Liberal/ Neoliberal Politikalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Liberal/ Neoliberal Politikalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Temmuz 2020 Çarşamba

Liberal/ Neoliberal Politikalar

Liberal/ Neoliberal Politikalar?
Devletin Pozitif ve Normatif Rolü
Normatif rolle, devletin refahın maksimizasyonuna katkısını tanımlarken pozitif rol, devletin yap-tıklarını analiz eder, ilişkilerini tanımlar.
Gerçek dünyada pozitif ve normatif rol arasındaki sapma büyüdüğünde, sapmanın nedenleri; idare eden ve edilenlerin çıkarları arasındaki farklılıklar; hata yapılması ve politika yapıcıların bir kısmının yanlış anlaması, politika enstrümanları üzerindeki kontrolünün yetersizliği ve alınan eski kararların yeni oluşturulan politikalar üzerindeki kötü etkileri gibi farklılıklar gösterir ve reformları gerektirir.
Ya da politik liderler refahı arttırıcı sosyal amaçları başarmayı isteseler de bu amaçlar için öğretim, eğitimleri yetersiz olabilir, ekonomi dışındaki disiplinlerden geldiklerinden ekonomik konularda yetersiz kalabilirler, yada bazıları kendi kişisel çıkarlarını kamusal çıkarlar üzerinde görmektedirler. Politikalar; onlara, dostlarına veya aile efradına, politik taraftarlarına hizmet etmekte, ülke için ise optimal sonuçlar oluşturmamaktadır. Bilindiği gibi politika yapıcıların “rant arama” ve “rüşvet yeme” çürümüşlüğü bilinen yaygın bir olaydır ( Richard B. McKenzie & Gordon Tullock, Modern Political Economy- An Introduction to Economics, McGraw-Hill, 1978, p 411 ) .
Ulus
     Ulus; kültürel ve politik olarak ayrı olmak isteyen ve kendilerini politik olarak ayrı kontrol etmek isteyen insanlar olarak tanımlanır ve politik olarak kendilerini organize etmeleri ulus devlet olarak ifade edilir  ( John T. Rourke, International Politics on The World Stage,  eighth edition,  Mc Graw -Hill/ Dushkin,  2001,  p.134).
İdeoloji
İdeolojiler; birey ve grupların nasıl bir sosyal sistem içinde yaşayacağı ve sosyal sistemin çalışma ve prensiplerini belirleyen inançlara dayanan sistemlere tekabül eder. Geçmiş yüzyılda ve bu yüzyılın ilk yarısında, ideolojiler; Liberalizm, Ulusalcılık (nationalism) ve Marxism insanlığı bölmüştür. Bu üç ahlaki ve entelektüel pozisyonun arasındaki çatışma; toplumun organizasyonu ve ekonomik ilişkilerinin yeniden oluşturulmasında piyasanın rolünün önemine dayanır. Bu üç ideoloji; ekonomik büyümede; piyasanın önemi, refahı toplumun bireyleri ve gurupları arasında dağıtma şekline, toplum, devlet ve piyasa arasındaki ilişkilere göre farklılaşır. İdeolojiler; dünyanın çalışma şekli ile ilgili bilimsel tanımlamalar üretir.
Toplumların her biri; ekonomik faaliyetlerin piyasalar tarafından mı yoksa devlet planları doğrultusunda mı organize edileceğiyle ve endüstrilerin özel mülkiyete mi devlet mülkiyetine mi ait olmasıyla ilgili temel bir seçim, tercih yapmak zorundadırlar. Seçim, ekonomik problemlerin serbest piyasalar veya devlet planlamasıyla mı başarılı şekilde çözümleneceğiyle ilgilidir. İki farklı ekonomik sistemden kapitalist sistem, üretim araçlarında (fiziki kapital) özel mülkiyete ve büyük oranda serbest çalışan piyasalara dayanırken, sosyalist ekonomiler devlet planlamasına, üretim araçlarının devlet mülkiyetinde olmasına dayanırlar (  William J. Baumol & Alan S. Blinder, Economics -principles and policy, Harcourt Brace Javanovich, Publishers , 1988, p.888  ve bkz    Andrew Zimbalist & Howard  J. Sherman &  Stuart Brown, Comparing Economic Systems -A Political-Economic Approach, second  editition, Harcourt Brace Javanovich, Publishers , p.5 3 ). Temel olarak kapitalist bir ekonomi olan Fransa ise, ekonomik faaliyetlerin organizasyonunda, direkt kontrolden ziyade devlet rehberliğinin yer aldığı “indicative”/ belirleyici planlama, karma ekonomiyi geliştirmiştir.
Ulusalcılık, Liberalizm, Marksizm
Orijini “Mercantilism” olan ekonomik ulusalcılık, modern dönem devlet adamlarının uygulamalarından vücut bulmuş, piyasayı devlet çıkarlarına bağımlı kılan düzenlemeleri içerir.
Merkantilizm’e reaksiyon olarak, Adam Smith ve diğerlerinin çalışmalarıyla geliştirilen “Liberalizm”; kaynak dağılımında etkinliği, ekonomik büyüme ve tüketici tercihlerinde politik müdahalelerin olmamasını savunur.
Marxism ise, 19.yy’ın ortalarında ekonominin politikaları yönlendirdiği liberal öğreti-inançlara ve klasik ekonomiye reaksiyon olarak geliştirilmiştir (Robert Gilpin, The Political Economy of International Relations, Princeton University Press, 1987,  p.26). Ulusalcılık (nationalism) ve liberalizm gibi, Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından 19.yyın ortasında geliştirilen “Marxism”, fikirlerin oluşumunda önemli özelliklere sahiptir. Sosyal ürünün dağıtımında; ekonomik faaliyetler ve prodüktif güçler merkezileşir. Sovyetler Birliği ve Çin, Marxim’i resmi ideoloji olarak uygulamışlardır ( Robert Gilpin, p.35 ).
Kapitalizm
Kapitalizm” ise; üretimde özel mülkiyet ve emeğin ücret alması ve rekabetçi piyasa ekonomisinde kâr ve kapital birikimiyle tanımlanır.
Kapitalist ekonomide; mülkiyet ilişkileri istikrarının sağlanması ve bunun için hizmet verilmesi devletin esas fonksiyonunu teşkil etmekte ve bununla ilişkili olarak vergi alma ve harcama yapma fonksiyonu, kaynakların dağılım etkinliğinin sağlanması, gelirin yeniden dağılımı gündeme gelmektedir (A.B. Atkinson and  J.E.Stiglitz,  Lectures on Public Economics,  McGraw-Hill Book Company, 1980,  p.5 ).   

Kapitalist (liberal) bir ekonomide Kamu Sektörü niçin gerekmekte, ekonomi niçin tam olarak özel sektörün çalışmasına bırakılmamaktadır?
Diğer bir deyişle ekonominin büyük bölümü niçin piyasanın güçlerine, “invisible hand” ’e bıra-kılmaksızın devlet yönlendirmesinin konusu olmaktadır? Bu kısmen, politik ve sosyolojik ideo-lojilerin konusu olmakla birlikte bu konunun sadece bir bölümüdür, çok önemli diğer bölüm,  piyasa  mekanizmasının tek başına bütün ekonomik fonksiyonları icra edememesi, özel mallardan farklı olarak kamusal malların, sosyal malların üretilmesinde piyasanın başarısız olmasıdır. Kamu politikası; yol gösterici, düzeltici, belli noktalarda sübvanse edici olarak gerekmektedir.
Devletin ekonomideki büyüklüğü ise,  teknikten ziyade ideolojik bir tercihtir.
Ekonomik Politika
Ekonomik politika; politika yapıcılarının, ekonominin performansını iyileştirmek için ekonomik büyüklüklerin davranışlarını etkilemelerine yönelik faaliyetlerdir. Devlet ekonomiye, halkının refahını arttırmak için; anahtar ekonomik değişkenlerin davranışlarını değiştirme yoluyla müdahalede bulunur.
Klasik Piyasa Başarısızlıkları
Richard Musgrave piyasa mekanizmasında fiyat sinyallerine dayalı olarak çalışan ekonomilerde devletin ekonomide yer almasını piyasanın başarısız olduğu alanlara dayandırmış ve devlet aktivite/ faaliyetlerini üç ana gurupta (geleneksel piyasa başarısızlıkları) toplamıştır ( John F. Due and  Ann F. Friedlaender, Government Finance- Economics of the public finance, seventh edition, Richard D. Irwin Inc., 1981,p.5) .
·          Birincisi; kaynakların etkin dağılımının sağlanmasıdır. Kaynakların etkin dağılımını sağlanması; 1.) tam kamusal mallar gibi özel sektörün üretmekte başarısız olduğu, fiyatlandırmaya konu olmayan malların üretimi,  2.) kullanana ödettirilse, fiyatlandırılabilse bile eğitim, sağlık ve otobanlar gibi dışsallıkların konusu devlet hizmetlerini içeren, yarı kamusal mal olarak tanımlanan faaliyetleri ve 3.) fiyatın marjinal maliyetin üstünde belirlendiği; doğal monopoller, oligopol olarak karakterize edilen, piyasaya satış yapan piyasa gücüne sahip firmaların ve yatay talep eğrisiyle karşı karşıya olan birkaç büyük satıcının piyasaya hakim olması durumlarında, ekonomide yer alarak gerçekleştirir.
·          İkincisi; gelir dağılımında adaletin sağlanmasına yönelik faaliyetlerdir. Vergi sisteminin yapısı, vergi-transfer (ayni ve nakdi transferler) mekanizmasıyla yürütülür. Gelirin adil dağılımının sağlaması ve yoksulluğun ortadan kaldırılması; ekonomik büyümenin sağlanması ve bu ilave üretimin adil dağıtımı yoluyla gelirin arttırılmasıyla fakirliğin ortadan kaldırılması, gelirin adil dağılımının ve ekonomik etkinliğin sağlanmasının en önemli aracı olarak eğitim ve sağlık harcamalarının yapılması ve eğitim sağlıkta devletin yer alması, bu sektörleri yönlendirmesi, sosyal güvenlik sisteminin oluşturulması ( Joseph E. Stiglitz,  The Role of Government in the Contemporary World, ”-Income Distribution and High Quality Growth,  edit.by Vito Tanzi and  Ke-young Chu, The MIT Press, 1998,   p.30)  gelirin yeniden dağılımını içeren progresif vergi sistemini oluşturması, aynî ve nakdî transfer programlarını yürüterek toplum refahını arttırmaya yönelik faaliyetleri üstlenmesi yoluyla sağlanır ( Bernard P. Herber,  Modern Public Finance, Richard D. Irwin, Inc., 1967,  p.77 ).
Devletin kullandığı hem de transfer ettiği kaynakların parasal maliyetinin direkt dağıtımı ise, toplumun bireyleri arasında vergi yükünün dağıtımıdır. Vergi yükünün bireyler arasında dağılımı, politik hareketler üzerinde devasa etkilere sahip olduğundan politik ilginin konusudur. Vergilemenin düzey ve kapsamı, devletlerin vergi politikası; gelir dağılımı adaleti ile ilgili problemlerin ortadan kaldırılmasına yönelik olmalıdır.
·          Üçüncüsü; ekonomik büyüme ve ekonomik stabilizasyonun sağlanmasıdır. Ekonomik büyümenin sağlanması; üretim faktörleri emek, sermaye, doğal kaynaklar ve diğer bir üretim faktörü olan teknolojinin ilerletilmesiyle mümkün olur.
Sermayenin arttırılması; insan sermayesinin oluşturulması, endüstriyel gelişmenin sağlanmasıyla mümkündür. Endüstriyel gelişmenin sağlanmasında devlet; vergi teşvik mekanizması, devletçilik uygulamaları, düzenlemeler/ regülasyonlar gibi ekonomik politika araçlarıyla endüstriyel politikaları yürütür. Teknolojik gelişmenin sağlanması ise gelişmiş insan gücüne ve devletin bu alanda yardımcı faaliyetlerine dayanır. Bu noktada dışsallığın konusu olan eğitim sisteminin önemi dikkatleri üzerine toplamaktadır.
İşsizliği veya enflasyonu azaltarak stabilizasyonun ve gerekli uyarımlarla ekonomik büyümenin sağlanması, toplum refahının arttırılmasına yönelik faaliyetlerdir. Piyasa ekonomileri istikrarlı yapıda olmadıklarından, toplam talepte umulmayan kaymaların neden olacağı enflasyonist ve resesyonist  gelişmelerin stabilize edilmesinde mali ve parasal politikalar yoluyla devlet müdahaleleri gerekir. Ve kabul edilebilir bir büyüme oranının başarılabilmesi için sermaye birikiminin çok düşük veya çok yüksek olduğu durumlarda devletin büyüme oranını etkileyecek; tasarruf-yatırım oranı, prodüktivite, emek gücü büyüme oranı gibi parametreleri değiştirmesi gerekebilir (Bernard P. Herber, p.79).
Sonuç olarak, gerek kaynakların etkin dağılımı, gelirin adil dağılımı ve de ekonomik büyüme ile ekonomik stabilizasyonun (enflasyonun ve işsizliğin olmadığı bir durumun) sağlanması toplumun refahının arttırılmasına yönelik faaliyetler devletin müdahalesini gerektirir, piyasalar bu konularda başarı sağlayamamışlar, devletin iktisadi/ ekonomik politikalar uygulaması gerekmiş, gerekmektedir.
20.yy’da Devletin Rolünün Genişlemesi
Devlet kavramının ortaya çıktığı zamanlardan beri konuyla ilgili hakim görüşte kaymalar yaşanmıştır.
Merkantilizm
17. yy’da merkantilizm, önce İngiltere ve sonra Fransa’daki büyük merkezi monarşiler sayesinde ortaya çıkmıştır ve devletin ekonomik hayata sistematik ve tutarlı müdahalesinin ilk örneği olmuştur. Merkantilizmin dışa yönelik tutumu 17.yy’dan itibaren Britanya Deniz Ticaret Akitlerinde görülür. İçeride, Corn Law ile İngiliz tarımı, imalat sanayiine uygulanan %40’lık ortalama gümrük tarifesi uygulamasıyla, İngiliz işçilerin yabancı ülkelerde çalışması ve şirketlerin yurt dışına makine ihracının yasaklanması uygulamalarıyla ulusal ekonomi koruma altına alınmıştı (Jacques Adda, Ekonominin Küreselleşmesi, İletişim Yayınları, 2002, p.46).
Colbert’in imalatçılar lehine vergi muafiyeti, geçici üretim tekeli, kredi kolaylığı, devlet denetimi gibi uygulamaları Fransız malları kalitesini arttırmıştır. İthalattan alınan vergiler devlet geliri sağlarken diğer yandan da iç üretime talebi arttırmış, temel ürünlere ihraç yasağı uygulanmıştır (Jacques Adda,  p.42).
18.yyda klasik Merkantilizm; devletin ticaret ve sanayiyi geliştirmek için ABD gibi gelişen ekonomilerde ekonomide aktif rol almasını, gelişme düzeyi farklılıkları olan bir dünyada devletin müdahalesi zorunluluğunu içerir. Friedrich List, 1840’da yayınlanan eseri Ekonomi Politik Ulusal Sistemi adlı eserinde Alman gümrük birliği taraftarı, yani iç pazarın korunma ve geliştirilmesi esasına dayalı bir sanayileşme yanlısı olarak eğitici bir himayeciliğin gerekliliği üzerinde durur. Bir ulusun rekabete girmeden önce rekabet edebilme gücünü sağlamak için devlet müdahaleleri gerekliliğini vurgular (Jacques Adda, s.48). 
Liberalizm     
 Modern iktisadın kurucularından kabul edilen 19. yy klasik iktisatçıları; Adam Smith, John Stuart Mill, David Ricardo, kamu sektörünün rolünün küçük olmasından yanadırlar. Genel olarak devletin rolünü; hukukun ve düzenin sürdürülmesi, ülkenin savunulması, temel kamusal çalışmaların sağlanması ile sınırlandırırlar.
Adam Smith, Ulusların Zenginliği adlı eserinde; gerçek ekonomik ilerlemenin ancak yetkinliğinin büyümesiyle, yani verimlilik artışıyla sağlanabileceğini, bunun da işbölümü yoluyla olabileceğini   ifade etmiştir. İngiltere’de ortaya çıkan Sanayii Devrimi sonrası İngiliz kapitalizminin çıkarları serbest ticaretle özdeşleşmiş, 1840’lı yıllarda İngiltere’deki mamul maddeler üzerindeki tarifeleri tek yanlı olarak indirmiş, 1842’de ithalata koyduğu yasakları kaldırmaya, 1845’te sömürge ürünlerine yönelik kraliyet tercihinden vazgeçmeye ve 1846’da Corn Law’ı, 1849’da Deniz Ticaret Akitlerini kaldırmaya  karar vermiştir.
Liberalizm, 18.yy Avrupa’sını karakterize eden “devlet müdahalesiyle piyasanın çalışmasının sağlanması”na, yani merkantilizme reaksiyondur. 19. yyda devletin rolü çok daha sınırlı olma eğilimindedir. Örneğin endüstriyel ülkelerin çoğunda kamu harcamaları GSYİHnın % 10u civarında ve ekonomik felsefe laissez-faire dir. .Bununla birlikte bütün 19.yy iktisatçılarının aynı şekilde düşünmedikleri, etraflarındaki büyük gelir adaletsizliğinden, işçi sınıfının yaşadığı yoksulluktan, işsizlik sorunlarından etkilendikleri, Karl Marx, Sismondi, Robert Owen gibi sosyal kuramcıların toplumun yeniden yapılanması için kuramlar geliştirdikleri görülür. Bireyler arasında adil gelir dağılımında çarpıklıkların ortadan kaldırılması/ gelir dağılımında adaleti vurgulayan Marksist ve Sosyalist düşünce, piyasa ekonomileri hükümetlerinin üzerinde güçlü bir baskı yaratmıştır.
Sosyal Devlet Anlayışı
Sanayileşmenin ardından hızla ortaya çıkan gelir dağılımı çarpıklığı; büyüyen aktif endüstriyel işçi sınıfının tepki içeren işçi hareketlerine yol açtığının ve işçilerin devrimsel fikirlere açık olmasının görülmesi, özellikle o zamanlarda ölmüş olan Karl Marx’dan yayılan fikirlerden kaynaklanmaktadır. Devrim korkusu sosyal devlet anlayışının ilk adımları olan reformları uyarmış, Bismark, kapitalizmin çıplak zalimliklerini iyileştirmek için bunları vurgulamıştır. 1884 ve 1887’de Reichstag’da; elementer düzeyde kaza, hastalık, yaşlılık ve yetersizlik sigortası uygulamasına başlanmıştır. Benzer aksiyonlar Avusturya, Macaristan ve Avrupa’nın başka alanlarında da izlenmeye başlanmıştır. Refah devleti, değerliliği ve yasallığı yüzyıldır tartışmaların konusu olmuş büyük bir tarihsel gelenektir. Bu konuda kapsamlı, etkili bir adım Bismark’ın büyük insiyatifinden yirmibeş yıl sonra İngiltere’de atılmıştır (John Kenneth Galbraith, A History of  Economics- the past and present, Penguin Books, 1987, p.211)
II. Dünya Savaşı’ndan sonra iki önemli kayma söz konusudur. I.Dünya Savaşı döneminde “laissez faire” doktrininin reddi yönünde yaygın davranış, savaş arası dönemde doktrinin çöküşüyle sonuçlanmış ve devlet aktivizmi üzerinde yaygın bir konsensus oluşmuştur.
Organize Kapitalizm
 Laissez faire kapitalizminin çöküşüyle birlikte 1960’lar, yaygın bir konsensusun oluştuğu “karma ekonomi”, alternatif olarak modern kapitalizm veya organize kapitalizmin yıllarıdır. Fakat bu yeni konsensus 1970’lerin sonlarıyla birlikte dramatik bir dönüşüm göstererek karma ekonomiyi sonlandırmış ve yeniden piyasa prensiplerini hayata geçirerek neo-liberal düzeni hayata geçirmiştir.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da, önemli farklılığa sahip iki kalkınma modeli izlenmiştir. Biri Sovyetler Birliği’nde ortaya çıkan, kumanda devletidir ve Merkezi ve Doğu Avrupa’ya uygulanmıştır. Aynı zamanda Avrupa devletlerinin çoğunda ve İskandinav ülkelerinde, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda’da konsensusun oluştuğu “sosyal demokratik haklar”ın teessüsü için, demokratik programların yapılandırılması amacıyla güçlü ve büyük kamu sektörü geliştirilmiştir.
 Avrupa’nın ekonomik olarak devlet planlamasına önem verilerek yeniden canlanışı ve 1950’ler 1960’larda gösterdiği gelişme Latin Amerika’da da benzer davranışları teşvik etmiştir. Latin Amerikada ülkeler, devletin yönettiği; devlet eliyle sanayileşme ve yüksek oranlı devlet korumacılığını içeren içe-dönük orijinli (ISI- import substitution) kalkınma politikası izlemişlerdir. 1950-1980 yılları arasında Latin Amerika, endüstriyel ülkelerden daha hızlı fakat Doğu Asya ekonomilerinden daha yavaş büyümüş, büyümeye çarpılmış gelişmenin eşlik etmesi, uzun dönemli sürdürülebilir bölgesel stratejileri çökertmiş, aşırı korumacılık, genelleştirilen devlet korumacılığı rant arama faaliyetlerini (rent-seeking) teşvik etmiş ve değişen dünya koşullarına reaksiyon gösteremeyen, uyum sağlayamayan katı ekonomik yapı oluşumunu yaratmıştır.
Diğer yandan birçok ülkede borçların kamu bütçesi üzerinde artan yükü ve etkinsiz vergi sisteminin devletin sosyal hizmetleri etkin şekilde sağlama gücünü azaltması, gelir dağılımı adaletsizliğinin artmasıyla sonuçlanmıştır.
1970’lerin sonuyla birlikte dünyada da gelir dağılımında bozulma artmış, 1973 ve 1979 petrol şoklarından sonra Latin Amerika’nın kalkınmayı sürdürememesi, daha fazla oranda borçlanmaya gidilmesine, gelirlerinin harcamalarını karşılayamamasına, daha çok sayıda ülkenin enflasyonist finansmana gitmesine, borç krizine neden olmuştur.
Washington Consensus’u/  Liberalizasyon lehindeki konsensüs
Liberalizasyon lehindeki konsensusun orijini, 1980’lerin sonlarında ABD ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerin devleti küçültme, mali disiplini sağlamak için özelleştirmelere ve arz yönetimine gitmeleri, ve Latin Amerika’da daha önce popülist politikalardan yana olan pek çok politik liderin mali disiplini, uluslararası ticarete açılmayı, finansal liberalizasyonu ve özelleştirmeyi içeren radikal reformları desteklemelerine dayanmaktadır.
Ekonomik düşüncedeki bu dönüşüm; 1980’lerin ortalarında Peru, Arjantin, Brezilya’da uygulanan heterodoks programların başarısızlığı, Dünya Bankası ve IMFde bulunan neoliberal görüşlü ekonomistlerin başarısızlıklara yol açan eski politikalara karşı önerileri ve politikalarının tıkanması, mali çöküntüler, borç ertelemeleri nedeniyle IMF ile çalışmak zorunda kalan ülkelere dayatılan programların liberalizasyona dayandırılmasına ve bir gurup profesyonel ekonomistin önerilerine, Güneydoğu Asya ülkelerinin başarıları  gibi birçok faktörü içermektedir.
Devlet müdahalelerinin yol açtığı çarpıtıcı etkinin sonucu Latin Amerika ülkelerinin ekonomik liberalizasyon uygulamalarını, 1980’lerin ikinci yarısı ve 1990’larda artan sayıda gelişmekteolan ülke de izlemiştir ( Pierre -Richard Agénor, Peter J.Montiel, Development Macroeconomics, Princeton University Press,1996, p.477 ).  
Latin Amerika’da devletin yönettiği kalkınma ve içe-dönük orijinli güçlü devlet müdahalelerini destekleyen hakim görüş, yerini; rekabete, piyasa orijinine, açıklığa, piyasa güçlerine, makroekonomik dengeye ve toplumun fakir kesimlerini hedefleyen sosyal programlara dayanan yeni bir paradigmaya bırakmıştır (Sebastian Edwards, Crisis and Reform in Latin America- from despair to hope, Oxford University Press, third printing 1996, p.41).
Ekonomik liberalizasyon, özelleştirmeden daha fazla bir şeydir. Devletin ekonomik faaliyet içinde aldığı yer olan devlet iktisadi teşekküllerinin azaltılmasını, ekonomik proses ve faaliyette devlet kontrollerinin azaltılmasını, özel sektörün teşvikini ve dış ticaretin liberalizasyonunu, sadece ithalata olan ticari bariyerlerin azaltılmasını değil, ihracatın arttırılmasına yönelik politikaları içerir.
1980’lerin ikinci yarısı ve 1990ların başlarında görüşün genişlemesi konsensusa ulaşılmasına neden olmuş, “Washington Consensus”u olarak adlandırılmıştır (Nonneman Gerd, “Economic Liberalization: The Debate”- Political and Economic Liberalization-Dynamics and Linkages in Comparative Perspective, edited.by Gerd Nonneman, Lynne Rienner Publishers, 1996).
Neo-liberal görüş, nihai kalkınma amacının; refahın arttırılması, fakirliğin azaltılması, ekonomik büyüme yoluyla başarılacağı  ve ekonomik büyümenin başarılması için devlet müdahalelerinden çok serbest piyasaya dayanılmasına inanır.
Washington Konsensusu, devletin rolünün yeniden tanımlanması gereksiniminden kaynaklanmaktadır.
Devlet tartışmaları; sadece devletin uygun büyüklüğü ile ilgili değil, devletin faaliyetlerini nasıl icra edeceği ile de ilgilidir.   
Borç Krizi
OPEC (Organization of Petroleum Exporting Countries)-petrol ihracatçısı ülkeler organizasyonu, bir mal üreticisi kartelidir. II.Dünya Savaşı sonrası global ekonomi; “Exxon, Texaco, Mobil, Standart of California, Gulf, Shell ve British Petroleum’dan oluşan Batı’nın başlıca uluslar arası petrol şirketleri yedi kızkardeş” tarafından talebi aşan petrol arzıyla karakterize edilir (Robert A. Isaak,  p.141) . Bu yedi şirket, 1950’ler ve 1960’lar boyunca üretim düzeyi ve fiyatları kontrol etmişlerdir. Talebi aşan arz, fiyatların düşük tutulmasına neden olmuş, 1960’lar süresince görülmemiş ekonomik büyüme oranları yakalayan Batı ekonomileri için ucuz enerji sağlanmıştır. 1959’da Seven Sisters‘ın ekstrem düşük petrol fiyatlarına gitmeleri gelişmekteolan ülkeler tarafından OPEC’in oluşturulması için tetiklemeye neden olmuştur.
1973 Arap-İsrail Savaşının ardından OPEC petrol fiyatlarını dört kat arttırmıştır ( John Williamson and Chris Milner, p.11) . Ve sağlanan fonlar Üçüncü Dünya’nın petrol ithal eden ülkelerinin petrol ithalatlarının finansmanına gitmiştir ( Stallings Barbara, “International Influence on Economic Policy: Debt, Stabilization, and Structural Reform”, Politics of Economic Adjustment-International Constraints, Distributive Conflicts, and The State, edited by StephanHaggard and Robert R.Kaufman, Princeton University Press, 1992, p.59 ).  Borçlu ülkeler kalkınmalarında ucuz kredilere dayandığından ve bunların nihayete dek süreceğini zannettiklerinden Jamaica, Peru, Polonya, Türkiye, Zaire gibi ülkelerde 1970’li yılların ikinci yarısında borç problemi ortaya çıkmıştır. 1982 ile birlikte Meksika’nın borçları GSMH ’sının %50sine ulaşmış (Rudiger Dornbusch and Stanley Fischer, Macroeconomics, fifth edition, McGrav -Hill, 1990 , p.762 ) dış borçları üzerinden ödediği faiz yükü dünya faiz oranlarında meydana gelen yükselme nedeniyle artmış ve 13 Ağustos 1982’de Meksika Maliye Bakanının Washington’da hükümetinin orijinal ödeme planı doğrultusunda borç servisini devam ettiremeyeceğini beyan etmesiyle borç krizi patlak vermiştir.
Heterodoks Politikalar
Hetorodoks istikrar politikaları yüksek kronik enflasyonların, orta enflasyonların durdurulmasında kullanılırlar. Özellikleri, yaşam standartlarına endekslenmekte olmalarıdır. Ücret kontratları, enflasyon hızlandıkça tekrar, sık sık görüşülürler. Bir kere ücret yeniden düzenlemeleri “cost of living index”/ yaşam maliyeti indeksine dayandırıldığında, enflasyonun yükselmesi ücret görüşmelerinin arasını kısaltacak, aylık, haftalık sürelere indirecektir. Senyoraj gereksinimi kronik enflasyonu hiperenflasyona çevirir. Kronik enflasyonların özellikleri; orta yoğunlukta olmaları ve uzun seneler sürmeleridir.
Heterodoks programların uygulanmasından yana olanlar, ücret ve fiyat kontrollerinin enflasyonu durdurmakta yeterli olacağını ve enflasyonu ortaya çıkartan nedenleri ortadan kaldırmaya yönelik ortodoks mali ve parasal sınırlamaların gereksiz olacağını ileri sürerler. Fakat hetorodoks programların bazı potansiyel yetersizlikleri vardır. Eğer enflasyon çok düşük orandaysa, enflasyonist inertia/ süredurum çok düşüktür, ücret-fiyat müdahaleleri fazla gelir. Diğer bir neden ücret-fiyat müdahalelerinin yaygın olarak sürdürülmesinin güçlüğüdür. Ve müdahalelerin yapılacağı umulursa önceden fiyatlar yükseltilebilir. Önemli bir neden de, politikacıların ücret-fiyat müdahalelerinin arkasına saklanarak ağrısızca enflasyonu durdurabileceklerine inanmaları ve mali-parasal tedbirlerden uzak durmalarıdır (Jeffrey D. Sachs and Felipe B. Larrain,  p.755 ).
Populist Politikalar
Politika yapıcıları, büyük oranda, genişleyici mali ve kredi politikalarını, gelirin yeniden dağılımını ve büyüme için aşırı değerlenmiş paraya dayanan politikaları benimsemişlerdir. Bu politikaların yürütülmesinde mali sınırlamalar ve döviz sınırlamaları yoktur ve kısa dönemli bir ekonomik büyüme ve iyileşmenin ardından darboğazların yarattığı bir makroekonomik baskı reel ücretlerde artış ve ciddi ödemeler dengesi sıkıntıları ortaya çıkmaktadır.
Populizmin kendi kendini tahrip edici özelliği; deneyimin sonunda kişi başına gelirde ve reel ücretlerde sert inişler olarak açığa çıkmaktadır (Rudiger Dornbusch and Sebastian Edwards, “The Macroeconomics of Populism”- Latin America’s Economic Development, Confronting Crisis, second edition, ed.by James L. Dietz, Lynne Rienner Publishers Inc., 1995, p.271).
Populist politikaların sempatizanı çoğunlukla üst düzey politikacılar ve dış faktörler olmaktadır. Politika yapıcılarının ekonomilerinin objektif koşullarına göre, sonunda döviz kısıtlamaları ve ekstrem enflasyonlar yaşadıkları güçlü genişleyici politikalar izledikleri görülür. Sonunda, reel ücretlerde sert düşüler, pek çok uygulamada politik istikrarsızlık, şiddet ve askeri darbeler yaşanmıştır ( Pierre-Richard Agēnor and Peter J. Montiel,  p.265 ).  
Fakirlik ve gelir dağılımında çarpıklıklarla mücadelede uygulanan programlar niçin yanlış sonuçlara ulaşmaktadır?
Ortodoks programlar enflasyona neden olan mali dengesizliğe neden olan faktörleri ortadan kaldıran, mali dengeyi sağlayan tedbirler uygularlar. Heterodoks ve Populist programlar, orta-yüksek enflasyonu stabilize etme amacından çok durgun üretim, gelir dağılımı eşitsizliği ve dış kriz gibi bir grup makroekonomik problemle ilgilidirler. Bu nedenle fakirlikle mücadele etme amaçlı, gelir dağılımı çarpıklıklarını gidermeye yönelik programlar daha fazla gelir dağılımı bozukluğuyla sonuçlanırlar, lehine hareket edilen kesimlerin enflasyondan daha fazla zarar görmesine neden olurlar.