İSTİKRAR (STABİLİZASYON) POLİTİKALARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İSTİKRAR (STABİLİZASYON) POLİTİKALARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2018 Pazar

İSTİKRAR (STABİLİZASYON) POLİTİKALARI




                                                                                                                 Prof.Dr.F.Nuray Altuğ
                                                                                                                24 Ağustos 2017 Perşembe
  

İSTİKRAR (STABİLİZASYON)  POLİTİKALARI·

İktisat/ Ekonomi Politikaları nedir ?  İstikrar Politikaları nedir ?

İktisat politikaları ekonomik amaçlara ulaşmak amacıyla devletin uyguladığı politikalardır. Piyasa mekanizmasına dayalı fiyat sinyalleriyle çalışan kapitalist sistemde, piyasa ekonomisi bütün ekonomik amaçlara ulaşmakta başarısız olduğundan, ekonomik amaçlara ulaşabilmek için devlet müdahalelerine ihtiyaç duyulur.

İktisat/ Ekonomi Politikalarının Amaçları Nelerdir ?

İktisat/ ekonomi politikaları kısa vadede konjonktürel amaçlar olarak[1];
1             -Tam İstihdam
2                - Fiyat İstikrarı
3             -Ödemeler Dengesi Denkliği
      ve belli başlı uzun vadeli/ yapısal amaçlar olarak;
4                -Ekonomik Büyüme
5             -Gelir ve Zenginliğin Adil Dağılımı
6           -Üretim Faktörleri Kaynakları Dağılımının Etkinleştirilmesi
    devletin politikası olarak karşımıza çıkmaktadır.
    - Belli bölge ve endüstrilere öncelik  verilmesi ve korunması amacı ( iç ve dış rekabetin tehdit ettiği;  hem belli endüstrilerin korunmasını hem de ulusal plan doğrultusunda  endüstriyel ve  bölgesel önceliğe sahip endüstrileri kapsar.)
Ekonomide en büyük tek birim olan devletin varoluş nedeni, baskı yapma hakkına sahip devletin önemli bir görevi, kollektif ihtiyaçları sağlamaktır ve bu da ekonomik politika için sorumluluğun devlet elinde bulunmasını gerektirir.
Devletin en temel rollerinden biri, ekonomik oyunun kurallarını tesis etmek ve etkilemek, zorlamaktır. Devlet bazı işleri yapar bazılarını ise yapmaz. Ve devlet faaliyetlerinin kapsamı yüzyıllar boyunca değişikliğe uğramıştır.
Devletin bazı ekonomilerde daha fazla görev üstlenirken bazılarında daha az görev almakta olmasının nedeni nedir ve yapmak istediklerini iyi yapmakta mıdır?” tartışması yüzyıllardır siyasi, felsefi, iktisadi tartışmaların odağı olmaktadır[2].
Devletin genel amacı olarak toplumun refahının arttırılması ifade edilirken, bu amaç seçimlerin ve özgürlüklerin korunması, sosyal tansiyonun azaltılması için hukuk ve düzenin tesisi, dış saldırılardan ülkenin korunması, ülke halkının yaşam standartlarının yükseltilmesi, yeterli sağlık ve eğitim hizmetlerinin tedarik edilmesi olarak tanımlayabileceğimiz amaçlarla desteklenir.
Devlet amaçlar izlediğinde, hedeflemeyi amaçladığı büyüklük ne olacaktır?  Ne olmalıdır?
Kapitalist ekonomide; “mülkiyet ilişkileri istikrarının sağlanması” ve bunun için hizmet verilmesi devletin esas fonksiyonunu teşkil etmekte, bununla ilişkili olarak devletin vergi alma ve harcama yapma fonksiyonu, kaynakların dağılım etkinliğinin sağlanması, gelirin yeniden dağılımı gündeme gelmektedir[3]. Karma kapitalist ekonomide devlet; vergileme, kamu harcamaları, devletin üretime katılması, merkezi planlama, lisanslama, bölgeleme gibi devletin direkt kontrol yapabilmesi, ücret ve fiyatlar gibi düzenlemeler (regülasyonlar), anti monopolist uygulamalar, kirlilik ve güvenlik gibi alanlarda firmaların yasal olarak kontrolü, parasal kurumların düzenlenmesi ve borçlanma politikaları ile ekonomiye müdahale araçlarına sahiptir. Sosyalist ülkelerde ise devlet pek çok üretim faaliyetini yürütür. Azgelişmiş ülkelerde ise devletin rolü, özel sermaye birikimi yetersizliğinden dolayı, özel sektör birçok mal ve hizmeti üretemediğinden, devlet üretmek zorunda kaldığından daha geniştir. Devletin rolü farklı ekonomilerde farklılaşır. Bütün bunlar potansiyel olarak ve aktif olarak devletin faaliyetlerinin önemini gösterir. 
Gerçekte devletlerin amaçlarının önceliği ve büyüklüğü ile ilgili kararlar, güçlükler taşır. Çünkü diğer taraftan amaçlar için alınan tedbirler, üretim faktörleri dağılımının iyileştirilmesi amacının da konusunu oluşturur, yani ulusal ekonomik amaçlar arasında bir çatışma söz konudur.
Yüksek istihdam, ulusal ekonomik politikanın dizaynında en önemli amaçlardan birini teşkil eder. Çünkü işsizliğin insan maliyeti, zayıf bir ekonominin en büyük kötülüğüdür.
Tam istihdamın sürdürülmesi ile düşük enflasyon amaçları arasında potansiyel çatışma mevcuttur[4]. Çünkü genişleyici mali ve parasal politikalarla tam istihdam hedefi başarılmaya çalışılırken üretimin yükselmesi yanında fiyatlar da yükselebilir, işsizliğin azaltılması enflasyonu artırabilir.  
Genel olarak, amaçlanan fiyat istikrarının tam istihdam/ işsizliğin azaltılması amacıyla “trade-off”/ bir değişim oranına sahip olduğu kabul görür. Tam istihdam seviyesinin iyi belirlenmesi gerekir, çünkü bu noktadan (tam istihdam seviyesinden)  sonra talep düzeyinde artışlar enflasyona neden olacaktır.
Yine, sabit döviz kurunda; tam istihdam ve büyüme amacıyla ödemeler dengesi denkliği amaçları arasında çatışma söz konusudur. Çünkü gelirin daha yüksek seviyelerinde, marjinal ithalat meyli doğrultusunda daha fazla ithalat talebi olacağından bu, ödemeler dengesi açıklarına neden olacaktır. Ticaret açıklarını etkileyen diğer bir element olarak; prodüktivitede iyileşmeler ve teknolojide gelişmeler malların yabancı ürünlerle daha etkin rekabetini sağlayacağından arz kapasitesinin rolü önem arz etmektedir.
Farklı ülkelerde veya aynı ülkede zaman içinde farklılaşmasına rağmen, çoğu ülkede bu hedeflerden/ amaçlardan; tam istihdam, fiyat istikrarı, ödemeler dengesi denkliğinin sağlanması, kaynakların etkin dağılımı, ekonomik büyüme/ üretimin arttırılması, adil gelir dağılımının sağlanması en azından belli ölçütlerde mevcuttur ve de pek çok devlet için de gelirin yeniden dağılımı politikasının bölümleri olarak asgari ücret düzeyinin belirlenmesi ve ayni- nakdi transferlerin asgari düzeyinin saptanması gibi gelir dağılımının ve zenginliğin yeniden dağılım yoluyla iyileştirilmesi çalışmaları söz konusudur[5]. Diğer amaçların ise bazı ülkelerin öncelik sıralamaları dışında kaldığı görülür.

Devlet Ekonomide Nasıl Hareket Eder ?

 Ekonomik amaçlara, hedeflere ulaşmak için devlet nasıl hareket etmelidir?  Demokratik bir ekonomide, taban devletin kontrolü dışındadır. Örneğin istihdam düzeyi sadece devletin kararlarına değil özel firmaların ne kadar işçi istihdam edeceğine de bağlıdır. Bu nedenle de politika yapıcıları diğer değişkenleri de dikkate almak, hedeflerini ona göre oluşturmak zorundadır. Amaçlanan hedeflere ulaşmada bu değişkenler, ”enstrümanlar” olarak adlandırılır. Gerçekleşen hedefler ve nihai enstrümanlar ile “intermediate”/ ara enstrümanlar farklıdır. Otoriteler direkt olarak “primary instrument”/ birincil enstrümanı değiştirme yoluyla nihai değişkeni etkileyebilirler. Örneğin vergi oranını değiştirebilir, vergi oranının değiştirilmesi toplam vergi hasılatında değişiklikle sonuçlanır. Vergi hasılatında değişiklik, ara değişken olan harcamaları, harcamalardaki değişme de çıktı ve istihdamı etkiler.
Bütün bu amaçlar, daha dar veya daha geniş hacimde de olsa ekonomik özelliğe sahiptir. Diğer amaçlar gibi yaşam standardı da ekonomik bir konudur ve genellikle ekonomik ilişkilere müdahaleyi gerektirir. Savunma ve sağlık harcamaları, kaynakların prodüktif kullanımdan bu alanlara yönlendirilmesini gerektirir. Bu nedenle ekonomik/ iktisadi politika; hükümetlerin amaçlarına ulaşmak için ekonomik ilişkilere iradi müdahaleleridir[6]. Bu amaçların izlenmesinde devlet, ekonomik terimlerle ifade edilirse birincil, ara ve nihai hedefler oluşturma eğilimindedir. Ekonomik politika analizi; ekonomik politikanın konuları, amaçları, araçları, iradi politika oluşturulmasında karşılaşılan sorunların ve tedbirlerinin incelenmesini gerektirmektedir.
Bütün bu amaçlar içinde bulunulan ekonomik durumda;  daha geniş veya daha dar ağırlığa, önceliğe sahip olabilirler.

İstikrar Politikaları Nedir ?

İstikrar politikaları yukarıda açıklandığı üzere iktisat politikalarının bir grubunu oluşturur. Fiyat istikrarının sağlanması; enflasyonun düşürülmesi, fiyat hareketlerinin istikrara kavuşturulması amacıyla yürürlüğe konulan politikalardır.Enflasyona yol açan nedenlerin ortadan kaldırılması”, toplam talebin kontrolünü kapsar.
Tarihsel kayıtlar/ bilgiler, stabilizasyon/ istikrar politikalarının uygulanması gerekliliği konusunda bize bilgi sağlar[7].
Bununla birlikte toplam talepteki dalgalanmaları stabilize eden/ istikrarını sağlayan faaliyetlerin zamanlaması ve eğilimi uygun olsa bile bazı problemler devam edebilecektir.
Farklı amaçlar arasında çatışma olasılığı” birçok ülkede istikrar politikalarının başarısızlığına yol açan temel neden olmuştur.
Stabilizasyon”/ İstikrar politikalarının başarısız olmasına yol açan nedenler;  iç ve dış denge arasındaki çatışma, ekonomik politika hedefleri ile hükümetlerin yeniden seçilme isteklerinin ağır bastığı parti politikası vs.dir.
Toplam talepteki dalgalanmalarını istikrara kavuşturan/ stabilize eden politikalar istikrar politikaları olarak adlandırılır, toplam talebin kontrolünü dizayn eden politikalardır.
Toplam talebin kontrolünde;
1.  mali politika, devlet harcamaları veya vergilerde ya da zamanlamalarında değişiklik yapılması, borçlanma politikaları,
2.  parasal politikalar; para arzının, faiz oranlarının veya harcamaları finanse eden kredi arzının değiştirilmesi,
3.      gelirler politikası ve
4.      beklentilerin yönlendirilmesi söz konusu olur.
Talep yönetimi politikaları yoluyla tam istihdama ulaşma, enflasyondan sakınma veya ödemeler dengesi denkliğinin sağlanması mümkün hale gelebilir[8].
Hedeflerin başarılmasında sürekliliğin sağlanamaması dikkatleri üç noktaya çekmektedir.
1.      politika etkinliğinde gecikmeler
2.      özel sektörün politikaya duyarlılığının belirlenmesinde beklentilerin rolü
3.      politika etkilerinde belirsizlik
Bir politika yapıcısı; çarpıklıkları gözlemler, sürekli olup olmadıklarını araştırır, politikayı geliştirmesi zaman alır ve de politikanın davranışları etkilemesi de zaman alacaktır. Bu durum “Time lags”/ zaman gecikmeleri olarak adlandırılır. Ayrıca davranışların toplam talep üzerindeki etkileri belirsiz olduğundan istikrara kavuşturma görevinde ekonomik politikalar zayıf bir teçhizat oluşturacaktır[9].

Enflasyon

Enflasyon fiyatlar genel seviyesinin sürekli yükselmesi olarak tanımlanır. Fiyatlar genel seviyesinde sürekli yükselme farklı nedenlerden kaynaklanabilir.
Ekonomi tam istihdam seviyesine gelmeden de enflasyon ithal edilebilir (petrol fiyatlarında artış nedeniyle 80’li yıllarda yaşanan enflasyon gibi )  veya darboğaz enflasyonu olarak ortaya çıkabilirse de genel olarak enflasyon, emek gücünün tamamen istihdam edildiği noktada, yani tam istihdamda toplam talebin toplam arzdan daha büyük olduğu durumda ortaya çıkar. Sadece madeni ve kağıt para değil mevduatları, ekonomideki tüm kredi formlarını da içeren toplam parasal veya efektif talep; bireyler, iş sektörü veya hükümetlerin, şimdi veya daha sonra ödesin mal ve hizmet alımlarını kapsar.
Bu önemli etki, talep; bankaların ve finansal kurumların, devletin, finansal sistemi manipüle etmesi yoluyla genişletilebilir veya hem talebi yönetmesi hem de finansal sistemi manipüle etmesiyle genişletilebilir.
İş genişlemelerinin çoğunluğunda fiyatlar yükselir, iş daralmalarının çoğunluğunda da fiyatlar düşer.
Genişleme dönemlerinde parasal terimlerle toplam talebin yükselmesi, bankaların kredi vermesi nedeniyle para arzının genişlemesi nedeniyledir. İş sektörü kâr fırsatı avantajlarından yararlanmak istediğinden borçlanmak ister ve bankalar iş sektörünün ödünçleri kolayca ödeyebileceğini düşündüğünden ödünç vermek ister, sirkülasyondaki para arzı hızla artar. Söz konusu koşullarda iş sektörü ve tüketici daha hızlı harcadığından hem tüketim hem yatırım düzeyi birlikte yükselir. Depresyon dönemlerinde ise para talebi akımı, ulusal ürünün el değiştirmesinden daha hızlı düşer. Bireyler ve iş sektörü zor günleri için tasarruf eder, bankalar yeni ödünçler vermek istemezler. Para sirkülâsyonu çok yavaşlar ve depresyon oluşabilir[10].
Savaş dönemlerinde ise tüketici malları üretimi az veya az özel üretici malları vardır. Aynı zamanda tam istihdam mevcuttur. Yüksek ücret ve fiyatla arttırılan mallar askeridir, tamamı devlet tarafından ve sadece sınırlı vergi artırımıyla borçlanılarak veya para basılarak alınır. Bu nedenle halk yüksek parasal talebe sahiptir, halk için mevcut mal ve hizmet miktarı ise sınırlıdır. Ayrıca, fiyatlar hızla yükseldiğinden harcama akımı gelir yükselmesinden daha hızlıdır. Çünkü marjinal tüketim meyli ve yatırım eğilimi yükselir[11].

Enflasyon ile ilgili teoriler

Klasik ekonomistler, fiyat düzeyinin para arzı tarafından “miktar teorisi” doğrultusunda belirlendiğini kabul ederler. Paranın miktar teorisi Irving Fisher tarafından geliştirilmiştir. Birçok ilgi alanı ve bu alanlarda çalışmaları olan ekonomist Irvin Fisher; paranın miktar teorisinde, binlerce yıl gerilere giden bir fikri, paranın miktarı ile fiyatlar arasındaki ilişkiyi ifade etmiştir.
Para miktarı paranın dolaşım hızıyla, fiyatlar ise işlem hacmiyle çarpılmaktadır. “MV = PT”. Eşitliğin bir yanında paranın dolaşım hızının oldukça istikrarlı olduğu, öteki yanında da üretilen mal ve hizmet hacminin kısa dönemde sabit olduğu ifade edilir. Irving Fisher; “dance of dolar” olarak yazdığı “business cycle”/ iş çevrimlerini yorumlayan meşhur makalesinde enflasyon ve faiz oranları arasındaki ilişkinin detaylarını analiz etmiş, bu konudaki ilk kitabı “Appreciation and Interest” 1896’da yayınlanmıştır[12]. Irving Fisher, ekonomik faaliyetlerdeki dalgalanmaların başlıca nedeninin para miktarındaki değişmeler olduğunu ileri sürer. Yine bu çalışmasında Irving Fisher; nominal faiz oranı, reel faiz oranı, umulan reel faiz oranı kavramları arasındaki tefriki yapmış, farklılığı ortaya koymuş, ayırıma dikkatleri çekmiştir.
Keynesyen doktrin ise eğer para miktarında artış olursa paranın dolaşım hızının düşeceğini ileri sürer. Keynesyen teorinin ileri sürdüğü tez doğrultusunda Amerika Birleşik Devletleri’nde 1929’dan 1933’e kadar ki dönemde paranın miktarında üçte birlik düşme ile birlikte paranın dolaşım hızının da düştüğü izlenir. Bir ülkede para arzı hızla yükseldiğinde paranın dolaşım hızı da hızla yükselir. Dolaşım hızı, para miktarındaki hareketleri dengelemekten uzak olmaktadır[13].
Keynes büyük daralmaların; yatırım talebinde çökmelerle ve de kapitalin verimli kullanım fırsatlarında çökmelerin sonucu olduğunu ifade eder. Bu nedenle büyük daralmaların motoru, yatırımlardaki çökmenin çoğaltan süreciyle (multiplier process) gelir çökmesine dönüşmesidir[14].
Keynes ve onun izleyicilerinin çalışmalarıyla miktar teorisi kredisini kaybettiğinde iki enflasyon teorisi caridir. “Cost-Push”/ Maliyet yanlı teori ve  “Demand Pull”/ Talep yanlı teori.
Talep yanlı enflasyon teorisi orijinal Phillips eğrisiyle ifade edilebilir. Buna göre aşırı mal ve hizmet talebi ve de bundan dolayı aşırı emek talebi, ücretlerdeki değişme oranını belirler. Endirekt olarak ücret maliyetleri yoluyla fiyatlar belirlenir. Mali politikanın aşırı talebi yarattığı düşünülür. Bu nedenle talep enflasyonunun, devlet makro politikalarındaki hatanın sonucu olarak ekonomide oluşan aşırı ısınmadan kaynaklandığı varsayılır.
Phillips eğrisi analizi, 1958’de Phillips’in çalışması yayınlandıktan sonra oluşturulmuştur. 1960’ların birinci yarısında sendikaların gücünden ziyade piyasa güçlerinin önemi üzerinde durulduğundan daha çok talep enflasyonu üzerinde durulmuştur. Phillips’in 1958’de yayınladığı çalışması İngiltere için 1861-1957 dönemlerini kapsar ve işsizlik düzeyi ile parasal ücretler büyüme oranı arasındaki ters ilişkiyi ortaya koyar. Bu ilişki Phillips eğrisi olarak bilinir ve Keynesyen modelin enflasyonu açıklayan bölümü olarak Keynesyen teoriye entegre edilmiştir.
Ücret enflasyonu ve işsizlik arasında bir “trade-off”/ değişim oranı olduğu varsayılır. Başlangıçta teorik temelleri olmayan bir amprik (deneysel) ilişki olarak tanıtılmıştır.
Phillips eğrisi 1960’ta Lipsey’in emek piyasası düzenleme süreci olarak, parasal ücretlerde büyüme oranının emek arzını belirlediği varsayımıyla rektifiye edilmiştir.
Samuelson ve Solow ise 1960’ta toplam talepte artışların, çıktıyı ve bu nedenle de istihdamı artıracağı ve bu nedenle de ücret enflasyonu oluşacağını ileri sürmüşlerdir[15].
1960’ların sonunda Friedman-Phelps kritiği ve orjinal Phillips eğrisi amprik ilişkisinin çökmesiyle başarı sağladı ve ekonomistler arasında enflasyon görüşünde geniş bir polarizasyona yol açtı.
Talep yanlı enflasyon ve arz yanlı enflasyon farklı çeşit enflasyona tekabül etmesine rağmen gerçekleşen enflasyonlar onların kombinasyonu veya ikisinden biridir. Bu nedenle, talep yönetimi politikaları ve gelirler politikaları, Keynesyen enflasyonla mücadele politikalarına tekabül eder[16].
Keynesyen doktrine karşı geliştirilen akademik reaksiyon ve yeni bir doktrinin ortaya çıkış nedeni; paranın miktarı ile gelir, fiyatlar ve faiz oranı arasındaki ilişkileri analiz eden uygulamalı analizlerdir
Kapitalist tarihte 1940’lara kadar, kredileri de içeren aşırı toplam talep, enflasyonun Keynesyen açıklaması için yeterliydi. 1950’lerde ise yeni bir çeşit enflasyon ortaya çıkmıştır. 1970’lerin ve 1980’lerin enflasyonu ise yetersiz (deficient) toplam talebin de olduğu dönemdir[17].
Monetarism terimi 1968’in sonlarında Karl Brunner tarafından vurgulanmıştır. Makroekonomik politikada bu yaklaşım para arzının kontrolüne merkezi rol verir.
Nominal ücretlerdeki değişmenin mevcut işsizlik tarafından yönetildiği şeklinde ortaya konan Phillips eğrisine Phelps ve Friedman’ın getirdiği eleştiri, nominal ücretlerle değil reel ücretlerdeki değişme ile işsizlik arasında ilişki olduğu şeklindedir. Hem ekonomik teori hem de ekonometrik kanıtlar Phelps-Friedman görüşünü desteklemiştir.
Monetarist enflasyon teorisi, Phillips eğrisinin beklentilerle geliştirilmiş versiyonu ile temsil edilir. Üç temel öğeye sahiptir.
·        Birincisi; paradan toplam talebe güçlü bir aktarım mekanizmasının olduğu tezi
·        İkincisi, para arzının kontrol edilebileceği
·        Üçüncüsü, beklentilerle geliştirilmiş Phillips Eğrisi analizi ile doğal oran hipotezidir.
Egzojen parasal büyüme, enflasyon beklentileriyle birlikte aşırı talebi, dolayısıyla da enflasyonu belirler[18].
Burada işaret edilmesi gereken önemli nokta, uzun dönemde işsizlik ve enflasyon oranı arasında bir trade-off olmaması, yüksek enflasyon oranının uzun dönemde düşük işsizlik oranını uyaramayacağıdır[19].
Monetarist analiz para arzı büyümesinin bu nedenle de enflasyon oranının para otoritelerinin sorumluluğunda olduğu görüşündedir. Para otoriteleri para arzını, uygun bir büyüklüğe göre sınırlamalıdır[20].  Bu büyüklük reel ekonominin, üretilmiş mal ve hizmetlerin alınıp satılacağı büyüklük olmalıdır. Üretilen mal ve hizmetlerden büyük bir para arzı enflasyona, düşük para arzı ise deflasyona neden olur.
Monetaristler ekonominin kısa dönemde manipüle edilebileceğini, yani kısa dönemde yanlı olabileceğini, uzun dönemde ise yansız olacağını yani uzun dönemde otomatik olarak doğal işsizlik oranında bir tam istihdam dengesine döneceğine inanırlar. Para arzı büyüme oranında bir değişmenin kısa dönemde reel büyüme oranını değiştireceğini, yanlı olacağını ve uzun dönemde ise bu reel etkinin kaybolacağını, yani uzun önemde yansız olduğunu,  sadece enflasyonist etkinin kalacağını düşünürler[21].
Friedman’ın modelinde işçiler firmalara göre bilgi sağlamakta dezavantaja sahiptirler. Firmalar kendi ürünlerinin fiyatlarını ve faktör fiyatlarını biliyorken, işçiler tam olmayan, gecikmeli bir bilgiye sahiptirler. İşçilerin kısa dönemde yaptıkları tahmin hatası, kısa dönemde reel büyüme oranında artışa neden olur, işsizliği doğal işsizlik oranının altına düşürür. Bu bağlamda devletin, istikrarı sağlamakta sabit para arzı kuralını (para arzı artış oranının kurala bağlanması) benimsemesinden yanadırlar[22]. Monetarist modelde ekonominin tam istihdamı oluşturma eğiliminde olması ücret ve fiyat katılığının olmadığı, serbestçe hareket ettiği varsayımına dayanır[23].
Monetarist teoride ekonomik ajanların enflasyon beklentilerini “adaptive” olarak belirlemelerinin yerini “yeni klasik iktisatçılar”da “rasyonel beklentiler” almıştır.
Orjinal olarak 1961’de Muth tarafından ileri sürülen rasyonel beklentiler, ekonomik ajanların “adaptive”/ uyumcul beklentilerde olduğu gibi sistematik tahmin hatası yapmayacağını, bu nedenle de ekonominin daha da kısa zamanda doğal işsizlik oranına döneceğini ileri sürer. “Adaptive” / uyumcul beklentilerde geçmişte gerçekleşmiş enflasyon oranlarının geometrik ağırlıklı ortalaması olarak tahmin edilen enflasyon beklentisinin yerini, rasyonel beklentilerde ekonomik ajanların gelecek enflasyonu; geçmiş enflasyon kayıtları yanında devlet parasal ve mali politikalarını da içeren ekonomik çevreyi dikkate alarak daha doğru tahmin etmeleri almıştır[24].
Adaptive beklentilerde işçiler, enflasyonun değişme oranında bir grup sistematik tahmin hatası yapmaktadırlar. Rasyonel beklentiler hipotezinde ise beklentiler endojen· olarak geliştirilmektedir. Parasal politikanın aşırı talepte anahtar faktör olduğu ve beklentilerin rasyonel olduğu genel olarak kabul edilmektedir. Enflasyon kaçınılmaz olarak parasal boyutlara sahiptir. Fakat aynı zamanda, fiyatlar, maliyetler tarafından belirlenir. Bu; nominal ücretler, döviz kuru ve kontrat endeksleme kurallarıyla fiyatlar genel seviyesinin yukarı doğru zorlanması anlamındadır. Ücretlerin kısa dönemde sendikalar tarafından yükseltildiği kabul edilmekle beraber bunun talep baskısı haline gelmesi, parasal bir genişlemenin eşlik etmesiyle mümkün olmaktadır[25]. Ekonomistler, farklı okulların görüşleri olarak enflasyonun anlaşılabilmesinde bu özelliklerinden birini veya diğerini vurgulamışlardır[26].
Makroekonomik denge, fiyat düzeyi artışlarının neden olduğu aşınmayı, toplam talebin, para talebi artışlarını karşılayan para arzı artışları (shocks) ile restore edilir. “Inertial Inflation”/ süredurumsal enflasyon yaklaşımı, fiyat düzeyi yükselmelerinin kendilerini böyle devam eden şoklarla tesis ettiğini ifade eder. Bir nedenle fiyatlar genel seviyesinde meydana gelen yükselme, yeni ilave para arzlarına ve aşırı taleplere yol açar.
Bir enflasyonist şok, aşırı para arzını doğuran ve bu nedenle fiyat düzeyinde artışı uyaran olay olarak tanımlanabilir[27].  Buna dayanarak tanımlandığında “inflation feedback process”/ enflasyonu besleyen süreç, fiyat düzeyi yükselmelerinin tekrar ettirildiği yeni enflasyonist şoklardır.
Fiyat düzeyi yükselmeleri birkaç yolla yeni enflasyonist şoklara neden olur. Öncelikle, fiyat düzeyindeki yükselmeler bireyleri kaçınılmaz şekilde yeni enflasyon olasılığına uyarırlar. Fiyatlar genel düzeyinde meydana gelen artışlar bireylerin satın alma güçlerinde azalmaya neden olduğundan yeni bir enflasyonist şoka neden olacaktır.
Yüksek fiyat düzeyi belirsizlikleri insanların para talebini azaltır ve “tasarruf enstrümanları getirileri”ne hakim para birikiminin satın alma gücünün tahmin edilememesine, gelecek gelirin satın alma gücünün tahmin edilememesine neden olarak tasarruf düzeylerini etkileyecektir[28].
Varlıkların satın alma gücündeki azalma, fiyat düzeyine hem istikrar kazandırıcı hem istikrarsızlık yaratıcı olarak katkıda bulunur.
Reel varlık tutulmasının azaltılması bireyleri, kısmen satın alma gücü düştüğünden, kısmen tasarruf stoklarını devam ettirme arzuları nedeniyle daha az harcamaya yönlendireceğinden talep baskısının azalmasına katkıda bulunarak istikrar sağlayıcı olarak hareket eder.
Firmalar ise ücret ödemelerinin eski kontratlar üzerinden finansmanını yaptıklarından ve ücretler üretim maliyetlerinde düşme yarattığından, fiyat düzeyi yükselmeleri birim başına karlılığı arttırarak üretimi ve de toplam arzı teşvik ederek, talep baskısını azaltacağından istikrar kazandırıcı olarak hareket eder.
Fiyat düzeyinde yükselmeler paranın hakim olduğu yükümlülüklerin değerini azaltıcı hareket ettiğinden bireylerin sorumlulukları umduklarının altına iner ve eğer servet sahibi iseler daha az harcama daha çok tasarruf etme eğiliminde olurlar. Borç almak isteyenler artar, vermek isteyenler azalır. Finansal sistem kaynakları azalacağından daha az reel kredi sağlanması toplam arzı azaltacaktır.
Toplam enflasyon oranı; “volatile”/  hareketli ve sürprizlerin hakim olduğu bir orandır. Toplam talepteki varyasyonların fiyat düzeyini etkilediği uzun zamandır bilinmektedir. Diğer faktörler bu ilişkiyi daha karmaşık hale getirmektedir. Enerji fiyatları artışları gibi şoklar, yiyecek fiyatları patlaması veya devlet mikro politika düzenlemeleri ve vergileme, alternatif enflasyon nedenlerini teşkil etmektedir. Birkaç enflasyon yaratıcı mekanizmanın birlikte enflasyon sürecini oluşturması; bir talep etkisinin kısa dönem fiyat hareketlerine etkisi, ikincisi şokların maliyetlerde yarattığı yükselmenin enflasyon oranına katkısı ve üçüncüsü kısa dönemli talebin sürekliliğinin ve şok etkisinin “core”/ çekirdek enflasyon oranını üretmesinin katkıları görülür[29].
Core rate”/ çekirdek oran, diğer üretim faktörleri maliyetinin artan trendidir. Hane halkı ve iş sektörünün uzun dönem enflasyon beklentilerinin çıkış noktasıdır. Daraltıcı düzenlemeler ücret- fiyat dinamiğinin verdiği ivmeye (momentuma) dayanır ve kısa dönemde belli koşullar tarafından daha kötü veya daha iyi hale getirilebilir, fakat sadece tedrici olarak düzeltilebilir.
Çekirdek oran, ekonomini uzun dönemli büyüme yolunda ve piyasa uzun dönem denge talebinin “neutral”/ yansız olduğu ve şokların olmadığı durumda, üretim girdi maliyetlerinde artışların gerekli kıldığı fiyat artışlarını yansıtır.
Şok enflasyon oranı, analizde egzojen tanımlanır. Böyle şoklar, OPEC’in fiyat arttırmaları ve yiyecek fiyatlarında artışlar gibi kontrol edilemeyen öğelerin fiyatları yükseltici etkisidir. Devletin yarattığı şoklar ise “payroll taxes”/ bordro vergisi gibi egzojen etkilerdir.
Enflasyon dinamiğinin açıklanmasına katkıda bulunan çağdaş teoriler, “momentum-core inflation”/ çekirdek enflasyon teorileri ve “rational expectations equilibrium”/ rasyonel beklentiler denge teorileri olarak iki gruba ayrılır.
Enflasyon sürecinin kendisinde kalıtımsal bir momentumun veya sürekliliğin iki olası kaynağı “adaptive beklentiler” ve “rasyonel beklentilerdir”. Enflasyonda asli momentum, John Taylor ve Phelps modelinde ekonomik ajanların gelecek enflasyon beklentilerini bütün ilişkili değişkenlerin fonksiyonu olarak oluşturmalarından kaynaklanır. Rasyonalitenin oluşturulmasının sonucu olarak parasal ve mali politikaların oluşturduğu ekonomik çevreye duyarlılık söz konusudur.
Ücret fiyat dinamiğinde momentumun şekillendirilmesi, adaptive beklentiler ve Taylor ücret kontratlarında, deflasyonist politikaların işsizlik maliyeti konusunda farklı sonuçlar verir. “Adaptive beklentiler” veya “Core enflasyon” teorileri, enflasyonun uzun veya kısa dönemde yüksek işsizlikle azaltılabileceğini ifade ederken “Taylor ücret kontrat” modeli ve diğer rasyonel  beklentiler modelleri, farklı alternatif politika stratejilerinin, ekonomi yüksek işsizlik maliyetine katlanmaksızın enflasyonun düşürülebileceğini ifade eder[30]. Tedrici sıkı parasal ve mali politikalarla (gradual tightening of monetary and fiscal policy) enflasyonun elimine edilmesinde uygulanan politikanın ne kadar tedrici olacağı ücret kontratlarının dinamiğine, özel ekonomik ajanların plana inancının temin edilmesine bağlıdır.
Adaptive beklentiler ve rasyonel beklentilerin varsayımlarının farklılığından dolayı, nispi olarak ağrısız bir “disinflation”ın uygulanabilirliği farklılık gösterir.
Adaptive beklentiler modelinde enflasyonist beklentiler “autoregressive”/ geriye dönük olduğundan, nominal ücret ve fiyatlar umulan enflasyonun fonksiyonu olduğundan, enflasyon beklentileri uzun işsizlik dönemleri sonucu kırılabilecektir.
Alternatif “rasyonel beklentiler” görüşünde; hükümet eğer kredibiliteye sahip ise küçük bir maliyetle enflasyonu sona erdirmek mümkündür. Uzun dönemli devlet politikaları eğer büyük ve sürekli bütçe açıkları yönetiyor ve para basıyorsa, bu enflasyon kendi momentumuna sahiptir. Böyle bir enflasyonist sürecin sona erdirilmesi; politika veya stratejinin ani bir şekilde değiştirilmesini ve bunun yaygın bir şekilde bilinmesini gerektirir[31].
1960’lı yıllarda “monetarist-structuralist”/ parasalcı-yapısalcı tartışma ve enflasyon dinamiğinin mekanizması,  teorik ve amprik literatürün hacmini oluşturmuştur.
Sermaye akışkanlığının derecesi, ücret ve fiyat süredurumunun varlığı, kredibilite problemleri, gelecekteki politikalara göre beklentilerin durumu gibi yapısal faktörlerin, döviz kuru politikalarının ve parasal politikalarla mali politikalar arasındaki uyum eksikliği üzerinde durulan konular olmuştur.
Monetarist model veya ortodoks model, mali açıklar, para yaratılması ve enflasyonun etkileşimi üzerine odaklanırken, yeni yapısalcı model; yiyecek darboğazı, gelir dağılımı dengesizliği[32] ve reel ücretlerin belirlenmesinde sosyal çatışmaların enflasyonist etkileri üzerine odaklanmaktadır. Ortodoks görüş, gelişmekte olan ekonomilerde enflasyonun birinci nedeninin sınırlı borçlanma imkanlarına sahip ekonomilerin (hem iç hem de uluslararası olarak) büyük mali açıklarını finanse etmek için hükümetlerin yarattığı para olduğu üzerinde dururlar. Cordosa (1981), Taylor (1983, 1991) gibi yeni yapısalcılar; reel ücretler ile kâr arasındaki gelirin dağılmasında, işçi- kapitalist çatışmasının enflasyonu oluşturduğunu ileri sürerler[33].
Hedeflenen reel ücretler; değişen pazarlık koşullarında ve istihdam durumlarında, devlet politikalarında, uzun dönem büyüme ve gelir dağılımı politikaları gibi pek çok diğer faktörlerdeki değişmelerin ışığında oluşturulur. Fakat emek kontratlarının belirlenmesi oldukça kısa dönemdedir. Süredurum enflasyonu; en yüksek reel ücret düzenlemelerinin, enflasyon hızlandığında hedef ücretin belirlenmesi tamamen işçilere bırakıldığında oluşur. Problem, endeksleme (indexation) periyodunun kısalması, ücret artışlarının enflasyon oranını yükseltmesinden kaynaklanacaktır. Fiyat oluşum trendinde endeksleme periyodunun kısalmasının enflasyon oranı üzerindeki etkisi, sık endekslemenin enflasyon hızını yükselttiğidir. İşçiler, reel ücretlerini yüksek tutabilmek için endeksleme sürelerini kısaltacaklardır[34].
Heterodoks şok antienflasyon paketlerinde; ücret ve fiyatların dondurulması ve endekslenmemiş (deindexing contracts) kontratlar “inertial”/ süregelen enflasyonla mücadelede uygulanan yöntemlerdir.
 İşçilerin ücret artış istekleri tam olarak karşılanmadığında, en yüksek ücret artışları istenilen artışların altında kaldığında, işçilerin ücret istekleri tam karşılanmadığında çatışmaya yol açacak, reel gelir kayıpları süreklilik kazandığında endeksleme süreleri de kısalacaktır. Ücret endeksleme sürecindeki büyük yükselmeler enflasyonda yukarı doğru sıçramanın bir diğer nedenidir. En yüksek ücretlerde yukarı sıçrama veya endeksleme sıklığından dolayı ücret enflasyonu eğrisi,”indexing rule”/ endeksleme şedülü üzerine çıkabilir. 1920’lerin başında yaşanan Alman hiperenflasyonuna getirilen yorumlardan biri de budur[35] 
Yapısal hipotez, Batı ekonomilerinin yükselen fiyat düzeyini, uzun dönem trendinde açıklamaya çalışır. Enflasyonun uzun dönem eğiliminin yapısal faktörlere dayandığı fikri; P. Streeten (1962) ve W. Baumol (1967)’nin çalışmalarına dayanır. Daha yakın tarihte G. Maynard ve W.V. Ryckeghem (1976) bu hipotezi dikkatle formüle etmiş ve bir gurup OECD ülkesi için test etmiştir[36].
Uzun dönem enflasyonist eğilim; kısmen teknolojik gelişim, kısmen davranışsal olan belli faktörlerin etkileşimine dayanır. Bu faktörleri; endüstriyel sektör ve hizmet sektörü verimliliğinde farklılaşmadır, fakat her iki sektörde parasal ücretler büyüme oranının aynı olması, ücret ve fiyatların aşağıya doğru katı, sınırlı esnek olması endüstriyel sektör ve hizmet sektörü çıktılarının gelir ve fiyat elastikiyetlerinin farklı olması şeklinde sıralayabiliriz.
Yapısal modelde ekonomik faaliyet, iki sektörün; “progresive”/ endüstriyel sektör ve muhafazakar “concervative”/ hizmet sektörünün toplamı olarak karakterize edilir. Endüstriyel sektör ve hizmet sektörü verimlilik artışları farklı iken, parasal ücret büyüme oranlarının aynı olması, ekonominin düşük verimlilik büyümesine sahip hizmet sektöründe sürekli maliyet baskısına yol açar. Sabit kar marjı, yükselen birim emek maliyetleriyle, bu sektörde tüm ekonomi için maliyet enflasyonu oluşur. Yapısal enflasyon bu nedenle iki sektörün nispi arz fiyatlarında değişikliği ifade eder. Hizmet sektörü arz fiyatları nispi olarak endüstriyel sektöre göre yükselir. Sonuç olarak, bu tür enflasyon hizmet sektörü çıktısı için büyük bir gelir elastikiyeti ve küçük bir fiyat elastikiyeti için söz konusudur. Baumol (1967)’ün dengesiz büyüme modeli, yapısal modelin prototipi olarak alınabilir[37]. Baumol, ekonominin faaliyetlerini, aktivitesini iki sektöre; artan emek verimliliği ile karakterize edilenendüstriyel sektör  (progressive) ve sabit emek verimliliği ile karakterize edilen muhafazakar (concervative) hizmet sektörüne ayırmıştır. Genelleştirilmiş İskandinav (Scandinavian) modelinde; iç enflasyon oranı, ithal edilen enflasyon kadar ticareti yapılabilir ve ticareti yapılamaz mallar verimlilik büyüme oranları farklılığından da kaynaklanır[38].
Toplam talep fonksiyonunda otonom bir kayma; tüketim eğiliminde bir artış veya özel sektör otonom harcamalarında bir değişmeden, para arzında bir değişme ya da devlet harcamalarında bir artıştan, açık ekonomide ihracatta bir artıştan kaynaklanabilir.
Toplam talepte bir artış, kısa dönemde yüksek fiyat düzeyinde reel çıktıda bir artışa yol açar. Uzun dönemde ise fiyat artışlarına uyumlu ücret beklentileri oluşturduklarından, reel ücretleri restore eden nominal ücret artışları toplam arz eğrisinin sol yukarı doğru kaymasına yol açacaktır. Aynı reel ücret seviyesinde uzun dönem dengesinde hem fiyat düzeyi hem de nominal ücretler yükselecektir. Bu nedenle;
1.      genişleme safhasında talepteki genişlemenin çıktı, istihdam ve fiyat düzeyinde geçici artışa yol açtığı safha,
2.      fiyat düzeyinde daha fazla bir artışın arz fonksiyonunda yüksek maliyetler nedeniyle bir düzenlemeye yol açtığı, istihdamın düştüğü, fiyat yükselmelerinin devam ettiği safha olarak iki ayrı safhada oluşur.
Enflasyonun başlangıçta arz eğrisinde otonom bir kaymadan kaynaklanması; doğal afetlerden, doğal kaynaklar monopolünden (OPEC- Organization of Petroleum Exporting Countries’in ham petrolü kontrol etmesi), dış ticaret hadlerinde aleyhte gelişmeler, emek verimliliğinde azalma, saldırgan ücret ve kar artışları nedenleriyle olabilir. Deprem, sel gibi doğal afetler, kötü hava koşullarının yol açtığı tarımsal ürün nedreti (azlığı) veya diğer malların azlığı toplam arz eğrisinde kaymalara neden olabilen faktörlerdir.[39]
1990’larda yeni bir tip enflasyon ve bu enflasyonun nasıl durdurulacağı sorusu ortaya çıkmıştır. Bu yeni tip enflasyon, merkezi planlı ekonomilerin piyasa ekonomisine geçiş sürecinde meydana gelmiştir[40].
1989 ve 1990’da Doğu Avrupa’nın iki ekonomisi Polonya ve Yugoslavya hiperenflasyon yaşarken bölgedeki diğer ülkelerden Bulgaristan, Macaristan ve Sovyetler Birliği yüksek enflasyon deneyimi yaşamışlardır.
Doğu Avrupa da stabilizasyon özel tedbirleri gerektiren farklı bir olaydır.
Maliyetlerine maruz kalmalarına rağmen Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovenya ve Baltık Devleti gibi bir kaç reform ülkesi başarılı stabilizasyon programları ve geçiş programları uygulayabilen, orta enflasyon ve hatta “low”/ düşük enflasyon oranlarına geçebilmiş ülkelerdir. Yeni tip enflasyonun durdurulması hem sınırlayıcı parasal politikaları ve kapsamlı parasal reformların yürütülmesini gerektirir.
Doğu Avrupa’nın bütün bu ülkelerinde hükümetler, Komünist partinin tek parti kuralı yerine Batı Avrupa stili çok partili demokrasi sistemine geçileceğini, devlet mülkiyetli endüstri ve merkezi planlı ekonomiden özel mülkiyet ve piyasa ekonomisine geçileceğiyle ilgili niyetlerini ilan ettiler[41].
Temel bir ekonomik reform stratejisi üç önemli elementi;
·        makro ekonomik stabilizasyon,
·        ekonomik liberalizasyon ve
·        devlet teşebbüslerinin özelleştirilmesini içerir.
Ekonomik liberalizasyon genel terimlerle; ekonomiyi uluslararası ticarete açmayı, iç piyasalarda rekabet yaratmayı ve özel mülkiyet haklarının korunması için yasal sistemin tesis edilmesini ifade eder.
Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nde yüksek enflasyonun kalbini, hızlı parasal büyümeye yol açan geniş bütçe açıkları oluşturmaktadır. Bu, diğer bütün ekonomilerdeki enflasyonun nedenlerinden farklı değildir. Sosyalist ekonomilerde büyük bütçe açıkları:
·        kamu teşebbüslerinin yumuşak bütçe sınırlamalarından,
·        devlet işletmelerinde ücret disiplini yetersizliğinden,                  
·        hane halkına verilen büyük sübvansiyonlar
nedeniyle oluşmuş ve eski bütçe açıkları finansmanının neden olduğu aşırı parasallaşma, merkezi planlı ekonomilerden piyasa mekanizmasına geçen ekonomilerin temel özelliğini oluşturmuştur.
Sosyalist ülkelerde devlet teşebbüsleri geleneksel olarak yumuşak bütçe sınırlamalarının konusudur. Çünkü düşük kredi maliyetlerinde çalışma, direkt sübvansiyonlar, vergi muafiyetleri gibi ayrıcalıklara sahiptirler. Devlet kuruluşları için bu özel muameleler piyasa mekanizması realitesine tampon özelliği taşımaktadır. Devlet yöneticileri yatırımları aşırı genişletme eğilimindedir ve bu ücret artışlarına yol açar. Eğer yatırımlar bozulma eğiliminde ise veya geniş ücret sıkıştırmaları nedeniyle karlılık azalmamasına yol açarsa, yöneticinin üzerindeki baskı minimum ya da hiç yoktur. Bununla birlikte, masif kayıplara rağmen iflaslar hiç yok ya da nadirdir. Devlet teşebbüslerinde ücret disiplini, geleneksel olarak devlet yöneticileri kar amacı gütmediğinden zayıftır. Devlet yöneticileri çoğunlukla işçiler tarafından atandığından işçi taleplerine cevap vermeye hazırdırlar ve genel olarak ucuz merkez bankası kredileriyle finanse edilen işçi ücret artışlarını sınırlama eğiliminde değildirler. Bu durum prodüktivite artışlarını aşan ücret artışlarına yol açar. Bu durum 1988- 1991’de Sovyetler Birliği’nde ve 1987-1989 döneminde Polonya’da görülmüştür[42].
Komünist rejimlerde genellikle bütçe açıklarını arttıran hane halkına sağlanan geniş sübvansiyonlar söz konusudur. Tüketici fiyatlarını düşük tutmak için bütçe sübvansiyonlarını kullanırlar. Sonuç olarak büyük bütçe açıkları, yüksek enflasyon için makroekonomik koşulları yaratır. Örneğin 1989’da Polonya’da yiyecek, tarımsal girdi ve kömüre verilen sübvansiyon GSYIH’nin %8’ini aşmaktadır.
Doğu Avrupa ekonomileri çoğunlukla aşırı parasallaşmadan muzdariptir. Kontrol edilen fiyat sistemiyle birleşen geçmişte bütçe açıklarının finansmanının para basılarak yapılmasının yarattığı parasallaşmanın neden olduğu geniş alım gücü birikmesi söz konusudur. Bir kere fiyatlar liberalize edildiğinde, kontrol edilen fiyatlar dünya fiyat düzeyine yükseleceğinden enflasyonist baskı kaybolur ve fiyatlar genel düzeyi hızla yükselme eğilimindedir. Bu nedenle geçiş ekonomilerinde stabilizasyon programları fiyat yükselmeleriyle başlar.

İstikrar Politikası Problemleri

“Time lags”/  Zaman Gecikmeleri

İradi iktisat politikası uygulamalarında karşılaşılan en önemli sorunlardan biri “zaman gecikmeleri”dir. Politika sonuçlarının etkinlik kazanması zaman alır. İktisat politikalarının bir grubunu oluşturan istikrar politikaları da zaman gecikmelerinin konusudur.
İktisat politikasının amaçlarından birini teşkil eden ekonominin dalgalanmalardan kurtarılması; enflasyonun aşağı çekilmesi, fiyatlara istikrar kazandırılmasıdır. İstikrar politikaları olarak adlandırılırlar. İstikrar politikaları; fiyat istikrarıyla mümkün olduğunca düşük bir enflasyon oranını, yüksek ve oldukça istikrarlı bir çıktı seviyesini ve istihdamı başarmak ile ilgilidirler.
İstikrar amacının başarılması kolay değildir. Farklı zaman gecikmelerinin varlığı, ekonominin istikrar politikalarına cevap vermekte gecikmesi, ekonomiyi kontrol etmeyi zorlaştırmaktadır.
Ekonomistler, zaman gecikmelerini (time lag);
·        tanıma gecikmesi ( recognation lag),
·        yürütme gecikmesi (implementation lag) ve
·        etkinlik gecikmesi (response lag)
olarak ayırmaktadırlar[43] .
Tanıma gecikmesi (recognation lag), bir müdahalede bulunulması gereksiniminin olduğunun fark edilmesine kadar geçen zamandır. Para ve maliye politikalarında aynı zaman süresini kapsayan bir gecikmedir.
Yürütme gecikmesi (implementation lag), bir müdahale gereksiniminin idrak edilmesinden politika değişikliğine veya uygulamasına kadar geçen zamanı ifade eder.
Yürütme gecikmesi, maliye ve para politikalarında farklı zaman uzunluğunu kapsar. Para politikalarında maliye politikalarından çok daha kısadır.
Tanıma ve yürütme gecikmesi iç gecikme olarak tanımlanır[44]. Politika yapıcılarının ekonomide bir çarpıklığın olduğunu (boom, slump) tanımlaması, veri toplama güçlüğü nedeniyle zaman alır. Bazı veriler kısa, bazıları daha uzun sürelerde sağlanır. Bu verilere dayanılarak tahminlerin yapılması gerekir. Tahminler yapıldığında ekonomik çarpıklık büyümüş olur. Ekonomiyle ilgili kesin bilginin elde edilebilmesi zaman alan bir olaydır.
İşsizlik oranında gelişmeler, fiyatlar genel düzeyinde, sermaye oluşum oranında gelişmelerin, tüm ekonomiyle ilgili bilgilerin sağlanması bazen uzun zaman alır. Verilerin değerlendirilmesinden sonra istikrar gereğinin ortaya çıkmasıyla tanıma gecikmesi son bulmaz. Problemin ekonomiyi; geçici mi, az veya çok mu, sürekli mi etkilediğine karar verilmesi gerekir. Bunun ötesinde yetkililer bir değişikliği başlatmakta gönülsüz olduklarında sadece bu, başlı başına bir sorun oluşturur.
Vergi kanunları ve harcama programları bir kere karara bağlandıktan sonra değiştirilmeleri söz konusu değildir. Eğer ekonominin bir resesyona girdiği yıl ortasında açıklık kazanır ve mali uyarım gereği ortaya çıkarsa, bunun yapılabilme olasılığı nispi olarak zayıftır. Parlamento vergi ve harcamalarla ilgili mali politikayı değiştirinceye kadar bu olası değildir. Yürütme gecikmesi bu nedenle mali politikalarda faklı uzunluğa sahiptir.
Para politikalarında bu tür sınırlamalar daha az söz konusudur. Politika değişikliğinin realize edilmesinden sonra gereken politika davranışının uygulanmaya başlatılmasına kadar geçen süre mali politikaya oranla çok daha kısadır[45]. Merkez Bankası para arzını arttırmayı istediğinde açık piyasa işlemlerini başlatır ve devlet kağıtları alımına başlar, para stokunu arttırır, para arzının genişlemesi başlar[46]. Bu aksiyona, mali politikada olduğu gibi direnç gösterilmez, çoğunlukla geniş kesimler politikanın farkında bile değildirler.
Bir kere yönetim kararı alındığında ve karar yürürlüğe sokulduğunda dış gecikmeye geçilmiş olur.
Dış gecikme, bir etkinlik gecikmesidir. Kendi içinde iki alt bölüme ayrılır.
 Önce ara politika değişkenleri etkilenir. Örneğin vergi oranının değiştirilmesi zamanı ile toplam talebin etkilenmesi arasında geçen süre ile ara hedefe ulaşılması ile nihai hedefe ulaşılması arasında geçen süre “dış gecikme”yi oluşturur. Toplam talepte oluşan değişmenin istihdam düzeyini değiştirmesi nihai amaca ulaşmaktır.
Dış gecikme, iç gecikmeye benzemeyen zamana yayılmış bir politika gecikmesidir. Vergi oranlarının azaltılmasının yarattığı gelir artışı düzenlenmesi ve tüketim malları yelpazesini etkilemesi ile firma yatırım kararlarının para politikalarında değişiklikleri izleyen faiz oranı değişmelerinden etkilenmesi veya etkilenmemesi daha dağınık bir ilişkiyi ifade eder.
Dış gecikme (inside lag) de iç gecikme gibi sabit olmayacaktır. Politika değişikliği sürecinde ekonomi ve beklentiler şekillenecektir. Dış gecikme, bir dağılım gecikmesidir[47]. Tanıma ve yürütme gecikmeleri olmasa bile çok etkin bir politikanın ekonomiyi etkilemesi de zaman alacaktır.
Devlet harcamalarında bir artışın etkileri ya da para arzında bir artışın etkilerinin ortaya çıkmasının zaman alması etkinlik gecikmesi  (effect time lag ) olarak isimlendirilir. Ekonomistler etkinlik gecikmesinin ölçülmesinde büyük gayretler sarf etmişlerdir. Mali politikalarda etkinliğin sağlanması birkaç yıl, parasal politikalarda birkaç aydan bir yıla kadar uzanmaktadır[48].
Mali politikaya ekonominin tepki verme gecikmesini, devlet harcamaları çoğaltanı doğrultusunda düşünmek gerekir. Devlet harcamalarında oluşan artış veya azalış yönünde bir değişiklik harcama çoğaltanı, vergilerde sağlanan artış veya azalış yönünde bir değişiklik vergi çoğaltanı misli kadar milli gelirde bir değişikliğe yol açar. Çoğaltanın tam değerine ulaşması zaman alır. Mali politika hareketinin başlangıç değeriyle milli gelirde yaratacağı tam değişme arasındaki zaman gecikmesi, tepki gecikmesinin nedeni çoğaltan sürecindeki gecikmelerdir. Devlet harcamalarının veya vergide azalmaların sağlandığı ilk birkaç ay boyunca firma ve bireyler için devlet harcamaları artışları ve vergi azaltılmalarından kendi harcamalarını artıracak yarar sağlamaları zaman alır. Bu gerçekleşinceye kadar devlet harcamaları çoğaltan etkisi hissedilmez.
Devlet harcamaları, toplam harcamaların önemli bir öğesidir (C+I+G+X-M). Devlet harcamalarında bir değişme; yükselme yönünde olduğu zaman toplam harcamalar direkt yükselir.
Değişme kişisel vergilerde olduğu zaman bu ilave bir gecikmeye yol açar. Vergi azalması sağlandığında bireylerin bu gelir artışının ne kadarını harcayacakları, ne kadarını tasarruf edeceklerine karar vermeleri gerekecek, vergi azalmalarının tüketim eğilimi oranındaki bir bölümü harcamalara aksedecektir[49].
İş sektöründe vergi azalmalarının etkisi ise firmaların vergi sonrası gelirlerini ne yapacağına karar vermesinden sonra, eğer ortaklarına kâr payı dağıtıyorsa, bu da kişisel vergi konusu olup harcamaları daha sonra tüketim eğilimleri doğrultusunda olacak ya da firma vergi sonrası herhangi bir dağılım yapmayacak, vergi indirimlerinden sağlanacak geliri yatırımlara yönlendirecektir. Yatırımlar toplam harcamaların bir öğesidir, planlama ve zaman gerektirir[50].
Para politikasına ekonominin tepki verme gecikmesinde, örneğin yatırımlarda planlanan bir değişme faiz oranı değişiklikleriyle sağlanmaya çalışıldığından, faiz oranlarında yapılan bir azaltmanın tüketimi uyaracak oranda olup olmadığının bilinmesini gerektirir. Tüketimin ve yatırımların faiz oranı değişmelerine tepki vermesi zaman alacaktır. Firmalar genellikle yatırım planlarını uzun zaman önce yaparlar. Bu nedenle faiz oranlarındaki değişme, yeni yatırımlara gidilmeyi hemen hızla arttıramaz. Uygulamada bu birkaç ay veya bir yıl sürebilir[51]. Para politikası uygulamasında ekonominin tepki vermesine kadar olan gecikme, mali politikaya tepki vermesine olan gecikmeden uzun olabilir. Çünkü faiz oranları değiştiğinde firma, hane halkı tüketimini değiştirinceye kadar satışları değişmediğinden yatırım değişiklikleri yapmaya gitmeyecektir. Bu nedenle faiz oranı değişiklikleri vergi oranlarında yapılan değişiklikler gibi hareket edecektir.
İstikrarsızlık durumunda eğer bir istikrar politikası uygulanıyorsa zaman gecikmeleri de söz konusu olacaktır. Ekonomi geçici veya sürekli çevrimsel hareketlerden etkilendiğinde, devlet ters çevrimsel iradi politikaları hemen başlatarak iç gecikmeyi ortadan kaldırabilir veya kısaltabilir.
Aktivist olmayan iktisatçılar iradi politikanın uygun zamanlanamamasının istikrar bozucu etkisinden korkarlar[52].
İç gecikme (inside lag) bir politika uygulamama gecikmesidir. Politikanın ekonomi üzerinde bir etkisi yoktur, çünkü henüz bir iradi politika uygulaması başlatılmamıştır. Dış gecikme (outside lag) ise politikanın işlemesinin toplam talep ve gelir üzerinde etkisinin dağılım gecikmesinin işlemesiyle kaybedilen süre, politika etkinsizliğine yol açan zaman kaybıdır[53].

Beklentilerin Rolü          

Ekonomide kararlar, normal olarak değişkenlerin gerçekleşmiş değerlerinden çok umulan değerlerine göre alındığından, ekonomik politika kararlarının alınmasında beklentilerin rolü çok önemlidir.
·        Politika değişmelerinin kendilerinin beklentileri etkilemeleridir. Umulan enflasyon oranının artacağına işaret eden bir politika değişikliği, umulan enflasyon oranının artmasına yol açar. Beklentilerde böyle bir değişme de ekonomik birimlerin davranışlarını etkileyecek, böylece parasal genişlemelerin etkileri miktar değişmelerinden çok fiyatlarda görülecektir. Örneğin mali ve parasal politikaların uygulamaya konması halkın derhal piyasalarda alış veriş yapmasına yol açacağından politika etkinsizliği oluşacak, kısa dönemde istikrar politikaları reel geliri etkilemekte etkinsiz kalacaklardır[54].  Rasyonel beklentiler hipotezinin altında yatan temel fikir, ekonomik birimlerin beklentilerini ekonomik teorilerin yapısına göre şekillendirdikleridir[55].
Keynesyen teoride beklentilerin rolü yatırım kararlarının alınmasında, yatırım maliyetleri üzerinde getiri sağlanması beklentisinin olması- olmaması durumu nedeniyle görülür. Son dönemlerde ise beklentilerin ücret kontratlarında ücret oluşumlarında ve fiyatların oluşumunda oynadığı önemli rol görülmektedir[56]. Ekonomik birimler kararlarını dinamik oluşumda, karşı karşıya kaldıkları iyi tanımlanmış sınırlamaların ışığında gerçekleştirmektedirler. Rasyonel beklentiler modelinde ekonomik birimlerin davranışlarını; vergi yönetimi, devlet harcamalarını, para politikasının özelliklerini iyi anladıklarında nasıl değiştirdikleri incelenir. Ekonomik birimler enflasyona daima parasal genişlemelerin neden olduğunu realize ederler ve ekonomik birimlerin cari parasal genişleme oranının ışığında enflasyon oranı tahmini yaparlar. Bu nedenle ekonomistler umulan ve umulmayan parasal genişlemelerin etkileri arasındaki farka dikkat çekerler. Sadece umulmayan parasal genişlemeler reel üretim üzerinde ve kısa dönemde etkili olurlar. Uzun dönemde umulmayan parasal genişlemeler umulan durumuna geçtiğinden reel üretimi etkileyemezler.
Rasyonel beklentiler hipotezi beklentilerin daima doğru olacağını söylemez. Bu nedenle ekonomik istikrarı dizayn eden politikalar için küçük bir faaliyet alanı mevcuttur. Rasyonel beklentiler hipotezine birkaç noktada eleştiri getirilir.
·        Birincisi, beklentilerin şekillendirilmelerinde “doğru bilgi” ye olan gereksinimdir.
·        İkincisi, ekonomik birimler mevcut kontratlarıyla sınırlı olduklarından beklentilerine göre davranışlarını değiştiremeyeceklerdir[57].

Kurallı Politikaya Karşı İradi Politika Tartışması

Stabilizasyon/ istikrar politikalarının oluşturulmasında gecikmelerin yol açtıkları sorunlar üzerinde duruldu. Bu nedenle bazı ekonomistler, ekonomik faaliyetleri stabilize etme/ istikrar kazandırma gayretlerinin onu iyileştirmekten çok zarar verici olduğu sonucunu çıkarırlar.
Ekonomik dalgalanmalar ne kadar iyi minimize edilirler? Hükümetler başarılı stabilizasyon politikaları uygulayabilirler mi?  Sonuç olarak, politikalar kurallara bağlanırsa daha mı iyi olur?
Muhafazakar ekonomistler hükümetlerin ekonomiye müdahale etmemesinden yanadır. Bu nedenle kuralların sabitlenmesi taraftarıdırlar[58]. Kurallardan yana olan ekonomistler; vergi kanunlarında, hükümet harcama programlarında veya parasal koşullarda sık sık meydana getirilen değişikliklerin firma ve tüketicilerin rasyonel planlar oluşturmakta ve onları gerçekleştirmekte zorlandıklarını ileri sürerler. Kurallı bir uygulamada iş sektörü ve tüketiciler, hükümetlerin özel sektör için çok daha istikrarlı bir çevre yarattığını bileceklerdir. Monetaristler politik olarak muhafazakar eğilimli, iradi politika uygulamalarına karşı ekonomistleri temsil ederken Keynesyenler iradi politikalardan yana liberal eğilimli politikacıları temsil etmektedirler[59].
İradi politikalar olan stabilizasyon/ istikrar politikalarına getirilen eleştiriler, mali ve parasal politikaların çalışmasında;
·        gecikmeler,
·        kötü zamanlama ve
·        belirsizlikler
nedeniyledir.
Merkez bankalarının politika aksiyonları para arzı üzerinde arzu edilen etkinlikte midir? Bu aksiyonlar faiz oranlarına ve harcamalara ne etkide bulunacaktır? Mali politika aksiyonları harcamaları uyarıcı güce sahip mi? Harcamaları ne kadar pompalayabilecek? Harcama çoğaltanının büyüklüğü nedir? gibi bir grup belirsizlik söz konusudur.
Genellikle Keynesyen geleneği yansıtan ekonomistler, piyasa ekonomisinin zayıf ürün, petrol fiyatlarında fahiş değişmeler veya büyük endüstrilerde grev gibi ekonomik şokları kendi kendilerine düzeltmekte çaresiz kaldığına inanırlar. Bazı ekonomistlere göre; piyasa ekonomilerinde hem ekonomik genişlemeler hem de daralmalar kendi kendilerini beslediklerinden piyasa ekonomisinin yapısında istikrarsızlık mevcuttur. İş genişlemeleri ilave yatırım ve tüketimleri uyardığından çoğaltan etkisi gösterir ve enflasyonist genişlemelere yol açar. Kaynaklar ekonomiyi sınırladığından reel üretimde genişleme sonsuz olarak sürmeyecektir. Sonuç olarak üretim büyümesi devam etmeyeceğinden kötümserlik başlar ve aşağı dönüşün tetiği çekilir[60]. Çoğaltan etkisi aşağı dönüşü büyültür, endüstriyel kapasitenin kullanılmamasına, yaygın işsizliğe neden olur.
Aktivistlerin bir bölümü piyasa ekonomisinin kendi kendini düzenleyen mekanizmasının yavaş çalıştığını, düşük reel ücretler ve düşük faiz oranlarıyla tam istihdamın restore edilmesinin uzun bir süreçte gerçekleştiğini, bu nedenle de iradi politika uygulamalarının düzenleme sürecini hızlandırdığını ve ekonomik istikrarsızlığın maliyetini minimize ettiğine inanırlar. Ekonominin ince ayarının yapılmasında parasal ve mali politikaların kullanılmasından yanadırlar[61].
Monetaristler  (non activists ) ise zamansız politika müdahalelerinin istikrar bozucu etkileri üzerinde dururlar. Onlar için tercih edilen politika görüşü; kurallarla sınırlandırılmış; reel milli gelir büyüme çizgisine uyumlu bir parasal büyüme ve denk bütçe anlayışına dayanan bir mali politikadır.
Aktivist olmayanlar bir piyasa ekonomisinin kendi kendini restore etme eğiliminin iyi çalıştığına inanırlar. Ayrıca, politika yapıcılarının eğer istikrarlı bir mali ve parasal politika izlenirse, cari ekonomik koşullara göre politikanın belirlenmesinde daha az hata yapacaklarını ileri sürerler[62].
Ekonominin kendi kendini restore etme eğilimi iki kaynaktan gelebilir.
·        Birincisi, endojen değişkenler olarak ifade edilen davranışsal ilişkilerdir.
·        İkincisi, mevcut otomatik istikrar sağlayıcılardır[63].  
Birinci faktöre örnek, tüketimin cari gelirden çok sürekli gelire dayanmasıdır. Bu nedenle tüketim, toplam talepte bir sapmayı izlemekte yavaş olur.Benzer yaklaşımları yatırım ve net ihracat gibi toplam talebin diğer öğeleri için de söz konusudur.
 Ekonominin kendi kendini restore etme eğilimine katkıda bulunan diğer bir faktör olan otomatik stabilizatörler, milli gelirdeki cari hareket değişmelerine otomatik olarak denge üreten mekanizmalardır. Bu devlet bütçesinin pozisyonundan kaynaklanır[64].
Eğer GSMH’da düşme olursa, devlet tarafından alınan “progresive income tax”/ artan oranlı gelir vergileri hasılatında düşme meydana gelir. Nispi olarak toplumun harcama gücü artmış olur. Aynı zamanda işsizlik arttığında diğer bir otomatik istikrar sağlayıcı olan işsizlik ödemeleri transferi artacak, tüketimin kısılmasını nispi olarak azaltacaktır.
Otomatik istikrar sağlayıcılar, iradi olarak belirlenen, otomatik olarak devreye giren bir mekanizmadır. Tanıma ve yönetme gecikmesi olmaksızın devreye girerler[65].
Bununla birlikte otomatik istikrar sağlayıcılar iki yanlı silahtır. Ekonomide hareketleri yavaşlattığından GSMH’yı büyüme hedefinden uzaklaştırır. Çoğaltanın değerinin küçülterek toplam talepte dalgalanmaların kuvvetini azaltır. Çünkü ekonomik faaliyet düzeyinin canlı olduğu dönemlerde de işsizlik ödemeleri, işsizlik azaldığından azalır ve yüksek gelir düzeylerine ulaşıldığından ”progressive“/ artan oranlı gelir vergi ve anonim şirket kar vergileri vergi hasılatını artırarak harcamaların kısılmasına katkı sağlar.
Aktivist politika taraftarları, zıt çevrimsel iradi politikaların oluşturulmasının zor olduğunu kabul ederler. Fakat politika yapıcıları iradi politikalarla ekonomik yükselme ve alçalmaların yavaşlatılabileceğine, kontrol edilebileceğine inanırlar.
Ayrıca iradi politikaların oluşturulmasında politika yapıcıları: öncü göstergeleri, kapasite kullanım oranlarını izler, bu göstergelerin politika yapıcılarına erken uyarı sistemi oluşturduğuna ve muhtelif gelişmelere karşı onlara alarm verdiğine inanırlar. Bu, politika yapıcılarına makroekonomide ılımlı değişiklikler tesis etmek için ve daha önemli değişikliklerin oluşturulmasında, ilave bilgi sağlanmasında zaman sağlar.
Politikanın büyüklüğünün ve zamanlamasının belirlenmesinde tahmin modellerine dayanırlar.
Model değişkeni olarak beklentilerin rolünün önemi ve etkinliği yadsınamaz. Aktivist görüşe göre politika yapıcıları cari bilgi ve ekonomik koşullara göre sınırlayıcı, uyarıcı uygulamalarda serbest olurlarsa ekonomi sürekli gözlem altında tutulmalıdır[66] .
Aktivist politika uygulamalarına da üç noktada eleştiride bulunulur.
·        Birincisi, gelecekle ilgili tahminlerde yetersizlik olduğunda, makroekonomik politikada bir değişiklik durumunda, istikrar politikalarının etkilerinin azalmasının getirdiği belirsizliktir. Eğer iradi politikalarla ekonomi stabilize edilecekse zamanlamanın uygunluğu çok önem kazanmaktadır. Zaman gecikmeleri nedeniyle makroekonomik politikaların etkileri istikrar sağlayıcı olmaktan çok istikrar bozucu etki yaratabilir.
·        İkincisi, makroekonomik politikanın istikrar amacından çok politik amaçlı olarak izlenmesidir. Demokrasilerde makroekonomik politikaların seçilmiş politikacılar tarafından şekillendirilmeleri, politik sürecin yapısı, özellikle ileriyi görememe, politikaların kısa dönemli. ileriye yönelik olmayan, seçime yönelik politikalar uygulamalarına, istikrarı hedefleyen makro ekonomik politikaları uygulamamalarına neden olur.
Ekonomik koşulları lehlerinde konuşlandırmaya çalışırlar. Politik teşebbüs seçim öncesi ekonomiyi uyandırmak için güçlü bir uyarıcıya sahiptir, oy maksimizasyonuna gider.
·        Üçüncüsü, Rasyonel Beklentiler Teorisi’nin makroekonomik politikalarda tahmin edilebilir değişikliklerin iradi politikaları etkinsizleştirdiğini ileri sürmesidir. Ekonomiler de insanlar gibi yaşar, nefes alır, koşullar değiştiğinde seçimlerini değiştirme kabiliyetine sahiptir. Politika değişikliği yaygın olarak umulduğunda, bireyler karar almalarını umulan etkilerin ışığında düzenleyeceğinden, değişen politika artık reel çıktı ve istihdam üzerinde etkinsiz kalacaktır. Ekonomistler olayı “Politika Etkinsizliği Teorisi” olarak ifade ederler[67].
Devletin resesyona karşı genişleyici makro politikalar istihdam edeceği büyük oranda umulduğunda, ekonomik aşağı dönüş sinyallerini fark eden halk politika yapıcılarının para arzını arttıracağını, vergileri düşüreceğini umar. Bir kere iş yatırımcılarının canlandırılması için böyle bir politika uygulanacağı umulduğunda, yatırımcılar yatırım projelerini geciktirmeye, umulan düşük faiz oranlarını ve yatırım teşviklerini beklemeye başlayacaklardır. Bu gecikme sadece mevcut aşağı dönüşün şiddetini arttırır. Umulan genişleyici politika uygulandığında, yatırım harcamaları çok hızlı büyüme eğiliminde olacaktır. İstikrar arzu edilenden çok daha hızlı genişleme gösterecektir. Rasyonel beklentiler teorisi, politik müteşebbisin istikrar politikası yapımında, insan karar alıcıların iyi amaçların önünde yer alacağı mesajını verir.
Aktivist ve aktivist olmayanların başlıca farklılıkları “politika yapma esnekliğinin uygun miktarı”ndadır. Aktivistler politika yapıcıların büyük ekonomik çarpıklıklara duyarlı olarak politika geliştirilmesinde önemli esnekliğe sahip olmalarından yana iken, aktivist olmayanlar ise politika yapıcıların hata yapacağı korkusu içinde olduklarından politika geliştirmekte az esnekliğe sahip olmalarından yanadırlar.
Aktivist görüş, kurumlaştırılmış politikaların ekonomik şoklara tepki göstermekte başarısız olabileceğinden, ekonominin daha büyük felaketlere sürükleneceğinden korkar. Aktivist olmayan görüşün korkusu ise iradi politikaların kötüye kullanılabileceğidir. Hem aktivistler (politik liberaller) hem de aktivist olmayanlar (politik muhafazakârlar) geçmişte yapılan politika hatalarının istikrarsızlığa yol açtığını kabul ederler. Büyük Bunalım sırasında denk bütçe uygulanmaya çalışılması bu konuda iyi bir örnektir.

İradi Politika Oluşturulmasında;

-       Ekonometrik Modeller  

Ekonomik tahminler, ekonometrik modeller kullanılarak üretilirler. Bir ekonometrik model, ekonomik faaliyetin matematiksel ifadesidir. Ekonomilerin tanımlaması sözel yollarla, diyagramlara dayanılarak veya matematiksel eşitlikler yoluyla yapılabilir. Makroekonomik modeller cari ekonomik teoriye dayanılarak tamamen matematiksel eşitlikler yoluyla ifade edilir[68]. Matematiksel eşitliklerde reel dünyanın verileri kullanılır. Eşitliklerin bir grubu teknolojik ilişkileri yansıtır. Diğer bir grubu ise ekonomik tanımlamalar yapan özdeşliklerdir[69]. Tahmin modelleri kesin cari verilere dayanmaktadır. İcatların, iş sektöründe değişmelerin etkilerinin hesaplanabilmesi zordur. Veriler üç aylık ve altı aylık revizyonlarla yenilenir. Bu bilgi alma gecikmesi, zaman gecikmeleri adı verilen büyük problemin bir bölümünü oluşturur.
Ekonomiyle ilgili kesin bilginin sağlanması zaman alır. İşsizlik oranında, fiyatlar genel düzeyinde ve sermaye oluşum oranında gelişmeler ve de tüm ekonomiyle ilgili bilgilerin sağlanması bazen aylar alır. Diğer bir ifadeyle ekonomide bir istikrarsızlığın başladığının tanımlanması bazen uzun zaman alacaktır. Yaşanan bu gecikme tanıma gecikmesi olarak tanımlanır[70].
Ekonometrik modellerle geliştirilen tahminler, ekonominin birkaç üç aylık ve yıllık davranışlarının izlenmesinde kullanılır. Bu modeller; gelecekteki ekonomik politika varsayımlarına dayanılarak cari ekonomik verilerle geliştirilirler. Özel sektör gelecek politikasını bu projeksiyonlara dayanarak geliştirir, hükümetler de tahmin modellerini kullanırlar[71].
Model, toplam talebi modelleyen kapsamlı bir IS-LM çerçevesinin ifadesidir. Toplam talebin öğeleri; tüketim, farklı yatırım kategorileri, ihracat, hükümet ve yerel hükümetlerin harcamalarını tahmin eden eşitliklerden oluşur. Ekonominin gelecek davranışlarıyla ilgili bilgi sağlar. Daha küçük ekonometrik modellerle mali ve parasal politikaların nominal GSYİH davranışlarıyla olan ilişkisi izlenir. Nominal GSYİH kadar faiz oranı düzeyi davranışlarını gözlemlemek mümkün olur.
Hane halkı ve iş sektörünün harcayabilme kabiliyeti, gelir düzeyi yanında borçlanabilme imkânına ve kredi hacmine dayanmaktadır. Bu veriler gelecekteki talep hakkında bilgi nakleder. Böyle bir bilgi politika aksiyonlarının gecikmelerle de olsa ekonomik davranışları etkileme sürecinde fayda sağlar. Gelecekte umulan gelişmeler için anahtar endojen değişkenlerin son değerlerinin izlenmesi potansiyel olarak bilgi aktarır. Pek çok ekonomide gelir ve fiyatlar düzeyine göre daha çabuk ve kolay bulunan finansal değişkenlerin politika enstrümanlarının optimal değerlerinin oluşturulmasında rolü önemlidir[72].
Kontrol dışında olan milyonlarca insan ve firmanın davranışları ekonomiyi etkilediği kadar bir grup farkına varılmayan değişken ve dış dünya ile olan ilişkilerin getirdiği faktörler de ekonomiyi etkiler. Bu nedenle tahminlerin kesinliği ve doğruluğu birçok faktörün modellere katılabilmesine bağlı olur.

-       Öncü Göstergeler

Öncü göstergeler endeksi (the index of leading indicators); durgunluğa dönüşten önce düşen veya iş genişlemelerinin başlangıcından evvel yükselen anahtar değişkenler kompozisyonudur. Göstergeler ekonominin gelecekte çizeceği yön hakkında bilgi verirler.
İşsizlik oranı, reel GSMH’nın büyüme oranı, mal fiyatlarında % değişmeler, para arzı (M2) rakamlarındaki gelişmeler, hisse senedi piyasası fiyatları, tüketici malları ve materyalleri, yeni siparişlerin kontratları ve yatırım malları siparişlerinde değişmeler, özel sektöre verilen inşaat izinleri, imalat işçileri haftalık üretim ortalaması, işsizlik ödemelerinde değişmeler gibi göstergeler ekonominin cari durumuyla ilgili bilgi sağlarlar[73].
Makroekonomik politikanın çalıştırılması için gerekli zamanı politika yapıcıları öncü göstergeleri, kapasite kullanım oranlarını izleyerek, tahmin modelleri, araştırma verileri ve yargısal tahminlere dayanarak sağlamaya çalışırlar. Makroekonomik politika yapıcıları altı veya on iki ay sonra ne olacağını bilme ihtiyacındadırlar. Eğer bilmezler ise bir enflasyonu sınırlamakta veya resesyonu önlemekte, yeterince çabuk etkilemekte ve etkileme zamanında başarısız olacaklardır.
Bazı durumlarda ekonomik göstergelerdeki değişmelerin ekonomik faaliyetlerde nelere işaret ettiğinin görülmesi kolaydır. Örneğin imalat sektöründe yeni siparişler bu sektörde imalat artışının gerçekleşeceğinin göstergesi olurken yeni siparişlerdeki düşme bu ürünlerin gelecekte taleplerinin zayıflayacağının göstergesidir.
Öncü göstergeler indeksinin oluşturucuları bazen çatışmalı bilgi sağlar. Bir öğesi genişleyici bilgi sağlarken diğeri ekonomide bir daralmayla ilgili bilgi verir. Bu indekslerde aşağı ve yukarı dönüşler ihtiyatla yorumlanmalıdır[74]. Öncü göstergelerle edinilmiş geçmiş deneyimler, göstergelerin her zaman aynı öncelikle ekonomide dönüşleri göstermediğini göstermektedir.
Borsa (stok market) bir öncü göstergedir[75]. Çünkü, endüstriyel üretimde bir aşağı dönüşten birkaç ay önce borsada aşağı dönüş başlar. Böyle bir gelişme neden oluşur? Borsadaki aşağı dönüş tüketici harcamalarını azaltarak ekonomik aşağı dönüşü mü başlatmıştır? Veya hem borsa hem endüstriyel üretim bazı diğer faaliyetlere duyarlılık mı göstermektedir? Geçmişte borsa, ekonomideki gelişmeler için iyi bir gösterge oluşturmuştur. Bu nedenle bu karmaşık soru bir yana bırakılarak borsanın öncü gösterge olarak izlenmesi sürdürülmelidir.
Gelecekle ilgili fikir sahibi olabilmek için tek göstergeye bakmak bir hatadır. Açık bir izlenim edinmek için pek çok göstergeye bakmak gerekir. Bununla birlikte bu göstergelerin de her zaman yeterli olmadığı da görülmüştür.

-       Araştırma Verileri

Diğer bir tahmin metodu, tüketici ve iş sektörünün niyetlerinin periyodik araştırmalarına dayanmaktır. Düzenli şekilde firmaların gelecek üç ve on iki ay boyunca ne kadar yatırım harcaması yapacağı araştırılarak finansal basında yayınlanır, ekonomistler ve endüstri, hükümet ve akademisyenler tarafından kullanılır. Aynı şekilde tüketicilerin davranışlarıyla yapılan araştırmalar tüketici harcama tahminlerinin iyileştirmesine katkıda bulunur.

-        Yargısal Tahminler

Tahmincilerin herhangi bir metoda dayanmaksızın olayları kendi tecrübelerine dayanarak değerlendirmeleridir. Ekonomik modellerin çıktılarını, öncü göstergelerin gösterdiği gelişmeyi, araştırmaların bulgularını değerlendirirler.

-         Kapasite Kullanım Oranı

Kapasite kullanım oranı, çıktı kapasitesine gerçekleşen çıktının oranlandığı bir rasyodur. Yüzde olarak, endüstriyel kolaylıkların potansiyel çıktının elde edilmesinde ne oranda kullanıldığını gösterir. Endüstriyel firmaların kapasite kullanımlarını, uygulama kapasitenin oranı olarak rapor etmeleriyle elde edilen bir bilgidir. Uygulama kapasitesi, firmaların mevcut teçhizat ve tesisleriyle emek ve diğer değişken girdi faktörlerinin varlığında sağlayabildikleri en yüksek üretim düzeyini ifade eder. Kapasite tam kullanımı firma yöneticilerinin subjektif yargılarına ve daha çok ta deneyimlerine dayanmaktadır[76].

Enflasyon Nasıl Durdurulur?

Enflasyon fiyatlarda sürekli bir yükselmeye paranın değerinde sürekli bir düşmenin eşlik ettiği bir süreçtir.
Enflasyon nedenlerine göre durdurulur. Enflasyona neden olan faktörlerin ortadan kaldırılması gereklidir.

Enflasyon Tipleri

Tarih, farklı tip enflasyonların tekrarlarıyla doludur. Enflasyonların tanımlanmasında bir grup özelliği kullanılmaktadır.
-         Mild”/   ılımlı,
-        moderate”/  orta,
-        creeping”/  sürünen, 
-        rapid”/  hızlı,
-        acute”/  ani,
-        severe”/  haşin, sert,
-        extreme”/  ekstrem,
-        high”/  yüksek,
-        persistent”/  direşken,
-        chronic”/  kronik,
-        hyper”/  hiper,
-        supressed”/  sindirilmiş, bastırılmış,
-        anticaped”/  umulan,
-        unanticipated”/  umulmayan  v.s.
Bu sınıflandırma; ölçeklerine, sürelerine, nedenlerine, dinamiğine, beklentilerine, geri tepmelerine, stabilizasyon aciliyetine göre değişmektedir. Bununla birlikte kesin bir sınıflandırmaya gitmek mümkün değildir.
Yüksek enflasyon farklı kimseler için farklı anlam ifade eder. Almanya’da anlamı yıllık % 3 veya biraz daha fazlasını ifade ederken Meksika’da yıllık % 20’ler, Brezilya’da aylık % 15 ve Arjantin’de haftalık % 6’lar veya daha fazlası anlamına gelmektedir[77].
Farklı tip enflasyonları karakterize etmekte;
·        ortaya çıkış nedenleri
·        nasıl beslendikleri (sürekli, dinamik)
·        geri tepmeleri
·        durdurulma yolları
·        sonlandırılmanın içerdiği maliyet
gibi kriterler kullanılabilir.
Enflasyonist deneyim her bir olay için birbirinden farklı olmakla birlikte genellikle dış şoklardan kaynaklanmaktadır. Savaşlar, iç karışıklıklar, politik devrimler, sosyal huzursuzluklar, dış borçlanmanın bütçe üzerindeki baskısı, alışılmamış bütçe açıklarının finansmanında geleneksel enstrümanlarla devlet gelirlerinin arttırılması yerine enflasyon vergisine dayanılması yani alışılmadık bütçe açıklarını para basarak finanse etme, parasal genişlemenin klasik nedenini oluşturmaktadır[78]. Enflasyonun ortaya çıkışında temel nokta; sivil karışıklıklar, zayıf hükümetler, bağımsız olmayan merkez bankaları, bütçe üzerinde baskı yapan dış şoklar olmaktadır.
Albert Hirschman, enflasyonu sosyolojik olarak, sosyal ürünlerden daha fazla pay almak isteyen gruplar arasındaki çatışma olarak vurgulanmıştır[79]. Politik baskı yaratılarak dağılım çatışmasını yüksek fiyatlara döndürmek için birkaç mekanizma kullanılır. Biri, sendikalar veya güçlü sektör gruplarının devlet desteğinden veya yüksek dereceli organizasyonlarından kaynaklanan aktivite/ faaliyetlerinin maliyet artışları yaratmasıdır. Tarımsal veya endüstriyel grupların monopolistik veya oligopolistik yapılarının sonucu maliyet baskısına yol açmaları ya da güçlü sendikaların pazarlık gücünden kaynaklanan maliyet baskısı, emek veya sermayeden kaynaklansın, ücret ve fiyatların geçmiş enflasyona endekslendiği ülkelerde özel öneme sahiptir. Böyle bir sistemde fiyat şokları, bir sektörden ekonominin diğer kısımlarına aktarılır. Yeni yapısalcı model, enflasyonist sürecin yiyecek dar boğazları, gelir dağılımı ve reel ücretlerin belirlenmesinde sosyal çatışmalardan kaynaklandığını ileri sürer[80].
Enflasyonist baskının diğer bir kaynağı olarak, hem arttırılan devlet harcamaları hem de vergilemeye gösterilen direnç şeklinde mali politikada yatar. Ortodoks veya monetarist model, mali açıklar ve para yaratılması ve enflasyonist etkileşim üzerine odaklanmaktadır[81]. Belli bir mali yapının enflasyonist etkisi bütçe açıklarının büyüklüğüne, para basılarak finanse edilmesine, parasal bazın büyüklüğü ve para talebine dayanmaktadır.
Enflasyonist baskının hangi koşullar altında ortaya çıktığı ise devlet organizasyonunun özelliği ile ilgilidir.

Enflasyonların Kontrol Altına Alınması

Enflasyonun kontrol altında alınmasında üç önemli faktörle karşı karşıya kalınır.
·        Birincisi, stabilizasyon çabalarının zamanlaması ve ertelenip ertelenmeyeceğidir.
      ·        İkincisi, stabilizasyon paketini oluşturan tedbirler, ortodoks – heteredoks öğelerinin bileşimidir.
  ·        Üçüncüsü, stabilizasyon gayretlerinin süreklilik derecesidir.
Başarılı bir stabilizasyon uygulamasında; mevcut enflasyon oranı, içinde bulunulan politik dinamik ve kurumsallaşmanın yapısı (devlet organizasyonunun yapısı) önem taşımaktadır. Yüksek enflasyonlarla mücadele ciddi parasal ve mali tedbirleri gerektirir, hükümetin itibarı yıpranmıştır, enflasyonist beklentiler yüksektir. Demokratik hükümetler, özellikle parçalanmış parti sistemlerinde, politik çatışmaların fiyat istikrarsızlığına olan katkıları, “dur – git” devam eden çevrimler nedeniyle yüksek enflasyonları stabilize etmekte daha fazla güçlüklerle karşılaşırlar. Enflasyonla mücadele de hükümet enflasyon oranının zirve düzeyini izleyen üç yıl içinde; orta enflasyonu % 15’lerin altında ve yüksek enflasyonu % 30’ların altına ve hiper yüksek enflasyonu % 90’ların altına çekebilmişse başarılı olduğu ifade edilir[82]. Böyle bir tanımlamanın genel büyüme ve işsizlik oranlarıyla ilişkilendirilerek yapılması daha anlamlıdır.

Hükümetler Niçin İstikrar Programlarını Erteleme Yoluna Giderler

Ciddi yüksek enflasyon olaylarının birkaçında enflasyonu durduracak kapsamlı politikaların hayata geçirilmesi öncesinde programların ertelendiği görülmüştür. Bu problemin çözülmesinin sonraya bırakılmasının ekonomiye çok zarar verdiği ve problemin çözülmesi için nihai olarak ekonomiyi stabilize etmek için çok maliyetli reformların hayata geçirilmesi gerektiği görülmüştür.

Hiper Enflasyon

Columbia Üniversitesi iktisatçılarından Philip Cagan, 1956’da para stoku büyümesinin çok ciddi olduğu Avusturya, Almanya, Yunanistan, Macaristan, Polonya, Rusya’yı kapsayan çalışması sonucunda hiperenflasyonları aylık % 50’yi, yıllık  % 13 000’i aşan enflasyonlar olarak tanımlamıştır[83].  Çok yüksek ve yüksek bir enflasyonun durdurulması, döviz kurunu, kamu bütçesini, para arzını ve yeni bir paranın tanıtımını içeren ekonomik politikaların özel kombinasyonu ortodoks bir programı ve bunlara ilaveten direkt ücret ve fiyat müdahalelerini de kapsayan heterodoks bir programı gerektirir. Herhangi bir istikrar programının başarısında anahtar element;
·        halkın programa gösterdiği pozitif duyarlılığının derecesi,
·        politikaların etkinliğinde beklentilerin kritik rolü olmaktadır.
İstikrar programlarının başarılı olması üç önemli faktöre dayanmaktadır. Stabilizasyon çabalarının zamanlaması ve ertelenip ertelenmeyeceği, stabilizasyon paketini oluşturan tedbirler; heterodoks-ortodoks öğelerin bileşimi ve stabilizasyon gayretlerinin ne derece sürekli olduğudur. Stabilizasyon uygulamalarının ilk seferinde başarılı olmadıkları gözlenmektedir. Bu, hükümetlerin çıkar gruplarının baskılarına karşı koyamamaları, programların sürekliliğinin sağlanamamasından kaynaklanmaktadır. Özellikle hiperenflasyonların istikrara kavuşturulmasında, bir gecede hiperenflasyonun son bulduğu görülmektedir.

Hiperenflasyonların Tetiğini Çeken Anahtar Koşullar

Hiperenflasyonlar çıktığı ülkeye, zamana ve dışsal koşullara, para sistemine dayanan bazı eşsiz karakterler göstermektedirler.
Fakat bütün hiperenflasyonlarda izlenen temel element;
·        büyük bütçe açıklarını yarattığı mali baskı ve bunların büyük fiyat artışlarına dönüşmesidir.
·        Hiperenflasyonların ortaya çıkışında gözlemlenen diğer önemli bir özellik  “fiyat para” uygulamalarında ortaya çıkmalarıdır.
Metal para ve altın standardında kıymetli maden stoklarına dayanılması, hiperenflasyonlarda görülen fiyat artışlarındaki yükselmeye yeterli destek vermemiştir.
 Bu iki neden; büyük bütçe açıkları ve büyük miktarda paranın dolaşıma – sirkülasyona çıkmasına izin veren “fiyat para” hiperenflasyonların ortaya çıkışında temel özellikleri meydana getirmekle birlikte tetiklemeye neden olan bir takım faktörler de söz konusudur[84].
Birinci Dünya Savaşı sonrası; Macaristan, Avusturya, Polonya ve Almanya altın standardında değildi. Paraları uygulamada büyük oranda “fiyat” yani kıymetli madene dönüşümsüzdü. Bu ülkelerin hükümetleri, devlet bütçe açıklarını finanse etmek için bu yeni, dönüşümsüz paranın basımına başvuruyorlardı. Bunun büyük ölçekte yapılması bu paraların yıpranmasına, değer kaybına yol açtı[85].

Savaşlar, İç Savaşlar, Devrimler

Hiperenflasyonlar ile savaşlar, iç savaşlar ve devrimler arasında geleneksel bir ilişki vardır. Bu olayların kamu bütçesine getirdiği mali yük büyük kamu açıklarına neden olmakta, nihai olarak açıklar parasallaştırılmak (*) zorunda kalınmaktadır. Bu koşullar tek başına hiperenflasyonların tetiğini çeken kritik koşullar değildir. Fakat halktan borçlanmanın ve vergi toplamanın yapılamadığı koşullarda, bütçe açıklarının finansmanında diğer alternatif para basmak olmaktadır. 1920’lerde ortaya çıkan bütün hiperenflasyonlar I. Dünya Savaşı’nın arkasından oluşmuştur.
İç savaşlar ve derin sosyal hoşnutsuzluklar, devrimler özellikle 1980 öncesinde pek çok hiperenflasyonun nedenidir.

Zayıf Hükümetler

Zayıf hükümetlerin varlığı hiperenflasyonların tetiğini çeken nedenlerden bir diğeridir. Çoğunlukla sosyal hoşnutsuzluklar ve iç savaşların varlığından zayıf hükümetleri ayırabilmek güçtür. Zayıf hükümetler iç hoşnutsuzluklara yol açabilir. Ve de zayıflığı ölçmek güçtür. Ayrıca hiperenflasyonlarda hükümetler zayıf olarak nitelendirilirler.
Problemin bu niteliklerine rağmen bu koşullar farklı hiperenflasyon olaylarında görülür[86].

Dış Şokların Bütçe Üzerindeki Etkileri

1920’ler ve 1980’ler hiperenflasyonlarında dış şokların bütçe üzerindeki etkileri dikkat çekicidir. 1920’lerde problem, savaş tamirat ödemeleri şeklinde ortaya çıkmaktadır. Özellikle Almanya’nın savaş tazminat ödemeleri 1919 – 1923 kamu finansmanında merkezi rol oynamış, ödenemeyecek büyüklükteki tazminatlar Almanya’ya yük oluşturmuştur.
Aynı sorun bu dönemde Macaristan ve Avusturya tazminat ödemelerinde görülmektedir. Fiyat para rejimlerinde paranın değeri hükümetin bütçeyi şimdi ve gelecekte kontrol etme kabiliyetine dayandığından eğer ekonomik birimler kamu finansmanının çökebileceğine inanırlarsa bu, mali krize yol açmaktadır.
II. Dünya Savaşı sonrası Macaristan’ın savaş tazminatı ödemeleri böyle bir mali krizin nedeni olmuştur[87]. 1980’lerde dış borç krizi büyük borçlu ülkelerin bütçeleri üzerinde böyle bir etkiye yol açmıştır. Arjantin, Bolivya, Brezilya, Polonya gibi ülkeler makroekonomik sonuçları katlanılmayacak hale gelinceye kadar borç servislerini gerçekleştiren ülkeler olmuşlardır[88].

Hiperenflasyonların Sona Erdirilmesi İçin İstikrar Politikaları

Devalüasyon

İstikrar programları, genellikle ulusal paranın yabancı paralar karşısında değerinin düşürülmesi demek olan bir devalüasyon ile başlatılır. Değerlenmiş olan ulusal paranın dış değeri, gerçekçi kura göre ayarlanır. Muhtemelen toplam iç talepte azalmaları, liberilizasyon veya dış ticaret rejiminde yeniden yapılandırmaları içeren diğer politikalarla birlikte uygulandığından devalüasyonların etkilerinin anlaşılmaları güçtür.
Enflasyon yükseldiği ve kura müdahale edip enflasyonun paranın alım gücünde yarattığı yıpranmaları aktarmadığınızda, ulusal para aşırı değerlenmiş olarak yabancıların mal ve hizmet taleplerini olumsuz etkiler. Aynı şekilde ulusal ülke vatandaşları da aşırı değerlenmiş ulusal para ile daha fazla ithalat yapma eğiliminde olduğundan, bu durum ödemeler dengesi dengesizliğine yol açar.
Ülkeler süreklilik gösteren cari hesap açıklarına sahip olduklarında ilk alacakları karar düzenlemelere mi gidecekleri yoksa borçlanacakları mı olacaktır.  Eğer ülkeler cari hesap açıklarını kapatmak için borçlanmaya gitmeyecekler ise devalüasyon yapacaklar ( ve ithalat sınırlamalarına giderek ) ödemeler dengelerini dengelemeye çalışacaklardır.
1974 – 82 döneminde birçok ülkenin aşırı değerlenmiş paraları başlıca problemlerini oluşturuyordu. Diğer bir deyişle devalüasyon yapmalıydılar. Bu, ülkenin ithalat talebini devalüasyonla kısması demektir. Devalüasyon için söylenebilecek ikinci şey, çalışmasının zaman alacağıdır[89]. Ve devalüasyonun başlıca amacı ihracat hacmini arttırmaktır.

Döviz Kurunun Fiyatları Stabilize Etmekte Kullanılması

Döviz kurları çok direkt yolla enflasyon – işsizlik “trade off”/değişim oranını etkiler. Öncelikle ithalat malları fiyatları döviz kurundaki değişmelerden, değişmelerin yönünde etkilenir.
·        İthal edilen “nihai/ final mallar”ın çoğu tüketici fiyat indeksinin bir parçasıdır. Tüketici fiyat indeksinin bir parçası olarak ithal edilen nihai/ final mallar direkt olarak döviz kurundan etkilenmekte, tüketici fiyat endeksini etkilemektedir.
·        Bir ekonomide “ham materyal” gibi yüksek oranlı ticareti yapılabilir mallar için döviz kuru değişiklikleri, direkt olarak ulusal fiyatları etkileyecektir[90].
·        Döviz kurunun direkt olarak fiyatları etkilemesinin üçüncü yolu; petrol, başlıca metaller, hayvanlar için taneli besinler gibi ulusal üretimde kullanılan “ara mallar”dır. Döviz kurunun depresiye edilmesi, ithal edilen ara mal fiyatlarını yükseltir. Bu da final mal fiyatlarının yükselmesine yol açar.
Bu nedenle döviz kurunun devalüe edilerek sabitlenmesi birkaç yolla istikrara fayda sağlar.
·        İthal edilen nihai mal fiyatları sabitlenmiş olur.
·        İthal edilen ham madde ve ara mal fiyatları sabitlenmiş olur.
·        Döviz kurunun sabitlenmesi yabancı parayla ifade edilen ulusal parayla işlem yapılan mal fiyatlarının sabitlenmesine, dolayısıyla fiyatların sabit kalıyormuş izlenimi vermesiyle enflasyonist beklentilerin duraklamasına yol açar.  
Döviz kurunun fiyatlar üzerindeki güçlü etkisi nedeniyle, döviz kuru politikalarının anti enflasyonist politikalar üzerinde direkt etkili olması yanında toplam talep ve işsizlik seviyesi üzerinde endirekt etkisi vardır. Bazı ülkelerde merkez bankası müdahalelerinde döviz kurunu peg etmek, kancalamak esas alınır. Anti enflasyonist programın özelliği olarak kullanılabilir.
Sabitlenen döviz kuru, aynı zamanda izlenen ilave politikalar olmaksızın çok tehlikeli olabilir.
Sabit döviz kuru uygulaması ile; ticaret edilebilir mallar, ithal edilmiş girdiler ve ithal edilmiş final malların fiyatları aşağıda tutulurken diğer mal-hizmet fiyatlarının yükselmesi işin kötü yanıdır. Örneğin döviz kuru sabitleştirildikten sonra nominal ücretler, kiralar yükselmeye devam etsin. Genel olarak iç fiyatlar yükselmeye devam edecek, ulusal mallar uluslararası rekabet edebilirliğini kaybedecek, ihracatçılar ve ithal mallarla rekabet eden üreticiler kendilerini iflasla karşı karşıya bulacaklardır[91]. Yükselen ücretler kâr marjlarını sıkıştırarak belki de firmaların işi bırakmasına neden olacaktır. Bu duruma 1970’lerin sonunda Arjantin, Şili, Uruguay gibi Latin Amerika ülkeleri örnek teşkil eder[92].
Sabit döviz kurunun nominal aktör olarak hareket etmesine örnek olarak bazı düşük enflasyon ülkelerindeki gelişmeleri gösterebiliriz. 1970’lerde Tayland’da gerçekleştirilmiş se de beraberinde muhafazakar parasal rejimler çok önemli roller üstlenmişlerdir[93].
Eğer döviz kuru güçlü bir ülke parasına peg edilmişse bir takım avantajları da sağlamaktadır. Örneğin franc – zone/ frank alanı ülkelerinden Cameroon ve Cote d’Ivoire paralarını Fransız frankı’na sabitleyerek;
·        sistemde kısa dönemli finansman gereklerini karşılayabilmiş,
·        kredibl kuru ile Fransa’yla ticareti ve Fransa’dan yatırımları kolaylaştırmış,
·        ticaret yapanlar Fransız forward piyasalarından diğer ülkelerle ticaret yapabilmişler,
·        sistemin uzun dönemde Fransa’dan daha yüksek bir enflasyon olmayacağını garanti etmesinden yararlanabilmişlerdir.
Döviz kuru bir fiyattır ve enflasyonist çevrelerde iç fiyat düzeyinin belirlenmesinde çok önemli bir rol olan ankor/ çıpa görevini görür, sabit nominal döviz kurunun özel sektör beklentilerini düzenleyebilme potansiyelinden türetilir.
İstikrarlı bir döviz kuru, sıkı mali politika gerektirir. Eğer devlet para basmaya devam eder ve sabit kuru sürdürür ise, döviz rezervlerini kaybetmeyi ve ödemeler dengesi krizi yaşamayı göze almalıdır. Tek başına bir devalüasyon döviz kurunun stabilizasyonunda yeterli değildir. Mali politika sıkı olsa bile, bütçeyi dengelemekte yeterince sıkı olmayabilir. Stabilizasyon/ istikrar politikasının başında, eğer merkez bankası ulusal paranın değerini koruyabileceği döviz rezervlerine sahip ise ve rezerv sağlayabilmek için diğer ülkelerle borç görüşebiliyorsa, bu devletin döviz kurunu stabilize etme gücünü arttıracaktır.
Hiperenflasyonların çoğunda, en azından resmi oran ve resmi kurun çok üstünde olan serbest piyasa oranı bulunur. Gerçekte, bu ikisi arasındaki fark, % yüzler, binler olabilir. Başarılı bir stabilizasyon öncelikle resmi kurun, serbest piyasa oranıyla aynı düzeye getirilmesini sağlayan bir devalüasyonu gerektirir. Tipik bir stabilizasyon programı, sürdürülebilir bir döviz kuru amaçlar.
Hiperenflasyonların yaşandığı ülkelerde iç fiyatlar dövize endeksli olduğundan ve fiyatlar çok hızlı değiştiğinden, işçiler ile firmaların uzun dönem kontrat oluşturmalarının (ücret sözleşmeleri) geriye dönük endekslemeleri bırakıldığından, döviz kurunun stabilize edilmesi hiperenflasyonları durdurabilir.
Parası hızla aşınan ekonomilerde halk bir koruma mekanizması oluşturur. Varlıklarını, değerini koruyan yabancı bir para olarak tutarlar, fiyatları yabancı para birimiyle ifade ederler veya varlıklarını diğer bir ülkeye kaydırırlar. Ulusal sınırlar içinde itibarlı bir yabancı para kullanılması, fiyatların bu para birimiyle ifadesi “dolarizasyon” olarak tanımlanır. Halkın varlıklarının diğer bir ülkeye kayması da “sermaye kaçışı”nı ifade eder. Sermaye kaçışı, döviz kurunun aşırı değerlenmesiyle ilişkilidir. 1979 – 80 dönemi için Arjantin’de, herhangi bir tetikleme olmaksızın, varlıkların üzerindeki negatif getiri sermaye kaçışına neden olmuş, Arjantin lehte bir uzun dönem finansal getiri sağlayamadığından sermaye kaçışı kaçınılmaz sonucu oluşturmuştur[94].

Kapsamlı Mali Politikalar

Yüzyılın ortalarından beri halkın devletten beklentileri; sosyalist ve Keynesyen devrim tarafından da beslenerek, ekonomik büyümeyi sağlayacağı, işsizliği elimine edeceği, sosyal adaleti sağlayacağı bir noktaya ulaşmıştır.
Devlet pek çok fonksiyon icra eder. En azından halk için, ekonomik ve sosyal tabanda kuralları ve çarpıklıkları çözümlemek için sistem oluşturur, ulusal düzeni ve dış düşmanlarına karşı savunma sağlar. Devletin eğitimde öncü, toplumun daha az talihli ve fakir bireyleri için sosyal güvenlik sisteminin kurucusu olması, daha fazla büyümenin sağlanması için müteşebbis ve yatırımcı olması beklenir. Görevlerinin genişletildiği bu devlet anlayışında, kaynak talebi de çok artar. Mevcut sınırlı finansman imkanlarında devlet, harcamalarını nasıl finanse edebilecektir? Vergi ve vergi olmayan gelirleriyle ve yardımlarla bütçe açıklarını finanse edemediğinde, bankacılık sistemi veya diğer kaynaklardan borçlanmaya başvurur. Böyle bir finansmanda önemli miktarlara ulaşan borçlar oluşur. Bütçe açıklarının ulusal ve uluslararası kaynaklardan finanse edilememesi, gelişmekte olan ülkelerde ortalama olarak ya merkez bankasından borçlanılarak ya da mevduat bankalarından borçlanılarak finanse edilmesi, para arzının genişlemesine yol açar[95].
Merkez Bankalarının Bağımsız Hale Getirilmesi
Bu genişleyici ve enflasyonist süreç, gelişmekte olan ülkelerde hızla büyüyen para talebiyle ekonomiyi monetize eder/ parasallaştırır, hane halkı ve firmalar ellerinde artan oranda finansal formda varlık tutar. Para talebinde büyüme, reel milli gelirden büyüktür,  yüksek enflasyonla caydırılmadıkça hükümetlerin para basmasına ve senyoraj geliri sağlamasına neden olur. Ekonomide büyüyen talepten daha geniş parasal genişleme, harcamaların artmasına, fiyatların yükselmesine yol açacaktır. Fiyatlardaki yükselme, önemli miktardaki para balansını reel olarak küçültücü yönde hareket edecektir, halk aşınan reel balansını kısmen tamamlamak istediğinden daha fazla senyoraja başvurulacaktır. Bu ilave kısım “inflation tax” / enflasyon vergisi olarak ifade edilir(*), ellerinde faiz geliri sağlamayan para bulunduranların ödedikleri vergidir.
Bütçe açıkları kontrol altına alınmadıkça, senyoraj gereksinimi azalmayacak ve bu nedenle de döviz kuru da istikrarlı sürdürülmeyecektir. Bundan dolayı bütçe açıklarına yol açan nedenlerin ortadan kaldırılması, yüksek enflasyonların, hiperenflasyonların ortadan kaldırılması için önemli adımdır. Thomas Sargent, bütçe politikalarında hem açıkların büyüklüğünde hem de nasıl finanse edildikleriyle ilgili düzenlemeler yapılarak yüksek ve hiperenflasyonların sona erdirilebileceğine işaret eder[96].
Bir stabilizasyon programında bu nedenle, devlet bütçe açıklarının para basılarak finanse edilmesine direnç gösterebilsin diye merkez bankalarının politik bağımsızlığı arttırılır. Merkez Bankaları üzerindeki mali baskınlığa son verilir. Bu yola devletin parasal olmayan finansman yollarını bulması, harcamalarını kesmesi, gelirlerini arttırması sağlanmaya çalışılır[97].
Merkez bankalarının bütçe açıklarını finanse etmesinin durdurulması yeterli değildir. İçinde bulunulan bütçe koşullarının da iyileştirilmesi gerekir.
Birincisi, kamu iktisadi kuruluşlarınca sağlanan mal ve hizmet fiyatları, yüksek hiperenflasyonlar süresince çok düşük seviyelere indiğinden, bunlar önemli oranda yükseltilmelidir. Amaç, devlet kuruluşları açıklarının, nihai olarak bunlar merkezi devlet açıklarını oluşturduğundan ve de para yatırılması için birincil kaynağı teşkil ettiğinden ortadan kaldırılmasıdır. Kamu kesimi prodüktif teşebbüslerinin ürün fiyatları düşük olduğunda, devlet bütçe açıklarını arttıracak, para basılmasına neden olacaktır.
Kamu ekonomik kuruluşlarının ürettiği; elektrik gücü, taşımacılık, petrol ve ürünleri, diğer önemli mal ve hizmetlerin fiyatlarının arttırılması bütçe açıklarını azaltıcı etkiye sahipken, maliyetleri, dolayısıyla fiyatları arttırdığından, hem bütçe kısıtı nedeniyle ürün arttırma imkânları sınırlanacak, kârlılığı düşürecek, bütçe açıklarına katkıda bulunacak hem de artan fiyatların katkısıyla talep baskısının artmasına neden olacaktır. Devlet kuruluşları fiyatlarının arttırılması bütçe açıklarını azaltıcı etki yaratırken enflasyon besleyici kalıtımsal bir mekanizma olarak çalışacaktır. (policy dilemmas inherent in inflation - feedback process)[98].
Vergi Sisteminin Restore Edilmesi
Diğer bir bütçe açıklarını iyileştirici önlem; vergi gelirlerinin yükseltilmesidir. Bu kısmen fiyatların yükselmesi durdurulduğunda gerçekleşecektir. Diğer bir deyişle “Olivera – Tanzi” etkisi tersine çalışacak, yüksek enflasyonun son bulması reel vergi gelirlerini yükseltecektir. Çünkü enflasyon artmaya devam ettiği sürece reel vergi hasılatında erime yaratır. Bu durum “Olivera – Tanzi” etkisi olarak adlandırılır.
Kamu bütçesi stabilizasyon/ istikrar sağlayıcı özelliği taşır. Bu “progressive income tax”/ artan oranlı gelir vergileri uygulamasından gelir. Yüksek parasal gelirlerde, yüksek gelir dilimine girildiğinden yüksek vergi oranları uygulanır. Yüksek enflasyonlarda fiyat düzeyi yükselmeleri bireyleri yüksek vergi dilimlerine sokar. Fiyat düzeyi yükselmeleri reel vergi geliri artışları yaratır. Yüksek vergiler hane halkı “disposable income”/ harcanabilir gelirini, dolayısıyla toplam tüketimi azaltır. Artan oranlı gelir vergilerinin bu özelliği otomatik stabilizatör/ istikrar sağlayıcı olarak nitelendirilmesine yol açar. Diğer otomatik stabilizatörler; işsizlik ödemeleri, anonim şirket kar vergileri gibi uygulamalardır. İradi olarak konurlar, otomatik olarak devreye girerler. Fiyatlar halâ yükseliyorken harcamaların sınırlı olması ekonominin resesyonda kalmasına yol açar. Bu durum “fiscal drag”/ mali sürüklenme olarak nitelendirilir[99].
Ortalama gelir vergi oranları, fiyat düzeyi ile birlikte yükselme eğiliminde olduklarından herhangi bir düzenleme yapılmaksızın sürdürüldüklerinde adaletsizliğe ve etkinsizliğe neden olan bir “bracket drift”/ dilim sürüklenmesi söz konusu olur. Fiyat artışlarının sürdüğü durumlarda ücret geliri sağlayanlar yüksek gelir dilimlerine girer ve yüksek vergi oranlarına tabi olduklarından düşük reel gelirler sağlar, firmaları yüksek ücretler ödemeye zorlarlar, firmaların üstlerindeki maliyet baskısı artar.
Yüksek enflasyon ülkelerinde gelir vergileri, sınırlı miktardaki devlet vergi gelirlerine katkı sağlar. Enflasyon hızla yükselirken vergi gelirleri gecikmeli toplanabildiğinden reel vergi hasılatı enflasyonla eriyecek, hızla düşecektir. Vergiden sakınma, toplama gecikmeleri ve resesyon, vergi hasılatında düşüşün nedenlerini oluşturur. Stabilizasyonla birlikte olay tersine dönecektir.
Yüksek enflasyonun son bulması devlet gelirlerinin artışına neden olur. Fakat genellikle enflasyonist süreçte vergi sistemi zarar görmüştür. Bu nedenle stabilizasyonun başlamasından hemen sonra kapsamlı bir vergi reformu gerekli olur. Bir vergi reformunun yürürlüğe sokulması zaman alır. Böyle bir tasarı yasal onaylama gerektirir. Beklenirken hükümetler ön ödemeler için uyarıcılar sağlayabilir ve uyumsuzluklara katı cezalar uygulayabilirler.
Kısa dönemde mali koşulların iyileştirilmesi; direkt yardımlar ve muafiyetlerle ilgili yeni düzenlemeleri gerektirir. Devlet direkt yardımlarının en popüler şekillerinden biri özel sektöre yüksek negatif faizlerle verilen kredilerdir. Borçların içerdiği bağış payı bir çeşit mali harcama olarak nitelendirilir.
Bütçe açıklarının sona erdirilmesi için uygulanan tedbirler;
·        vergi muafiyetlerinin, direkt yardımların sona erdirilmesini,
·        yeni bir vergi sisteminin yürürlüğe sokulmasını,
·        kamu sektörünün ürettiği mal ve hizmet fiyatlarının arttırılmasını gerektirir.
 Bu uygulamalar stabilizasyonun ilk zamanlarında enflasyonu hızlandırıcı etki yapsalar da düzeltici etkileri daha sonra görülmeye başlanacaktır[100].
·        Mali iyileşmenin sağlanmasında diğer önemli bir düzenleme de kamu teşebbüslerinin özelleştirilmesidir. Bu yolla kamu açıklarının nedenlerinden biri ortadan kaldırılmış ve bütçeye ek gelir sağlanmış olur.
Özelleştirme gelirleri bütçe için sürekli gelir niteliğinde değildir. Devlete ait satılacak mallar sınırlıdır.

Para ve Kredi Politikaları

Para Arzının Genişletilmesi
Döviz kurunun stabilizasyonu ile bunun fiyatları istikrara kavuşturucu etkisi halkın elinde para tutmasına/ reel para balansının arttırılmasına neden olur. Halkın bu para talebi nasıl karşılanacaktır?
Enflasyonun sürdüğü dönemlerde halk enflasyon vergisinden kaçınmak için elinde para tutmadığından reel para dengesi düşmüştür. İstikrarın sağlanmasıyla birlikte artan para talebini karşılamakta devlet:
·        kamu sektörüne verilen kredileri attırabilir (merkez bankası hazineden bono alabilir),
·        özel sektöre sağlanan kredileri arttırabilir (merkez bankası özel bankalara daha fazla kredi verebilir),
·        merkez bankası sabit fiyattan döviz alabilir[101].
Örneğin Bolivya’da devlet üçüncü uygulamayı seçmiş, Bolivya halkı enflasyon kontrol altına alındığında para balansını arttırmak istemiş, ellerindeki dövizleri merkez bankası nakde dönüştürmüştür. İç para arzı arttırılırken merkez bankasının elinde tuttuğu döviz rezervleri de artmıştır. İç para arzındaki artışı destekleyen döviz rezervlerinin oluşu, ulusal paraya olan güvenin de artmasına neden olmuştur. Devlet, döviz rezervlerinde bir artış sağlamadan kredi sağlayarak yeniden ekonomiyi parasallaştırsaydı halk nihai olarak istikrar programına olan güvenini kaybedebilirdi.
Para Reformu ve Yeni Bir Paranın Tanıtılması
Başarılı bir istikrar programına yeni bir paranın tanıtılması da eşlik eder[102]. Yeni bir parasal reformun en basit yolu, depresiye olmuş/ değer kaybetmiş bir paradan sıfır atmaktır. 1924 yılı sonunda schilling, yeni bir para birimi olarak tanıtıldı. 1 schiling 10 000 kağıt crowns’a eşitti[103]. Aynı şekilde Polonya’da yeni bir para birimi, 1.8 milyon kağıt mark’a eşit altın “zloty” tanıtıldı[104]. 1924’te Almanya’da bir trilyon (1012) eski kağıt marka eşit yeni “rentenmark” kullanıma sokuldu.
Yeni bir paranın kullanıma sokulması, çok popüler bir uygulama olmasına rağmen stabilizasyon paketinin temel öğelerinden biri değildir. Yeni bir paranın kullanıma sokulmasının zarar verici bir etkisi yoktur. İstikrarsızlığa neden olan faktörleri ortadan kaldırmaz. Artan sıfırlardan dolayı zorlaşan işlemleri kolaylaştırır. Psikolojik olarak olumlu bir etki yaratır.
Yeni bir para kullanımının çok daha kompleks şekli, paradan sadece sıfırların atılması değil, eski parada yapılmış uzun vadeli kontratların geri ödeme şemalarının da oluşturulmasıdır. Yüksek enflasyon dönemlerinde nominal faiz oranları; reel faiz oranlarına enflasyon primi ilave edilerek oluşturulduğundan, enflasyonun yüksekliği oranında yüksek olur. Yüksek enflasyon dönemlerinde yapılan sözleşmelerin taşıdığı nominal faiz oranları ekonomide istikrar sağlandığında çok yüksek kalacağından yeni parada yapılacak ödemelerde düzenlemelerin yapılması gerekir. Ücret ve fiyatlarda herhangi bir değişiklik olmaksızın onda bir oranında eski paranın yeni paraya dönüştürülmesi reel para balansında bir sıkışmaya ve önemli bir ekonomik daralmaya yol açacaktır. Böyle bir uygulama 1948 yılında Almanya’da gerçekleştirilmiş, 10 reichsmark = 1 deutsche mark esası kabul edilmiştir. Para reformu gerçekleştirilirken mal ve hizmetlerin resmi fiyatları bloke edilerek karaborsa önlenmiş, reichsmark’la ifade edilen fiyatlar aynen deutcshe mark’a çevrilmiştir. Banka ve benzeri kuruluşlardaki hakiki ve hükmi şahıs hesapları 10 reichsmark=1 DM olarak, buna karşılık ücret aylık, emekli aylığı ve kiralar 1 reichsmark=1 DM olarak yeni paraya çevrilmiştir. Almanya 1948 para reformunu üç işgal bölgesine ayrılmış şekilde gerçekleştirerek parasal birliği sağlamış, Mayıs 1949’da Federal Cumhuriyet’i kurmuştur.

Dış Zorlamaların Azaltılması

Genel olarak ülkeler hiperenflasyona uluslararası ağır yükümlülükleri dolayısıyla düşerler. Çok yüksek enflasyon koşullarında bütün bu ekonomilerin fiyat düzeyini ve döviz kurunu stabilize etmek için rezervleri çok düşük seviyededir. Bütçeleri üzerindeki ağır finansal yükü hafifletmek için uluslararası finansman görüşmeleri; uzun dönemli finansman sağlamayı ve borç geri ödemelerinin yeniden düzenlenmesini, borç ertelemelerini içerir[105].
1920’lerde “League of Nations”/ Milletler Ligi ; Avusturya, Macaristan ve Polonya’ya önemli dış destek sağlamıştır. Avusturya’nın 2 Ekim 1922’de Council of the Leaque of Nations’la imzaladığı üç protokol, Avusturya’nın finansal sisteminin yeniden yapılandırılmasına yol gösterilmesi, 650 milyon altın crowns ödüncün koşullarını ve yeni bağımsız bir merkez bankasının tesisini içermekteydi[106]. Aynı şekilde Temmuz 1924’te Macaristan, güvence olarak gümrük vergi gelirlerini, şeker vergisini, tuz ve tütün monopolleri gelirlerini göstererek 250 milyon altın krones dış kaynak sağlayarak iç borçlanma gereğinden kurtulmuştur[107].
İkinci Dünya Savaşı sonrası, uluslararası para planı ve uluslararası mali kuruluşların temeli atılmıştır. 1944 Bretton Woods konferansında uluslararası ilişkileri düzenleyecek konvertibl ödemeler sistemi esaslarını kurmak, ticaretin gelişmesini sağlamak, güçlük içinde bulunan ülkelere mali yardımda bulunma koşulları belirlenmiş, IMF ve Dünya Bankası’nın (IBRD) kurulmasına karar verilmiştir. IMF, ödemeler dengesi güçlüklerini belirli koşullar altında gidermek üzere kısa vadeli borç sağlayan uluslararası finansman fonudur. Dünya Bankası ise savaş sonrası Avrupa’nın yeniden imar edilmesinin sağlanmasına yardım için kurulmuştur[108].
Ağır borç yükü altında kalarak borç ertelemesi isteyen ülke “Creditor Club negatiations”-Paris Kulübü görüşmelerine katılır. IMF ile bağlantı kuran borçlu ülkelerin borçlarının yeniden düzenlenmesi; ya vade yapısının yeniden düzenlenmesi veya borcunun tekrar finanse edilmesi-yeni borçla değiştirilmesi şeklindedir[109]. Borç geri ödemelerinin zorlaması ortadan kaldırılmış olur.
1970’lerde pek çok gelişmekte olan ülke, borç servis yükünün birikimi sonucu ağır borçlu ülke haline geldi. 1980’lerde borç şoku ödünç akımını duraksattı. Eski borçların üzerindeki faiz ödemelerinin yeni borçlanmalara gidilerek ödenmesi ve otomatik olarak bunun tekrarlanması, borç birikiminin artmasına yol açtı. Bütçelerde yabancı ödünçlerle otomatik borç servis finansmanlarının gerçekleştirilmesi, en azından borç servislerinin bir kısmının ulusal olarak yapılması gereksinimini yarattı. Vergilerde ve cari harcamalarda yapılacak değişiklikler tepkilere neden olacağından uygulama; kamu sektörü yatırımlarının azaltılması veya açık finansmanının para yaratılarak yapılması şeklinde olmuştur. Böylece “crowding out”/ (özel sektörü) dışlama etkisinden ve yüksek faiz oranlarının yaratacağı iflaslardan kaçınılmış olundu[110].
Kamu kesimi dış borçlanması enflasyonun beslenmesini sağlayan faktörlerden bir diğeridir. Yükselen iç fiyatların ihracat mallarının uluslararası rekabet edebilirliğini azaltması, ithalatı teşvik eder, cari hesap açıklarına neden olur. Bu devalüasyon baskısı yaratır.
1978 v 1982 arasında Arjantin ve Şili gibi bir grup ülke çok büyük oranda borçlandılar ve paralarını nispi olarak değerli tuttular. Ürettikleri mal ve hizmetler döviz bazında pahalı hale geldi. Kreditörlerin yeni ödünçler vermekten kaçınmaları, devalüasyonu kaçınılmaz hale getirdi. Devalüasyon dış borçların ulusal para değerini yükseltir, fakat döviz kazanmak için daha fazla ihracat yapılması gerektiğinden ihracat rekabet edebilirliğinin sağlanması için devalüasyona gidilmesi gerekir. Devalüasyon tekrar dış borç servislerinin güçleşmesine, bu tekrar enflasyonun uyarılmasına; enflasyon kamu mali açıklarının derinleşmesine yol açar[111]. Kamu sektörü dış borçları yükseldiğinde kamu bütçesi baskı altına girer. Vergi gelirleri arttırılarak bu baskı azaltılabilir. Fakat dış borç servisi döviz rezervlerini gerektirir. İhracat gelirlerinin arttırılabilmesi için devalüasyona gidilir veya yeni borç arayışlarına ya da ödenemeyen borçların ertelenmesi arayışlarına gidilir.
Dış borç birikimi enflasyonist olmayabilir. Dış ödünçler paraya çevrilip harcanırsa, para arzını arttırarak iç fiyatların yükselmesine yol açar. Fiyat yükselmeleri ithalatı uyarmadığı ihracatı geriletmediği sürece geçicidir. Eğer borç alan ülke bunu ithalata harcarsa enflasyonist baskı söz konusu olmaz[112].
Enflasyonun hızlanmasına neden olan bir diğer faktör, geniş mali açıklarla sonuçlanan, döviz kuru garantilerinin verildiği muamelelerden veya genellikle merkez bankasının yaptığı döviz kuru operasyonlarından kaynaklanan kur kayıplarıdır[113].

Güven Problemi

İstikrar politikalarında güven problemi çok önem arz etmektedir. Eğer programın başarılacağına güven duyulmazsa programın başarılma olasılığı da düşük olmaktadır. İstikrar programlarında yaşanan ikilem, programın maliyetinin tüm topluma yayılması ve belli çıkar gruplarının sağladığı rantın azaltılması olmaktadır. Devlet kurumları ve eliti, programların ekseni olmakta, uluslararası ilişkiler ile ulusal arena arasında önemli bir araç rolünü üstlenmektedir. Dünya ekonomisinden, kreditör hükümetlerden, yabancı firmalardan ve bankalardan ve de uluslar arası finansal kuruluşlardan gelen baskılarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Politika sürecindeki yerleri nedeniyle politikacılar-devlet bürokratları politika gündemi üzerinde önemli bir güce sahiptirler. Devletin kendini de içeren politik kurumlar, hem devletin-hükümetin faaliyet kapasitesini hem de toplumun sosyal çıkarlarının önceliklerini etkilemektedir. Bu nedenle politika uygulamalarına gösterilen direncin merkezi noktasını devlet organizasyonu almaktadır. Kollektif hareket problemi, sosyal çıkar gruplarının gücü nedeniyle istikrar programlarının maliyetinin nasıl dağıldığından kaynaklanır. Kamusal mal fiyatlarında izlenen istikrar, birey ve firmaların politikalardan kazanç sağlayabileceklerine inanmamaları nedeniyle stabilizasyonun maliyetini taşımak istememelerine neden olduğundan istikrarın sağlanmasını engeller.
Programların sınırlarının ve olasılığının anlaşılabilmesinde sosyal güçler ve ekonomik çıkarlar temel olmaktadır. Programların etkinliğinde, devletin teknokrat takımı, bürokratik kapasitenin ve onların özel sektörle olan ilişkilerinin düzenlenmesi yoluyla rant arama ve tamahkarlığı yumuşatabilir. Devlet özerkliği ve çıkarların temsili arasındaki denge ile istikrar politikalarının safhalarında politik birleşme ve politik insiyatifin tefriki, belirlenmesi yararlı olur. Kollektif hareket problemi en azından kısa dönemde, politik kurumların, politikacılar ve onların teknokrat müttefiklerinden yalıtılmasıyla sağlanabilir[114]. Böyle bir ortam bireysel karar alıcıların stabilizasyon beklentilerini oluşturabilir, programa olan güveni sağlayabilir. Düzenlemelere olan güven tesis edilemediği sürece stabilizasyon programı başarıldıktan sonra bile reel faiz oranlarının çok yüksek, dünya seviyesinin üstünde olduğu görülür. Beklentiler, nominal faiz oranının gerçekte enflasyon oranının çok üstünde seyretmesine yol açar. Stabilizasyon programının kredibilitesi halk arasında oluştuğunda faiz oranları düşecektir. Halkın başarılı bir program uygulandığına olan şüpheleri faiz oranının düşmesini engellemektedir[115].
Faiz oranlarının yüksek olması iç kredilerin genişletilmesinde olumsuzluk yaratır. Faiz oranlarının aşağı doğru zorlanması ise çok tehlikelidir. Program sürerken kolay paraya dönüş, uluslararası rezerv kaybını kolaylaştırır. Bu nedenlerle güvenin mümkün olduğunca hızla sağlanması önemlidir. Yüksek faiz oranlarıyla ilgili ekstrem bir örnek Almanya’nın 1923 sonlarında uyguladığı stabilizasyon programı sonucu görülür. Stabilizasyon başarıldıktan sonra da nominal faiz oranları günlük %0.5 –6.5 arasında seyrediyordu[116].

Yüksek Enflasyon

Enflasyonlar; kronik ve sert olduğunda, hızla sınırlayan parasal ve mali politikaların uygulanması; iflaslara, resesyona ve işsizliğe neden olabilir. Firmaların emek girdi ve diğer girdi kontratları enflasyonist beklentiler ışığında gerçekleştirildiğinden, gerçekleşmiş enflasyonu izleyen bir şok program, firmaların reel maliyetlerinin, izleyebilecekleri reel fiyatların çok üstünde olmasına neden olacaktır. Kontrat ödemelerinin yapılmasında yetersiz kalacaklarından firmalar böyle şokların arkasından üretim düşüşlerine gider. İlave olarak yüksek vergiler ve azaltılan devlet harcamaları direkt olarak ve çoğaltan etkisiyle ekonomik faaliyetler üzerinde daraltıcı etki yaratır.
Bir ekonomi uzun bir enflasyonist deneyime sahip ise muhtemelen güçlü bir enflasyonist besleme mekanizmasına veya “inertial”/ süredurumsal mekanizmaya sahiptir. Enflasyonist momentum muhtemelen direşken olacaktır. Firmalar eğer monopol gücüne sahip ise, kredilerin azaltıldığı daraltıcı mali-parasal politikaların uygulanması durumunda, eski kontratların yönettiği yüksek maliyetleri karşılamak için fiyatları yükselteceklerdir. Daraltıcı politikalardan sonra parasal otoriteler kendilerini iflasların önüne geçmek için likidite yaratma baskısı altında bulacaklardır[117].
Eğer stabilizasyon gayretleri bir devalüasyonu içeriyorsa ilave bir enflasyonist baskı oluşacaktır. Devalüasyon ticareti yapılabilir mal fiyatlarını direkt olarak arttıracak, genel fiyatlar üzerinde endirekt baskı oluşturacaktır. İlave olarak döviz satışlarını teşvik ettiğinden para arzı üzerinde ilave genişleyici baskı yaratır. Eğer parasal genişlemeyi sterilize etmeye teşebbüs ederlerse kamu sektörü borç stoku artacak, artan faiz oranları resesyon eğilimini derinleştirecektir. Devalüasyon deneyimi daha ileri devalüasyon beklentilerini uyaracak ve faiz oranları üzerinde ilave bir baskı yaratacaktır.
Birçok enflasyonist ekonomide; iç ve dış sektör bağımlılığı stabilizasyon probleminin temelini oluşturur. Devalüasyon ve yüksek faiz oranları, reel kamu borç servislerini ve kamu kesimi borçlanma gereksinimini arttırır.
Ortodoks mali ve parasal politikalarla birleştirilmiş ücret fiyat kontrolleri, enflasyonist beslenmeyi rahatlatacak, ortodoks politikaları daha etkin ve daha az zararlı hale getirecektir. Dondurulmuş ücret, fiyatlarla halkın fiyatların değişmeyeceğine inancı, fiyat düzeyi belirsizliğini azaltacak, firmalar fiyatlarını yükseltme gereğini duymayacaklar, belirsizlik ve enflasyonist beklentiler minimize edilmiş olacaktır[118].

Ücret-Fiyat Dinamiği nedir ?

İstikrarın sağlanmasında ücret-fiyat dinamiği problem yaratır. Ücretler; sendikalar ve işçiler arasında bir yıl veya daha uzun bir süre için kontratlarla-sözleşmelerle, cari periyotta, gelecek yıl enflasyonu bilinmeksizin belirlenir.
Ücret oluşumlarında önem arz eden faktörlerden;
·        biri, ücret pazarlıkları yapılırken mevcut olan işsizlik oranı,
·        diğeri sözleşmenin geçerli olduğu gelecek yıllardaki enflasyon oranıdır(*).
Ücretlerin emek piyasası koşullarından önemli oranda etkilendiği varsayımı altında; eğer işsizlik düşükse, işverenler yeni işçileri cezbetmekte güçlük çekecekler ve kendi işçilerinin rakipleri tarafından çalınmasını önlemeye çalışacaklardır. Bu koşullarda işçilerin, sendikaların pazarlık etme gücü yüksektir. Bunun gibi “tight” emek piyasalarında reel ücretler yükselme eğilimindedir. Diğer taraftan işsizliğin hakim olduğu koşullarda, firmalar kolaylıkla yeni işçi çekebileceklerinden, işçiler ve sendikalar pazarlıkta zayıf pozisyonda olacaklar, hatta reel ücretlerin düşürülmesini kabul etmek zorunda kalabileceklerdir[119].
Ücret kontratları reel ücretlerden çok nominal ücretler üzerinden yapılır. Enflasyon oranlarında vuku bulan değişmeler reel ücretleri belirleyeceğinden enflasyonun gelecek dönemle ilgili tahminlerinde gözlemlerini iyi yapmak zorundadırlar.

Yüksek Enflasyonların Kontrol Altına Alınmasında Heterodoks İstikrar Politikaları

Heterodoks istikrar programları; çok standart para ve mali politikalara ilave olarak ücret ve fiyat oluşumlarına direkt müdahaleleri kullanırlar. Heterodoks programlar, kendi kendini sürdüren atalet öğesi üzerine geliştirilmişlerdir. Enflasyonist atalet, uzun dönemli ücret politikalarının geriye dönük ücret endekslemelerine dayandırılmasından kaynaklanmaktadır.
Heterodoks yaklaşım; bütçe politikaları ve sıkı parasal politikaların süredurumsal enflasyonları durdurmakta yalnız başına yetersiz kaldıklarını ve sadece ortodoks tedbirlerin kullanılmasının gereksiz derin resesyonlara yol açacağını ileri sürerler[120]. Döviz kurları sabitlendikten sonra da iç fiyatlar yükselmeye devam ederek ekonominin ticareti yapılabilir mal sektöründe karlılık sıkıntısı yaratacaktır. Bu nedenle heterodoks programlar gelirler politikasının (ücret-fiyat müdahaleleri) kullanımını önerirler. Ücret ve fiyat müdahaleleri ortodoks programın can damarını teşkil eder[121].
İntertial”/ süredurumsal enflasyon yaklaşımı, makroekonomik dengenin tesisinde fiyat artışlarının, toplam talebin para talebindeki artışları karşılayan para arzı artışlarıyla şokları restore ettiğini ifade eder. Fiyat düzeyindeki artışlar devam eden böyle şoklarla beslenirler. Böyle fiyat artışları yeni aşırı para arzlarına ve yeni aşırı taleplere yol açacaktır.
Bir enflasyonist şok aşırı para arzı doğuran ve bu yolla fiyat düzeyinde artışı uyaran olay olarak tanımlanabilir[122]. Buna dayanarak “inflation feedback process”/ enflasyonu besleyen süreci, fiyat düzeyi yükselmelerinin tekrar ettirdiği yeni enflasyonist şoklar olarak tanımlayabiliriz.
Fiyat düzeyindeki yükselmeler birkaç şekilde yeni enflasyonist şoklara neden olur.
·        Birincisi, fiyat düzeyinde bir yükselmenin, fiyat düzeyi yükselmeleri bireylerin satın alma güçlerinde azalmaya neden olduğundan ve gelir düzeylerinin ona göre ayarlanmasını gerektirdiğinden ( ücret artışları gibi ) yeni enflasyonist şoklara yol açmasıdır.
·        Fiyat düzeyindeki yükselmeler kaçınılmaz olarak bireyleri gelecek enflasyon olasılığı için uyarırlar. Bu da yeni bir enflasyonist şoka neden olacaktır.
Sonuç olarak satın alma gücü, enflasyonist şokları tesis eden faktörlerden biridir.
Bireyler beklentilerini; deneyimlerine de dayanarak “adaptive”/ uyumcul veya mevcut olaylara dayanarak gerçekçi şekilde “rasyonel” olarak oluştururlar. Bununla birlikte fiyat düzeyi yükselmeleri bireylerin, diğer bireylerin beklentilerini yükselteceğine ve gelecekte enflasyonist baskının olacağına inanmalarına neden olur. Eğer beklentiler rasyonel ise, fiyat düzeyi yükselmeleri, rasyonel bireylerin enflasyonun nedenlerini dikkate almalarına, hesaplarını enflasyonun nedenlerine göre yapmalarına yol açar.
Bireyler beklentilerini, geçmiş tecrübeleri ve rasyonalitelerine göre karmaşık bir şekilde oluştururlar. Enflasyonist beklenti içine giren bireyler para taleplerini azaltırlar, bu ise, para arzında artış olarak ortaya çıkar. Faiz oranları beklentilerle aynı oranda hızlanmadıkça, düşük oranlarda seyrettikçe, harcama yapılmaya devam edilir, talep baskısına katkıda bulunulur. Eğer faiz oranları yükselirse faiz oranlarının yükselmesi para talebini caydırıcı yönde hareket eder, talep baskısını azaltır[123].
Enflasyonist beklentilerin artması firmaları daha fazla yatırım yapmaya teşvik eder. Bu; beklentilerin yönetimine, borçlanma maliyetlerine ve borçlanma imkanlarına, firmaların çıktılarına ve fiyat taleplerine dayanır. Muhtemelen yüksek fiyatlar ve fiyat düzeyi belirsizliği, sermaye oluşum harcamalarını olumsuz etkileyecektir. Diğer taraftan, umulan yüksek enflasyonun borçlanılan fonların reel maliyetini azaltacağı umulduğundan tüketim talebinin artmasına yol açar. Ayrıca, sermaye oluşum harcamaları toplam talep baskısına katkıda bulunacaktır.
Fiyat düzeyinde yükselmeler üretim (emek) faktörü arz edenleri yüksek reel ücretler istemeye uyaracak, yükselen faktör fiyatları maliyet artışlarına yol açtığından üreticilerin üretimi azaltmalarına neden olarak toplam arzın düşmesine sebep olacak ve enflasyonist baskıyı arttıracaktır.
Hetorodoks istikrar politikaları yüksek kronik enflasyonların, orta enflasyonların durdurulmasında kullanılırlar. Hiperenflasyonlar ile kronik yüksek enflasyonları ayıran özellik; hiperenflasyonlarda fiyatlar nominal döviz kurlarına endekslenmişken, yüksek kronik enflasyonların yaşam standrtlarına endekslenmekte olmalarıdır. Bu nedenle de hiperenflasyonlar döviz kuru sabitlendiğinde aniden durabilmektedirler. Hiperenflasyonlarda fiyat hareketleri “backward looking”/ geriye bakan davranışlar taşımazlar. Hiperenflasyonlarda uzun dönemli nominal kontratlar görülmez[124]. Ücret kontratları, enflasyon hızlandıkça tekrar, sık sık görüşülür. Bir kere ücret yeniden düzenlemeleri “cost of living index”/ yaşam maliyeti indeksine dayandırıldığında, enflasyonun yükselmesi ücret görüşmelerinin arasını kısaltacak, aylık, haftalık sürelere indirecektir.
Kronik enflasyonların senyoraja değil endekslemeye dayanması ayırıcı özellik olmaktadır. Senyoraj gereksinimi ortaya çıktığında ve gerçekleştirildiğinde kronik yüksek enflasyon da hiperenflasyona dönüşür. Hiperenflasyonlarda sürecin mali yapısı çok açıktır. Bütçe açıklarının kapatılması, fiyat istikrarının sağlanması için yeterlidir. Buna mukabil kronik enflasyon ülkelerinde, mali reformlar başarılı şekilde yürütülse de enflasyonu düşürmeye yetmez. Hiperenflasyonlar da ise enflasyonist sürecin kaynağından dolayı, yüksek kredibiliteye sahip mali reformları içeren bir program istikrarı sağlayabilir. Stabilizasyon programlarının hiperenflasyonları sonlandırabilmesinin diğer bir nedeni, yarattığı kaotik sosyal ve ekonomik çevrenin sürdürülemeyeceğinde halkın birleşmesi, konsensusun oluşmasıdır. Yani stabilizasyon programı üzerinde bütün çıkar gruplarının bir konsensusa ulaşmalarıdır. Bu nedenle halkın hiçbir kesimi, istikrar paketinin kendilerine yüklediği maliyeti bir başka gruba yansıtmaya çalışmaz. Kronik enflasyon ülkelerinde ise, endeksleme mekanizmaları uygulayarak reel satın alma gücünü devam ettiren halk, enflasyonla nasıl yaşayacağını öğrenmiştir. Bu nedenle istikrar programının kendine yükleyeceği maliyete katlanmak istemez.
Enflasyonist süredurumun kırılması için, stabilizasyon sürecinin başlangıcında, ücret ve fiyatlara tavan uygulamasıyla koordineli bir hetodoroks şok program (cold turkey) önerilir[125]. Bu politikanın yararı, başarının görülmesinin kolay olmasıdır. Hem enflasyonist süredurum hem de beklentiler kırılır, programa olan güven artar. Enflasyon çok çabuk düşük düzeye iner.
Kronik enflasyonları hiperenflasyonlardan ayıran özellikleri; orta yoğunlukta olmaları ve uzun seneler sürmeleridir. Yoğunlukları orta enflasyondan yüksek fakat hiperenflasyonlardan düşüktür. Ayrıca kendini hızlandıracak kalıtımsal bir eğilime sahip değildir. Yeni bir platoya oturmazlar. Son otuz yılda altı Latin Amerikan ülkesi; Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Meksika, Uruguay ve İsrail yüksek ve direşken enflasyon yaşamışlardır. Kronik enflasyonun genel olarak kabul edilmiş bir tanımlaması yoktur. Arjantin, Brezilya, Uruguay kronik enflasyon ülkeleri olarak tanımlanırlar. Bu üç ülkede enflasyon oranı otuz yıl içinde %20’nin üstünde seyretmiş, 1975’ten itibaren Arjantin (1986’da Austral planın arkasından enflasyon %90.1’e düşmüştür) üç rakamlı enflasyona yükselmiştir. Uruguay enflasyonu 1972’den itibaren (1982’de, stabilizasyon programının arkasından enflasyon %19’a düşmüştür). %30’ların üstünde ve 1984’den itibaren %50’nin üstünde seyretmiştir[126].
Ekstrem bir görüş olarak, heterodoks programların uygulanmasından yana olanlar, ücret ve fiyat kontrollerinin enflasyonu durdurmakta yeterli olacağını ve ortodoks mali ve parasal sınırlamaların gereksiz olacağını ileri sürerler. Fakat hetorodoks programların bazı potansiyel yetersizlikleri vardır. Eğer enflasyon çok düşük orandaysa, enflasyonist “inertia”/ süredurum çok düşüktür, ücret-fiyat müdahaleleri fazla gelir. Diğer bir neden ücret-fiyat müdahalelerinin yaygın olarak sürdürülmesinin güçlüğüdür. Ayrıca müdahalelerin yapılacağı umulursa önceden fiyatlar yükseltilebilir. Önemli bir neden de, politikacıların ücret-fiyat müdahalelerinin arkasına saklanarak ağrısızca enflasyonu durdurabileceklerine inanmaları ve mali-parasal tedbirlerden uzak durmalarıdır. Ayrıca kontroller ülkenin nispi fiyat yapısını katılaştırır. Son olarak sorun; kontrollerin şok (cold turkey)  mu, tedrici (gradual) mi uygulanacağıdır ve eğer tedrici ise “doğru zamanlama”dır[127].

İstikrar Programlarının Uygulanma Yolları:

Şok (cold turkey) Politika Uygulamaları ve

Tedrici (gradualist) Politika Uygulamaları

Çok genel olarak ifade edilirse, enflasyonun stabilizasyonu şok (cold turkey) programlarla ya da tedrici (gradual) programlarla yürütülür.
Şok tedavi, yüksek resesyon riski içerir. Fakat enflasyon oranında hızlı ve set bir düşüş sağlar.
Ortodoks şok programlar; harcamaların hızlı azaltılmasını, vergilerin arttırılmasını, sıkı parasal politikaları ve enflasyonist beklentilerin azaltılma niyetini anons eden bazı politikaların kombinasyonunu içerir.
Heterodoks şok programlar ise; fiyat, ücret ve döviz kurlarının dondurulmasını içerirler. Mevcut kontratların revizyonunu sağlayarak enflasyonist beklentileri yeniden şekillendirirler.
Enflasyon oranını hızla düşürmeyi deneyen “cold turkey”/ şok strateji, parasal büyümede sert düşüşler sağlayarak toplam talebin aşağı çekilmesine, ekonomik büyümenin düşmesine, yeni denge noktasının oluşmasına yol açarken ekonomide büyük bir resesyon oluşur ve şok terapi yürütülerek enflasyon oranında “gradual”-tedrici uygulamadan daha büyük enflasyon oranı düşmelerinin sağlanması, toplam arz eğrisinde de hızla düşme yaratır. Şok terapi, enflasyon oranı düşük oluncaya kadar baskıyı muhafaza eder. Nihai olarak amaç sağlandığında, çıktı ve istihdam düzeyi iyileşecek, düşük enflasyon oranında tam istihdam sağlanacaktır.
Tedrici (gradual) programlar ise harcamaları azaltır, vergileri yükseltir, para politikasının sıkılaştırılmasını zamana yayar ve fiyatlar, ücretler, faiz oranları ve döviz kurları üzerinde daha az dramatik kontroller uygularlar. Enflasyon oranında daha az travmatik ve yavaş bir azalma yaratmayı amaçlarlar.
Şok programın içerdiği önemli risk, eğer başarılı olmazsa ve tekrarlanma gereksinimi duyulursa, ekonominin, enflasyon-şok stabilizasyon çevrimine kayabilmesidir. Tekrarlanan şoklar; kamu ve özel yatırım projelerinin ertelenmesine, faaliyetlerin azalmasına, iflaslar ve işsizliğin kötüleşmesine yol açarak reel ekonomik aktiviteyi/ faaliyeti yavaşlatma eğilimindedir.
Pek çok gözlemci, otoritelerin; sınırlayıcı politikaları yeterince uzun ve sert bir şekilde yürütmekte isteksiz olmaları nedeniyle şok programların başarısız olduğuna inanmaktadırlar. Enflasyon oranı düşürülünceye kadar sınırlayıcı politikaların sürdürülmesi birçok firmanın üretimden çekilmesine ve daha az verimliliğe neden olacaktır. İstikrar politikaların tedrici uygulaması (gradualism) ise stabilizasyonun ağrısını zamana yaymakta, fakat politika yapıcıların politik desteği sürdürmekte yardıma gereksinimleri artmaktadır. Çıktı kaybını minimize ederken tüketici ve üretici güvenini sürdürmek mümkün olacak, üretim ve talep şoku yumuşatılacak ve sermaye oluşum eğilimini sürdürmek mümkün olacaktır. Tedrici politika uygulamasında problem, enflasyonist momentumu, uzun zamana yayıldığından kırmakta başarısız olması, enflasyonu besleyen sürecin tekrar çalışmasıdır.

Popülist İstikrar Politikaları

Yüksek enflasyon olayları endüstriyel dünyadan çok, gelişen ülkeler arasında yaygın olarak görülmektedir. Periyodik olarak %25’leri aşan sürdürülen enflasyon oranları Afrika, Asya, Ortadoğu ve Batı yarımkürenin gelişen ülkelerinde, politik istikrarsızlıklar ve bozulan dış ticaret hadlerine eşlik eden yüksek enflasyon olayları olarak görülmektedirler. Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Ekvator, Meksika, Parguay, Peru, Uruguay, Gana, Guvana, Zaire, İsrail, Türkiye gibi bir grup ülke kronik yüksek enflasyon yaşamışlardır[128]. Özellikle Latin Amerika ülkelerinde yüksek enflasyon sendromları izlenmektedir.
Latin Amerika ekonomik tarihinin; özellikle gelir dağılımı amaçlı olarak, düzensiz ve dramatik çevrimlerle sonsuz olarak kendini tekrar ettiği görülmektedir. Ülke ülke ve tekrar tekrar politika yapıcıları, büyük oranda, genişleyici mali ve kredi politikalarını, gelirin yeniden dağılımını ve büyüme için aşırı değerlenmiş paraya dayanan politikaları benimsediler. Bu politikaların yürütülmesinde mali sınırlamalar ve döviz sınırlamaları yoktu ve kısa dönemli bir ekonomik büyüme ve iyileşmenin ardından darboğazların yarattığı bir makroekonomik baskı, reel ücretlerde artış ve ciddi ödemeler dengesi sıkıntıları ortaya çıkmaktaydı. Popülizmin kendi kendini tahrip edici özelliği, kişi başına gelirde ve reel ücretlerde sert inişlerle, deneyimin sonunda açığa çıkmaktadır[129].
Populist politikaların sempatizanı, çoğunlukla üst düzey politikacılar ve dış faktörler olmaktadır. Dış istikrarsızlık, büyük ve sürdürülemez politikaların zorunlu sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu, hataları sürekli tekrar eden, hastalığa gebe kalkınma stratejisi; politika yapıcıların hafıza kaybıyla veya belki popülist mekanizmanın derin köklerinin önemsenmemesi veya ekonomide yeni politik bir yaklaşım olarak tanımlanabilir. Popülist politikaların öncüsü Latin Amerika ülkeleridir. Arjantin, Brezilya, Şili, Meksika, Peru, Nikaragua’nın politika yapıcılarının ekonomilerinin objektif koşullarına göre, sonunda döviz kısıtlamaları ve ekstrem enflasyonlar yaşadıkları güçlü genişleyici politikalar izledikleri görülür. Sonunda, reel ücretlerde sert düşüşler, pek çok uygulamada politik istikrarsızlık, şiddet ve askeri darbeler yaşanmıştır.
Fakirlik ve gelir dağılımında çarpıklıklarla mücadelede uygulanan programlar niçin yanlış sonuçlara ulaşmaktadır?
Gelişen dünyada yüksek enflasyonu stabilize etmek için farklı yaklaşımlar kullanılmıştır. Bu yaklaşımları çok genel olarak; popülist,  ortodoks ve heterodoks olarak ayırabiliriz.
Ortodoks programlar mali düzenlemelere giden, dış parasal dengeyi sürdürmek için döviz kurunu kullanırken parasal genişleme oranında sınırlamalara giderek ekonomiye nominal ankor oluşturan “para-baz” programlar ile, nominal ankor oluşturmak için döviz kurunu peg eden/ kancalayan “döviz kuru-baz” programlar olarak ayrılırlar. Ortodoks programlar mali dengeyi sağlayan tedbirler uygularlar. Ortodoks programlar uygulanma hızlarına göre “cold turkey”/ şok terapi, mali düzenlemeleri çok hızlı, tek adımda yapan yaklaşımlar ve “gradualist”-/ tedrici, mali açıkların azaltılmasını, azalan bir süre içinde tedrici olarak düzeltmeyi amaçlayan yaklaşımlar olarak ayrılırlar.
Heterodoks yaklaşımlar, diğer yaklaşımların bir takım özelliklerini taşıyan programlardır. Mali düzenlemeler, döviz kuru dondurmaları veya “döviz kuru path”inin anonsunu ve kesin ücret fiyat kontrollerini veya sosyal kontratı ifade eden gelirler politikalarından oluşurlar.
Popülist programlar, mali açığın düzeltilmesine gerek duymadan “ücret-fiyat kontrolleri”ni yürüterek ücret ve fiyatlara direkt müdahalelere odaklanırlar[130]. Populist stabilizasyon/ istikrar programları, gelişen ülke makroekonomik deneyimlerinin tekrarlanması özelliğini taşırlar. Yüksek enflasyonu stabilize etme amacından çok; durgun üretim, gelir dağılımı eşitsizliği ve dış kriz gibi bir grup makroekonomik problemle ilgilidirler. Bu programlar, enflasyonu stabilize etmekte farklı yaklaşımları nedeniyle popülist programlar olarak tanımlanırlar. Düşük enflasyonla hızlı büyümeyi ve toplam talebi uyarıcı politikaları izlemeyi ve ücret-fiyat artışlarını sınırlamayı birlikte kullanan politikalardır.
Ekonomik popülizm; büyüme ve gelir dağılımını vurgulayan, enflasyon riskini, açık finansmanını, dış sınırlamalar ve ekonomik ajanların piyasa mekanizmasına dayanmayan saldırgan ekonomik politikalara reaksiyonunu göz ardı eden bir yaklaşımdır. Yoğun sosyal reformlarla motive edilen popülist politikalar nihai olarak başarısızdırlar. Başarısız olduklarında, yola çıkarken lehlerinde oldukları gruplara korkulacak maliyetler yüklerler[131].
Çok tartışmalı bir kavram olan popülizme, politik bilimciler anlamlı ve kesin bir tanım getirmeye çalıştılar ve üç elementi üzerinde durdular.
·        Birincisi, popülizm politik mobilizasyonu kullanır, tekrar eden konuşma sanatından ve insanlara ilham veren sembollerden yararlanır.
·        İkincisi, çalışan sınıfı hedeflemekle birlikte orta ve üst sınıftan sektörlere yol açan çok yapılı koalisyonlar ve patlayıcı sınıf çatışmaları olmaksızın kalkınmayı arttırıcı reformist politikaları ifade eder.
·        Üçüncüsü, azgelişmiş ülkelerin genişleyen devlet aktivizmi ile birlikte, işçilerin endüstriyi hızlandırmasını sağlayan birleştiren-onarıcı yeniden dağılım tedbirlerini vurgular.
Popülist politika yapıcıları ve halk, ekonomik performanstan çok tatminsizdir. Ekonomi, orta ekonomik büyüme ile deneyimli, muhtemelen bir önceki stabilizasyon gayretlerinin sonucu olarak durgunluk veya depresyondan ani çıkış göstermiş ve bu önceki stabilizasyon çabası muhtemelen IMF’nin ekonomik büyümeyi azaltıcı, yaşam standartlarını düşürücü, dış dengeyi iyileştirici programlarıdır, hayli pürüzlü gelir dağılımı problemlerine ve genel olarak dış denge önceki programla iyileştirildiğinden uluslar arası rezerv birikimi olduğundan popülist genişleyici programlara imkan yaratan özelliğe sahiptir[132].
Popülist tanı; ekonominin önemli miktarda kullanılmamış prodüktif kapasitesinin olduğu, özellikle imalat sektöründe monopol gücü yüzünden ve azalan toplam talep nedeniyle gerçekleşmesi görüşüne dayanan politika reçetelerine yol açmaktadır. “Deficient”/ yetersiz talebin görülmesi, sınırlayıcı toplam talep nedeniyle olduğu kadar ücret kazançlarını deprese eden azaltan, kapitalistlere daha büyük marjinal tüketim eğilimleri empoze eden gelir dağılımı eşitsizliğinden de kaynaklanmaktadır. Bu nedenle önce, fakirlerin gereksinimlerini ön plana alan genişleyici mali politikalar ve ücret artışlarının uygulanması gelmektedir. Emek maliyetlerinin artması birim başına karı deprese etmesine rağmen, fiyat artışları söz konusu olmasa bile, talep arttığından, toplam kar çıktıdaki genişlemeyle arttırılabilir. Fiyat kontrolleri yoluyla monopol gücünün fiyatları yükseltmesi önlenebilmektedir.

Geçiş Ekonomileri Enflasyonu

1989 ve 1990’da Doğu Avrupa’da Bulgaristan, Macaristan Sovyetler Birliği gibi birçok ekonomi enflasyon oranlarında yüksek artışlar yaşarken, Polonya ve Yugoslavya hiperenflasyon ile deneyimlendiler.
Doğu Avrupa’da enflasyon özel tedbirleri gerektiren farklı bir olay niteliğindedir. Standart stabilizasyon programları uygulanabildiği kadar, çok özel niteliklere de sahiptir.
1989’da Doğu Avrupa’da komünizm çöktüğü zaman birçok ülke piyasa ekonomisine geçmekte tereddütlü ve nasıl geçeceğini bilemez durumdaydı. Bu konuda ileri sürülen tezler, stabilizasyonun zamanlamasından fiyat liberalizasyonunun hızına ve özelleştirmenin dizaynına kadar sıralanmaktaydı[133]. Bu konudaki tartışma, o dönemde çok ekstrem bir görünüm taşımaktadır. İş başına gelen hükümetler gerekli hazırlıkları yapamamışlar ve hızla kötüleşen ekonomik koşullarla karşı karşıya kalmışlardır. Politika tartışmaları kısa vadeli ve pragmatik konulardan ziyade uzun dönemli ve filozofiye dayanmaktadır. Özelleştirme ve tekelleştirmenin ortadan kaldırılması gibi mikro ekonomik konulardan ziyade makroekonomik konular tartışmaya hakimdir.
 Doğu Avrupa’da makroekonomik istikrarsızlık, devlet mülkiyetinin ekonomiye hakim olduğu sosyalist ekonomi döneminde başlamıştır ve stabilizasyon, geçiş sürecinin bir parçası olarak görülür. Bütün Doğu Avrupa ülkelerinde, bölgedeki hükümetlerin niyetleri; komünist partinin tek parti kuralının, devlet mülkiyetli endüstrinin ve merkezi planlamanın yerini Batı Avrupa stili çoklu demokrasi sisteminin, özel mülkiyetin ve piyasa sisteminin almasıdır[134]. Komünist dönemin sonunda reformcular arasında hakim görüş; fiyat liberalizasyonu ve paranın konvertibilitesi gibi makroekonomik konuların sırayla ele alınması şeklindedir. 1989’un sonunda Polonya’da hızla bozulan makroekonomik koşullar karşısında tartışmalar hızla makroekonomik stabilizasyona ve döviz kuru yönetimine kaymıştır. Ve temel değişime yaygın kamu desteği, politika tartışmasını radikal reformların yanına kaydırmıştır.
Doğu Avrupa ülkeleri alışılmış bir sınıflandırma ile orta gelir grubu ülkeleri arasına girmektedir. Nispi gelir düzeyleri, geçmiş büyüme oranları, sağlık ve eğitim düzeyleri, hepsi bu sınıfa sokulabilir.
Politik ve ekonomik krizler,  bu ülkelerin değişen dünya ekonomik büyümesine ve ticaret koşullarına uyum sağlamayı gitgide artan oranlarda başaramamasından kaynaklanmıştır. 1970’lerin ortalarından başlayarak bu ülkelerin tümünün büyüme oranlarında ortaya çıkan hızlı yavaşlama, bu uyum yeteneksizliğinin bir göstergesidir. Büyüme oranları 1980’lerde eskiye dönmüş ya da çok düşük kalmıştır. Diğer orta gelir düzeyindeki ülkelerdeki düşüşü andırmaktadır. Doğu Avrupa’nın yapısal reform ve düzenleme (adjustment) problemi, orta gelir ülkeleri; Brezilya, Meksika, İsrail’in uzun dönem büyüme ve nispi fiyat yapısına benzerliği nedeniyle orta gelir ülkeleri reform kategorisine girebilir. Bu ülkeler geçmişte uzun süre büyüme ve fiyat istikrarı sağlamışlar, 1970’ler ve 1980’lerde ciddi yapısal krizlere hedef olmuşlardır. Enerji, hammadde fiyatları gibi şoklara gösterilen yetersiz tepkiler, krizlerin ya nedeni olmuş ya da hızlanmalarına neden olmuştur. Bu dış şoklar Doğu ve Orta Avrupa’da gecikmeli bir etkiye sahiptir. Farklılık sadece zamanlaması ve derecesinde değil, burada bütün ekonomik ve politik düzen çökmesidir. Politik reformları izleyen ekonomik reformların orta gelir ülkeleri gibi sonuç vermesi beklenmiştir. Bu ekonomik reformların hedeflerinin bazı orta gelir gurubu ülkelerin hedeflerine benzediği görülmektedir.
Bu ülkeler, 1980’lere kadar kontrol edilen fiyat sistemine sahip oldukları için, fiyat enflasyonlarına ilişkin ölçümlemeler, iç dengesizlikler konusunda sağlıklı bir bilgi vermemektedir. Fiyatların liberalize edilmesiyle enflasyonun hızlandığı görülmektedir. İlk hızlanma 1989’da Polonya’da,  1990-91’de öteki Doğu Avrupa ülkelerinde olmuştur. SSCB’nde fiyatların serbestleşmesinin enflasyonist etkileri ciddi şekilde 1992’de görülmektedir.
Macaristan, Polonya, Çekoslovakya, Bulgaristan ve Romanya’dan oluşan beş Doğu Avrupa ülkesine 1990-1991’de  “Fund”- IMF destekli stabilizasyon ve fiyat reformunun uygulanmasında; başlangıçta tek banka sistemi uygulamasından, merkez bankasından ayrı bir ticari bankacılık sistemi, özelleştirme gibi yapısal reformlar görülür.
Reformun hedefleri, yakın zamanlarda öteki ülkelerde görülenlere ne kadar benzemektedir?
Benzer noktalardan biri, ekonomik yapının dünya ekonomisine entegrasyonunun sağlanmasıdır. Bu kontrol edilen fiyatlardan dünya fiyatlarına geçmeyi içermektedir.
Diğer benzerlik noktası, fiyat düzeyi ve iç-dış dengelerle ilgili makroekonomik istikrar hedefidir. Başlangıçta var olan, ya da fiyatlar üzerindeki kontrol kaldırılınca, çıkması kaçınılmaz olan yüksek enflasyon, ya da hiperenflasyonu gidermeyi gerektiriyordu. Bu noktaya kadar gerek hedefler gerek araçlar, öteki reformdakilere son derece benzemektedir.
Ekonomik düzenlemelerin başlangıcında, zaten kontrol edilen fiyatlar, yumuşak bütçe sınırlamaları, parasal hakimiyetin olduğu bastırılmış bir enflasyon söz konusudur. Reform değişiklikleri; tek banka sisteminden çıkmak gibi, finansal sistemde, mali yapıda, sosyal güvenlik sisteminde, özel mülkiyet haklarının tesisi, yoğun özelleştirme gayretleri gibi ekonomik davranış normlarında değişiklikleri içermektedir. Sovyet bloku gibi merkezi planlı olmayan ekonomilerde de yumuşak bütçe sınırlamaları, baskı altında tutulan iş sektörü, yüksek oranda sübvanse edilen devlet teşebbüsleri görülmektedir. Geçiş ekonomilerinden farklılıkları, içinde bulundukları yapının büyük oranda piyasa çıkışlı olması ve özel mülkiyet haklarının mevcut bulunmasıdır.  Geçiş ekonomilerinde bütün ekonominin merkezi olarak kontrol edildiği, piyasanın olmadığı, kamu mülkiyeti ve finansmanının olduğu bir sistemde reformun ve makroekonomik stabilizasyonun sağlanması söz konusudur.
Bu ülkelerin çoğunda, önemli fiyat liberalizasyonları ve makro ekonomik stabilizasyon veya en azından hiperenflasyon düzeyine ulaşmamak için atılacak yeterli stabilizasyon adımları anahtar niteliktedir.
Ekonomik reform stratejisi;
·        makroekonomik stabilizasyon;
·        ekonomik liberalizasyon,
·        devlet kuruluşlarını özelleştirme
olmak üzere üç temel elementi içermektedir.
Ekonomik liberalizasyon, ekonominin uluslararası ticarete açılmasını sağlayan, iç piyasaları dış rekabete açan ve özel mülkiyet haklarını koruyan yasal sistemin tesisini gerektiren büyük bir adımdır. Diğer temel adımlarla, makroekonomik stabilizasyonun kesin sınırlarının çizilmesi, geçiş süresinde çok zordur. Çünkü uygulamada, liberalizasyon ile kurumsal düzenlemelerle ve yapısal reformlarla yakın ilişkilidir[135].
Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği’nde, devlet teşebbüslerinin reformu, hükümetleri; daha evvel teşebbüs sektörüne ait olan, hane halkına sağlanan sağlık ve çocuk bakımı gibi konularda zorlamıştır. Ve geçiş ekonomilerinde devletin eğiliminin yeniden tanımlanmasına gidilmiştir. Artık bütçe, kaynak dağılımının temel aracı değil, kamu hizmetlerini sağlayan bir araçtır. Kaynak dağılımı aracı olmak bütçeden alınarak piyasaya verilmiştir.
Bütçenin harcamalar yanında yer alan reformlar, etkinliğin arttırılmasında daha iyi bir sistem olan fiyat sisteminin yaratılmasını sağlayabilmek için sübvansiyonların kesilmesi olmuştur. Reform döneminde dikkatler düşük gelir gruplarını koruyacak tedbirlere, bir sosyal güvenlik ağının (safety nets) gereksinimine dönmüştür. Sosyal güvenlik ağı, harcama yükü olarak bütçede yer almakta ve emek piyasasında uyarımları çarpıtmaktadır. Bununla birlikte, sosyal güvenlik harcamaları, düzenleme programlarına kamu desteğinin sürdürülmesinde hayati role sahiptir[136].
Makroekonomik politikalar ve stabilizasyon aracı olarak bir hükümet, bütçesini kontrol altında tutar. Kamu harcama ve vergi reformu temel noktayı oluşturur. Bir hükümetin ne kadar harcaması gerektiği, devletin eğiliminin yani ekonomideki büyüklüğünün ne kadar olması gerektiğinin yeniden tanımlanmasıyla ilgilidir. Devletin görevleri nedir? Birçok ülkede reformlar, birçok hizmetin üretilmesi ve finansmanının, eğer mümkünse devletin dışında yapılmasını amaçlar. Yine de Amerika Birleşik Devletleri’nde kamu sağlığı hizmetleri gibi örnekler konuyla ilgili muafiyetleri teşkil etmektedir[137].
Devlet harcamaları, devlet gelirlerinin arttırılabilmesine dayandığından, vergi reformları yapısal reformların başlıca konusunu teşkil etmektedir. Doğu Avrupa ülkelerinin çoğu, geçiş sürecine büyük devlet açıkları ve hızlı enflasyonla girdiler. Bu açıkları, devlet gelirlerini arttırarak ve harcamalarını azaltarak elimine etmek için de reform çalışmalarına öncelik verdiler. Reformun başlangıç süreci; kaynak dağılımında direkt devlet kontrolünün kaldırılmasını, direktiflerden daha çok fiyatlara duyarlı olarak firmalara, bireylere ve yerel hükümetlere bırakılmasını içerir. Ayrıca ticaret üzerinde direkt kontroller sürdürüldüğünden ilk yapılan uygulamalardan biri de sınırların özel ticarete açılması olmuştur.
Özelleştirme kaçınılmaz olarak reform sürecinden daha yavaş çalışmıştır. Fakat başarılı bir geçişin sağlanması için temeldir. Eğer devlet mülkiyetli firmalar satılırsa, bu, devlet için derhal gelir yaratır, yatırımlar için devletin olmayan fonlarda bir düşmeye neden olacaktır. Özelleştirme aynı zamanda özelleştirilmiş firmalardan devletin gelecekte sağlayacağı karlardan kayıp anlamına da gelmektedir. Bu nedenle de devlet gelirlerinin yeniden düzenlemesi sürdürülmelidir.
Reform sürecinde, devlet sübvansiyon ve harcamaları için pek çok yeni talep olacaktır. Yeni işsizler, destekleyici ödemeler umacak, mücadele içindeki firma ve çiftlikler sübvansiyon, ucuz kredi ve ticaret korumaları talep edecekler, alt yapı yatırım ihtiyacı çok yüksek olacak, gelir dağılımında adaletsizliğin artışı, yeniden dağılım talebi yaratacaktır. Ve bu finansman ihtiyacını karşılamak için gerekli vergiler ekonomik büyümeyi boğacak, yavaşlatacak kadar yüksek olacaktır[138].Kaynak dağılımında kesin bir devlet kontrolü olmaksızın bu yüksek vergi oranları dağılım kararlarında önlenemez bir çarpılma yaratacaktır. Bununla birlikte kaynak dağılım kararları devlet bakanlığı tarafından verilir. Fiyatlar da hükümet tarafından oluşturulur. Firmaların üretim plânları, finansal kârla da kayıpla sonuçlansa da hükümet tarafından verilir. Vergiler, kaynak dağılımı kararlarında endirekt etkiye sahiptir ve firmalardan sağlanan bilgiye dayandırılır. Firmalar karşı karşıya kaldıkları uyarımlar doğrultusunda bu kararları manipüle etmeye çalışırlar. Vergiler sadece kaynak dağılım kararları üzerinde endirekt etkiye sahip değil, biraz gelir dağılımı üzerinde de etkilidir. Normalde bireysel gelir vergileri mevcut değilken hükümet ücretleri indirme, tüketim malları fiyatlarını arttırma, tüketim malları üretimini azaltma yoluyla çalışanları dolaylı olarak vergilendirmektedir. Hükümetler, firma karlarını sadece vergi kanunlarıyla değil, ucuz kredi dağıtımının girdi ve çıktı fiyatlarını etkilemesi yoluyla da kontrol ederler. Genellikle bu fiyatlar piyasa fiyatından farklıdır ve hükümetin amaçlarına göre ticari kâr ya da zarara neden olurlar. İfade edilen bu vergi ve sübvansiyonlar devlet gelir ve harcamaları arasında gösterilmeyebilir. Firmalar devlet mülkiyetli olduğundan devlet ve firma bütçesi arasındaki fark herhangi bir durumda küçük bir öneme sahiptir[139].
Fiyatları çarpıtmayan yapısı ve toplama kolaylığıyla katma değer vergisi, piyasa sinyallerini oldukça açık hale getiren vergi tipi olarak reformların içinde yer almaktadır. Diğer bir kaynak olarak gelir vergileri bütün gelir kaynaklarını kapsamaktadır. Ülkeler tarife reformlarında nispi olarak düşük tek tip gümrük vergileri uygulamasına, yüksek tarifeleri lüks mallar üzerinden almaya teşvik edilmektedirler.
Geçiş ekonomileri de vergi yönetimiyle ilgili sorunlara sahiptir. Merkezi planlı ekonomilerde çok az gelir vergi ödeyicisi mevcuttur, bu nedenle yeni bir vergi toplama teşkilatının kurulması gerekmektedir. Devlet bütçesinden kamu ekonomik kuruluşlarının finanse edilmesi, bütçe açıklarının en önemi nedenlerinden olduğundan kamu teşebbüslerinin eğiliminin yeniden düşünülmesi gerekmektedir. Endüstrileşmiş ülkeler kamu sektörü büyüklüğünü küçültmüşlerdir. (Bu ekonomiler gelişmişlik düzeyinde olduklarından düşük gelir düzeyli kesim azalmıştır.) Geçiş ekonomilerinde yoğun özelleştirilmeler görülmektedir. Telekomünikasyon sistemleri, tren yolları, posta hizmetleri özelleştirilmektedir. Geçişte olan ekonomilerde yoğun özelleştirmeler bir grup spesifik makroekonomik probleme yol açmaktadır.
Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nde enflasyonun nedeni, hızlı parasal büyümeye yol açan bütçe açıklarıdır. Diğer yüksek enflasyonlar ve hiperenflasyonlardan farklı değildir. Bununla birlikte merkezi planlı ekonomilerde, stabilizasyon programlarının dizaynı ve yürütülmesinde göz önünde bulundurulması gereken önemli özel karakteristikler mevcuttur.
·        Birincisi, kamu teşebbüslerinin yumuşak bütçe sınırlamaları,
·        ikincisi devlet kuruluşlarında ücret disiplini eksikliği,
·        üçüncüsü hane halkı sektörüne verilen geniş sübvansiyonlar,
·        dördüncüsü, parasal hakimiyetin varlığıdır[140].
Sosyalist ekonomilerde devlet teşebbüsleri geleneksel olarak yumuşak bütçe sınırlamalarının konusudur. Düşük kredi maliyetleri, düşük sübvansiyonlar ve vergi muafiyetleri imtiyazlarına sahiptirler. Bunlar, devlet teşebbüslerini piyasa rekabeti gerçeklerinden korurlar. Devlet yöneticileri aşırı büyük yatırımlar yapmaya ve ücret artırımları yapmaya eğilimlidirler. Eğer yatırımlar bozulma eğiliminde veya karlar büyük ücret yükseltilmeleriyle sıkışmışsa, bu durumun yöneticiler üzerindeki etkisi minimum veya hiç yoktur. Bununla birlikte komünist yönetimde devlet yöneticileri, zararına çalışan teşebbüsleri devletin kapattığını bilirler. Bunun kanıtı iflasların nadiren veya hiç olmamasıdır.
Ücret disiplini de geleneksel olarak devlet teşebbüslerinde, yöneticiler kar amaçlı çalışmadığından çok zayıftır. Devlet teşebbüsleri yöneticileri bazen işçilerin kendi tarafından seçildiğinden, işçilerden gelen talepleri vermeye hazırdırlar. Bu nedenlerle yöneticiler ücret artışlarını sınırlama eğiliminde değildirler ve çoğunlukla merkez bankasından sağlanan ucuz kredilerle finanse ederler. Bu koşullar çoğunlukla ücret artışlarının prodüktivite artışları üzerinde olmasına neden olur.
Komünist rejimler, bütçe açıklarının en önemli nedenlerinden biri olan hane halkına verilen geniş sübvansiyonların büyüklüğüyle tanımlanırlar. Komünist hükümetler, bütçeden sübvansiyonları kullanarak tüketici fiyatlarını düşük tutmaya çalışırlar. Bu sübvansiyonlar, yüksek enflasyon koşullarını yaratan büyük bütçe açıklarının en önemli faktörlerinden birini teşkil eder. Örneğin 1989’da Polonya’da yiyecek, tarımsal girdi ve kömüre verilen sübvansiyon GSYİH’nın %8’ini aşmıştır[141].
Doğu Avrupa ülkeleri parasal hakimiyetten muzdariptirler. Geçmiş bütçe açıklarının para yaratılarak finanse edilmesi nedeniyle ve kontrol edilen fiyatlarla yönetilen bir ekonomide, büyük satın alma gücü birikimi mevcuttur. Kıtlıklarla sonuçlanan bastırılmış bir enflasyon söz konusudur.
 Çıktı daralmaları diğer ülkelere oranla niçin daha geniştir?
·        Birincisi, ulusal istatistiklerin özel sektör çıktı hızlı büyümesini ve gayri resmi sektör üretimindeki artışı doğru ölçememesidir.
·        İkincisi, yumuşak bütçe sınırlamalarının eliminasyonu ve katı para politikalarının yüksek reel faizlere ve katı kredi sınırlamalarına yol açmasıdır.
·        Üçüncüsü, komünist yapıda özel sektör için uygun insan sermayesinin oluşmaması, nedretidir.
·        Dördüncüsü, Sovyetler Birliği ve CMEA (Council for Mutual Economic Asistance)’nın dağılmasını izleyen dış ticaret akımında çökme ve
·        Beşinci olarak bir grup ülkenin dış ticaret hadlerinde bozulmadır.
·        Altıncı olarak yeterli dış desteğin olmaması, farklı derecelerde çıktı azalmasına katkıda bulunmuştur.
Fakat en temel neden dış ticarette çok büyük düşüş ve bunun arz-talep üstünde yarattığı etkidir[142].
Ülkeler arasında çıktı daralmalarının farklı derecelerde olmasını ise;
·        endüstrileşme derecesi,
·        insan sermayesi stokunun düşük düzeyi,
·        ekonominin açılık derecesi,
·        ekonominin şehirleşme derecesi belirlemektedir.
Spesifik ülke koşulları, başlangıçtaki yapısal koşullar belirleyici nedenler olmaktadır.
Fiyatlar liberalize edilince; kontrol edilen fiyatlar, piyasa mekanizmasınca belirlenen dünya fiyatları seviyesine gelince[143], biriken satın alma gücünün oluşturduğu baskı, fiyatlar hızla ani bir şekilde yükseldiğinden kaybolacaktır. Bu, stabilizasyon programının başlangıç koşulunu oluşturur.
Pek çok ekonomist makroekonomik stabilizasyonda;
·        fiyatların liberalleştirilmesini,
·        devlet teşebbüslerine katı bütçe sınırlamaları getirilmesini,
·        ekonomide serbest ticaret ve konvertibl paraya dayalı realistik/ gerçekçi fiyat yapısının tesisini,
·        bütçe açıklarının kontrol altına alınabilmesi için sübvansiyonların azaltılmasının,
·        devlet teşebbüslerinde ücret kontrollerinin izlenmesi,
·        ücretlere piyasa disiplinin uygulanmasının,
·        ekonomide parasal hakimiyetin sona erdirilmesinin izleyeceğine inanır.
Bu reform adımlarının atılmasında politika seçimi temel soruyu oluşturmaktadır. Çıkış noktası, diğer bir deyişle şok terapi (cold turkey – big bang) mi yoksa tedrici politikalar (gradualism) mi seçilecektir. Hiper enflasyon ve yüksek enflasyon oranlarını içeren kümülatif deneyimlerden çıkarılan sonuç, enflasyonun stabilizasyonunda şok terapinin açık avantaja sahip olduğudur. Son zamanlarda Bolivya, Meksika ve İsrail’in yaşadığı başarılı deneyimler bunu göstermektedir. Kredibilite ve fiyat sinyalleri eksikliği çoklu ankor/  çıpa uygulanmasına, heteredoks yaklaşıma neden olmuştur. Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Romanya, Bulgaristan, Romanya “bing  bang” / şok terapi yaklaşımını, Macaristan ise “gradualism”/ tedrici politikaları tercih etmiştir. Reform alanlarında farklı tercihler izlenir. İngiltere, şok terapiyi tercih ederken diğer Avrupa ülkeleri stabilizasyonun sağlanmasında tedrici yaklaşımı tercih etmişlerdir. İsrail, enflasyona şok terapi uygulamış fakat, finansal, sermaye, döviz piyasalarının açılışında tedrici stratejiyi kullanmıştır[144].
Piyasaların düzenlenme hızı, değişen sinyallere, kredibiliteye, “future market” çevresinin verdiği sinyallere dayanmaktadır. Döviz piyasaları ve ulusal finansal piyasalarda, düzenlenme maliyetleri düşük olduğundan, düzenlenme hızı yüksektir. Mal ve emek piyasaları düzenlenme hızları ise uzun sürer. Herhangi bir reform, karmaşık yasama, kanunları gerektirir. Büyük ölçekli devlet teşebbüslerinin özelleştirilmesi veya katma değer vergisinin ya da gelir vergisinin hayata geçirilmesi gibi yeni bir reformun tanıtılması, işlem prosedürü, yönetme mekanizması daha önceden mevcut olmadığı için uzun zaman alacaktır. Yapısal düzenlemeler, piyasaya dayalı gelişmiş ekonomilerin çoğunda reform kredibiliteye sahip olsa bile yavaş işleyen bir süreçtir. II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa ekonomilerinin yeniden imar gayretleri veya yapısal düzenleme gayretlerini büyük stabilizasyonlar izlemiştir.

 Geçiş Ekonomilerinde Enflasyonu Sona Erdirmek İçin İstikrar Tedbirleri

Merkezi planlı ekonomilerden piyasa mekanizmasına geçen pek çok ekonomi fiyat istikrarını sürdürme güçlükleriyle karşı karşıya kaldı. Yüksek enflasyon Doğu Avrupa’da, eski Sovyetler Birliği’nde olduğu kadar Doğu Asya’da Çin ve Vietnam’ı da etkiledi.
Yüksek enflasyon iki faktörden kaynaklanmaktaydı. Mali dengesizlik ve makroekonomik yönetime olan güven eksikliği. Bu faktörler para arzındaki hızlı büyüme ile ulusal paradan kaçış/ dolarizasyon ile sonuçlanmakta ve yüksek enflasyon üretmektedir.
Hükümetlerin faaliyetleri için merkez bankasından borçlanması, para arzındaki hızlı artış ile sonuçlanmaktadır. Bu faaliyetler resmi olarak bütçede izlenebilmektedir. Mali açık benzeri iki açık;
·        sosyal veya bölgesel harcamalar için bütçesel fonlar,
·        merkez bankası ve
·        diğer bankalardan devlet mülkiyetli teşebbüsler için alınan fonlar görülmektedir.
Bu üç temel faktörün sonucunda para arzı hızla büyümektedir.  Bütçe açıkları, ekstra bütçe benzeri harcamalar ve devlet banka sisteminden borçlar.
Paraya güven kaybı, paranın el değiştirme hızını yükseltmiştir. Bu durum birkaç faktörden kaynaklanmaktadır. Banka sisteminde mevduatlara uygulanan düşük faizlerin nakit ikâmesi ve sermaye kaçışını hızlandırması, paranın el değiştirme hızını arttırması. Yüksek enflasyonlar paradan kaçışı, özellikle elde para tutmaktan kaçışı uyarır. Gelecekte oluşacak bütçe açıkları, gelecek enflasyon beklentisini ve gelecekte vergilerin aratacağı beklentisini uyarmaktadır. Para müsaderesi korkusu 1991 – 1993 döneminde Rusya’da görülmüş ve paradan kaçışı uyarmıştır[145].

 Stabilizasyon Programlarının Başında Başlangıç Fiyat Şokları

Stabilizasyon programları uygulandığında, birçok olayda başlangıçta fiyat şokları umulandan büyük olmaktadır. Umulandan daha yüksek fiyat şoklarının kaynağı; absorbe edilmemiş geniş parasallaşmanın varlığı, başlangıçtaki büyük devalüasyonun etkisinin tahmin edilenin altında olması ve bir kısım devlet mülkiyetli monopollerin davranış şekillerinden kaynaklanmaktadır.
Geniş parasallaşmanın mevcudiyetinden dolayı geçiş ekonomileri, başlangıçtaki fiyat düzeyi sıçramalarını ilave anti enflasyonist düzenlemelerle tasarruf etmelidir. Eğer sistemde; para – kredi – ücretler gibi nominal büyüklüklere eğilim varsa, başlangıç fiyat düzeyi “inertia”/ süredurum doğrultusunda umulandan daha yüksek fiyat düzeyine yol açacaktır. Bu durum Polonya, Bulgaristan ve az çok Çekoslovakya’da ortaya çıkmıştır. Polonya’da gerçekleşen ücretlerin ücret tavanını aşması durumunda yönetici önemli ilave vergiler ödemek zorunda kalmaktadır[146].
Başlangıç fiyatlarının umulanın üstünde olması, hafifletici bir devalüasyon, daha sonra tedrici olarak kaldırılacak geçici ücret – fiyat kontrollerinin uygulanmasıyla kontrol edilebilir. Bazı monopol yapılı sektör fiyatlarının, anahtar mallarda ticaret marjlarının belirlenmesi, koşullanması kadar bunlar “moral suasion”/ ahlaki telkinler yoluyla da sağlanmıştır.

Mali Konsolidasyon

Makroekonomik stabilizasyonda çok önemli bir adım enflasyona neden olan mali ve mali benzeri açıkların eliminasyonu, konsolidasyonun sağlanmasıdır. Açıkların azaltılması, çoğunlukla harcamaları ve vergileri içeren operasyonların yapılmasını gerektirir. Bu durum, geçiş ekonomilerinin mali yapısının piyasa ekonomileriyle karşılaştırılmasını gerektirir. Merkezi ve Doğu Avrupa’daki geçiş ekonomilerinin bütçe karakterlerini incelediğimizde dikkati çeken birkaç nokta vardır[147]. Reformlar bu, birkaç alışılmadık bütçe karakteristiğinden başlamalıdır.
Gelir yanına bakıldığında, gelirlerin büyük oranda devlet teşebbüslerinin kârlarının vergilenmesinden sağlandığı görülür. Devlet teşebbüslerinden, daha etkin ve modern katma değer vergi sisteminden ziyade endirekt vergilemeden gelir sağlanmaktadır. Bireysel gelir vergileri hemen hemen yoktur. Gelirin geleneksel kaynağı devlet teşekkülleri üzerindeki vergilerin, piyasa reformu başladığında hızla düşme eğiliminde olduğu görülmektedir. Çünkü piyasa reformu, devlet teşebbüslerine vergiden sakınmak için yeni bir yol sunmaktadır. Vergiden sakınmanın en basit yolu, devlet teşebbüslerinin işçilerine ücret ve kârları yüksek oranlarda ödeyerek kârlılığı düşürmeleridir.
Vergi reformunda anahtar adım, mali birleşme; vergi sisteminde devlet teşebbüslerini baz alan kâr vergileri ve “turnover”/ devreden vergilerden katma değer vergisi ve bireysel gelir vergilerine geçmektir. Polonya’da 1987’de çoğunlukla devlet teşebbüslerinin vergilenmesinden gelen gelir GSYİH’nın % 12’sinden 1993’te % 4,2’sine düşmüş, bireysel gelir vergileri hiç yokken % 9’lara yükselmiştir. Toplam olarak devlet gelirlerinde 1987’de % 52.4’ten 1993’te % 47,6’ya ılımlı bir düşüş görülmektedir[148].
Mali konsolidasyon, çok tipik olarak sübvansiyonlarda ve kamu yatırım harcamalarında ani azaltılmaları içerir. Yatırım harcamalarının çoğu, bütçeden teşebbüslere transferlerdir. Polonya’da; sağlık harcamaları, eğitim ve kamu yönetimi gibi devlet mal ve hizmetlerine, sosyal transferlere ayrılan pay, sübvansiyonlar ve kamu yatırımlarının azaltılmasından sağlanan kazanç oranında arttırılmıştır. Toplam devlet harcamaları GSYİH’nın yüzde oranında 1987’de GSYİH’nın % 50.4’ünden 1993’te % 49,9’una bir düşmeyle ortalama olarak sabit devam etmiştir[149].
Genel olarak; VAT/ katma değer vergisine geçiş, devlet teşebbüsleri kârlarının vergilendirilmesinin azaltılması, “turnover tax”/ devreden vergilerin azaltılması, devlet teşebbüslerinde sübvansiyonların azaltılması diğer yandan yüksek sosyal transferler, eğitim – sağlık harcamalarının sübvansiyon ve sermaye harcamalarında azalmaya denk oranda artması, devlet harcamalarının GSYİH oranı düzeyinde değişmemiş olması, bütçe baskısının azalmasına katkıda bulunamamaktadır.
Vergi reformu ve devlet harcamalarının azaltılmasına ilave olarak, devletin bütçe açıklarının kısa dönemde finansmanı sağlayacak yeni metotlar geliştirmesi önem kazanmaktadır. Örneğin devlet hazine kağıtları piyasası mali politikaya ve geçiş ekonomileri anti enflasyonist politikasına, devletin merkez bankası yerine vatandaşından borçlanılmasına olanak tanıyarak esneklik kazandırır.
Bütçe açıklarının parasal finansmanının azaltılmasında dış borçlanma önemli bir rol üstlenir. Eğer hükümet uluslararası finansal piyasalardan borçlanabilirse (uluslararası bono piyasası veya IMF), Merkez Bankasından borçlanmasına gerek kalmaz. Aynı büyüklükte bütçe açıklarının para arzı arttırılmaksızın finanse edilmesi mümkün olur.
Özelleştirme, mali konsolidasyonda birkaç nedenle önemli rol oynayabilir. Devlet, devlet mülkiyetli varlıklarını satarak gelirlerini yükseltebilir. Devlet teşebbüslerinin özel mülkiyete transferinde devlet, genellikle zararına çalışan firmalara (loss – making firms) sübvansiyon sağlama (politik) yükümlülüğünden kaçmaktadır. Bu endirekt yolla, özelleştirmeyle “soft budget constraint”/ yumuşak bütçe sınırlamaları nedeniyle kamu sektörü teşebbüslerine bütçe açıklarına katkıda bulunan fon aktarımını azaltır.  Aynı zamanda özelleştirme, sosyal güvenlik yükümlülüklerinin maliyetine de katkıda bulunur.
Enflasyon çok yüksek olduğunda, parasal faktörler hakim durumdadır. Bu nedenle bütçe açıklarının ve hızlı kredi genişlemelerinin sona erdirilmesi, yüksek enflasyon oranını sonlandırmakta yeterlidir.  Enflasyon nispi olarak düşük orana indikten sonra (yıllık % 30’un altı gibi), daha ileri bir enflasyon oranı düşürülmesinin (disinflation) maliyeti ortaya çıkmaktadır. Süren enflasyonun elimine edilmesi için daha doğru mali ve parasal disiplinin sağlanması gereklidir. Enflasyon oranının düşürülmesinin maliyeti (çıktı azalması ve geçici yüksek işsizlik) ekonominin farklı yapısal faktörlerinden etkilenir[150].
Mali benzeri harcamalar; döviz kuru garanti şemasıyla ilişkili sübvansiyonları, firmalar ve bankalara yüksek oranda negatif reel faizlerle sağlanan kredilerden sonuçlanan sübvansiyonları ifade eden borç zararlarının ekstra bütçesel finansmanını içerir. Bu son grup, üretimin sürdürülmesini, endüstri ve tarımda istihdamın sürdürülmesini yansıtır. Bu sübvansiyonlar devlet olmayan sektöre verilen merkez bankası kredileri toplamında, merkez bankası (discountrate) iskonto oranı ile enflasyon oranı arasındaki fark olarak hesaplanır[151].
Reform gecikmeleri ve yapısal değişikliklerin dirençle karşılandığı ülkelerde konsolide açıkların açık mali zararlardan çok daha büyük olduğu görülür.

Yapısal Engeller

Stabilizasyon programının karşılaştığı yapısal engeller;
·        yaygın ücret ve fiyat endekslemeleri,
·        teşebbüsler arasında rekabet eksikliği,
·        devlet mülkiyetli teşebbüslerde yoğun emek gücüdür.
Ücret ve fiyat endekslemeleri, sınırlayıcı mali ve parasal politikalar uygulanmaya konulsa bile, ücret – fiyat spiralinin devam etmesine neden olur. Teşebbüsler arası rekabet eksikliğinde makroekonomik tedbirler sınırlayıcı bile olsa direşken enflasyonla sonuçlanmaktadır. Devlet teşebbüslerinde ücret görüşmeleri ekonomik olmaktan çok politik hakimiyet altındadır. Devlet teşebbüslerinin yöneticileri, sınırlayıcı kredi kontrolleriyle karşı karşıya kalsalar bile şirket kârlarını yüksek ücretler olarak ödemekte gönüllüdürler. Diğer çeşit sınırlayıcı emek piyasası uygulamaları ücret enflasyonunda kısa vadeli direşkenliğe yol açar ve nihai olarak yüksek işsizliğe neden olur. İşçi kovulmasına getirilen sınırlamalar, işsizlik yükselse de ücret artışları için baskı yapabilmeleri için işçilerin pazarlık gücünün kuvvetlenmesine neden olur.
Doğu Avrupa geçiş ekonomilerinde başarılı özelleştirmeler daha çok hizmet ve ticaret sektörlerinde yer alan nispi olarak küçük teşebbüslerde olmuş, büyük ölçekli daha çok imalat sektöründe bulunan devlet teşebbüsleri devletin olarak kalmıştır. Bu durum, kısmen yasal ve politik uygulamadan kaynaklanan (yabancı veya ulusal yatırımcı yetersizliği gibi) nedenlerledir. Temel sorun, özelleştirme aşamasında ve sonrası, işçi ve yöneticilere piyasa çıkışlı davranışların nasıl öğretileceğidir.
Devlet teşebbüslerinin özelleştirilmesiyle, verilen sübvansiyonlar ve ucuz kredilerin baskısı kaldırılırken bölgesel istihdam problemiyle karşılaşılmaktadır. Ham madde ve kredi dağılımıyla uğraşan yöneticilerin dikkati şimdi teşebbüslerin performansını kârlılıklarıyla ölçmeye, pazarlamaya ve finansal yönetime yönelmiştir.
Enflasyon oranının düşürülmesi (disinflation) için geliştirilen programlar; çoğunlukla ücret endekslemelerinin kaldırılmasını, uluslararası ve ulusal ticaretin liberalizasyonunu, piyasaya dayalı disiplinin arttırılması için özelleştirme ve emek piyasalarında düzenlemelerin kaldırılmasını gerektirir. Ücret – fiyat kontrolleri ve diğer tip gelirler politikaları deneyimleri yaşayan birçok ülke, bu müdahaleleri istenmeyen hale sokan, politik çatışmalara yol açan kıtlık ve çarpıklıklar yaşamıştır. Bu politik çatışmalar devletin istikrar çabalarını zayıflatmaktadır.

İstikrarı Destekleyen Parasal Politikalar

Pek çok durumda yüksek enflasyon ülkelerinde, para politikasının biraz bağımsızlığı söz konusudur. Merkez bankaları bütçe açıklarının kapatılmasını sağlayacak parayı ödünç vermeye zorlanırlar. Bu nedenle, parasal stabilizasyona gidebilmek, birçok olayda parasal politika yoluyla değil mali politika yoluyla sağlanabilir. Bununla birlikte başarılı bir stabilizasyon programına eşlik edecek pek çok parasal seçim mevcuttur ve gerekir.
Döviz kuru rejimi ile ilgili çeşitli uygulamalar vardır. Döviz kuru serbest dalgalanmaya mı bırakılmalı, yoksa merkez bankası resmi kur mu anons etmeli, ya da söz verilen düzeyde kuru stabilize etmek için döviz piyasalarına mı müdahale mi edilmeli, çoklu kur mu uygulanmalı? [152] Tarihsel deneyimler bize bu konuda seçenekler sunmaktadır.
Birçok orta ve büyük ölçekte ekonomi düşük enflasyonu, gerçekçi kurda dalgalanan döviz kurunda gerçekleştirmişlerdir[153]. Dış ticarette açık birçok ülke de büyük ticari partnerine peg ederek/ kancalayarak, realistik sabit kur uygulamışlardır. Yüksek enflasyonu sonlandırmak için birçok ülke mali konsolidasyona eşlik eden geçici bir dönem için peg edilmiş döviz kurunu denemişlerdir[154]
İstikrara destek veren parasal yönetim için uzun dönemli kurumsal değişikliklere gereksinim vardır. Bütçe açıklarının parasal finansmanının tersine dönen etkisini önlemek için, merkez bankalarına hazineden gelecek kredi taleplerini geri çevirebilmekte yeterli bağımsızlığın verilmesi önemlidir. Merkez Bankası guvernörlerinin hükümet veya parlamento tarafından kovulamaması,  parasal genişleme için politik baskıya direnç gösterebilmelerine neden olmaktadır. Bu koşullar için ileri sürülen bir alternatif ; “currency board”/  para kurulu olmaktadır.
Eski merkezi planlı ekonomilerde bankacılık sisteminin geçişinin sağlanmasında ilk adım makroekonomik konulara odaklanabilecek bağımsız merkez bankasının kurulması ve mikro ekonomik kredi dağıtımının sağlaması için ticari banka ağının tesisini gerektirmektedir. Parasal yönetim geçiş ekonomilerinde yeni bir aktivite/ faaliyettir. Yeni bir parasal programın oluşturulması gereksinimi, kredi genişlemesinin hesaplanması, ülke para talebinin hesaplanması ve ödemeler dengesi denkliği ve ekonomik büyümenin ölçüsü ve enflasyonla ilgili hesaplamaların yapılması, ekonominin davranışlarıyla ilgili temel bilginin sağlanmasını gerektirir ve yetersiz veri yapısı söz konusudur. Toplam kredi ve para, birçok bireysel karara dayanmaktadır[155]. Daha iyi veri, merkez bankasını kredi ve para talebinin tahminlerinde daha analitik araçlara kavuşturacaktır. Yeniden şekillendirilen merkez bankasının, toplam kredi genişlemesini kontrol etmek için yeni enstrümanlara gereksinimi vardır[156]. Kredi tavanı, rezerv gereksinimi, açık piyasa işlemleri gibi.
Geçiş ekonomilerinde yeni firmaların ortaya çıkması, kredilerin sağlanmasındaki zorluk nedeniyle sınırlı olmaktadır. Bir dereceye kadar banka sistemi büyük devlet teşebbüslerine odaklanmaktadır. Yeni firmaların kredibilitesi yok ve potansiyel borç talep edenlerin bir kısmı sahtekâr olduğundan, mali piyasalar derinlik kazanmadığı için, geçmiş deneyimleriyle eski teşebbüsler borç verilebilir fonların kullanıcılardır[157].

Yeni Bir Paranın Yaratılması

Pek çok koşulda yüksek enflasyonun tedavisinde teşebbüslerden biri de ya paralel bir para yaratılması ya da paranın adında değişiklik yaparak yeni bir para yaratılmasıdır. Geçiş ekonomileri için yeni bir paranın yaratılması yeni bir devletin yaratılmasının veya başarılı bir stabilizasyonun sembolüdür. İsminin değişmesi sembolik özelliğinden ayrı olarak, farklı kategoride yükümlülük ve varlıklara uygulanan tek tip olmayan değişim oranı, mevcut parasallaşmanın elimine edilmesine, ortadan kaldırmasına neden olabildiği gibi servetin yeniden dağılımını da sağlar[158]. Paralel para ya özel bir paradır ya da “currency boards”/ para kurulunun, devletin yarattığı bir paradır. Rusya gibi büyük bir ülkede kullanılan dolar özel para niteliğindedir.

Kaynaklar

Agenor Pierre, Richard and Peter J. Montiel,  Development Economics, Princeton University Press, 1996
Allen Mark,” The Link Between Structural Reform and Stabilization Policies-An Overview”-Coordinating Stabilization and Structural  Reform, edited Richard C.Barth, Alan R.Roe and Chorng-Huey Wong,IMF,1994
Altuğ F. Nuray, Gelişmekte Olan Ülkeler Yönünden Dış Borçlanmanın Ekonomik Önemi ve Türkiye’nin Dış Borçlanması, M.Ü. İ.İ.B.F. Yayın No: 544/395, 1986
Altuğ F.Nuray, İstikrar Politikaları ve Ülke Örnekleri,  Türkmen Kitabevi, 20001
Atkinson A.B. and J.E.Stiglitz,  Lectures on Public Economics, McGraw-Hill Book Company,1980
Balino Tomas J.T., “Financial Sector Reform: Scope and Sequencing”- Macroeconomic Management, edited by Soumitra Sharma, Mac Millian Press Ltd., 1995
Baumol William  J. and Alan  S. Blinder,  Economics-Principles and Policy, fourth edition, Harcourt  Brace     Javanovich  Publishers, 1988
Beckerman Paul, The Economics of High Inflation, Macmillan, 1992
Blanchard  Olivier Jean, Kenneth A. Froot and Jeffrey D. Sachs, “Introduction”-The transition in Eastern Europe-Country Studies -volume 1, edited by Olivier Jean Blanchard,Kenneth A. Froot and Jeffrey D. Sachs, The University of Chicago Press,1994
Blejer Mario I.and, Marko Skreb,”Stabilization After Five Years of Reform: Issue and Experiences”-Macroeconomic Stabilization in Transition Economies, edited by Mario I.Blejer and Marko Skreb, Cambridge University Press, 1997
Burdekin Richard C.K. and Thomas D. Willett, “The Importance of Central Bank Independence” – Budget Deficits and Economic Performance, Routledge, 1992
Case Karl E. and Ray C. Fair, Principles of Macroeconomics, fourth edition, prentice Hall  inc.,1996
Chrystal Alec  K.  and Simon  Price, Controversies in Macroeconomics-third edition , Harvester Wheatsheaf,  1994
Cobham David, Macroeconomic Analysis an Intermediate text, second edition, Longman Group UK Ltd, 1998
De Melo Martha, Cevdet Denizer and Alan Gelb : “From Plan to Market : Patterns of Transition” –Macroeconomic Stabilization in Transition Economies, edited by Mario I. Blejer and Marko Skreb, Cambridge University Press, 1997
Dariusz Rosati, “Foreign Trade Liberalization During the to A Market Economiy” – Economic Transformationin East - Central Europa and the Newly Independent States,  edited by Gabor Hunya, Westview Press, 1994
Dornbusch Rudiger and Alejandro Reynoso, “Financial Factors in Economic Development” – Policy Making in the Open Economy, Oxford University Press, 1993
Dornbusch Rudiger and Luis Tellez Kuenzler, “Exchange Rate Policy : Options and Issues” -Policy Making in The Open Economy - Concept and Case Studies in Economic Performance, edited by Rudiger Dornbusch, Oxford Unıversity Press, 1993
Dornbusch Rudiger and Stanley Fisher, Macroeconomics, fifth edition, Mc Graw Hill, 1990
Eckstein Otto, Core Inflation, Prentice Hall Inc., 1981
Edgmand Micheal R., Macroeconomics Theory and Policy-, third edition,  Prentice Hall.Inc, 1987
Friedman Benjamin and Frank H. Hahn, Handbook of Monetary Economics, Vol. II., Elsevier Science Publishers B.V., 1993
Friedman Milton, The Counter – Revolution in Monetary Theory,  Published The Wincott Foundation by The Insttitute of Economic Affairs, 1970,  fiftth impression 1983
Frisch Helmut, Theories of Inflation, Cambridge University Press, 1990
Froyen Richard  J. ,Macroeconomics-.Theories and Policies. third edition, Mac Millan, 1990
Gordon Roger H.,”Fiscal Policy during the Trantision in Eastern Europe”-The Trantision in Eastern Europe- restructuring, volume 2, edited by Olivier Jean Blanchard,Kenneth A.Froot,and Jeffrey D.Sachs, The University of Chicago Press, 1994
Gwartney James D. and Richard L. Stroup, Macroeconomics- private and public choice, fourth edition, Harcourt Brace Javanovich, 1983
Haggard Stephen and  Robert R. Kaufman, “The Political Economy of Inflation and    Stabilization in Middle Income Countries” – The Politics of Economic Adjustment, International Constraints, Distribute Conflicts and State, edited  by Stephen Haggard and Robert R. Kaufman, Princeton University Press, 1992
Heinz Kohler, Economics, D.C. Heath and Company, 1992, p.213
Holden K., D.A. Peel and  J.L. Thompson, Economic Forecasting : An Introduction, Cambridge University Press, 1990,
Kirschen E.S., J.Benard, J.Faland, F.Hertog, L.Morissens, E.Tesco,  Economic Policy in Our Time. Vol.1- General Theory, North –Holland Publishing Company, 1964
Kolodko Grzegorz, Danuta Gotz-Kozierkiewicz, Elzbieta Skrzeszewska-Paczek, Hyperinflation and Stabilization in Post Socialist Economies, Kluwer Academic Publishers, 1992
Little I.M.D., Richard N. Cooper, W. Max Corden and Sarath Rajapatırana, Boom-Crisis and Adjustment-The Macroeconomic Experience of Developing Countries, Oxford University Press, 1993
McCallum Bennett T., Monetary Economics – Theory and Policy, Maxwell-MacMillan International Editions, 1989
Miller Roger LeRoy and David D. VanHoose,  Modern Money and Banking, , third edition, McGraw Hill International Editions, 1993
Miller Roger.LeRoy and R. Pulsinelli, Modern Money and Banking , second edition, Mc Graw Hill, 1989
Paya M. Merih, Makro İktisat, Filiz Kitabevi, 1997
Sargent,.” Thomas J Stopping Moderate Inflation: The Methods of Poincare and Thatcher”- Inflation, Debt and Indexation edited.by Rudiger Dornbusch and Mario Henrique Simonsen, Massachusetts Institute of Technology, 1983
Sherman Howard J., Stagflation – An Introduction to Traditional and Radical Macroeconomics – second edition, Harper and Row Publishers, 1983
Siklos Pierre L., “The Link Between Money and Prices Under Different  Policy Regimes : The Postwar Hungarian Experience” – Great Inflations of the 20 th Century – Theories, Policies and Evidence, edited  by Pierre L. Siklos and Edward Elgar, 1995
Siklos Pierre L., Great Inflations of the 20 th. Century Theories, Policies and Evidence,  edited by Pierre L. Siklos, Edward Elgar, 1995
Socher Karl and Theresia Theurl, How to stop Inflation ?Macro Economic Management, edited by Soumitra Sharma, Mac Millian Press Ltd., 1995
Stevenson Andrew, Vitantonio Muscatelli and Marry Gregory, Macroeconomic Theory and Stabilization Policy, Philip Allan, 1988
Stiglitz Joseph E., Kamu Kesimi Ekonomisi, çeviren Ömer Faruk Batırel, Marmara Üniversitesi yayın no:549- İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yayın no: 396, İstanbul 1994
Subrata Ghatak and Nigel M. Healey and Peter Jackson, The Macroeconomic Environment, George Weidenfeld and Nicolson Ltd., 1992
Taylor Lance, Income Distributions, Inflation and  Growth - Lectures on Structuralist Macroeconomic Theory, Massachusetts Institute of Technology, 1991
Vane Howard R. and John L. Thompson, An Introduction to Macroeconomic Policy, fourth edition, Harvaster Wheatsheaf, 1993
Vēgh Carlos A., “Stopping High Inflation: An Analytical Overview”- Great Inflations of the 20 th Century   Theories, Polices and Evidence, edited by Pierre L. Siklos, Edward Elgar, 1995





·    “F.Nuray Altuğ, İstikrar Politikaları ve Ülke Örnekleri,  Türkmen Kitabevi,  2001” künyeli kitaptan  ve  Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi, İktisat Bölümü, İktisat Politikası ders notları’ndan derlenmiştir.
[1]      E.S. Kirschen, J.Benard, J.Faland, F.Hertog, L.Morissens, E.Tesco,  Economic Policy in Our Time. Vol.1- General Theory, North –Holland Publishing Company, 1964,  p.3
[2]      Joseph E. Stiglitz, Kamu Kesimi Ekonomisi, çeviren Ömer Faruk Batırel, Marmara Üniversitesi yayın no:549- İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yayın no: 396, İstanbul 1994, s.6
[3]      A.B Atkinson. and J.E.Stiglitz,  Lectures on Public Economics, McGraw-Hill Book Company,1980 , p.5
[4]      Vane Howard R. and John L. Thompson, An Introduction to Macroeconomic Policy, fourth edition, Harvaster Wheatsheaf, 1993, p.191.
[5]      E.S. Kirschen, ve diğerleri, p.8
[6]       E.S. Kirschen, J.Benard, J.Faland, F.Hertog, L.Morissens, E.Tesco,  p.3
[7]       F.Nuray Altuğ, İstikrar Politikaları ve Ülke Örnekleri,  Türkmen Kitabevi, 2001, s. 4 ve  bkz  ss. 9-32
[8]       Howard R. Vane and John L. Thompson, p.193
[9]      Rudiger  Dornbusch  and Stanley Fisher, Macroeconomics, fifth edition, Mc Graw Hill, 1990,  p.430.
[10]    Howard J.Sherman, Stagflation – An Introduction to Traditional and Radical Macroeconomics, second edition, Harper and Row Publishers, 1983, p.183
[11]    Howard J.Sherman, p.184
[12]    Milton Friedman, The Counter – Revolution in Monetary Theory,  Published The Wincott Foundation by The Insttitute of Economic Affairs, 1970,  fiftth impression 1983,  p p. 7,8,9
[13]    Milton Friedman, p.1
[14]    Milton Friedman, p.13.
[15]    Andrew Stevenson, Vitantonio Muscatelli and Marry Gregory, Macroeconomic Theory and Stabilization Policy, Philip Allan, 1988, pp. 57,58
[16]    David Cobham, Macroeconomic Analysis an Intermediate text, second edition, Longman Group UK Ltd, 1998.  p.140
[17]    Howard J. Sherman, Stagflation – An Introduction to Traditional and Radical Macroeconomics, second edition,   Harper and Row Publishers, 1983, p. 182.
[18]    David Cobhem, p.141  ve bkz. Andrews Stevenson, p.69
[19]    Bennett T. McCallum, Monetary Economics-Theory and Policy, Maxwell-MacMillan International Editions1,989,  p.196
[20]    Paul Beckerman, The Economics of High Inflation, Macmillan, 1992, P.33
[21]    Helmut Frisch, Theories of Inflation, Cambridge University Press, 1990, p.91  ve bkz. Friedman Milton, pp.22,23
[22]    Andrew Stevenson, pp.71, 73
[23]    Andrew Stevenson, p.70
[24]    Thomas J. Sargent, ” Stopping Moderate Inflation: The Methods of Poincare and Thatcher”- Inflation, Debt and Indexation edited.by Rudiger Dornbusch and Mario Henrique Simonsen, Massachusetts Institute of Technology, 1983,  pp.54,55   ve bkz. Andrew Stevenson, pp.71,73
·     Egzojen;  değeri modelin dışında belirlenen
       Endojen ;  değeri modelin içinde belirlenen
[25]     David Cobhem, p.143
[26]     Lance Taylor, Income Distributions, Inflation and  Growth - Lectures  on Structuralist Macroeconomic Theory, Massachusetts Institute of Technology, 1991, p.86
[27]     Paul Beckerman, p.37
[28]     Paul Beckerman, p.39
[29]     Otto Eckstein, Core Inflation, Prentice Hall Inc., 1981,  p.7
[30]    Thomas Sargent, “Stopping Moderate Inflations”,  p.54
[31]    Thomas J. Sargent,  pp.43,44,45
[32]     Paul Beckerman, p.33.
[33]     Pierre-Richard Agenor, and Peter J. Montiel, Development Economics, Princeton University Press, 1996, pp.298,299
[34]     Lance Taylor, pp.88, 89, 91
[35]     Lance Taylor, p.92
[36]     Helmut Frisch, p.153
[37]     Helmut Frisch, p.154
[38]     Helmut Frisch, p.154
[39]    Helmut Frisch, p.197
[40]    Karl Socher  and Theresia Theurl, How to stop Inflation ?Macro Economic Management, edited by Soumitra Sharma, Mac Millian Press Ltd., 1995,  p.180
[41]    Jeffrey D. Sachs and  Felipe Larrain B.,  p.756
[42]     Jeffrey D. Sachs and  Felipe Larrain B.,  p.757
[43]     Micheal R. Edgmand, Macroeconomics Theory and Policy-, third edition,  Prentice Hall.Inc, 1987,  p.387
[44]    Howard  R. Vane  and John  L. Thompson, p.196
[45]    Roger LeRoy Miller  and  David  D. VanHoose,  Modern Money and Banking, McGraw Hill International Editions, 1993, third edition,  p.689
[46]    Karl E Case. and Ray C. Fair, Principles of Macroeconomics, fourth edition, prentice Hall  inc.,1996, p.689
[47]    Howard R. Vane and John L. Thompson, p.197
[48]     Roger.LeRoy Miller and R. Pulsinelli, Modern Money and Banking , second edition, Mc Graw Hill, 1989, p.527
       [49]     Case Karl E. and Ray L. Fair,   p.381
       [50]     Case Karl E. and Ray L. Fair,   p.381
[51]    Ghatak Subrata and Nigel M. Healey and Peter Jackson, The Macroeconomic Environment, George Weidenfeld and Nicolson Ltd., 1992, p.147
[52]     James D. Gwartney and Richard L. Stroup, Macroeconomics- private and public choice, fourth edition, Harcourt Brace Javanovich, 1983,  p.356
[53]     Rudiger Dornbusch and Stanley Fisher, p456
[54]     Howard R. Vane and John  L. Thompson,  p.200
[55]     Thomas J Sargent., p 2
[56]    Alec  K. Chrystal  and Simon  Price, Controversies in Macroeconomics-third edition , Harvester Wheatsheaf,  1994, p.60
[57]     Geniş bilgi için bkz. M. Merih Paya, Makro İktisat, Filiz Kitabevi, 1997, p.347.
[58]    William  J. Baumol and Alan  S. Blinder,  Economics-Principles and Policy, fourth edition, Harcourt  Brace     Javanovich  Publishers, 1988, p.314
[59]    William  J. Baumol and Alan  S. Blinder,  p.307
[60]    James D. Gwartney and Richard L Stroup, p.347
[61]    K.Alec Chrystal and Simon Price,  p.160
[62]     Kohler Heinz, Economics, D.C. Heath and Company, 1992, p.213
[63]     William J. Baumol and Alan S. Blinder, p.309
[64]     Richard J Froyen. Macroeconomics-.Theories and Policies. third edition, Mac Millan, 1990, p.529
[65]     Howard R. Vane and John L. Thompson, p.202
[66]     James D. Gwartney and Richard L. Stroup, p.355
[67]    Alec K. Chrystal., Simon Price, pp.66,67
[68]    William J. Baumol, Alan S. Blinder (1988),  p.310.
[69]    K. Holden, D.A. Peel and  J.L. Thompson, Economic Forecasting : An Introduction, Cambridge University Press, 1990,  pp.140,141
[70]    Miller R. LeRoy and R. Pulsinelli, p 527
[71]    Rudiger Dornbusch and Stanley Fisher, p.449
[72]    Benjamin Friedman and Frank H. Hahn, Handbook of Monetary Economics, Vol. II., Elsevier Science Publishers B.V., 1993, p.1203
[73]    William J. Baumol  and Alan S. Blinder (1988), p.313
[74]    James D. Gwartney and  Richard L. Stroup, p.353.
[75]    William J. Baumol and Alan S. Blinder (1988), p.316.
[76]    James D. Gwartney and  Richard L. Stroup, p.351.
[77]    Karl Socher, Theresia Theurl,  p.178
[78]    Pierre L. Siklos, Great Inflations of the 20 th. Century Theories, Policies and Evidence,  edited by Pierre L. Siklos, Edward Elgar, 1995, p.4.
[79]    Stephen Haggard  and  Robert R. Kaufman, “The Political Economy of Inflation and    Stabilization in Middle Income Countries” – The Politics of Economic Adjustment, International Constraints, Distribute Conflicts and State, edited  by Stephen Haggard and Robert R. Kaufman, Princeton University Press, 1992, p.273.
[80]    Pierre Richard Agenor and Peter J. Montiel, p.298.
[81]    Pierre Richard Agenor and Peter J. Montiel, p.298
[82]    Stephen Haggard and Robert Kaufman,  p.298.  ve bkz   Karl Socher and Theresia Theurl,  p.183.
[83]    Bennett T. McCallum, Monetary Economic- Theory and Policys, Maxwell Macmillan International Editions, 1989, pp.133, 135    ve bkz   Jeffrey D. Jachs and Felipe B. Larrain,  p.726
[84]    Jeffrey D. Jachs and Felipe B. Larrain, p.732
[85]    Thomas J Sargent ,  p. 50.
(*)  Bütçe açıklarının finansmanı. Vergi ve vergi olmayan devlet gelirlerini aşan devlet harcamaları bütçe açıklarına neden olur. Bütçe açık verdiğinde ortaya çıkan soru, bu açıkların nasıl finanse edileceğidir. Hazine devletin ajanı olarak devletin gelirlerini toplar ve devlet adına ödemeleri yapar, merkez bankalarında devlet hesaplarının işlemlerini gerçekleştirir. Bütçe açıkları oluştuğunda devletin ajanı olan hazine, merkez bankasına çek keserek ödeme yapabilir. Bireyler gibi devlet de hesabında fonlara sahiptir ve bunlara çek yazar. Vergi gelirleri harcamalarını karşılamakta yetersiz kaldığında, hazine borçlanır. Hazinenin borçlanmasının anlamı, devlet borcu ihraç etmesidir. Bu borçlar merkez bankasına veya halka satılır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde açık finansmanı direkt olarak merkez bankasından borçlanma şeklindedir. Halktan borçlanma, hem halk tasarruflarının olmasını gerektirir hem de derinliği olan mali piyasaların varlığını gerektirir. Hazine, devlet bütçe açıklarını halktan borçlanarak kapatırsa bu, borç finansmanına tekabül eder. Bireyler ve firmalar satın aldıkları devlet borçlarını çek ile öderler. Bu çekler hazinenin bankalardaki hesaplarına veya merkez bankasındaki hesabına yatırılır. Bu fonlar hazine tarafından vergi gelirleri gibi harcanır. Hazine merkez bankasından borçlandığında bu parasal finansmana tekabül eder. Merkez bankası, hazinenin borçlarının bir kısmın alır. Hazine devlet kağıtlarını (borçlarını) merkez bankasına sattığında bu borçların parasallaşmasına (monetizing the debt) tekabül eder, merkez bankasının borç alımlarını finanse etmek için para yaratması (high – powered money) anlamındadır. “High powered money “/ dolaşımdaki para stoku ,çok önemli bir makro ekonomik değişkendir. Bu nedenle hazinenin halka ve merkez bankasına borçlanması arasındaki fark çok büyüktür.
[86]    Stephen Haggard and Robert R. Kaufman, p.298   ve bkz. Jeffrey Sachs and Felipe Larrain, p.735.
[87]    Pierre L Siklos., “The Link Between Money and Prices Under Different  Policy Regimes : The Postwar Hungarian Experience” – Great Inflations of the 20 th Century – Theories, Policies and Evidence, edited  by Pierre L. Siklos and Edward Elgar, 1995, p.211.
[88]    Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain, p.736.
[89]    I.M.D Little., Richard N. Cooper, W. Max Corden and Sarath Rajapatırana, Boom-Crisis and Adjustment-The Macroeconomic Experience of Developing Countries, Oxford University Press, 1993, pp.229,230.
[90]    Sachs Jeffrey D. and Felipe B. Larrain, p.468.
[91]    Rudiger Dornbusch and Luis Tellez Kuenzler, “Exchange Rate Policy : Options and Issues” -Policy Making in The Open Economy - Concept and Case Studies in Economic Performance, edited by Rudiger Dornbusch, Oxford Unıversity Press, 1993,  p.92.
[92]    Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain, p.470.
[93]    I.M.D. Little, Richard N. Cooper, W. Max Corden and Sarath Rajapatırana,  p.256.
[94]    Rudiger Dornbusch and Alejandro Reynoso, “Financial Factors in Economic Development” – Policy Making in the Open Economy, Oxford University Press, 1993, p.80.
[95]    I.M.D. Little, Richard N. Cooper, W. Max Corden and Sarath Pajapatırana, p.321.
(*)   “Inflation tax”/ enflasyon vergisi ve “seigniorage “/ senyoraj yakın ilişkili iki kavramdır. Para tutanların enflasyon sonucu maruz kaldıkları sermaye kayıplarını ifade eder.
       Enflasyon vergisi  IT = ((P – P1) / P ) x(M / P) olarak ifade edilir. Senyoraj ise devletin para basma monopolüne sahip olması nedeniyle sağladığı gelirdir. Para basımıyla hemen hemen maliyetsiz olarak mal ve hizmet satın alabilir.
       Senyoraj;  ((M – M1) / M ) X (M / P) olarak ifade edilir. Hane halkı sabit reel para balansı değerini sürdürmek istediğinde, enflasyon vergisi ve senyoraj eşittir. SE = IT, M / P zaman içinde değişmedikçe aynı kalacaktır. SE ve IT aynı şeyler değildir. Reel dünyada gelir kaynağı olarak senyoraj gelirleri farklı büyüklüklerdedir. 1975 – 1985 dönemi için Almanya’da devlet gelirlerinin % 3,8’ini oluştururken Kanada ve Amerika için % 6’dır. Peru’da ise devlet gelirlerinin üçte birini teşkil eder.
[96]    Jefrey D. Sachs and Felipe B. Larrain, p.747.
[97]    Richard C.K. Burdekin and Thomas D. Willett, “The Importance of Central Bank Independence” – Budget Deficits and Economic Performance, Routledge,  1992,  pp.69,70.
[98]    Paul Beckerman, pp.40,41.
[99]    Paul Beckerman, p.41.
[100]   Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain, p.748.
[101]   Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain, p.750.
[102]   Socher Karl and Theresia Theurl,  p.197
[103]   Thomas J. Sargent,  p.59
[104]   Thomas J. Sargent , p.67
[105]   Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain,  p.751.
[106]   Thomas J. Sargent, p.58.
[107]   Thomas J. Sargent, p.64
[108]  F.Nuray Altuğ, Gelişmekte Olan Ülkeler Yönünden Dış Borçlanmanın Ekonomik Önemi ve Türkiye’nin Dış Borçlanması, M.Ü. İ.İ.B.F. Yayın No: 544/395, 1986,  s.73
[109]   F. Nuray Altuğ, ss.87,88,89
[110]   Rudiger Dornbusch and Alejandro Reynoso, p.78.
[111]   Paul Beckerman, p.43.
[112]   Paul Beckerman, p.117.
[113]   Rudiger Dornbusch and Alejandro Reynoso, “Financial Factors in Economic Development”.., p.79.
[114]   Stephen Haggard and Robert R. Kaufman, pp.18,19
[115]   Jeffery D. Sachs and Felipe B. Larrain, p.752
[116]   Jeffery D. Sachs and Felipe B. Larrain, p.752
[117]   Paul Beckerman, p.152.
[118]   Paul Beckerman, p.154.
(*)   Ücret endekslemeleri (indexation)-Ücretler genellikle nominal olarak belli dönemlerde oluşturulurlar. Bazı durumlarda da sendikalar kanalıyla oluşturulduklarından bir-iki sene evvelinden belirlenirler. Ücret düzenlemelerinin görüşülmesinde umulan enflasyon oranı önemlidir. Eğer ücret kontratları-sözleşmeleri oluşturulduktan sonra enflasyon artar, umulan düzeyin üstüne yükselirse, reel olarak ücretlerin yıpranması, satın alma gücünün düşmesi söz konusudur. Bu nedenle bir çok ülkede emek piyasalarında, yaşam standartlarının sürdürülebilmesi için endeksleme genel bir davranış biçimi olmuştur.
Endeksleme (automatic cost of living adjusment-COLA), parasal ücret artışlarıyla fiyat düzeyi arasında bir ilişki sağlar. Endeksleme, fiyat artışları doğrultusunda ücret geliri sağlayanların satın alma gücünün devamını sağlar. Enflasyonist ortamlarda endekslemenin reel satın alma gücünü sürekli olarak restore ederek ileri dönemlere, geleceğe taşıması enflasyonist talep baskısının da taşınması demektir.
[119]   Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain, p.448    ve bkz.  I.M.D. Little, Richard N. Cooper, W. Max Corden  and Sarath Rajapatırana, pp.212,215.
[120]   Pierre Agenor, Richard and Peter J. Montiel,  p.282.
[121]   Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain,  p.755.
[122]   Paul Beckerman,  p.37.
[123]   Paul Beckerman, p.38.
[124]   Carlos A. Vēgh, “Stopping High Inflation: An Analytical Overview”- Great Inflations of the 20 th Century   Theories, Polices and Evidence,  edited by Pierre L. Siklos and Edward Elgar, 1995, p.62.
[125]   Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain, p.755.
[126]    Carlos A. Vēgh, “Stopping High Inflation: An Analytical Over View”, p.40.
[127]    Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain, p.755.
[128]   Pierre-Richard Agēnor and Peter J. Montiel, p.265
[129]   Dornbusch Rudiger and Sebastian Edwards, “The Macroeconomics of Populism”- Latin America’s Economic Development, Confronting Crisis, second edition, ed.by James L. Dietz, Lynne Rienner Publishers Inc., 1995, p.271
[130]   Pierre-Richard Agēnor  and Peter J. Montiel, p.265
[131]   Rudiger Dornbusch and Sebastian Edwards, p.272
       [132]   Rudiger Dornbusch and Sebastian Edwards, p.273
[133]   Olivier Jean Blanchard , Kenneth A. Froot and Jeffrey D. Sachs, “Introduction”-The transition in Eastern Europe-Country Studies -volume 1, edited by Olivier Jean Blanchard,Kenneth A. Froot and Jeffrey D. Sachs, The University of Chicago Press,1994,  p.1
[134]   Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain, p.756
[135]   Mario I.and Blejer, Marko Skreb,”Stabilization After Five Years of Reform: Issue and Experiences”-Macroeconomic Stabilization in Transition Economies, edited by Mario I.Blejer and Marko Skreb, Cambridge University Press, 1997,  p.5
[136]   Mark Allen,” The Link Between Structural Reform and Stabilization Policies-An Overview”-Coordinating Stabilization and Structural  Reform, edited Richard C.Barth, Alan R.Roe and Chorng-Huey Wong ,IMF, 1994, p.13
[137]   Mark Allen, p.12
[138]   Roger H. Gordon, ”Fiscal Policy during the Trantision in Eastern Europe”-The Trantision in Eastern Europe- restructuring, volume 2, edited by Olivier Jean Blanchard,Kenneth A.Froot,and Jeffrey D.Sachs, The University of Chicago Press,1994, p.38
[139]   Roger H. Gordon,  p.40
[140]   Jeffrey D. Sachs  and Felipe B. Larrain,  p.757
[141]   Grzegorz  Kolodko, Danuta Gotz-Kozierkiewicz, Elzbieta Skrzeszewska-Paczek, Hyperinflation and Stabilization in Post Socialist Economies, Kluwer Academic Publishers, 1992,  p.22
[142]   Mario I Blejer and Marko Skreb,  p.5
[143]   Michael Bruno,  p.16.
[144]   Bruno Michael,  p.16
[145]    Sachs Jeffrey D., “An Overview of Stabilization Issues Facing Economies in Transition” – Economies in Transition : Comparing Asia and Eastern Europa, edited by Wing Thye Woo, Stephen Parker and Jeffrey D. Sachs, The MIT Press, 1997,  p. 244.
[146]   Michael Bruno,  p.19
[147]   Jeffrey D. Sachs, “An Overview of Stabilization Issues Facing Economies in Transition, p.244
[148]   Jeffrey D. Sachs, “An Overview of Stabilization Issues Facing Economies in Transition, p.245
[149]  Jeffrey D. Sachs, “An Overview of Stabilization Issues Facing Economies in Transition, p.246,  Michael Bruno,  p.25
[150]  Karl Socher and Theresia Theurl,  p.189
[151]  Martha De Melo, Cevdet Denizer and Alan Gelb , “From Plan to Market : Patterns of Transition” –Macroeconomic Stabilization in Transition Economies,  eidted.by Mario I. Blejer and Marko Skreb, Cambridge University Press, 1997, p. 53
[152]   Rosati Dariusz , “Foreign Trade Liberalization During the to A Market Economiy” – Economic Transformationin East - Central Europa and the Newly Independent States,  edited by Gabor Hunya, Westview Press, 1994, p.101.
[153]   Mark Allen, p.16.
[154]   Jeffrey D. Sachs, p.249.
[155]  Tomas J.T. Balino, “Financial Sector Reform: Scope and Sequencing”- Macroeconomic Management, edited  by Soumitra Sharma, Mac Millian Press Ltd., 1995, p.244.
[156]   Socher Karl and Theresia Theurl, p.194.
[157]   Roger H. Gordon, “Fiscal Policy During the Transition in Eastern Europa”, p.59.
[158]   Karl Socher and Theresia Theurl, p.197.