Liberal/
Neoliberal Politikalar?
Devletin
Pozitif ve Normatif Rolü
Normatif
rolle, devletin refahın maksimizasyonuna katkısını tanımlarken pozitif rol,
devletin yap-tıklarını analiz eder, ilişkilerini tanımlar.
Gerçek
dünyada pozitif ve normatif rol arasındaki sapma büyüdüğünde, sapmanın
nedenleri; idare eden ve edilenlerin çıkarları arasındaki farklılıklar; hata
yapılması ve politika yapıcıların bir kısmının yanlış anlaması, politika
enstrümanları üzerindeki kontrolünün yetersizliği ve alınan eski kararların
yeni oluşturulan politikalar üzerindeki kötü etkileri gibi farklılıklar
gösterir ve reformları gerektirir.
Ya
da politik liderler refahı arttırıcı sosyal amaçları başarmayı isteseler de bu
amaçlar için öğretim, eğitimleri yetersiz olabilir, ekonomi dışındaki
disiplinlerden geldiklerinden ekonomik konularda yetersiz kalabilirler, yada
bazıları kendi kişisel çıkarlarını kamusal çıkarlar üzerinde görmektedirler.
Politikalar; onlara, dostlarına veya aile efradına, politik taraftarlarına
hizmet etmekte, ülke için ise optimal sonuçlar oluşturmamaktadır. Bilindiği
gibi politika yapıcıların “rant arama”
ve “rüşvet yeme” çürümüşlüğü bilinen
yaygın bir olaydır ( Richard B. McKenzie & Gordon
Tullock, Modern Political Economy- An
Introduction to Economics, McGraw-Hill, 1978, p 411 ) .
Ulus
Ulus; kültürel ve politik olarak ayrı
olmak isteyen ve kendilerini politik olarak ayrı kontrol etmek isteyen insanlar
olarak tanımlanır ve politik olarak kendilerini organize etmeleri ulus devlet
olarak ifade edilir (
John T. Rourke, International Politics on The World Stage, eighth edition, Mc Graw -Hill/ Dushkin, 2001,
p.134).
İdeoloji
İdeolojiler;
birey ve grupların nasıl bir sosyal sistem içinde yaşayacağı ve sosyal sistemin
çalışma ve prensiplerini belirleyen inançlara dayanan sistemlere tekabül eder.
Geçmiş yüzyılda ve bu yüzyılın ilk yarısında, ideolojiler; Liberalizm, Ulusalcılık
(nationalism) ve Marxism insanlığı
bölmüştür. Bu üç ahlaki ve entelektüel pozisyonun arasındaki çatışma; toplumun
organizasyonu ve ekonomik ilişkilerinin yeniden oluşturulmasında piyasanın
rolünün önemine dayanır. Bu üç ideoloji; ekonomik büyümede; piyasanın önemi,
refahı toplumun bireyleri ve gurupları arasında dağıtma şekline, toplum, devlet
ve piyasa arasındaki ilişkilere göre farklılaşır. İdeolojiler; dünyanın çalışma
şekli ile ilgili bilimsel tanımlamalar üretir.
Toplumların her
biri; ekonomik faaliyetlerin piyasalar tarafından mı yoksa devlet planları
doğrultusunda mı organize edileceğiyle ve endüstrilerin özel mülkiyete mi
devlet mülkiyetine mi ait olmasıyla ilgili temel bir seçim, tercih yapmak
zorundadırlar. Seçim, ekonomik problemlerin serbest piyasalar veya devlet
planlamasıyla mı başarılı şekilde çözümleneceğiyle ilgilidir. İki
farklı ekonomik sistemden kapitalist sistem, üretim araçlarında (fiziki
kapital) özel mülkiyete ve büyük oranda serbest çalışan piyasalara dayanırken,
sosyalist ekonomiler devlet planlamasına, üretim araçlarının devlet
mülkiyetinde olmasına dayanırlar ( William
J. Baumol & Alan S. Blinder, Economics -principles and policy, Harcourt Brace Javanovich, Publishers
, 1988, p.888 ve bkz Andrew Zimbalist & Howard J. Sherman & Stuart Brown, Comparing Economic Systems -A Political-Economic Approach, second editition, Harcourt Brace Javanovich,
Publishers , p.5 3 ). Temel olarak kapitalist bir ekonomi olan Fransa ise, ekonomik
faaliyetlerin organizasyonunda, direkt kontrolden ziyade devlet rehberliğinin
yer aldığı “indicative”/ belirleyici
planlama, karma ekonomiyi geliştirmiştir.
Ulusalcılık, Liberalizm,
Marksizm
Orijini “Mercantilism”
olan ekonomik ulusalcılık, modern dönem devlet adamlarının uygulamalarından
vücut bulmuş, piyasayı devlet çıkarlarına bağımlı kılan düzenlemeleri içerir.
Merkantilizm’e reaksiyon olarak, Adam Smith ve
diğerlerinin çalışmalarıyla geliştirilen “Liberalizm”;
kaynak dağılımında etkinliği, ekonomik büyüme ve tüketici tercihlerinde politik
müdahalelerin olmamasını savunur.
Marxism ise, 19.yy’ın ortalarında
ekonominin politikaları yönlendirdiği liberal öğreti-inançlara ve klasik
ekonomiye reaksiyon olarak geliştirilmiştir (Robert Gilpin,
The Political Economy of International Relations, Princeton University
Press, 1987, p.26). Ulusalcılık
(nationalism) ve liberalizm gibi,
Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından 19.yy‟ın ortasında geliştirilen “Marxism”, fikirlerin oluşumunda önemli
özelliklere sahiptir. Sosyal ürünün dağıtımında; ekonomik faaliyetler ve
prodüktif güçler merkezileşir. Sovyetler Birliği ve Çin, Marxim’i resmi
ideoloji olarak uygulamışlardır ( Robert Gilpin, p.35 ).
Kapitalizm
“Kapitalizm”
ise; üretimde özel mülkiyet ve emeğin ücret alması ve rekabetçi piyasa ekonomisinde
kâr ve kapital birikimiyle tanımlanır.
Kapitalist ekonomide; mülkiyet ilişkileri
istikrarının sağlanması ve bunun için hizmet verilmesi devletin esas
fonksiyonunu teşkil etmekte ve bununla ilişkili olarak vergi alma ve harcama
yapma fonksiyonu, kaynakların dağılım etkinliğinin sağlanması, gelirin yeniden
dağılımı gündeme gelmektedir (A.B.
Atkinson and J.E.Stiglitz, Lectures
on Public Economics, McGraw-Hill
Book Company, 1980, p.5 ).
Kapitalist (liberal) bir ekonomide
Kamu Sektörü niçin gerekmekte, ekonomi niçin tam olarak özel sektörün
çalışmasına bırakılmamaktadır?
Diğer bir deyişle ekonominin büyük bölümü niçin piyasanın
güçlerine, “invisible hand” ’e
bıra-kılmaksızın devlet yönlendirmesinin konusu olmaktadır? Bu kısmen, politik
ve sosyolojik ideo-lojilerin konusu olmakla birlikte bu konunun sadece bir
bölümüdür, çok önemli diğer bölüm, piyasa mekanizmasının tek başına bütün ekonomik
fonksiyonları icra edememesi, özel mallardan farklı olarak kamusal malların,
sosyal malların üretilmesinde piyasanın başarısız olmasıdır. Kamu politikası;
yol gösterici, düzeltici, belli noktalarda sübvanse edici olarak gerekmektedir.
Devletin ekonomideki büyüklüğü ise, teknikten ziyade ideolojik bir tercihtir.
Ekonomik Politika
Ekonomik politika; politika
yapıcılarının, ekonominin performansını iyileştirmek için ekonomik
büyüklüklerin davranışlarını etkilemelerine yönelik faaliyetlerdir. Devlet ekonomiye,
halkının refahını arttırmak için; anahtar ekonomik değişkenlerin davranışlarını
değiştirme yoluyla müdahalede bulunur.
Klasik Piyasa
Başarısızlıkları
Richard Musgrave piyasa
mekanizmasında fiyat sinyallerine dayalı olarak çalışan ekonomilerde devletin
ekonomide yer almasını piyasanın başarısız olduğu alanlara
dayandırmış ve devlet aktivite/ faaliyetlerini üç ana gurupta (geleneksel piyasa başarısızlıkları)
toplamıştır ( John F. Due and Ann F. Friedlaender, Government Finance- Economics of the public finance, seventh
edition, Richard D. Irwin Inc., 1981,p.5) .
·
Birincisi; kaynakların etkin
dağılımının sağlanmasıdır. Kaynakların etkin dağılımını sağlanması; 1.) tam kamusal mallar gibi özel
sektörün üretmekte başarısız olduğu, fiyatlandırmaya konu olmayan malların
üretimi, 2.) kullanana ödettirilse,
fiyatlandırılabilse bile eğitim, sağlık ve otobanlar gibi dışsallıkların konusu
devlet hizmetlerini içeren, yarı kamusal mal olarak tanımlanan faaliyetleri ve 3.) fiyatın marjinal
maliyetin üstünde belirlendiği; doğal monopoller, oligopol olarak karakterize
edilen, piyasaya satış yapan piyasa gücüne sahip firmaların ve yatay talep
eğrisiyle karşı karşıya olan birkaç büyük satıcının piyasaya hakim olması
durumlarında, ekonomide yer alarak gerçekleştirir.
·
İkincisi; gelir dağılımında
adaletin sağlanmasına yönelik faaliyetlerdir. Vergi sisteminin yapısı, vergi-transfer
(ayni ve nakdi transferler) mekanizmasıyla yürütülür. Gelirin adil dağılımının
sağlaması ve yoksulluğun ortadan kaldırılması; ekonomik büyümenin sağlanması ve
bu ilave üretimin adil dağıtımı yoluyla gelirin arttırılmasıyla fakirliğin
ortadan kaldırılması, gelirin adil dağılımının ve ekonomik etkinliğin
sağlanmasının en önemli aracı olarak eğitim ve sağlık harcamalarının yapılması
ve eğitim sağlıkta devletin yer alması, bu sektörleri yönlendirmesi, sosyal
güvenlik sisteminin oluşturulması ( Joseph
E. Stiglitz, “The Role of Government in the Contemporary World, ”-Income Distribution and High Quality Growth, edit.by Vito Tanzi and Ke-young Chu, The MIT Press, 1998, p.30) gelirin yeniden dağılımını içeren progresif
vergi sistemini oluşturması, aynî ve nakdî transfer programlarını yürüterek
toplum refahını arttırmaya yönelik faaliyetleri üstlenmesi yoluyla sağlanır ( Bernard P.
Herber, Modern Public Finance, Richard D. Irwin, Inc., 1967, p.77 ).
Devletin
kullandığı hem de transfer ettiği kaynakların parasal maliyetinin direkt
dağıtımı ise, toplumun bireyleri arasında vergi yükünün dağıtımıdır. Vergi
yükünün bireyler arasında dağılımı, politik hareketler üzerinde devasa etkilere
sahip olduğundan politik ilginin konusudur. Vergilemenin düzey ve kapsamı,
devletlerin vergi politikası; gelir dağılımı adaleti ile ilgili problemlerin ortadan
kaldırılmasına yönelik olmalıdır.
·
Üçüncüsü; ekonomik
büyüme ve ekonomik stabilizasyonun sağlanmasıdır. Ekonomik büyümenin sağlanması;
üretim faktörleri emek, sermaye, doğal kaynaklar ve diğer bir üretim faktörü
olan teknolojinin ilerletilmesiyle mümkün olur.
Sermayenin
arttırılması; insan sermayesinin oluşturulması, endüstriyel gelişmenin
sağlanmasıyla mümkündür. Endüstriyel gelişmenin sağlanmasında devlet; vergi
teşvik mekanizması, devletçilik uygulamaları, düzenlemeler/ regülasyonlar gibi
ekonomik politika araçlarıyla endüstriyel politikaları yürütür. Teknolojik
gelişmenin sağlanması ise gelişmiş insan gücüne ve devletin bu alanda yardımcı
faaliyetlerine dayanır. Bu noktada dışsallığın konusu olan eğitim sisteminin
önemi dikkatleri üzerine toplamaktadır.
İşsizliği veya
enflasyonu azaltarak stabilizasyonun ve
gerekli uyarımlarla ekonomik büyümenin sağlanması, toplum refahının arttırılmasına yönelik faaliyetlerdir. Piyasa
ekonomileri istikrarlı yapıda olmadıklarından, toplam talepte umulmayan
kaymaların neden olacağı enflasyonist ve resesyonist gelişmelerin stabilize edilmesinde mali ve
parasal politikalar yoluyla devlet müdahaleleri gerekir. Ve kabul edilebilir
bir büyüme oranının başarılabilmesi için sermaye birikiminin çok düşük veya çok
yüksek olduğu durumlarda devletin büyüme oranını etkileyecek; tasarruf-yatırım
oranı, prodüktivite, emek gücü büyüme oranı gibi parametreleri değiştirmesi gerekebilir (Bernard P.
Herber, p.79).
Sonuç olarak, gerek
kaynakların etkin dağılımı, gelirin adil dağılımı ve de ekonomik büyüme ile
ekonomik stabilizasyonun (enflasyonun ve işsizliğin olmadığı bir durumun) sağlanması
toplumun refahının arttırılmasına yönelik faaliyetler devletin müdahalesini
gerektirir, piyasalar bu konularda başarı sağlayamamışlar, devletin iktisadi/
ekonomik politikalar uygulaması gerekmiş, gerekmektedir.
20.yy’da Devletin Rolünün Genişlemesi
Devlet
kavramının ortaya çıktığı zamanlardan beri konuyla ilgili hakim görüşte
kaymalar yaşanmıştır.
Merkantilizm
17. yy’da
merkantilizm, önce İngiltere ve sonra Fransa’daki büyük merkezi monarşiler
sayesinde ortaya çıkmıştır ve devletin ekonomik hayata sistematik ve tutarlı
müdahalesinin ilk örneği olmuştur. Merkantilizmin dışa yönelik tutumu 17.yy’dan
itibaren Britanya Deniz Ticaret Akitlerinde
görülür. İçeride, Corn Law ile
İngiliz tarımı, imalat sanayiine uygulanan %40’lık ortalama gümrük tarifesi uygulamasıyla,
İngiliz işçilerin yabancı ülkelerde çalışması ve şirketlerin yurt dışına makine
ihracının yasaklanması uygulamalarıyla ulusal ekonomi koruma altına alınmıştı (Jacques Adda,
Ekonominin Küreselleşmesi, İletişim
Yayınları, 2002, p.46).
Colbert’in
imalatçılar lehine vergi muafiyeti, geçici üretim tekeli, kredi kolaylığı,
devlet denetimi gibi uygulamaları Fransız malları kalitesini arttırmıştır.
İthalattan alınan vergiler devlet geliri sağlarken diğer yandan da iç üretime
talebi arttırmış, temel ürünlere ihraç yasağı uygulanmıştır (Jacques
Adda, p.42).
18.yy‟da klasik
Merkantilizm; devletin ticaret ve sanayiyi geliştirmek için ABD gibi gelişen ekonomilerde
ekonomide aktif rol almasını, gelişme düzeyi farklılıkları olan bir dünyada
devletin müdahalesi zorunluluğunu içerir. Friedrich List, 1840’da yayınlanan
eseri Ekonomi Politik Ulusal Sistemi adlı
eserinde Alman gümrük birliği taraftarı, yani iç pazarın korunma ve
geliştirilmesi esasına dayalı bir sanayileşme yanlısı olarak eğitici bir
himayeciliğin gerekliliği üzerinde durur. Bir ulusun rekabete girmeden önce
rekabet edebilme gücünü sağlamak için devlet müdahaleleri gerekliliğini vurgular
(Jacques Adda, s.48).
Liberalizm
Modern iktisadın kurucularından kabul edilen
19. yy klasik iktisatçıları; Adam Smith, John Stuart Mill, David Ricardo, kamu
sektörünün rolünün küçük olmasından yanadırlar. Genel olarak devletin rolünü;
hukukun ve düzenin sürdürülmesi, ülkenin savunulması, temel kamusal
çalışmaların sağlanması ile sınırlandırırlar.
Adam Smith, Ulusların Zenginliği adlı eserinde;
gerçek ekonomik ilerlemenin ancak yetkinliğinin büyümesiyle, yani verimlilik
artışıyla sağlanabileceğini, bunun da işbölümü yoluyla olabileceğini ifade
etmiştir. İngiltere’de ortaya çıkan Sanayii Devrimi sonrası İngiliz
kapitalizminin çıkarları serbest ticaretle özdeşleşmiş, 1840’lı yıllarda
İngiltere’deki mamul maddeler üzerindeki tarifeleri tek yanlı olarak indirmiş,
1842’de ithalata koyduğu yasakları kaldırmaya, 1845’te sömürge ürünlerine
yönelik kraliyet tercihinden vazgeçmeye ve 1846’da Corn Law’ı, 1849’da Deniz
Ticaret Akitlerini kaldırmaya karar
vermiştir.
Liberalizm,
18.yy Avrupa’sını karakterize eden “devlet müdahalesiyle piyasanın çalışmasının
sağlanması”na, yani merkantilizme reaksiyondur. 19. yy’da devletin rolü çok daha sınırlı olma eğilimindedir. Örneğin endüstriyel ülkelerin çoğunda kamu
harcamaları GSYİH’nın % 10‟u civarında ve ekonomik felsefe “laissez-faire” dir. .Bununla birlikte bütün 19.yy iktisatçılarının aynı şekilde düşünmedikleri,
etraflarındaki büyük gelir adaletsizliğinden, işçi sınıfının yaşadığı
yoksulluktan, işsizlik sorunlarından etkilendikleri, Karl Marx, Sismondi,
Robert Owen gibi sosyal kuramcıların toplumun yeniden yapılanması için kuramlar
geliştirdikleri görülür. Bireyler arasında adil gelir dağılımında çarpıklıkların
ortadan kaldırılması/ gelir dağılımında adaleti vurgulayan Marksist ve
Sosyalist düşünce, piyasa ekonomileri hükümetlerinin üzerinde güçlü bir baskı
yaratmıştır.
Sosyal Devlet Anlayışı
Sanayileşmenin
ardından hızla ortaya çıkan gelir dağılımı çarpıklığı; büyüyen aktif
endüstriyel işçi sınıfının tepki içeren işçi hareketlerine yol açtığının ve
işçilerin devrimsel fikirlere açık olmasının görülmesi, özellikle o zamanlarda
ölmüş olan Karl Marx’dan yayılan fikirlerden kaynaklanmaktadır. Devrim korkusu sosyal
devlet anlayışının ilk adımları olan reformları uyarmış, Bismark, kapitalizmin
çıplak zalimliklerini iyileştirmek için bunları vurgulamıştır. 1884 ve 1887’de
Reichstag’da; elementer düzeyde kaza, hastalık, yaşlılık ve yetersizlik
sigortası uygulamasına başlanmıştır. Benzer aksiyonlar Avusturya, Macaristan ve
Avrupa’nın başka alanlarında da izlenmeye başlanmıştır. Refah devleti, değerliliği
ve yasallığı yüzyıldır tartışmaların konusu olmuş büyük bir tarihsel gelenektir.
Bu konuda kapsamlı, etkili bir adım Bismark’ın büyük insiyatifinden yirmibeş
yıl sonra İngiltere’de atılmıştır (John Kenneth
Galbraith, A History of Economics- the past and present, Penguin
Books, 1987, p.211)
II. Dünya
Savaşı’ndan sonra iki önemli kayma söz konusudur. I.Dünya Savaşı döneminde “laissez faire” doktrininin reddi yönünde
yaygın davranış, savaş arası dönemde doktrinin çöküşüyle sonuçlanmış ve devlet
aktivizmi üzerinde yaygın bir konsensus oluşmuştur.
Organize Kapitalizm
Laissez faire kapitalizminin çöküşüyle birlikte 1960’lar, yaygın
bir konsensusun oluştuğu “karma ekonomi”, alternatif olarak modern kapitalizm
veya organize kapitalizmin yıllarıdır. Fakat bu yeni konsensus 1970’lerin
sonlarıyla birlikte dramatik bir dönüşüm göstererek karma ekonomiyi sonlandırmış
ve yeniden piyasa prensiplerini hayata geçirerek neo-liberal düzeni hayata geçirmiştir.
II. Dünya
Savaşı’ndan sonra Avrupa’da, önemli farklılığa sahip iki kalkınma modeli
izlenmiştir. Biri Sovyetler Birliği’nde ortaya çıkan, kumanda devletidir ve
Merkezi ve Doğu Avrupa’ya uygulanmıştır. Aynı zamanda Avrupa devletlerinin
çoğunda ve İskandinav ülkelerinde, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda’da
konsensusun oluştuğu “sosyal demokratik
haklar”ın teessüsü için, demokratik programların yapılandırılması amacıyla
güçlü ve büyük kamu sektörü geliştirilmiştir.
Avrupa’nın ekonomik olarak devlet planlamasına
önem verilerek yeniden canlanışı ve 1950’ler 1960’larda gösterdiği gelişme
Latin Amerika’da da benzer davranışları teşvik etmiştir. Latin Amerika’da ülkeler, devletin yönettiği; devlet
eliyle sanayileşme ve yüksek oranlı devlet korumacılığını içeren içe-dönük orijinli (ISI- import substitution) kalkınma politikası izlemişlerdir. 1950-1980 yılları arasında Latin
Amerika, endüstriyel
ülkelerden daha hızlı fakat Doğu Asya ekonomilerinden daha yavaş büyümüş, büyümeye
çarpılmış gelişmenin eşlik etmesi, uzun dönemli sürdürülebilir bölgesel stratejileri
çökertmiş, aşırı korumacılık, genelleştirilen devlet korumacılığı rant
arama faaliyetlerini (rent-seeking) teşvik etmiş ve değişen dünya koşullarına
reaksiyon gösteremeyen, uyum sağlayamayan katı ekonomik yapı oluşumunu
yaratmıştır.
Diğer yandan
birçok ülkede borçların kamu bütçesi üzerinde artan yükü ve etkinsiz vergi sisteminin
devletin sosyal hizmetleri etkin şekilde sağlama gücünü azaltması, gelir
dağılımı adaletsizliğinin artmasıyla sonuçlanmıştır.
1970’lerin
sonuyla birlikte dünyada da gelir dağılımında bozulma artmış, 1973 ve 1979
petrol şoklarından sonra Latin Amerika’nın kalkınmayı sürdürememesi, daha fazla
oranda borçlanmaya gidilmesine, gelirlerinin harcamalarını karşılayamamasına,
daha çok sayıda ülkenin enflasyonist finansmana gitmesine, borç
krizine neden olmuştur.
Washington Consensus’u/ Liberalizasyon lehindeki konsensüs
Liberalizasyon lehindeki konsensusun orijini, 1980’lerin
sonlarında ABD ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerin devleti küçültme, mali
disiplini sağlamak için özelleştirmelere ve arz yönetimine gitmeleri, ve Latin
Amerika’da daha önce popülist politikalardan yana olan pek çok politik liderin
mali disiplini, uluslararası ticarete açılmayı, finansal liberalizasyonu ve
özelleştirmeyi içeren radikal reformları desteklemelerine dayanmaktadır.
Ekonomik düşüncedeki bu dönüşüm; 1980’lerin
ortalarında Peru, Arjantin, Brezilya’da uygulanan heterodoks programların
başarısızlığı, Dünya Bankası ve IMF‟de bulunan
neoliberal görüşlü ekonomistlerin
başarısızlıklara yol açan eski politikalara karşı önerileri ve politikalarının tıkanması, mali çöküntüler, borç ertelemeleri nedeniyle IMF ile
çalışmak zorunda kalan ülkelere dayatılan programların liberalizasyona
dayandırılmasına ve bir gurup profesyonel ekonomistin önerilerine, Güneydoğu
Asya ülkelerinin başarıları gibi birçok
faktörü içermektedir.
Devlet müdahalelerinin yol açtığı çarpıtıcı
etkinin sonucu Latin Amerika ülkelerinin ekonomik liberalizasyon
uygulamalarını, 1980’lerin ikinci yarısı ve 1990’larda artan sayıda
gelişmekteolan ülke de izlemiştir ( Pierre -Richard
Agénor, Peter J.Montiel, Development
Macroeconomics, Princeton University Press,1996, p.477 ).
Latin Amerika’da devletin yönettiği kalkınma ve
içe-dönük orijinli güçlü devlet müdahalelerini destekleyen hakim görüş, yerini;
rekabete, piyasa orijinine, açıklığa, piyasa güçlerine, makroekonomik dengeye
ve toplumun fakir kesimlerini hedefleyen sosyal programlara dayanan yeni bir
paradigmaya bırakmıştır (Sebastian Edwards, Crisis and Reform in Latin America- from
despair to hope, Oxford University Press, third printing 1996, p.41).
Ekonomik liberalizasyon, özelleştirmeden daha
fazla bir şeydir. Devletin ekonomik faaliyet içinde aldığı yer olan devlet
iktisadi teşekküllerinin azaltılmasını, ekonomik proses ve faaliyette devlet
kontrollerinin azaltılmasını, özel sektörün teşvikini ve dış ticaretin
liberalizasyonunu, sadece ithalata olan ticari bariyerlerin azaltılmasını
değil, ihracatın arttırılmasına yönelik politikaları içerir.
1980’lerin ikinci yarısı ve 1990‟ların
başlarında görüşün genişlemesi konsensusa
ulaşılmasına neden olmuş, “Washington Consensus”u olarak
adlandırılmıştır (Nonneman Gerd, “Economic Liberalization: The Debate”- Political and Economic Liberalization-Dynamics and Linkages in
Comparative Perspective, edited.by Gerd Nonneman, Lynne Rienner Publishers,
1996).
Neo-liberal görüş, nihai kalkınma amacının;
refahın arttırılması, fakirliğin azaltılması, ekonomik büyüme yoluyla
başarılacağı ve ekonomik büyümenin
başarılması için devlet müdahalelerinden çok serbest piyasaya dayanılmasına
inanır.
Washington Konsensusu, devletin rolünün yeniden
tanımlanması gereksiniminden kaynaklanmaktadır.
Devlet tartışmaları; sadece devletin uygun
büyüklüğü ile ilgili değil, devletin faaliyetlerini nasıl icra edeceği ile de
ilgilidir.
Borç Krizi
OPEC (Organization
of Petroleum Exporting Countries)-petrol ihracatçısı ülkeler organizasyonu, bir
mal üreticisi kartelidir. II.Dünya Savaşı sonrası global ekonomi; “Exxon,
Texaco, Mobil, Standart of California, Gulf, Shell ve British Petroleum’dan
oluşan Batı’nın başlıca uluslar arası petrol şirketleri yedi kızkardeş”
tarafından talebi aşan petrol arzıyla karakterize edilir (Robert A.
Isaak, p.141) . Bu yedi şirket, 1950’ler ve 1960’lar boyunca üretim düzeyi
ve fiyatları kontrol etmişlerdir. Talebi aşan arz, fiyatların düşük tutulmasına
neden olmuş, 1960’lar süresince görülmemiş ekonomik büyüme oranları yakalayan
Batı ekonomileri için ucuz enerji sağlanmıştır. 1959’da Seven Sisters‘ın
ekstrem düşük petrol fiyatlarına gitmeleri gelişmekteolan ülkeler tarafından OPEC’in
oluşturulması için tetiklemeye neden olmuştur.
1973 Arap-İsrail Savaşı’nın
ardından OPEC petrol fiyatlarını dört kat arttırmıştır ( John
Williamson and Chris Milner, p.11) . Ve sağlanan fonlar Üçüncü
Dünya’nın petrol ithal eden ülkelerinin petrol ithalatlarının finansmanına
gitmiştir ( Stallings Barbara, “International Influence on Economic Policy: Debt, Stabilization, and
Structural Reform”, Politics of
Economic Adjustment-International Constraints, Distributive Conflicts, and The
State, edited by StephanHaggard and Robert R.Kaufman, Princeton University
Press, 1992, p.59 ).
Borçlu ülkeler kalkınmalarında ucuz
kredilere dayandığından ve bunların nihayete dek süreceğini zannettiklerinden
Jamaica, Peru, Polonya, Türkiye, Zaire gibi ülkelerde 1970’li yılların ikinci
yarısında borç problemi ortaya çıkmıştır. 1982 ile birlikte Meksika’nın borçları
GSMH ’sının %50‟sine ulaşmış (Rudiger
Dornbusch and Stanley Fischer, Macroeconomics,
fifth edition, McGrav -Hill, 1990 , p.762 ) dış borçları üzerinden ödediği
faiz yükü dünya faiz oranlarında meydana gelen yükselme nedeniyle artmış ve 13
Ağustos 1982’de Meksika Maliye Bakanının Washington’da hükümetinin orijinal
ödeme planı doğrultusunda borç servisini devam ettiremeyeceğini beyan etmesiyle
borç krizi patlak vermiştir.
Heterodoks Politikalar
Hetorodoks istikrar politikaları yüksek kronik
enflasyonların, orta enflasyonların durdurulmasında kullanılırlar. Özellikleri,
yaşam standartlarına endekslenmekte olmalarıdır. Ücret kontratları, enflasyon
hızlandıkça tekrar, sık sık görüşülürler. Bir kere ücret yeniden düzenlemeleri
“cost of living index”/ yaşam
maliyeti indeksine dayandırıldığında, enflasyonun yükselmesi ücret
görüşmelerinin arasını kısaltacak, aylık, haftalık sürelere indirecektir.
Senyoraj gereksinimi
kronik enflasyonu hiperenflasyona çevirir. Kronik enflasyonların özellikleri;
orta yoğunlukta olmaları ve uzun seneler sürmeleridir.
Heterodoks programların uygulanmasından yana
olanlar, ücret ve fiyat kontrollerinin enflasyonu durdurmakta yeterli olacağını
ve enflasyonu ortaya çıkartan nedenleri ortadan kaldırmaya yönelik ortodoks
mali ve parasal sınırlamaların gereksiz olacağını ileri sürerler. Fakat
hetorodoks programların bazı potansiyel yetersizlikleri vardır. Eğer enflasyon
çok düşük orandaysa, enflasyonist inertia/
süredurum çok düşüktür, ücret-fiyat müdahaleleri fazla gelir. Diğer bir neden
ücret-fiyat müdahalelerinin yaygın olarak sürdürülmesinin güçlüğüdür. Ve
müdahalelerin yapılacağı umulursa önceden fiyatlar yükseltilebilir. Önemli bir
neden de, politikacıların ücret-fiyat müdahalelerinin arkasına saklanarak
ağrısızca enflasyonu durdurabileceklerine inanmaları ve mali-parasal
tedbirlerden uzak durmalarıdır (Jeffrey D. Sachs
and Felipe B. Larrain, p.755 ).
Populist Politikalar
Politika yapıcıları, büyük oranda, genişleyici
mali ve kredi politikalarını, gelirin yeniden dağılımını ve büyüme için aşırı
değerlenmiş paraya dayanan politikaları benimsemişlerdir. Bu politikaların yürütülmesinde
mali sınırlamalar ve döviz sınırlamaları yoktur ve kısa dönemli bir ekonomik
büyüme ve iyileşmenin ardından darboğazların yarattığı bir makroekonomik baskı
reel ücretlerde artış ve ciddi ödemeler dengesi sıkıntıları ortaya çıkmaktadır.
Populizmin kendi kendini tahrip edici özelliği; deneyimin
sonunda kişi başına gelirde ve reel ücretlerde sert inişler olarak açığa
çıkmaktadır (Rudiger Dornbusch and Sebastian Edwards, “The
Macroeconomics of Populism”- Latin America’s Economic Development, Confronting
Crisis, second edition, ed.by James L. Dietz, Lynne Rienner Publishers Inc.,
1995, p.271).
Populist politikaların sempatizanı çoğunlukla üst
düzey politikacılar ve dış faktörler olmaktadır. Politika yapıcılarının
ekonomilerinin objektif koşullarına göre, sonunda döviz kısıtlamaları ve
ekstrem enflasyonlar yaşadıkları güçlü genişleyici politikalar izledikleri
görülür. Sonunda, reel ücretlerde sert düşüler, pek çok uygulamada politik
istikrarsızlık, şiddet ve askeri darbeler yaşanmıştır ( Pierre-Richard
Agēnor and Peter J. Montiel, p.265 ).
Fakirlik ve gelir dağılımında çarpıklıklarla
mücadelede uygulanan programlar niçin yanlış sonuçlara ulaşmaktadır?
Ortodoks programlar enflasyona neden olan mali
dengesizliğe neden olan faktörleri ortadan kaldıran, mali dengeyi sağlayan
tedbirler uygularlar. Heterodoks ve Populist programlar, orta-yüksek enflasyonu
stabilize etme amacından çok durgun üretim, gelir dağılımı eşitsizliği ve dış
kriz gibi bir grup makroekonomik problemle ilgilidirler. Bu nedenle fakirlikle
mücadele etme amaçlı, gelir dağılımı çarpıklıklarını gidermeye yönelik
programlar daha fazla gelir dağılımı bozukluğuyla sonuçlanırlar, lehine hareket
edilen kesimlerin enflasyondan daha fazla zarar görmesine neden olurlar.