayi Planının birinciye göre en önemli ayrıcalığı ağır sanayiye verilen  öncelik, Demir-Çelik ile makine kollarındaki ilk atılımlardır. II.Dünya Savaşı nedeniyle savunma harcamalarına ayrılması zorunluluğu, II. Beş Yıllık Sanayi Planı’nın uygulanmasına olanak bırakmamıştır.
1950’ye kadar olan dönemde devletçiliğin ağır basması, batıda olduğu gibi sanayileşmenin özel teşebbüs eliyle olması umulurken Devletçilik temel felsefe, uygulama olarak gelişmiştir. 1950 yılına kadar özel sermayenin alınan bütün tedbirlere rağmen önemli bir gelişme gösteremediği görülmektedir.
14 Mayıs 1950 yılında Türkiye’de ilk olarak bir seçim sonucu ve çoğunlukla, liberal ekonomiyi benimsediğini ifade eden bir parti iktidara gelmiştir. D oyların  % 55’ini, CHP oyların % 41’ini almıştır.
Savaş yıllarını büyük sıkıntılarla geçirmiş, savaş sonrası eski mutlu günlere dönüleceğini bekleyen halk 7 Eylül 1946 kararlarıyla hayal kırıklığına uğramış, refah ve hızlı kalkınma vaatlerinde bulunan Demokrat Parti’yi  işbaşına getirmiştir.
Marshall planı II. Dünya savaşı sonrasında ABD tarafından önerilen bir ekonomik yardım paketidir. 1947'de önerilen bu paket 1948 ve 1951 yılları arasında yürürlüğe konmuş ve bu yardım paketinden 16 ülke faydalanmıştır.
Marshall Planı’ndan Türkiye’ye tahsis edilen miktar 1949 yılında 130 milyon dolar, 1950 yılında 75 milyon dolar olmuş, Kore Savaşı hammadde fiyatlarını yükselttiğinden ihracat gelirlerinin hızla artmasına yol açmıştır.
Ziraat sektörüne açılan krediler 1950’den 1954’e kadar olan devrede 4 mislinden fazla artarken 1954’ten 1958’e kadar olan devrede % 67.7 ‘lik bir artış göstermiş, ilaveten sanayi hareketine de hız verilmiş, eskilerinin modernleştirilmesi ve yenilerinin kurulması yoluna gidilmiştir. Bir taraftan bankalar sınai iştraklerini arttırmışlar diğer taraftan 1950 yılında kurulan Sınai Kalkınma Bankası öz kaynakları ve Marshall Planı özel teşebbüs fonlarından verdiği kredilerle sınai faaliyetleri desteklemiştir (Burhan Zihni Sanus, Para Ekonomisi, genişletilmiş ikinci baskı, İstanbul Matbaası, 1960, s.668).
 Türkiye’de ilk olarak bir seçim sonucu ve çoğunlukla, liberal ekonomiyi benimsediğini ifade eden bir parti iktidara gelmiş fakat sanayileşmede, özel sektörün özel sermaye birikimi yetersizliği ve yeterli bir dinamizm içinde olmaması nedeniyle kamu teşebbüsleri yeniden birinci plana geçirilmiş, Demokrat Parti’nin iktidarda kaldığı sürede Devlet İktisadi Teşekkülleri sayı itibariyle, iş hacmi ve üretim kapasitesi bakımından ekonominin çok daha yeni ve çeşitli alanlarına yayılması açısından eskisiyle kıyaslanmayacak derecede gelişme göstermiş, en fazla kamu iktisadi teşebbüslerinin kurulduğu dönem olmuştur (Bedri Gürsoy, “Türkiye’de Sanayileşme ve Kamusal Kredi”-Cumhuriyetin 50.Yılında Türkiye’de Sanayileşme Sorunları Semineri, Ankara Üniversitesi-Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 382-Maliye Enstitüsü Yayınları No:36, Ankara, 28-31 Ocak 1974, ,s.486 ).
IMF ile yapılan ilk istikrar programı  olan “4 Ağustos 1958 İstikrar Programı” adı altında açıklanan kararların ana hedefi arz ve talep arasındaki dengenin tesis edilmesine ve fiyat sinyallerine  dayanan serbest piyasa mekanizmasını çalıştırmaya yöneliktir (Burhan Zihni Sanus,  s.740) . 1958 İstikrar Programı ile birlikte  11.5. 1959 tarihli  Paris Anlaşması’yla  özel teşebbüsün, döviz dar boğazı nedeniyle ödenememiş  ve ariyere borçlar olarak uzun zaman sürüncemede kalmış borçları yeni bir düzenlemeye tabi tutulmuş ve “Türkiye’de Mukim Şahısların Ticari Borçları” nın düzenlenmesinin gerçekte devlet bütçesine olan yükü döviz kurları farkları ile faiz karşılıkları olmuştur. Bu-nun nedeni özel sektör tarafından T.C. Merkez Bankası’na yatırılan borç karşılıkları TL’nın döviz yetersizliği nedeniyle transfer edilememiş ve  ariyere borçların sürüncemede kalmış olmasıdır (F.Nuray Altuğ, Gelişmekteolan Ülkeler Yönünden Dış Borçlanmanın Ekonomik Önemi ve Türkiye’nin Dış Borçlanması, s.136) . Bu borcun 1960 yılı itibariyle bakiyesi 376.6 milyon dolardır (Memduh Yaşa, Devlet Borçları, İstanbul Servet Matbaası, 1971, s.82 ) .
27 Mayıs 1960 Devrimi sonrası devlet müdahalesinin yeniden planlanmasına, sosyal ve ekonomik yaşamdaki gelişmelerle birlikte Türkiye ekonomisinde plan ve planlama unsurunun yerleşmesine yol açmıştır (Planlama, Devlet Planlama Teşkilatı  Yayınları No:1, Başbakanlık Devlet Matbaası, Ank, Haziran 1962, s.17).
5 Ekim 1960’ta  91 sayılı DPT/ Devlet Planlama Teşkilatı Kurulması Hakkında Kanun Resmi Gazete’de yayınlandı.
Türkiye ekonomisi genelde fiyat mekanizmasına dayalı olmakla birlikte yoğun devlet müdahalelerine de maruz kalmıştır. 1923-1929 yılları arasında liberalizm uygulaması, 1930’lardan itibaren kalkınma amaçları ve Dünya Depresyonu’nun etkileri nedeniyle devlet müdahalelerinin yoğun olduğu görülmektedir.  II.Dünya Savaşı nedeniyle müdahalelerin kapsamı genişletilmiştir (Gülten Kazgan, “Türk Ekonomisinde 1929-35 Depresyonu, Kapital Birikimi ve Örgütleşmeler”- Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları Semineri, İİTİA Mezunları Derneği, İstanbul 1977, s.244)
26 Ekim 1961’de Parlamento açıldı. Bu açılışla birlikte Milli Birlik Komitesi’nin hukuki varlığı sona erdi.  Cemal Gürsel Cumhur Başkanı seçildi ve hükümeti kurma görevini İsmet İnönü’ye veri.  20 Kasım 1961’de İnönü, Cumhuriyet tarihinin ilk koalisyon hükümetini CHP-AP koalisyonunu kurdu.
1962-1976 yılları içe dönük (ithal ikameci) –dışa bağımlı genişleme yılları olmuştur ( Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2007, 13.baskı, İmge Kitabevi Yayınları,2003, s.107)
1963 yılı Türkiye ekonomisinin planlı kalkınmaya geçtiği ve kalkınma amaçlarına ulaşmada kaynak gereksinimini daha uygun koşullu kredilerle sağlama gayretleri içinde olduğu dönemin başlangıcıdır.
1963 yılında planlı döneme girerken, Türkiye’nin sosyo-ekonomik potansiyelini değerlendirmek ve bu potansiyeli orta dönemli planlar ile en iyi şekilde yönlendirebilmek için amaç ve hedeflerin önceliklerini belirleme sorunu 15 yıllık bir perspektifin hazırlanmasını gerektirmiştir. Ancak bu dönemin perspektif büyüklükleri, uzun dönemde ulaşılması amaç edinilen hedefler olarak değil, darboğazlar giderilerek, kaynakların daha iyi kullanımı sağlanarak ulaşılabilecek büyüklükler olarak saptanmıştır ( Planlama, DPT 3, Mart 1973, s.76 ).
Devlet müdahaleciliği Planlı Dönem’de sanayileşme politikalarında da görülmektedir. Kalkınma planları gelişmekteolan ülkelerde amaçlanan büyüme hızına ulaşabilme, planlanan yatırımların gerçekleşebilmesi ise tasarruf-döviz yeterliliği ile vasıflı iş gücüne bağımlıdır. Türkiye planlaması, planlamada temel amaç olarak sanayinin geliştirilmesini amaçlamışsa da tarım kesimi de politikalar arasında yer almaktadır. Dengeli büyüme çabasına girilmiş, dış ticarette ithal ikamesi uygulamasına geçilmiştir (Bela Balassa,“Türkiye Büyüme Politikaları ve Döviz Kuru”- Türk Ekonomisinin Dışa Açılmasında Kambiyo Politikası, MEBAN, Konferans, 20-21 Temmuz  1979, s.23 )
Birinci Beş Yıllık Planlamada işsizlik üzerinde durularak, ihracatın arttırılması gerekliliği, ödemeler dengesi güçlükleri ve dış borç yükünün hafifletilmesine dikkat çekilmiştir (Planlama, Devlet Planlama Teşkilatı Dergisi 40 cilt I-kış 1963, s.152,153).   % 7’lik bir kalkınma hızının  tek başına istihdam sorununu çözümleyemeyeceği, özel önlemlerin gerekliliği ön plana çıkmıştır . % 7’lik bir milli gelir büyüme hızına ulaşmak için GSMH’nın % 18.3’ünün yatırımlara ayrılması, bunun % 3,5 kısmının dış kaynaklardan, gerisinin iç kaynaklardan karşılanması planlanmıştır. Milli gelirin % 7 büyümesi planlanırken nüfus büyüme hızı % 3 civarında olduğundan kişi başına düşen gelirin % 4 gibi artma göstermesi beklenmektedir(Ergül Han,    Türkiye’de Sanayileşme Süreci ve Stratejisi, Eskişehir İktisadi ve İdari İlimler Akademisi Yayınları  No: 205/134, Eskişehir 1978, ss.60,61). 1963-1968 döneminde Türkiye’nin GSMH’sı % 38 oranında artmış ve ekonominin gelişme hızı % 7 yerine % 6,7 oranında gerçekleşmiştir. İkinci plan döneminde yine  % 7 olması öngörülmüş, fakat % 7.2 olarak gerçekleşmiştir. Üçüncü plan dönemi için kalkınma hızı % 7.4 olarak öngörülmüş, % 6.5 olarak gerçekleşmiştir.
Sanayi kesimi her üç planda da hedefin altında kalmış, tarım kesiminde farklı sonuçlar alınmıştır (Nazif Kuyucuklu,  Türkiye İktisadı, Okan Dağıtımcılık-yayıncılık ltd.şti,1983, s.230). .BYKP’nda kamu sektörüne öncelik verilirken II.BYKP döneminde özel sektöre ağırlık verilmiştir.
1973-1977 yıllarını kapsayan  III.BYKP, GSMH’nın %21,9’unun sabit sermaye yatırımlarına ayrılmasını; bunun %21’inin iç, %0,8’inin de dış kaynaklarla karşılanmasını öngörmüşse de gerçekleşme %20.2 olmuş ve %16’sı iç, %4,2’si dış kaynaklarla karşılanmıştır. IV.BYKP ise 1979-1983 yıllarını kapsamak üzere hazırlanmış; planın kapsadığı ilk yıllarda ülkenin sosyal ve siyasi ,iktisadi bunalım yılları nedeniyle uygulamaya koyulamamıştır ( Nazif Kuyucuklu, s.129).  V.BYKP ise 1985-1989 yıllarını kapsar.
Türkiye’de kalkınma planları, kamu ve özel kesim tarafından  uygulanacak ve gerçekleştirilecektir. Bu planlar kamu kesimi için emredici, özel kesim içinse yol gösterici niteliktedir. Bu durum DPT’nın görevlerinden de anlaşılmaktadır. Özel kesimin verimli olmayan projelere itibar etmeyeceği ilkesi içinde DPT’nin yararlı göreceği projeler için özel kesim özendirilecek, özendirmeler alt yapının gerçek-leştirilmesi, ucuz ve sürekli enerji, vergi bağışıklığı, kredi önceliği, düşük faizli kredi, yatırım –aramalı-hammadde dışalımına gümrük vergisi bağışıklığı, belirli üretim alanlarında dışsatım mallarına vergi iadesi gibi çeşitlilik göstermektedir ( Nazif Kuyucuklu, Türkiye İktisadı ,2.baskı, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş, 1986, s. 219).
Planlama sonuçlarına bakıldığında, belirli bir dönemde makro düzeyde, eldeki kıt kaynakları belli önceliklere tahsis ederek belli hedeflere varmayı öngörmüş perspektif planın ve onun beşer yıllık bölümlerinin ülke uygulamasında yararlı olduğu görülmektedir. Ekonomide nerede bulunulduğunu, neler yapmak gerektiğini planla belirlemek, gelişme ve değişmeyi kısa sürede ve rasyonel sürdürmek olanaklı olmaktadır.
Seçim yılı olması nedeniyle 1969’da popülist politikalar nedeniyle ekonomide giderek artan kötüleşme meydana gelmiş, kamu harcamaları kamu açıklarıyla finanse edilmiş, toplam talep arzı aşmış, tüketim ve özel yatırımları etkileyen spekülatif ortam oluşmuştur (İlker Parasız, Türkiye Ekonomisi-1923’denGünümüze İktisat ve İstikrar Politikaları, Ezgi Kitabevi yayınları,1998, s.140).
10 Ağustos 1970 İstikrar Kararları ile diğer tedbirlerin yanında Türk parası;  1$= 15.- TL olarak devalüe edilmiştir. 1970 Tedbirleri, 1971’de KİT ürünlerine yapılan zamlarla fiyatlar yükselmiş, parasal ge-nişlemenin yarattığı talep baskısı söz konusudur. Vergilerde sağlanan artışlarla cari ve transfer  harcamaları bu kaynaklara dayandırılmış, bu da kamu açıklarının artmasına, kamu finansmanında Merkez Bankası kaynaklarına dayanılmasına neden olmuştur.
1971 sonrası dönemde ekonomik gidişatı etkileyen çeşitli siyasal ve ekonomik gelişmeler söz konusudur, sosyal ve ekonomik reformlar yapılması ve özellikle anarşiye son verilmesini amaçlayan 12 Mart 1971 Muhtırası sonucu AP iktidardan çekilmiş, yerine Nihat Erim, “beyin kabinesi” olarak adlandırılan Reform Hükümeti kurularak siyasi ve toplumsal, ekonomik istikrarı tesis etmek, sürdürülebilir ekonomik büyüme ve ödemeler dengesi dengesizliklerinin giderilmesi amaçları doğrultusunda çalışmaya başlamıştır (Mükerrem Hiç, Türkiye Ekonomisi Analizi, İstanbul Üniversitesi Yayın No: 2665, İktisat Fakültesi yayın no: 454, Güryay Matbaacılık 1980, s.21).
1974’te Ecevit-Erbakan Hükümeti kurulmuş, fiyat artışları ve gelirin adil dağılımı, solcu ve sağcılar için genel af/bağışlanma konuları gündemi oluşturmuştur. Bu dönemde ortaya çıkan Kıbrıs sorunu, ve sorunun Hükümet tarafından ele alınış tarzı halk tarafından olumlu karşılanmış, Ecevit ‘in koalisyonla  ters düştüğü için iktidarı bırakması, diğer partilerle yeni hükümetlerin kurulamaması, Cumhurbaşkanı’nın  kontenjan senatörü Sadi Irmak’ı hükümet kurmayla  görevlendirmesine, kurulan hükümetin uzun dönem iş başında kalmasına yol açmıştır (Kongar Emre,  21.Yüzyılda Türkiye- 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Remzi Kitabevi, Nisan 1998, s. 185).
1977 seçimleri hiçbir partinin tek başına iktidara gelememesine ve en çok oyu alan Ecevit’in azınlık hükümeti kurmasıyla sonuçlandı. Parlamento dışından, işçi-işveren kesiminden destek almasına rağmen meclisten güven oyu alamadığı için, Demirel,  Milli Selamet ve Milliyetçi Hareket Partileriyle birlikte II. Milli Cephe Hükümeti’ni kurmuş Koalisyon hükümetinin tutarlı politikalar izleyerek siyasi ve ekonomik çözümler üretememesi, enflasyon artış hızının azaltılamaması, 1977 yılında II.Milliyetçi Cephe Hükümetini düşürülmesine, CHP’nin tekrar bir koalisyon hükümeti kurmasıyla sonuçlanmış, bu dönemde sağ ve sol terörün arttığı, koalisyon ahenkli götürülemediğinden 14 Ekim 1979’da ara seçim sonuçları, TÜSİAD’ın tepkisi, CHP-Ecevit’in seçimler sonrası istifa etmesine yol açmıştır . İç terörün ülkeye hakim olduğu bir durumda Demirel yeni hükümeti kurdu ve 24 Ocak 1980 Kararları olarak bir gurup radikal önlem hayata geçirildi (Emre Kongar,  s. 187). 
Çeşitli iç ve dış nedenlerle 1974 yılından beri devam eden sıkıntılar 1978 yılında kriz boyutuna ulaşmış, Türkiye vadesi gelen dış borçlarını ödeyemez hale gelmiştir. İkinci petrol şokunda ülkenin petrol dış alımına ödenmesi gereken döviz miktarı hızla artmıştır. Petrol fiyatlarında yeniden meydana gelen artışla, ülkenin sadece petrol ithaline ödediği döviz 1978’de 1.3 milyar $’dan 1979’a 1.7 milyar $’a yükselmiştir. İhracat 1978 ve 1979’da 2.3 milyar $ olarak petrol ithalatını ancak karşılayabilir düzeydedir (Nazif Kuyucuklu, s.213) 1980’de ise dış satım petrol ithalatını karşılayamamış, dövizin piyasa fiyatı hızla yükselmiş, döviz darlığı  sanayi hammaddesi, aramallar, belirli tarım girdilerinin ve tüketim mallar ithalatının yapılamamasına neden olduğundan fiyatlarının aşırı şekilde yükselmesine yol açmış, bu girdileri kullanan fabrikaların düşük kapasite çalışmalarına veya çalışmalarını durdurmaları tehlikesine yol açmıştır. Devlet 70 Cent’e muhtaç” kalmıştır. Ödemeler dengesi bozulmuş, dış borç servisleri yapılamazken hammadde ve aramal yokluğu kapasite kullanımının düşmesine, işsizlik düzeyinin artmasına neden olmuştur ( Nazif Kuyucuklu, s.216). Ekonomide krize dönüşen gelişmeler 1978  ve 1979  önlemlerine, IMF ile stand-by’a gidilmesi doğrultusunda İstikrar Programları ilanına neden olmuştur (İlker Parasız, Türkiye Ekonomisi-1923’den Günümüze İktisat ve İstikrar Politikaları, Ezgi Kitabevi yayınları,1998, s.176 )
1978 İstikrar Tedbirlerinin amacı KİT açıklarının azaltılması, enflasyonun düşürülmesi ve ödemeler dengesi dengesizliğinin düzeltilmesidir. Bunun için KİT ürünlerine zam yapılarak fiyatları yükseltilmiştir. Dış alıma yükler getirilerek ithalat zorlaştırılmıştır. 1Mart 1978 tarihinde diğer tedbirlerin yanında 1 ABD $= 25 TL olarak belirlenmiştir.  10.4.1979 ve 12.6.1979  tarihlerinde devalüasyon ve İstikrar Tedbirleri uygulanmış, Temmuz  1979’da  IMF ile  12 ay süreli ve ilk taksiti 70 milyon, öteki üçü 60’ar milyon  olmak üzere 250 milyon dolarlık SDR’yi içeren  bir Stand-by anlaşması yapmıştır.  Dış borçların yeni bir düzenlemeye tabi tutulma görüşmelerine gidilmiş, Türkiye;  1978, 1979 ve 1980’de “debt rescheduling”/ borç yeniden yapılandırılmasına gitmiştir (External Debt of Developing Countries,1983 survey, OECD Paris 1984, s.48 ).    
 1970’lerdeki Ekonomik Karışıklık, BORÇ KRİZİ ve OPEC (Organization of Petroleum Exporting Countries)
OPEC (Organization of Petroleum Exporting Countries)/ petrol ihracatçısı ülkeler organizasyonu, bir mal üreticisi kartelidir. II.Dünya Savaşı sonrası global ekonomide; “Exxon, Texaco, Mobil, Standart of California, Gulf, Shell ve British Petroleum’dan oluşan Batı’nın başlıca uluslararası petrol şirketleri “Seven Sisters”/ yedi kızkardeş tarafından talebi aşan petrol arzı söz konusudur (Robert A. Isaak,  Managing World Economic Chance-International Political Economy, second edition, Prentice-Hall International Inc.,1995 , p.141)  1959’da Seven Sisters‘ın ekstrem düşük petrol fiyatlarına uygulaması petrol ihraç eden gelişmekteolan ülkeler tarafından  OPEC’in oluşturulması için  tetikleme yapmıştır.
Kartelin başlıca üyelerini; İran, Irak, Suudi Arabistan, Venezuella oluşturmaktadır. 1973’le birlikte  Ek-vator, Gabon, Cezayir, Endenozya, Libya, Nijerya, ve Birleşik Arap Emirlikleri de kartele katılmış, OPEC dünya rezervlerinin üçte ikisini, dünya ham petrol ihracatının %85’ini  kontrol edecek gücü kazanmıştır (Miltiades Chacholiades,  p.204)
 Nixon’un  Ağustos 1971’de Doların altına konvertibitesini kaldırdığı yönündeki anonsu, içinde bulunulan koşulları derinleştirmekle birlikte, dünya ekonomisi  petrol fiyatlarının % 400 artış gösterdiği ( Robert Gilpin, The Political of International Relations, Prineton University Press, 1987, p.197) 1973’e kadar iyileşme göstermiş, kendini toplamıştır. 1973’te Arap-İsrail Savaşı, Arapların Batıya ambargo uygulamasına yol açmış, İran Şahı da petrol ihraç fiyatlarını büyük oranda yükseltmiş (Robert Gilpin, p.197), .
Petrol ihracatçıları ülkeler organizasyonu (OPEC) üyeleri petrol fiyatlarını dolarla belirlemişler, dramatik şekilde arttırılan petrol fiyatları ABD’yi de içeren endüstrileşmiş dünyayı, dolar akımının terk etmesi ve Suudi Arabistan’a ve diğer petrol ihracatçısı ülkelere gitmesi ve dünyada bollaşarak dolaşıyor olması, doların değerinin nispi olarak altın ve diğer paralar karşısında  düşmesine neden olmuş, ABD ve diğer bazı endüstrileşmiş ülkelerde iki rakamlı enflasyonların yaşanmasına yol açmıştır (James Lee Ray, Global Politics, fiftth edition, Houghton Mifflin Company, 1992  p.257) .
Borç Krizi,  gelişmekte olan dünyada 1982’de Meksika’nın ödeme planı doğrultusunda borçlarını ödeyemeyeceğini bildirmesiyle başlamıştır. Jamaika, Peru ve Türkiye gibi birkaç ülke bu tarihten önce borç krizine düşmüşlerdir ( Jeffrey D. Sachs, Felipe larrain B.,  MacroeconomicsIn The Global Economy, Harvester Wheatsheaf, 1993, p.690).
1980 öncesi, büyümenin sağlanması için uygulanan politikalar Üçüncü Dünya Ülkeleri’nin  büyük cari hesap açıkları vermelerine neden olmuştur. İhracat gelirleri ithalatlarının tamamının ödenmesine yetmediğinden, açıkların finansmanını ülkeden ülkeye sermaye aktarımı, dış yardımlar, uluslararası bankalardan ve Dünya Bankası ve diğer uluslararası kalkınma kuruluşlarından kaynak transferiyle yapmışlardır. 1981 ile birlikte gelişen ülkelerin sermaye hesabı hızla negatife dönüşmüştür ( Michael P. Todaro, Economic Development in the Third World, fifth impression, Longman Group UK Limited,  1993, p.409 ).
İç tasarruf arzının düşük, cari işlemler açıklarının yüksek, dış borç birikiminin genel bir olay olduğu Üçüncü Dünya Ülkelerinde  ekonomik kalkınma safhalarında kalkınmalarının finansmanında sermaye ithali- dış kaynak gereklidir.  Dış kaynak gereksinimi hem  kalkınma için iç tasarrufların yetersizliği hem de sermaye malları ithali için dövize gereksinim olması nedeniyledir. 1970’li yıllardan önce gelişen ülkeler dış borçları nispi olarak düşük faizli ( imtiyazlı ), uzun vadeli borçlardır.
1973 ve 1979 petrol fiyatlarının ani ve ciddi yükselmesi sonucu  enflasyon oranlarının hızla yükselmesi, gelişmiş dünyanın antienflasonist politikaları sonucu dünya faiz oranlarının yükselmesine yol açmıştır. Diğer yandan hammadde fiyatlarındaki düşme borçlu dünya için ticaret hadlerinin bozulmasıyla sonuçlandı ( John Williamson and Chris Milner, The World Economy,  Harwester Wheatsheat,1991,  p.366), borçlu ülkelerin borç servisleri ani olarak arttı.
1970’lerde petrol fiyatlarının yükselmesi sonucu milyarlarca dolar ( petrodolarlar ) petrol ithalatçısı ülkelerden petrol ihracatçısı ülkelere transfer olmuştur. Petrol fiyatları artışıyla oluşan bu fonlar Eurodolar piyasalarının oluşmasına yol açmış, borç servisi yapmak zorunda olan gelişmekteolan ülkeler Eurodolar piyasalarından 1980’lerin başında hızla yükselen faiz oranlarıyla borçlanmak zorunda kalmışlar, borcu borçla ödeme sarmalı içine girmişlerdir ( F.Nuray Altuğ, Dış Borç Krizi ve Türkiye, T.C. Marmara Üniversitesi  İİBF İktisat Bölümü İktisat Yazıları Yayın No 1993-002-1, s.29 ). Uzun dönemli borçlanmalarda, geri ödemeleri cari dünya faiz oranlarından yapılması gerektiğinden yüksek faiz oranları borç servis yüklerinin ağırlaşmasına neden olmuştur. 
24 Ocak 1980 Kararları
24 Ocak 1980 Kararları, IMF/ Uluslararası Para Fonu reçetesinin Türkiye’ye uygulanmasıdır. Bu dönem fiyat istikrarsızlığının ve ödemeler dengesi dengesizliğinin sürdüğü, ama bunun yanında da iç siyasal-toplumsal istikrarsızlığın had safhada olduğu bir dönemdir. Silahlı Kuvvetlerin hassas olduğu konulara ters gelişmelerin sürdürülmesi  12 Eylül 1980 Harekatı’na yol açmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyduktan sonra ekonomik kesimi 24 Ocak Kararları’nın teknisyeni Turgut Özal’a emanet etmiş, Bülent Ulusu Kabinesi’nde Başbakan Yardımcılığı’na atanmıştır.
24 Ocak 1980 İstikrar Tedbirleri, diğer istikrar programlarından daha kapsamlı tedbirleri içermektedir. Öncelikle ekonomide üç rakama çıkmış enflasyonun durdurulması amaçlanmış, gerçekçi bir kur uygulamasına geçilmiş, 1$ = 70.- TL olarak saptanmıştır.
1980 Eylül’ünden itibaren askeri darbe sivil hükümeti işbaşından almış ve sendikal faaliyetleri yasaklamış, işten işçi çıkarılmasına da izin verilmemiştir. 1980 Bütçe Kanunu ile ücret ve maaşlarda brüt % 80 ’lik  bir artış sağlanmış, daha sonra ücret ayarlamaları  hakem kuruluna bırakılmıştır.
24 Ocak Kararlarıyla ilgili diğer bir önemli karar “ Garantisiz Ticari Borçların Tasfiyesi” ile ilgilidir. Maliye Bakanlığı tebliği ile düzenlenen bu borçlarla ilgili hakim görüş, söz konusu borçların büyük ölçüde çift finansman olduğu, gerçek borç olmadığı yönündedir. Bu görüş nedeniyle bu borçların TL ile ödenmesini de kapsayan  bir ödeme sistemi geliştirilmiştir (TÜSİAD, 1980 Yılının Ortalarında Türk Ekonomisi, İstanbul Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği, 1980, s.78)
Fiyatların serbest olarak belirlenmesi esası getirilmiş, fiyatların serbest bırakılması bütün sektör, şirket ve KİT ürünlerini kapsamaktadır. KİT ürünlerine zam yapılmış, KİT zararlarının kapatılması amaçlanmıştır (TÜSİAD, 1980, s.73).
Yeni düzenlemelerle Başbakanlığın ekonomik konulardaki yetkileri genişletilmiş, Yabancı sermaye ve Teşvik Tedbirleri konusunda görev ve yetkiler  Başbakanlık bünyesinde kurulan Yabancı Sermaye Dairesi, ile Teşvik Uygulama Dairesine verilmiştir.  Ayrıca Başbakanlık Müsteşarının  başkanlığında  Koordinasyon Kurulu oluşturulmaktadır. Bu kararların tümü, ekonomideki karar alma sürecini bir merkezde toplamaktadır. Bu niteliğiyle geçmişteki istikrar programlarından ayrı bir nitelik taşımaktadır(Nazif Ekzen,  “ Stabilizasyon Paketini 1958, 1970 ve 1978-1979 Paketleriyle Karşılaştırmalı Analizi”-Türkiye’de ve Dünyada Yaşanan Ekonomik Bunalım, Yurt Yayıncılık, Ank. 1984 ).
24 Ocak Kararları enflasyonla mücadeleyi amaçladığından sıkı para politikası izlenecektir . Tasarruflara pozitif faiz uygulamasına geçilmiştir. 1 Temmuz 1980 tarihinde yürürlüğe sokulan faiz kararnamesi ile kredi ve tasarruf faiz oranları serbest bırakılmış, Bankalar Yeminli Murakıpları Kurulu’nun fonksiyonları sınırlandırılmıştır.
Rekabete hazır olmayan bankacılık sektörünün faizlerin serbest bırakılmasına tepkisi; büyük bankaların aralarında anlaşarak(1.centilmenlik anlaşması) faizlerin belli bir düzeyin üstüne yükselmelerini engellemeye yönelmeleri olmuştur (Kesriyeli Mehtap, 1980’li Yıllardan  Günümüze Para Politikası Gelişmeleri, TCMB Araştırma Genel Müdürlüğü Yayın No:97/4, ANK 1977, p.5) TPKKH  19 sayılı Karar  tümü ile yürürlükten kaldırılarak  fiyat denetleme ve tespi-tine ilişkin  yasal düzenlemelerin  tümü ortadan kaldırılmıştır.
24 Ocak 1980 Kararları, önceki yıllarda alınan istikrar önlemlerinden farklı olarak piyasa ekonomisine geçişi içeren bir dizi amacı vardır ( İlker Parasız, s.200) ;
- faiz oranlarının serbest bırakılması, finansal liberalizasyonun gerçekleştirilmesi ve para piyasasının oluşturulması,
- esnek kur politikası izlenmesi,
- kamusal malların kapsamların daraltılması, daha rekabetçi mal piyasasının yaratılması,
- Sermaye piyasasının kabulü ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın  yeniden faaliyete geçirilmesi,
- Kamu sektörünün küçültülmesi, özelleştirme sürecinin başlatılması- faiz oranlarının serbest bırakılması, finansal liberalizasyonun gerçekleştirilmesi ve para piyasasının oluşturulması
24 Ocak 1980 İstikrar Tedbirleri; kur politikasını ekonomi politikasının temeli haline getirmiş, devalüasyon TL’ye aşırı değer kaybettirmiştir.
Makro dengelerin yeniden kurulmasında fiyat mekanizmasına dayanılması, devalüasyon, ara mal üreten KİT ürün fiyatlarının yükselmesi ile iç fiyatların kısa dönemde talebi daraltacak kadar yükselmesi ile Program ihracat sektörünü ön plana çıkarmış, kur politikası ile ihracat sektörünün sanayi malı ihracı özendirilmiştir. Yeni teşvik önlemleri, yeni vergi iadesi oranları, ihracat için kredi politikası daraltılan iç talebi ihracata yöneltmeyi amaçlamaktadır.
Program; ithalatı ikame eden gelişme biçimini bırakarak uluslararası rekabete açık, KİT sistemi daraltılarak, kaynak dağılımını fiyat mekanizması ile yapan, dünya fiyatlarını esas alan  bir yapı hedeflenmiştir.
1980’de;  IMF, Dünya Bankası, OECD gibi uluslararası kuruluşların ve de bazı OECD ülkeleri gibi kreditörlerin desteklediği bir gurup değişme ve tedbir uygu-lamaya geçirildi. 1980-1985 döneminde OECD Yardım Konsorsiyumu toplam 4.2 milyar ABD doları borç ferahlatmasını garanti etmiş, IMF, üç yıllık Stand-by Anlaşmasıyla Haziran 1980’de 1.2 milyar SDR  ve Nisan 1984’te 225 milyon SDR  sağlamış, Dünya Bankası, liberalizasyon  rasyonalizasyon programını desteklemek için 1.6 milyar dolarlık beş yapısal ayarlama/ düzenleme ödüncü katkı sağlamıştır (Ercan Uygur,  Financaial Liberalization and Economic Performance in Turkey, The Central Bank of  The Republic of Turkey,1993, s.13 )
Türkiye’ye yardım etmelerinde aynı öneme sahip iki neden mevcuttu. Bunlardan biri IMF’nin önerilerine uygun Ortodoks bir program yürütülmesi, ikincisi liberalizasyonun amaçlandığı dışadönük ve piyasa orijinli bir program olmasıdır. Program enflasyon oranının düşürülmesi için dizayn edilirken çıktıda bir azalma yaratılmamaya çalışılmıştır. İkinci amaç; döviz kurunda devam eden ayarlamalarla ve ihracat uyarımlarıyla  ihracatın ilerletilmesi/arttırılması, ardıl olarak da ithalatın liberalizasyonunu amaçlamaktadır. Burada hedef cari hesap açıklarının yönetilebilir değerlere indirilmesidir ( Ercan Uygur, s.14 ).
Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkındaki Kanun’a ilişkin 30 Sayılı Karar’ın getirdiği liberal anlayış çerçevesinde, 1983 yılı Aralık ayında  yürürlüğe sokulan  TPKKH 1567 Sayılı Kanuna ilişkin 28 sayılı Karar ve Temmuz 1984’te bu kararı bütünleştiren  30 sayılı Karar ile döviz pozisyonu limitleri kaldırılmış  ve tüm bankalara döviz işlemlerine serbestçe aracılık etme yetkisi verilmiştir.
1986 yılı Merkez Bankası bünyesinde piyasaların oluşturulmaya başlandığı yıl olmuştur. Para politikası amaçları doğrultusunda para piyasasının düzenlenmesi amacıyla; Mart 1986’da Bankalararası Para Piyasası, Şubat 1987’de Açık Piyasa İşlemleri, Ağustos 1988’de Döviz-Efektif piyasası,  Nisan 1989’da ise Altın Piyasası kurulmuştur (Şükrü Binay,Kürşat Kunter, Mali Liberalleşmede Merkez Bankasının Rolü: 1980-1997, TCMB Araştırma Genel Müdürlüğü Tartışma Tebliği No: 9803, Aralık 1998  s.15 ) . Bu piyasaların kurulma amacı atıl tasarrufların mali sisteme girişini hızlandırmak, alternatif yatırım alanları yaratmak, fiyatların serbestçe piyasada oluşmasını sağlamak ve bankalar için fon idare yönteminin oluşturulmasına öncülük edilmesidir.
1989 yılının önemli diğer bir olayı, kambiyo rejiminde yapılan değişikliktir. 11.8.1989 tarihli Resmi Gazete’de “Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar ” yayınlanarak  1980’li yılların başından beri yürütülen kambiyo rejimini liberalleştirme çalışmalarında önemli bir adım atılmış, Türk Lirası’nı konvertibil hale getirmeyi amaçlayan 32 Sayılı Karar, kambiyo düzenlemelerini içerdiği kısıtlamaları  büyük ölçüde yumuşatmıştır (Özhan Uluatam, Geçmişe Bakmak- Cumhuriyet Dönemi İktisadi, Mali ,Siyasi Olaylar Kronolijisi: 1920-2000, İmaj Yayıncılık, 2001, s.497 ).
Şubat 1990’da da IMF ile yapılan anlaşmanın 8.maddesi doğrultusunda TL konvertibl para olarak ilan edilmiştir (Şükrü Binay, Kürşat Kunter, p.16).
1991 yılında çıkan Körfez Krizi, politik gelişmeler, erken seçim kararının yarattığı belirsizlikler, kamu açıklarının kontrol edilememesi, seçim harcamalarının sonucu bozulan kamu dengesi, Hazine ve kamuya verilen kredilerin hızla genişlemesi, 1993 yılında; a. yüksek kamu açıklarının 1980 sonrası GSMH içindeki payının en yüksek seviyeye çıkması, b. yurt dışından ucuz kaynak sağlayan bankaların kredilerinin finansman desteği, c. 1989-1990 dönemi kur değerlenmelerinin yüksek büyümeyle birlikte yatırım talebini arttırması sonucu  ekonomi hızla büyümüştür.  Bütün bu gelişmeler dışarıdan kaynak ihtiyacını arttırmış, cari işlemler açığının GSMH’ya oranı  1980 sonrası en üst seviyeye ulaşmıştır (Şükrü Binay, Kürşat Kunter, p.20).
1993 para ikamesinin hızlandığı, DTH/ döviz tevdiat hesaplarının kabul edilmeye başlandığı 1984 yılından itibaren ilk defa Döviz Tevdiat Hesaplarının GSMH içindeki payının vadeli mevduat payını geçtiği yıldır. Yılın sonu itibariyle mali piyasaların istikrarsızlığının artması, döviz kurlarındaki aşırı dalgalanmalar; ekonomide kötümser beklentilerin artmasına, belirsizliğe yol açmıştır. 1994 yılı başında yüksek kamu açıklarına rağmen faizlerin düşük tutulma çabası mali piyasalarda tansiyonu arttırmış ve Hazine’nin kısa vadeli avansı hemen yıl başında kullanmasıyla piyasalarda oluşan likidite döviz üzerinde baskı yaratmıştır.
1994 farklı toplumsal süreçlerin olduğu bir yıldır. Öncelikle, PKK Terörü ve Kürt Kimliğinin tırmanışa geçmesi, ikinci olarak yerel seçimlerde RP ve MHP’nin oy sıç-raması sağlamasının tabanda  farklı gelişmelerin yaşandığına işareti, üçüncüsü, CHP-DP mirasçısı siyasi partilerin yarattığı kördüğüm-siyasi boşluk olarak sıralanabilir. Ekonomik olaylar toplumsal ve siyasal gelişmelerden ayrı alınamaz. 1994 Bunalımı bir kamu maliyesi bunalımıdır. Ekonomi, uygulanan para ve maliye politikalarına tepki göstermiş, 1992-93 döneminde kamu tasarrufları negatife dönüşmüş,devlet cari harcamaları bile olağan devlet gelirleriyle karşılanamamıştır (Asaf Savaş Akat, “1994 Bunalımı Üzerine Çeşitlemeler”-Görüş, Türk İş Adamları ve Sanayicileri Derneği Yayın organı,sayı 15,  Haziran 1994, s.18).
Güven ortamının çok zedelendiği bir durumda Başbakan Çiller,  IMF’ye başvurarak  stand-by anlaşmasına gitmiştir.
Kamu açıklarının denetim altına alınamamasının parasal büyüklüklerin kontrolünü zorlaştırması, Merkez Bankası’nın 1993’te para programı açıklamamasına yol açmıştır. 1994 yılının başında ekonominin kriz eşiğine gelmesi, kalıcı önlemler içeren ve bozulan dengeleri kısa sürede düzelmeyi amaçlayan bir istikrar programının uygulanmasına yol açmış, bu amaçla  5 Nisan İstikrar Paketi kısa vadede enflasyonu düşürüp, mali piyasalar ve döviz kurlarında  dengeyi sağlamayı, orta vadede ise mali piyasalardaki istikrarsızlığın nedeni olan kamu açıklarına kalıcı çözümler üretmeyi, dış açığa kalıcı ve köklü çözümler getirerek sürdürülebilir büyümeyi amaçlamıştır (Mehtap Kesriyeli, s.25 ).
5 Nisan 1994 Kararları  dünyada uygulamaya sokulan istikrar önlemlerinden farklı değildir.
- ödemeler dengesi denkliğinin sağlanması, uluslararası piyasalarda güvenin ve döviz rezervlerinin restore edilmesi,
- yeni denge koşullarında denge döviz kurunun hedeflenen enflasyon ile uyumlu gelişmesini sağlayacak döviz kuru politikası izlenmesi,
- KİT ürünlerine ilk yapılan zam/ fiyat ayarlamalarından sonra altı ay süreyle zam yapılmaması,
- işçi ve işveren kesiminin istikrar programı konusunda konsensusa ulaşması programla ilgili önemli noktalardır.
İstikrar programında;
-  Hazine ve kamu kuruluşlarının Merkez Bankası’ndan kaynak kullanımının azaltılmasına,
- Merkez Bankası’nın fiyat-ücret-döviz kuru için öngörülen hedeflerle uyumlu para programı yürütmesinde, parasal büyüklükler hedeflemesi, bunun sağlanması için de mevduat munzam karşılık ve disponibilite oranlarının yeniden düzenlenmesi, sermaye piyasası ile ilgili düzenlemelere gidilmesi  öngörülmüştür.
Kamu gelirlerinin arttırılması amacıyla da Net Aktif Vergisi, Ekonomik Denge Vergisi uygulamaya sokulurken harcamaların kısılması içinde önlemler alınmış, sendikalarla varılan konsensus doğrultusunda ücret zamları düşük tutulmuştur.
Orta vadede ekonomik kalkınmanın sağlıklı sürdürülebilmesi amacıyla yapısal önlemler alınacak, bu doğrultuda kamunun yeniden yapılandırılması hedeflenmiş; vergi reformu, özelleştirme, tarımsal destekleme politikaları, kamu kesiminde istihdamın rasyonalizasyonunun sağlanması çalışmaları öngörülmüştür ( İlker Parasız, s.374)

1990’ların İkinci Yarısında Ekonomik Gelişmeler

1996 seçim sonrası verilen geciktirilmiş kamu zamları enflasyonun yükselmesine neden olmuş, Bütçe açığındaki artış 1997 yılında da  devam etmekte. Dış borçlanma açısından Türkiye, 1994-1997 döneminde genel bütçeden 13,7 milyar ABD $’ı net dış borç ve faiz ödemesi gerçekleştirilmiştir. 1997 dış borçlanması ise yaklaşık  3 milyar ABD $’ı tutarındadır ( Gazi Erçel, 1998 yılı Para Politikası Uygulaması, TCMB Basın Toplantısı, Ankara, 8 Ocak 1998,  s.3 ). Türkiye ekonomisinin büyümesi 1997 yılında da devam etmiştir. Talep yanında büyümeyi etkileyen faktörler, yatırım ve tüketim harcamalarında görülen artışlardır. Üç yıldır süren büyümeye etki eden en önemli faktör, ekonomide kapasite artışına yönelik yatırım artışlarıdır.
Haziran 1997’de Güneydoğu Asya ülkelerinden Tayland’da alınan devalüasyon kararıyla  dünya ekonomik krizi su yüzüne çıkmış, bunu 1998 Rusya krizi izlemiştir. 1998 Rusya Krizi nedeniyle Türkiye’den döviz kaçışı, Merkez Bankası rezervlerinde azalmaya yol açmıştır, döviz gerilemesi kırılganlığı ifade etmektedir. Yaşanan daralma sonucunda borç verilebilir fonların kamu tarafından kullanılması faiz oranlarının yükselmesine neden olmuş, özel yatırımlar üzerinde daralmaya (dışlama etkisi/  crowding out effects) yol açmıştır. 1999’un ilk dokuz ayında GSMH’da % 6.1’lik bir reel daralma yaşanmıştır (www. TCMB.gov.tr/TCMB 1999 Yıllık Rapor/ Türkiye Ekonomisinde Gelişmeler).
17 Ağustos 1999 tarihinde Marmara Bölgesinde meydana gelen deprem, ekonomide belirsizliği arttırmış, beklentilerin kötüleşmesine yol açmıştır.
1999 yılında, hububat, şeker pancarı, tütün dışındaki ürünlerin alımları “devlet destekleme alımları” dışında bırakılmaya devam edilmiştir.
1999 yılında Türkiye’nin dış borçlarının % 71,1’ini orta ve uzun vadeli borçlar oluşturmaktadır.
Kamu sektörü fiyat artışları, 1999 yılı fiyat gelişmelerini belirleyen en önemli faktör olmuştur.
18 Nisan 1999 seçimleri sonucu, iş başına gelen Ecevit’in DSP’si (oyların %22’sini aldı) – Devlet Bahçeli’nin MHP’siMesut Yılmaz’ın ANAP’ ı koalisyon hükümeti kurularak, seçim ortamı nedeniyle TBMM’nde bekleyen yasa tasarılarını önceliklerine göre sıralayarak çalışma programını belirlemiştir. Emniyet müdürü olarak tanınan Sadettin Tantan, İçişleri bakanı olarak 2000 yılında yolsuzluklara karşı savaş başlattı ve Balina, Kasırga, Bufalo, Matador isimli harekatlarla birçok yolsuzluk örgütünü ortaya çıkardı. Başka bir harekat Beyaz Enerji adını taşıyor ve Enerji Bakanlığındaki yolsuzlukları hedef alıyordu ( Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası- Kültür Yayınları,2007, s.306).
Yeni Hükümet iç piyasalardaki faiz baskısını kırabilmek ve borçlanmayı uzun vadeye yayabilmek için  gerekli dış kaynağı sağlama amacıyla  IMF ile anlaşma imzalamaya çalışıyor.
Yılın ilk dört ayında iç borç stokunun 15 katrilyon lirayı aşması, borç karabasanı yaşayan hükümetin, yüksek faiz oranlarına karşı dengeleri oturtmak için dış borca mahkum görünmesi,  Yakın İzleme Anlaşması için gelen IMF’nin bunalımı ölçmek amacıyla  1999 Bütçesini de görüşmesi söz konusu. Ekonomi küçülüyor, büyüme hızı negatif, yatırımlar reel olarak azalıyor, bütçe açığı hızla büyüyor. Vergi gelirleri faiz giderlerini bile karşılayamıyor, ekonomik gerilemeye rağmen enflasyon yükseliyor, “ekonomik gerileyiş hatta çöküntü içinde içinde enflasyon-slumpflation” yaşanan ekonomik süreci daha iyi açıklamaktadır.
Devletin harcamalarının yaklaşık % 70’i faiz ödemeleri ve sosyal güvenlik kurumları harcamalarına yapılan  katkıların büyük ağırlık taşıdığı transfer harcamalarından meydana gelmekte, kamu harcamalarını kısma olanağı bulunmamakta, kamu borçlanma gereğini büyük boyutta arttırmıştır (Öztin Akgüç, Ekonomik Göstergeler Olumsuz, Cumhuriyet, 30 Mayıs 1999, Pazar, s.13)
1999 yılı Haziran ayında IMF ile yapılan görüşmelerde Yakın İzleme Anlaşmasının programa bağlı ve mali destekli bir stand-by anlaşmasına dönüştürülmesi benimsenmiş ve 2000-2002 döneminde uygulanacak makroekonomik politikaların çerçevesi çizilmiştir. 9 Aralık 1999 tarihinde Türk hükümeti tarafından verilen niyet mektubu, 22 Aralık 1999 tarihinde IMF İcra Kurulu tarafından onaylanmıştır.
Enflasyonu Düşürme Programı Çerçevesinde Para Ve Kur Politikaları
Üç yıllık bir dönemi kapsayan enflasyonu düşürme programı, maliye, gelirler, kur ve para politikalarının yanı sıra yapısal düzenlemeleri de kapsamaktadır. Programın temel amaçları; tüketici enflasyonunu, 2000 yılı sonunda yüzde 25'e, 2001 yılı sonunda yüzde 12'ye ve 2002 yılında yüzde 7’ye indirmek, reel faiz oranlarını makul düzeylere düşürmek, ekonominin büyüme potansiyelini artırmak ve ekonomideki kaynakların daha etkin ve adil dağılımını sağlamaktır
Üç yıllık bir dönemi kapsayan enflasyonu düşürme programı;
·        maliye, gelirler,
·        kur ve
·        para politikalarının yanı sıra
·        yapısal düzenlemeleri de
 kapsamaktadır. Programın temel amaçları; tüketici enflasyonunu, 2000 yılı sonunda yüzde 25'e, 2001 yılı sonunda yüzde 12'ye ve 2002 yılında yüzde 7’ye indirmek, reel faiz oranlarını makul düzeylere düşürmek, ekonominin büyüme potansiyelini artırmak ve ekonomideki kaynakların daha etkin ve adil dağılımını sağlamaktır.
Enflasyonu düşürme programının üç temel unsuru aşağıdaki gibidir.
a) Sıkı maliye politikası uygulayarak faiz dışı fazlanın artırılması, yapısal reformların gerçekleştirilmesi ve özelleştirmenin hızlandırılması,
b) Enflasyon hedefleriyle uyumlu gelirler politikası ve
c) Ekonomik birimlere uzun vadeli bir bakış açısı kazandırmak için enflasyonun düşü-rülmesine odaklanmış kur ve para politikalarıdır. Bu çerçevede yürütülecek para ve kur politikalarının ana hatları aşağıda verilmektedir.
             1 ABD Doları + 0,77 Euro olarak alınan kur sepetinin değeri 1 Ocak tarihinden itibaren bir yıllık süreyi kapsayacak şekilde günlük olarak açıklanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 2000 yılında kur sepeti artış oranını yüzde 20 ola-rak, yıl sonu TEFE artış hedefi ile uyumlu bir şekilde belirlemiştir. Böylece kro-nik enflasyondan kaynaklanan ve enflasyonist süreci besleyen bekleyişlerin kı-rılması ve belirsizliklerin en aza indirilip buna ait maliyetlerin azaltılması müm-kün olabilecektir.
             Program süresince iki farklı kur rejimi uygulanacaktır. Döviz kuru politikası Ocak 2000-Haziran 2001 dönemini kapsayan 18 aylık sürede, “enflasyon hede-fine yönelik kur sepeti”;  bunu izleyen ikinci 18 aylık dönemde ise (Temmuz 2001-Aralık 2002) “kademeli olarak genişleyen band” çerçevesinde yürütülecektir. 1 Temmuz 2001'de uygulanmaya başlayacak bandın toplam genişliği 31 Aralık 2001'de yüzde 7,5'e, 30 Haziran 2002'de yüzde 15'e ve 31 Aralık 2002'de yüzde 22,5'e yükseltilecektir.
             IMF ile yapılan Stand-by anlaşması çerçevesinde belirlenen para politikası, T.C. Merkez Bankası bilançosundaki temel büyüklükler itibariyle izlenecek ve 1999 yılı sonundan başlayarak her 3 ay sonu itibariyle bu büyüklüklere ilişkin veriler performans kriterlerine esas tutulacaktır.
             Buna göre, bilançodaki Net İç Varlıklar kalemi değerleme hesabındaki değişmenin etkisi hariç, eksi 1.200 trilyon Türk lirası olarak belirlenmiş ve 2000 yılı boyunca sabit tutulmuştur. Ancak bu kaleme her bir çeyrek içinde önceki üç ayın sonundaki para tabanı büyüklüğünün, artı-eksi yüzde 5'inin belirlediği maksimum sapma sınırlarının oluşturduğu bir band içinde hareket etme imkanı tanınmaktadır. Bu esneklik dönem içinde faizlerin ani ve aşırı hareketliliğini önlemeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda, Merkez Bankası para politikası uygulamasında Net İç Varlık artışına yol açabilecek büyüklükte bir kamu sistemi fonlamasına yer vermeyeceğini ve aynı şekilde geçmişte döviz girişlerinin arttığı dönemlerde uygulanan Türk lirası likiditeyi sterilize etme politikasını sürdürmeyeceğini duyurmuştur. Merkez Bankası bilançosu açısından Net İç Varlıkların sabit kalması, para tabanındaki değişmenin yalnızca Net Dış Varlıklardaki değişim karşılığı olması anlamına gelmektedir. Getirilen bu sistemle döviz rezervlerini belli bir seviyenin üzerinde tutacak adeta otomatik olan bu mekanizma da beraberinde gelmektedir. Bu mekanizma, dövize talep olduğu günlerde piyasadan çekilen Türk lirasının Merkez Bankası tarafından net iç varlıkları arttırarak telafi edilmemesi sonucunda Türk lirasına olan talebin yeniden artmasıyla dövize yönelişin durdurulması yoluyla işleyecektir. Böylece, ilk 18 aylık dönemde sistemin dengeleyici unsuru olan faizler, piyasa koşullarını tam olarak yansıtır hale gelecektir. Döviz kuru bandının uygulanacağı ikinci 18 aylık dönemde Net İç Varlıklar politikasına esneklik tanınacak ve para politikasının faizler üzerindeki etkisi artırılarak enflasyon hedefine ulaşmaya yönelik gücü etkinleştirilecektir.
             Ayrıca yeni para programı çerçevesinde Merkez Bankası; bankalararası para piyasasında taraf olduğu işlemleri azaltmaya yönelik bir strateji izleyecektir. Bu bağlamda Merkez Bankası bu piyasadaki alış ve satış kotasyonunu kendisi dışındaki para ve repo piyasalarındaki gelişmeleri dikkate alarak belirleyecektir. Ayrıca Merkez Bankası, yüzde 8 olan ve Merkez Bankası’nda bloke bir hesapta tutulan mevduat munzam karşılıkları oranını bankaların daha etkin bir likidite yönetimi yapabilmelerine imkan tanımak amacıyla yüzde 6’ya düşürmüş ve kalan yüzde 2’lik kısma ise disponibilite olarak haftalık ortalamalar bazında tutturabilme imkanı getirmiştir.
             Performans kriterlerine esas tutulacak diğer bilanço kalemi olan Net Uluslararası Rezervler için de tutturulması gereken taban miktarları belirlenmiştir. Buna göre, 2000 yılı boyunca Net Uluslararası Rezervlerin üzerinde tutulması planlanan seviye her bir çeyrek için sırasıyla 12.000 milyon, 12.750 milyon, 12.750 milyon, 13.500 milyon ABD dolarıdır. Net Uluslararası Rezervlerin saptanan bu seviyenin, altına düşme eğilimi göstermesi durumunda Merkez Bankası gerekli önlemleri alarak bu eğilimi kırma yoluna gidecektir. 
1999 yılı Aralık ayında uygulamaya sokulan; para ve  döviz kuru çıpası ile enflasyon hedefiyle uyumlu gelirler politikası içeren “enflasyonu düşürme programı”, Merkez Bankası’nın Net İç Varlık büyüklüğünü sabitlemiş ve bilanço genişlemesini  Net Dış Varlıklar’a bağlamıştır (
IMF Stand-by anlaşmalarının en önemli koşullarından biri, merkez bankası bilançolarına getirilen rakamsal limitlerdir. Bu şekilde gizli para basma yollarının büyük oranda önüne geçilmekte, Kamu bankaları, KİT veya Hazine’ye verilen avansı kullanarak para basılması engellenmektedir.
Merkez Bankası  parasal genişlemesinin net dış varlıklara bağlı olarak mümkün olması “para kurulu” uygulaması benzeridir (F.Nuray Altuğ,  Para Kurulu -Currency Board , İstanbul Sanayi Odası Dergisi, Ocak 2000)

      ENFLASYONLA MÜCADELEDE HETEREDOKS ÖNLEMLER nedir?
1970’li ve 1980’li yıllarda yaşanan kronik enflasyon deneyimleri dolayısıyla uygulanan istikrar po-litikalarının yetersizliğini oraya çıkarttığından, Heteredoks istikrar programları olarak adlandırılan yaklaşıma, bugünkü enflasyonu geçmiş enflasyonla bağlantılandırma olarak da tanımlanabilen enflasyonist ataleti kırmaya yönelinilmiştir.
Ücret ve fiyatların geçmiş dönem enflasyonuna endekslenmesi, talep baskısının geleceğe taşınmasına neden olduğundan, heteredoks programlarda gelirler politikasına yer verilmektedir. Heteredoks programlarda kamu maliyesini düzeltici tedbirler, gelirler politikası ve kur kontrolleri ile desteklenmektedir.

Döviz kuru rejimini desteklemek amacıyla, Merkez Bankası net iç varlık büyük-lüğünü sabitlemiş ve bilanço genişlemesini net dış varlıklardaki artışa bağlamıştır. Yarı “para kurulu” benzeri bu politika çerçevesi ile “sterilizasyon imkanını” kaldırmış, ekonomideki likiditenin döviz karşılığı yaratılmasını benimsemiş ve Merkez Bankasının da kısa vadeli faizler üzerindeki etkisini sınırlandırmıştır.
2000’in başından başlayarak 1,5 yıl boyunca döviz kurunun günlük olarak ne değerler alacağı önceden açıklanan bir döviz kuru sistemi programın temel politikası olmuştur. Bu süre sonrasında ise giderek genişleyen bir band içinde dalgalanacaktı. Amaç, enflasyonla mücadelenin sıkı maliye ve para politikaları yanında enflasyondaki ataleti döviz kuru çıpasıyla desteklemekti (Fatih Özatay, Türkiye’de 2000-2008 döneminde para politikası, İktisat İşletme Finans, 24 (275 ) 2009: 37-65, s.38)
Merkez Bankası para politikası uygulamasında; Net İç Varlık artışına yol açabilecek büyüklükte bir kamu sistemi fonlamasına yer vermeyeceğini, aynı şekilde geçmişte döviz girişlerinin arttığı dönemlerde uygulanan Türk lirası likiditeyi sterilize etme politikasını sürdürmeyeceğini duyurmuştur (TCMB  1999 yıllık rapor,  II.Türkiye Ekonomisindeki Gelişmeler ve Para Politikası, Enflasyonu Düşürme Programı Çerçevesinde Para ve Kur Politikaları,  http://www.tcmb.gov.tr/research/yillik/99turkce/rapor99_2.html9, ).
IMF ile yapılan stand-by anlaşmasında öngörülen:
       sosyal güvenlik,
       tarım,
       vergi politikası ve idaresi,
       mali yönetim ve saydamlık,
       özelleştirme ve sermaye piyasası,
       bankacılık sektörü reformları
olmak üzere altı yapısal reform söz konusuydu. Özellikle son üç reformda sorunlar yaşanmış, bankacılık sektörü yapılandırılması bir türlü gerçekleştirilememişti.
Krizi Tetikleyen Faktörler
Kriz öncesi bankacılık sektöründe yaşanan önemli diğer bir sorun döviz açık pozisyonu sorunudur. Bankacılık sektörünün döviz cinsi borçlarının döviz cinsi alacaklarından çok fazla olması.
Ayrıca kamu bankaları ve özel bankaların durumlarına bakıldığında ise;
       kamu bankaları daha ziyade kamu kesimine kredi açmakta ve bu krediler “görev zararı”olarak değerlendirilmekte, tüm varlıklarının %30’u gibi yüksek meblağlara ulaşmaktaydı. Görev zararları kamu bankalarının devlet tarafından verilen ve tarım kesimi, küçük orta boy işletmeleri düşük faizli kredilerle destekleme görevinden kaynaklanmaktadır. Normalde bütçe içinde görülmesi gereken bu destekler kamu bankaları yoluyla bütçe dışına çıkarılmakta, kamu bankalarında oluşan zararlar da zamanında ödenmiyor, kamu bankaları bilançolarının aktifinde “görev zararları karşılığı kamudan alacak” olarak gösteriyorlardı. 1999 yılı sonunda bu tür alacakların birikimi MG’nin %16’sını aşmış bulunmaktaydı. Haziran 2000’de kamu bankalarının bu işlemlerden uğradıkları zararlar nedeniyle öz varlıklarının bilanço içindeki payı %3,5’a düşmüştür.
       Özel bankaların ayırt edici özelliği ise repo cinsinden çok kısa vadeli borçlarının bilanço ağırlığının 1999’da % 106,6 gibi yüksek bir düzeyde olması, yani özel bankaların borçlarının vadesinin çok kısa olmasıdır. 2000’de bu oran özel bankalarda % 285 düzeyine ulaşmıştı. Özel bankalar içinde 6 Aralık 2000’de TMSF kontrolüne alınan Demirbank da özel bir durum göstermekteydi.
27 Ekim 2000’de 7 sorunlu bankanın sahip ve yöneticileri “kasırga” kod adlı operasyonla göz altına alınmış, bankacılık sektöründe güvensizlik ortamı oluşmuştu. Görev zararlarının bilançolarında ağır tahribat yarattığı kamu bankalarıyla, gecelik fonlara (repo) dayanan bazı özel bankalara güven bunalımıyla kredi açılamadı, para piyasası faizleri sıçradı. 1999 sonunda sabitlenmiş bir kur uygulaması varken enflasyonun oranlarının ortalama % 65’ler gibi yüksek düzeylerde seyretmesi, mal fiyatlarının yükselmesine, ihracatın yüksek fiyatlar nedeniyle gerilemesine, ithalatın sabit kurlar nedeniyle artmasına yol açarken ödemeler dengesinin açıklarının büyümesine katkı yapması, bankacılık sektörü sorunları dışında cari işlemler açığının yüksek düzeylere çıkmasıyla sonuçlanmıştır.
2000’lerde uygulanan stabilizasyon programında da enflasyon düşürülemezken sabit kur uygulanması, ulusal paranın değerlenmesine dış ticaret açıklarının artmasına, kurlara müdahale edilecek döviz rezervlerine olan gereksinimin artması, kurlara müdahale için merkez bankasının maruz kaldığı zararın büyümesine yol açmıştır. 
22  Kasım 2000 Krizi
Riskli bir bankacılık sistemi dışarıdan borçlanabilecek ve fakat sterilizasyon da olmayacaktı. Para kurulu benzeri bir kurala göre, TCMB’nin Net İç Varlıklara sabitlendiği için, parasal taban TCMB’nin Net Dış Varlıklarına göre belirlenecekti.
IMF tarafından Ekim ayında bırakılması gereken 3.kredi diliminin ertelenmesinin uluslararası piyasalarda beklentileri olumsuz etkilemiş, sterilizasyonun da IMF’ye verilen taahhüt  nedeniyle yapılamaması (  TCMB  1999 yıllık rapor,  II.Türkiye Ekonomisindeki Gelişmeler ve Para Politikası, Enflasyonu Düşürme Programı Çerçevesinde Para ve Kur Politikaları,  http://www.tcmb.gov.tr/research/yillik/99turkce/rapor99_2.html9, krize girilmesine yol açtı.)
22 Kasım ve ardıl günlerde TCMB döviz rezervlerinde önemli azalma gerçekleşmiş, 17- 24  Kasım tarihlerinde  3 milyar dolar ve 24 Kasım- 1 Aralık tarihleri arasında 2,5 milyar dolar olmak üzere 5,5 milyar dolar döviz rezervlerinden kayıp yaşamış, döviz rezevleri brüt 24,4 milyar dolardan 18,9 milyar dolara gerilemiş, enflasyonu düşürme programının rezervlere koyduğu alt sınıra inilmiştir .
TCMB, 2000 Kasım ayında dövizi de hedef alan yoğun spekülatif saldırıyı;
       çok yüksek faiz ile,
       önemli döviz rezervi kayıplarıyla ve belki daha önemlisi
       7.5 milyar dolar büyüklüğündeki ek IMF kredis
 ile geri püskürtebilmiştir.
 IMF kredisi, ek rezerv olanağı (SRF; Supplemental Reserve Facility) biçiminde verilmiştir ve vadesi oldukça kısa, maliyeti de yüksektir. TCMB, ilan edilen döviz kuru çizelgesini çok yüksek bir maliyetle savunabilmiştir ve  daha sonra  olabilecek benzer bir saldırıya karşı savunma gücü büyük ölçüde azalmıştır.
İstikrar Programı enflasyon hedefiyle uyumlu bir “gelirler politikası”nı da içermekteydi. Kira artışlarının TÜFE enflasyon hedefiyle sınırlanması için yasa çıkarılmış, kamu kesiminde ücret artışlarının % 25 ile sınırlanacağı, özel kesimin de buna uyması gerektiği açıklanmış fakat kamu kesiminde ücret artışları % 60-70’lerde, özel kesimde de % 60 ’larda seyretmiş, para arzı artmış, sterilizasyona gidilememiştir.
Dövizi çıpa yapan benzer istikrar programlarının 1990’larda birçok ülkede başarısız olduğu görüldü. Örneğin Brezilya, Meksika, Rusya ve Tayland’da döviz kurunu çıpa yapan programlar finansal  krizlerle sona ermişti.

İstikrar programlarında kur çıpasının kullanılması, ekonomik istikrara birkaç yolla katkıda bulunur
(F.Nuray Altuğ, İstikrar politikaları ve Ülke Örnekleri, Türkmen Kitabevi, 2001,  s.91   ve bkz.  Balino Thomas J.T, Carlo Cottarelli, Frameworks for Monetary Stability-Policy Issues and Country  Experiences, IMF, 1994,  s.6).
Birincisi, ithal girdilerin fiyatları sabitlendiğinden ithal girdi nedeniyle maliyetlerde artış olmaz, dövize endeksli hale gelmiş iç fiyatların istikrar kazanmasına ve ithal edilen nihai malların tüketici endekslerini arttırmaması sağlanır.
 Fakat tek maliyet girdisi ithal girdi olmadığından, diğer maliyet unsuru girdilerin fiyatlarında da yükselmelerin olmaması sağlanmalıdır. Örneğin enerji fiyatları, işçi ücretleri, kiralar v.s gibi. Diğer maliyet unsurlarının fiyatları artmaya devam ederse kar marjları daralır, sabit kur uygulandığından fiyatlarda devam eden artışlar fiyatlar genel seviyesini yükseltmeye devam eder, enflasyon durdurulamaz, yükselen fiyatlar ihracat rekabet edebilirliğini olumsuz etkiler.
Diğer yandan kur sabit tutulduğundan ithalat artarak devam eder, faiz oranları yeterince dünya seviyelerine yakın hale getirilemediğinde ulusal paraya talep devam eder, ulusal para kıymetli olmayı sürdürür, dış ticaret dengesini olumsuz etkilemeye; ihracatı caydırıcı ithalatı teşvik edici  hareket devam eder.
İkinci olarak kurların sabitlenmesi, dolarizasyonun olduğu bir ekonomide fiyat-ların sabit devamına ve beklentilerin fiyat artışları olmayacağı yönünde şekillen-mesine yol açar. Örneğin 1000 $ olarak belirlenen bir kira bedelinin TL karşılığı sabit şekilde devam edecek ve beklentiler fiyatların artmayacağı yönünde şekillenecektir.
Üçüncüsü, bazı ithal nihai malların tüketici fiyat indekslerine girmesi ve ithal girdi fiyatlarının kurlardaki değişmeler yönünde fiyat indekslerini yükseltmesi, kurlar sabitlendiğinde bu gelişmelerin ortadan kalkmasıdır.
Enflasyonun kur artışlarının üstünde kalması, ihracat rekabet edebilirliğini azaltır. İhraç fiyatları enflasyon nedeniyle yüksek kaldığından ihracatın düşmesiyle sonuçlanır. Ayrıca ihracat yapanların kazandıkları dövizin değeri düştüğünden, kazançları maliyetlerini de karşılamayabilir. TL’nin değerlenmesi ithalatta artışlara yol açarken ihracatta kayıplara, dış borçların TL karşılıklarında artışa neden olur.

21 Şubat 2001 Krizi
Kasım krizinin bankacılık sektöründe yarattığı hasar ve sistemin artan kırılganlığı, 19 Şubat 2001 tarihinde Hazine ihalesi öncesinde yaşanan siyasi gelişmeler ardından mali piyasalarda çok yüksek miktarlı döviz talebi ortaya çıkmş, 19 Şubat’ta TL’yi ciddi bir atakla karşı karşıya bırakmıştır.
Merkez Bankası likiditeyi kısarak dövize olan talep gerçekleşmesini önlemeye çalışmıştır.
Bu durum aşırı günlük likidite gereksinimi duyan kamu bankalarının ödemeler sisteminin kilitlenmesine neden olmuş ve bu koşullar içinde kur politikasının  sürdürülmesini imkansız hale getirmiş, 22 Şubat 2001 tarihinde kur dalgalanmaya bırakılmıştır (TCMB 2001 Yıllık Rapor, Para Politikası ve Piyasalar, s.14 http://www.tcmb.gov.tr/research/yillik/01turkce/bolum_II2001.pdf,   ve  bkz   TCMB Kasım 2001 Para Politikası Raporu, s.2)
2001 yılı para ve kur programı, kriz öncesi dönemin devamı niteliğindedir. Ocak-Haziran dönemi için günlük olarak açıklanan merkezi döviz kuru sepeti  ve  Temmuz ayı başından itibaren ise merkezi döviz kuru sepeti çevresinde kademeli olarak genişleyen band sistemi kamu oyuna açıklanmıştır. 
Net iç varlıklar ve net uluslararası rezervler için yeni hedefler belirlenmiş, net iç varlıklar ile ilgili  +/- % 5 koridoru kaldırılmıştır. Band sistemiyle kur sisteminde esneklik sağlanacağı umulmuştur.
Türkiye ekonomisi 2001 yılının başında mali piyasalarda yaşanan krizin ardından daralma sürecine girmiş, daha önceki yılın aynı dönemlerine göre GSMH’sı % 8,3 ve GSYİH’sı 6,4 oranlarında küçülmüştür. Ekonmik krizle birlikte hızlı sermaye çıkışları vuku bulmuş, ekonomide belirsizlikler, ekonomik birimlerde güven kayıpları oluşmuş, iç talep daralmış, iç talep daralmasına özel sektöre açılan kredi hacminin reel olarak azalması ve  faiz oranlarında yükselme de katkı yapmıştır.
Türk Lirası 2001 yılında %11 oranında değer kaybetmiş ve iç talepte daralma yaşanmış, bunlar dış denge üzerinde belirleyici etkiye sahip olmuştur. İç talep daralması ihracat sektörüne yönelinmeye neden olurken TL’nin değer kaybı ihracat sektörüne rekabet gücü sağlamıştır.
Türk lirası 2001 yılı boyunca ABD Doları ve  Euro’ya karşı sırasıyla yüzde 115,3 ve yüzde 107,1 oranlarında değer kaybetmiştir. 22 Şubat 2001 tarihinde TL’nin dalgalanmaya bırakılmasından sonra  Merkez Bankası’nın kısa vadede önceliği;
       ödemeler dengesindeki tıkanıklığın giderilmesi ve
       finansal piyasalarda istikrarın sağlanması
olmuştur.
Kriz sonrası uygulanan programın temel amaçlarından biri de orta vadede bankacılık sisteminin sağlıklı olmasını sağlamak, kamu kesiminin bankacılık sistemi içindeki yerini yeniden belirlemek ve bu bankaların kısa vadeli yükümlülüklerinin azaltılması oluşturmuştur.
Bankacılık kesimi ile ilgili operasyonun Merkez Bankası bilançosu üzerindeki etkisinin ve enflasyonun kontrol edilebilmesi için; Merkez Bankası bilanço büyük-lüklerine sınır getiren “parasal hedefleme uygulaması” ile PARASAL TABANI KONTROL ETMİŞ ve enflasyonist etkileri sınırlandırmıştır. Bu nedenle de temel büyüklüklerle ilgili performans ve gösterge değerler belirlenmiştir. Net İç Varlıklar için tavan, Net Uluslararası Rezervlerdeki dönemsel değişim için taban değerler belirlenmiş ve performans kriteri olarak alınmıştır. Kur çıpası bırakıldığından beklentilerin şekillendirilmesi için gösterge niteliğinde para taban hedefleri belirlenmiş ve bu büyüklük temel operasyonel hedef olarak seçilmiştir (TCMB 2001 Yıllık Rapor / Para Politikası ve Piyasalar,  s.15 http://www.tcmb.gov.tr/research/yillik/01turkce/bolum_II2001.pdf, )
Dalgalı kur politikasına geçilmesi ile birlikte Merkez Bankası, döviz kurunun piyasadaki arz ve talep koşullarına göre belirleneceğini, ani ve aşırı dalgalanmalar haricinde döviz kuruna müdahale edilmeyeceğini açıklamıştır.
Bu dönemde yer alan programlı döviz satış ihaleleri ise IMF tarafından hazine finansmanı için verilen mali desteğin, para politikası çerçevesi dahilinde, Türk Lirası’na çevrilerek Hazine finansmanı için kullanılması ve  Dünya Bankası'ndan sağlanan krediler ile Hazine Müsteşarlığı'nın döviz borçlanmalarının yurt içinde Türk lirası olarak kullanılması sonucu oluşan fazla likiditenin sterilizasyonu amacıyla gerçekleştirilmiştir. Merkez Bankası, uluslararası piyasalardaki olumsuz gelişmeler ve iç politik sorunların ortaya çıktığı dönemlerde, döviz kurlarındaki ani dalga-lanmalar nedeniyle döviz piyasalarına zaman zaman müdahale etmiştir. Merkez Bankası program kapsamında yaptığı döviz satış ihalelerini ise Eylül ayından itibaren günlük olarak yapmıştır.
Kamu ve TMSF bankalarının gecelik borçlanmaları azaltılmıştır.
25 Nisan 2001 tarihinde  Merkez Bankası Kanunu’nda değişiklik yapılmıştır.
25 Nisan 2001 yılında çıkarılan 4651 sayılı Kanun ile TCMB bağımsız bir kurum haline getirilmiş, Hazine ve kamu kesimi ile olan bağlantısı kesilerek kamuya kredi açması engellenmiştir. TCMB’nin temel amacı fiyat istikrarı olarak belirlenmiş, fiyat istikrarı ile çelişmeyen koşullarda istihdam da hedefi olarak ilave edilmiştir. Mali baskınlığın para politikalarını belirlemesinin önüne geçilmiş,  bu kanun ile TCMB kullanacağı para politikası araçlarını da kendi belirleme yetkisine sahip olmuştur.
Türkiye Ekonomisi’nin içine girdiği daralma sürecine bağlı olarak daha fazla sayıda kişi işlerini kaybetmiş ve işsizlik oranı artmış, 2000 yılı genelinde yüzde 6,6 olarak gerçekleşen işsizlik oranı 2001 yılının son üç aylık döneminde yüzde 10,6 düzeyine yükselmiştir.
Toplam mal ve hizmet ithalatı, 2001 yılının ilk dokuz ayında reel olarak yüzde 24,5 oranında azalmıştır.
2001 yılının ilk on ayında iç talepte görülen daralma ve Türk lirasının reel olarak önemli ölçüde değer kaybetmesi dış ticaret açığının gerilemesine ve cari işlemler dengesinin fazla vermesine neden olmuştur . Dış ticaret hadlerindeki bozulma  2001 yılında ihracat artışını sınırlayan bir faktör olmuştur.
Ekonominin büyüklüğüne göre cari işlemler açığının göreli büyüklüğü, uluslararası piyasaların izlediği makro ekonomik büyüklüklerden biridir. Cari işlemler açığının büyümesi, ekonominin dış borçlanma ihtiyacının arttığının bir göstergesidir.
Ülkenin yıldan yıla milli gelir büyümesine göre dış borçluluğunun artması, ülkenin borçlarını geri ödeyebilme kapasitesinin sorgulanmasına yol açar ve dış borçlanma olanakları tıkandığında, büyümesi, uzun dönem büyüme ortalamasının altında kalır.
Türkiye ekonomisinde imalat sanayi üretimi büyük oranda ithalata ve Türkiye’nin ihracatı da büyük ölçüde ithalatına bağlı olduğundan üretim artışları bu nedenle ithalatı da arttıran neden olmaktadır.
2001 yılı sonu enflasyon oranları TÜFE’de % 68,5, TEFE’de ise % 88,6 olarak gerçekleşmiştir.
11 Eylül 2001 ‘de ABD’ye yönelik terörist saldırı, dış piyasalarda gözlenen istikrarsızlık, Hazine’nin ek dış finansman ihtiyacındaki artış, enflasyonun öngörülenin üstünde gerçekleşmesi nedeniyle “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı  2002-2004 yıllarını kapsayacak şekilde revize edilmiştir. Ekonominin şoklara karşı dayanıklılığının arttırılması ve olası krizlere karşı kırılganlığının  azaltılması temel ilke olarak alındığından, dalgalı döviz kuru rejimi uygulamasına devam edilmiş ve enflasyonda önemli düşüş sağlayarak enflasyon hedeflemesine geçilmesi, bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması, sağlıklı bir kamu borç pozisyonunun sağlanması amaç olmuştur (TCMB 2002 Yıllık Rapor/Türkiye Ekonomisindeki Gelişmeler, s13)
2002 yılının ortasında Başbakan Bülent Ecevit’in hastalanması koalisyon hükümetinin dağılacağı, seçimlere gidileceği endişesi, programın sürdürülüp sürdürülemeyeceği konusunda belirsizlik yaratmıştır (Fatih Özatay, Türkiye’de 2000-2008 döneminde para politikası, s.53).
7 Temmuz’da karma hükümetten  Devlet Bahçeli, 3 Kasım 2002’de seçimlerin yapılabileceğini söyledi,
3 Kasım’da seçimler yapıldı.
Yalnıca iki parti  AKP ve CHP,   % 10 barajını aşarak  Meclis’e girebildi. AKP oyların % 34’ünü ve CHP ise % 19 ‘unu aldı (Sina Akşin, s.313).